Orta Asya’daki...
Selim, her şeyden önce bir matematikçiydi. Bu mısrada,
kabuğunu kırarak, dünyaya yayılan atalarının (elipsin, yu-
murtayla benzerliği, edebiyat ve geometriyi iyi bilmesi gere-
ken Selim’in oldukça zayıf bir buluşu gibi geldi bana) ma-
cerasıyla, kasabadan büyük şehire göç eden bir çocuğun ya-
şantısı da bu açıdan incelenmelidir. Matematik bilimlerde
kuvveti gösteren oklar da, büyük göçün şiddetini anlatmak
için kullanılmış olsa gerek. Evet, çevresi yüksek ve karanlık
dağlarla kuşatılmış bu küçük elipsin içinden amansız oklar
gibi fırlayan atalarımız, bütün dünyaya şiddetle saldırmış-
lardı. Büyük göç haritasında da görüleceği gibi, bu oklar,
uzayıp kıvrılarak bütün ülkeleri demir çemberi içine almış-
tı. Akıncı atlarının nalları 1939 T modeli Ford gibi, her
yanda tozu dumana katıyordu.
Batılı tarihçiler, durmadan belgelerden bahsederler. Ben
de size, büyük göçten çok önce, Anadolu’ya doğru, dört bin
kilometrelik bir öteleme yapan küçük bir okun yaşantısını
dile getiren bir belgeyi açıklamak istiyorum; N. kasabasın-
dan Ankara’ya gelen küçük Selim gibi küçük bir okun,
Düzgen Silik adlı on sekiz yaşında bir gencin binlerce yıl
önce tuttuğu bir günlükten parçalar almakla yetiniyorum.
İlk gençliğinin bunalımlarına aldırmadan (belki de buna-
lımlarının verdiği bir güçle, belki de bunalımlarına ümitsiz-
ce karşı koymak isteğiyle, belki de bunalımlarını toptan in-
kâr ederek) toplumsal savaşa katılan bu adsız kahraman,
yaşantısını büyük bir içtenlikle kaleme almış. Belge mi isti-
yorsunuz sayın tarihçiler? Bizde belgeden çok ne var? İşte
size belge:
183
(Bazı nedenlerle belgenin kaynağını açıklamıyorum.)
Düzgen Silik’in günlüğünü vermeden önce, onun ve altı
arkadaşının, Ortu Alga Toplum Koruculuğu (Emniyet Mü-
dürlüğü) saklantılarında (arşiv) bulunan kimlik belgelerini
sunuyorum:
1- ORKAN TALMUG: Eyleme geçmeyi ilk düşünen Or-
kan, uzun boylu, sıska, kemikli, kumral; (sinirli bir yapısı
var) çabuk yargıya varan ve yargısından çabuk dönen, ama-
ca erişmek için araçların her çeşidinden yararlanılmasını
öğütleyen, toplumsal sorunlarla ilgili, birden çok kadınla
evlenmeye karşı (antipoligamist), evsiz (bekâr), önder ol-
mak ve üne kavuşma isteğiyle yanan (çalışma isteğiyle yan-
mıyor) bir kişi. Olayın geçtiği sıralarda, bir kadın sorunuyla
ilgili olarak kovuşturmaya uğramış. Ayrıca, savaşın, kişi ba-
ğımsızlığına aykırı olduğunu ileri geri söyleyip durduğu
için Dördüncü Kargılılar Tugayından çıkarılarak Süel (aske-
rî) Yargı Kuruluna verilmiş. Öteki arkadaşlarının tersine,
sonu kuşkulu tartışmalara katılmaz. Gökçeyazınla uğraş-
maz (küçümser).
2- SALGAN SAÇAK: Uzun boylu, iri yapılı, kara saçlı,
gök gözlü; Orkan’ın en yakın arkadaşı, sakallı; saçlarını hiç
kestirmez. Açık Gök Okulunda zorbilim ve gökçeyazın öğ-
retirken törelere uymanın gereksizliğini ileri sürdüğü ve
sevi ilişkilerinin (cinsel münasebet) doğal bir biçimde dü-
zenlenmesini istediği gerekçesiyle öğreti belgesi elinden
alınmış. Düzenli okur. Öğretinin dışında yongacılıkla (ma-
rangozluk) uğraşır. İşsizliğine aldırmadan kendisiyle ilgile-
nen bir kadınla evlidir. Eve sık sık esrik gider. Biraz Çince
bilir.
184
3- DURMAN ELGER: Orta boylu, tıknaz yapılı, kumral,
yaşıl (yeşil) gözlü, (gözünde uzak görmezlik -miyopluk-
var), evli, üç çocuklu, az aksak (sol bacağındaki bir kargı
yarasından), otacılıkla uğraşır, yaratıkotacılığı (baytarlık)
da yapar. Bilgesevi (felsefe) ve güzelçizi (resim), uğraşları
arasındadır. Yedi kişi içinde toprağı olan tek ağadır. Bir de
at uşağı var.
4- YILGIN METE: Kısa boylu, karal (esmer); koşunuğraş
(atletizm) yapmayı sever, hiç okumaz, her gün sakalsaçke-
sere (berber) gider. Yakışıklı, olay sırasında, bir kıza ata
binmeyi öğretirken attan düşerek sol kolunu kırmıştır. Tö-
rebilim (hukuk) eğitiminden geçmiş. Babasının durumu iyi
olduğu için, bugüne değin hiç çalışmamıştır. Orkan’la bir-
likte barışçı tarla toplantıları düzenlemek yüzünden kovuş-
turmaya uğramıştır.
5- GÖKÇİN KARMA: Azılı bir düzen yağısıdır. Orta boy-
lu, kaslı, saçları dökülmeye başlamış, gökçeses (müzik)
düşkünü, günbatımına (akşam) değin çadırında bağırır
(şarkı söyler). Saçları dökülmeye başlayalı bıyık bıraktı.
Okuduğu betikler tüm yabancı dildendir. Olaydan birkaç
gün önce bütün betiklerini at uşağına armağan etmiş (uşağı
da salıvermiş) ve gece gündüz demeden Bilig-Tenüz oku-
maya vermiş kendini.
6- KUTBAY ÇALIK: Çok uzun boylu, iri yarı, güçlü,
(öküz öldürme yarışında dört kez birincilik almış) kadınlar
arasında yaygın bir ünü var, karal, karagözlü, zorbilim öğ-
retmenliği yapmış, evsiz, işsiz; yazıtbilimle (tarihle) ilgile-
nir. Kadın yüzünden çıkan bir kavga sonunda iki ay içerde
kalmış. Başka bir eskitliği (sabıka) yok.
185
7- DÜZGEN SİLİK: Salgan’la aynı okulda çadırbilim (bu-
günkü dilde karşılığı yok) öğretim üyesi, kumral, uzun
boylu, sıskaca, içedönük, kadınlarla ilişkisi yok, düşüncele-
rini kendine saklamasını iyi bildiği için, bugüne değin ko-
vuşturmadan kaçabilmiş. Gökçeyazını sever (bu nedenle
sık sık Orkan’la tartışır); ağırbaşlı bir görüntüsü var.
Düzgen Silik’in günlüğünden:
... Benimle gerçekten ilgilendiklerini sanmıyorum... Bü-
tün atılışlarımı delikanlılığıma veriyorlar. Yalnız yaşamamı
beğenmiyorlar. Bu yaşta öğretici olmamı çekemiyorlar. Bü-
tün ilişkilerimde kendimi korumasını bildiğimi yüzüme
vuruyorlar. Gece gündüz çadırından çıkmadığım Orkan
bile, bana kuşkulu bir gözle bakıyor. Sonra... en ağırıma
giden, benimle yaşantılarını paylaşmamaları. Benimle or-
tak serüven yaşamaktan çekiniyorlar. Yılgın’la Orkan, o
kızı gölün kıyısındaki kayıkla gezdirmeye götürdükleri
gün, bana sözünü bile etmediler bunun. Yılgın’dan öğren-
dim olayı: kız yüzünden kavga etmişler de Orkan’dan öf-
kesini almak istediği için anlattı. Hepsi, ayrı ayrı geliyor-
lar, birbirlerini kötülüyorlar bana. Her biri de, anlatmadan
önce sanki kendisinden yana çıkacağıma güveniyormuş
gibi görünüyor. Ben de -bu sanıları gerçekleşsin diye- ayrı
ayrı hepsini, baş sallayarak dinliyorum. Yılgın kızla yatar-
ken, Orkan da kayığın burnunda onları bekliyormuş. Yıl-
gın’a göre Orkan kıskandığı için kavga çıkarmış ve Yılgın’ı
dinlemeden birden suya atlamış. Ne denir? Gerçekten o
gece çadırına gittiğimde, Orkan’ı, ıslak giysilerini değişti-
rirken buldum. Ona göre de, Yılgın, kendisini çileden çı-
karmak için bilerek kızla işi uzatmış. İş, diyorlar; oysa ben
bu “iş”i gözümde nasıl büyütüyorum. Sonra da gene bir-
186
likte aynı “iş”lerin peşinde koşuyorlar; gene beni işe karış-
tırmadan...
Ortu-Alga Ulusal Güvenlik belgelerinden:
Türk budunu gergin bir döneme girmişti. Ulu Kağan
Çingiz’in ölümünden sonra, ülke büyük bir şaşkınlığa düş-
müştü. Çingiz de son yıllarda, kadın ve içkiye vermişti bü-
tün gününü. Ordular başkomutanı Sarkak da gece gündüz
Tanrı Dalgal’a çıra yakmaktan başka bir işle uğraşmıyordu;
gene de ordunun gücüyle Mazlum’u başa getirmeyi becerdi.
Mazlum da, Sarkak’ın bu yardımına, onu emekliye ayır-
makla karşılık verdi. Bugün bütün aydınlar kuşku içinde.
Mazlum, yobazlığı nedeniyle, bütün gece eğlentilerini ya-
sakladı. Kadın satışı aldı yürüdü...
Düzgen’in günlüğünden:
Dün gece beni kadınlı bir eğlentiye götürdüler. Seninle
olmuyor, dedikleri değin var. Bana da hep terslik oluyor ay-
rıca. Kadınların en yaşlısı düştü payıma. Ben de yaşsız
(genç) kızlardan korktum sanıyorum. Bütün gece kadının
yanında somurtup oturdum. Oysa, başlangıçta, güzelce bir
kıza yaklaşmak üzereydim. Nedense bu kadın çıktı yoluma.
Neden benim yoluma çıktı? Bilinmez. Kadın bildi; yalnız
benim yoluma çıkarsa “işin” olacağını bildi. Gökçin, elinin
tersiyle itiverirdi kadını. Ben itemedim; oysa, ellerimiz, dış
görünüşüyle, birbirine çok benziyor. Nasıl anladı kadın?
Ama yanında somurtup oturacağımı anlamadı; işte orada
yanıldı. Benimle bir yerde, yanılıyor kişi; bu yeri ben de bi-
lemiyorum. En iyisi, düzeni değiştirmek için uğraşmak.
187
Tartışmalarda da paylıyorlar beni; ama, orada bir kişiliğim
var hiç değilse. Bir daha eğlentiye götürmezler beni. Götür-
mesinler. Kadın da, yaşlılığına bakmadan, bütün gece eğ-
lendi durdu benimle. Başımdan aşağı kımız döktü: çok gül-
düler. Sonra -hele bunu hiç açıklayamıyorum- çadırıma git-
tiğimizde öyle bir atladı ki üstüme. Sabaha kadar sevişti be-
nimle durmadan. Seviştik, diyemiyorum. Çünkü, şaşkınlık-
tan, onun saldırışlarına boyun eğdim yalnız. Sabaha karşı
da, beni sevdiğini, birlikte yaşamamız gerektiğini söyledi.
Kadın uyuyunca hemen kaçtım çadırdan. Sabaha dek do-
laştım çadırlar arasında. Döndüğümde gitmişti. Yatağı boş
bulunca üzüldüm. Belki de onunla yaşayabilirdim; kim bi-
lir? Benimle olmuyor işte; ortada. Neyse kadın bir daha gö-
rünmedi. Öteki kızlarla iyi olmamış iş: ertesi gün anlattılar.
Baştan savma davranmış kızlar. Benim kadının yakıcı saldı-
rılarını anlattım ben de utanarak. Kıskandılar. Güzel bir ge-
ce geçirdiğimi söyledim ben de: gene düşlerini bozmamak
için. Kadını gönderdim iş bitince dedim. Doğru buldular bu
davranışımı; toplumsal uğraşı olan kişi, bu işlere çok önem
vermezmiş. Ne yapalım, öyle olsun.
Güvenlik Kurulu belgelerinden:
Aydınlar arasında büyük bir temizlik yapıldı. Bu arada,
Orkan, Salgan, Durman, Kutbay gibi birçok düzenyağısı iş-
siz kaldı. Kentin on yirmi bin arpa boyu (bir arpa boyu
1,25 cm’dir) uzağında, Gökçin’in çadırında toplanıyorlar
artık. “Toplum Düzenini Toptan Değiştirme Kurulu” adlı
bir örgüt kurmuşlar. Yedi üyeleri var.
188
Düzgen’in günlüğünden:
İşsiz kalmadım diye kızıyorlar bana. Ben de onlar gibi iş-
siz kalmak istiyordum ama, Okul Başkanı beni çağırdı: “Sa-
na güveniyorum,” dedi. Sesimi çıkaramadım. Ne için gü-
vendiğini söylemediğine göre kötü bir iş yapmadım demek-
tir. Oysa, boş kalıp ben de Bilig-Tenüz’ü okumak istiyor-
dum. Belki kızlara da ayıracak günüm olurdu. Şimdi de
Kutbay tutturmuş: toplum çayevinin önünde oturup kızları
bekleyecekmişiz. Tek başına bir kız gelirmiş sonunda. Kızla
tanışmak için de nasıl davranmak gerektiğini anlattı uzun
uzun. Olur, dedim. Bundan sonra ne denirse olmaz diyece-
ğim artık. Beni deney odunu yapacaklar sonunda.
Artık bu konuda söz etmek istemiyorum. Gökçin’de top-
lanıp konuşuyoruz. Olanları hiç yan tutmadan anlatmak is-
tiyorum. Kendi ağzımdan da anlatmayacağım, sanki biri
görüp de yazmış gibi söylemeli. Bu yol anlatım daha iyi ola-
cak. Ben, ben diye tutturuyorum; yazdıklarımı okuyunca
da utanıyorum kendimden.
Güvenlik Kurulu belgelerinden:
Kendilerine, değiştirme kurulu adını takan bu yedi kişi,
sabahlara dek içip duruyorlar. Bir iş görecekleri yok. Gözet-
leyicileri kaldırdık. Bir gece, çadırın ötesinde pusuya yatmış
olan toplum korucusunu da çağırmışlar içeri. Utanç verici
bir olay. Korucuyu işten çıkarmayı düşündük. Onlara katı-
lır diye çekindik.
189
Düzgen’in günlüğünden:
Orkan’la Düzgen, obaya vardıkları sırada Gökçin, çadı-
rın önünde, uşağının atına betiklerini yüklemekle uğraşı-
yordu. Uşak, ıssının, bu akıl almaz eylemine şaşkınlıkla
bakıyordu. Gökçin uşağına öğütler veriyordu: “Bütün bu
tenlere (ciltler) yararlı nenlermiş gibi bakıp durma. Bil-
mezliğin sinirime dokunuyor. Anlıyor musun salak?” Uşak
karşı koyuyordu:
“Öyleyse, ıssım, neden bana veriyorsunuz bunları? Baba-
nız duyarsa bütün suçu bana yükleyecek. Kente götürsem,
çaldı sanacaklar beni. Ne olur çadıra koyalım bunları. Ben
yeniden yerleştiririm.”
“Ahmak,” diye kükredi Gökçin. “Ben, Bilig-Tenüz’ü oku-
yorum artık. Sizlere ışık getirmek için çabalıyorum. Tutucu
dönek, yıkıl karşımdan!”
Uşağın yardımına Gökçin’in iki arkadaşı yetişti o sırada.
Düzgen, biraz sola doğru çarpık bir biçimde bindiği atının
üstünden neredeyse düşerek indi ve: “At uşağını bırak da
bizi dinle,” diyerek koştu, Gökçin’in boynuna sarıldı. Or-
kan ise, yüzünde bellisiz (müphem) bir gülümsemeyle on-
lara baktı ilgisizce ve uşağın attan inmesine yardım etmesi-
ni bekledi. Sonra da sesini alçaltarak arkadaşlarını uyardı:
“Küfür (rahat) bir konuşma için çadırın önü uygun bir
yer değil.”
Düzgen, densizliğinden utanarak, birden durgunlaştı; o
dalgınlıkla içeri girerken, başını çadır gereltisinin üst ağacı-
na çarptı. Arkadaşının sarsaklığına sinirlenen Orkan onu
payladı:
“Eyleme geçince başımıza çok iş çıkaracaksın bu sakarlı-
ğınla.” Gökçin kötü kötü güldü. Düzgen, betiklerin yanına
koştu; onları gelişigüzel karıştırmaya başladı sıkıntısını ört-
mek için. Sonra, Orkan’a bakmamaya çalışarak söze başladı:
190
“Eyleme geçmek gerek Gökçin!” Sustu, bekledi Orkan
konuşsun diye.
Orkan, önce, yerdeki kımız çanağına düşünceli gözlerle
baktı; çanağı eline aldı, inceledi, sonra başını ağır ağır kal-
dırarak, sözlerinden bir tekinin bile, kımız çanağının yu-
varlaklığı, ayı postunun kılları, gereltinin kıvrımları arasın-
dan yitirilmesinden korkuyormuş gibi, gözlerini onlardan
uzaklaştırarak, aşırı bir özenle, sözcükleri, çadırın deri ko-
kan boşluğuna bıraktı:
“İvedicilik, toplumsal eylemin baş yağısıdır.”
Düzgen, utanarak gözlerini kaçırdı. Oysa, Orkan’la bir-
likte eyleme geçmenin zorunlu olduğunu söylemeye gel-
mişlerdi Gökçin’e. Böyle, birden söze başlamamalıydım,
Orkan’a bırakmalıydım bunu söylemeyi, diye kendini suç-
ladı. Nerede susulacağını bilmem ki.
Orkan, arkadaşının kaygılarını sezmiyormuş gibi, aynı
sesle, Düzgen’i ve Düzgen’e benzeyenleri yargılamayı sür-
dürdü:
“Bizden önce toplumcu çaba gösterenler de, aynı nedenle
acı çekmişlerdir. Salt savaş istemiyle ortaya atılmak olmaz.
Çinliler arasında geçirdiğim yıllar...”
Düzgen atıldı: “Çinlilerden, betikdizim (matbaa) yön-
temlerini öğrenmişsinizdir. Biz de onlar gibi bir günlükbe-
tik (gazete) çıkarsak...”
Orkan, yüzünü buruşturdu: “Ben, eylemin kuramını sap-
tamaya çalışırken, sen günlük uğraşların devdenizine (ok-
yanus) dalıp gitmişsin. Çinliler beklemesini bilir. Olayların
akışına kapılmazlar yerli yersiz.” Gözleri daldı; Çinlilerle
geçirdiği mutlu günleri, canlı olayları düşünüyordu:
“İvedi davranmazlar,” dedi, yavaş bir sesle. “Sekiz yıl ön-
ce, başarısız devrim eyleminin ilk günlerinde, Kanton’da
bir çayevinde betiğimi okurken, birden sokaktan gelen gü-
rültülere kulak kabarttım. Dışarda, bir sürü Çinli, ellerinde
191
sarı bayraklar, bağırıp çağırıyordu. Ben de yaşsızlığın verdi-
ği bilmezliğe kapılarak, elimdeki betiği fırlatıp, onlara katıl-
mak istedim. Kapıya yaklaşırken ayağım bir Çinli’ye takıldı.
Çinli başını kaldırınca, ünlü düşünür Len-Sta-Troc-En’in
gözleriyle karşılaştım. Len, yüzüme sorguyla bakarak:
‘Çen fua it pin?’ dedi.”
Orkan’ın Kanton anılarını dinlemeye dayanamayan Gök-
çin atıldı:
“Çinliden bize ne? Türk budununun sorunlarına gelelim.
Biz ne olacağız? Sen onu söyle.”
Düzgen, kaygılandı birden Orkan’ın yerine. Şu Gökçin’e
bir türlü istediğim gibi karşılık veremez, diye düşündü.
Hep sözün altında kalır; yalnız bana yeter gücü. Gene de
Orkan’ı kurtarmak istedi:
“Böyle bir sorun, bütün kurul üyelerinin bulunacağı bir
birleşimde konuşulabilir ancak,” dedi. “Gereken tanımla-
maları ondan sonra yaparız.”
Gökçin, yeni uzatmaya başladığı Ortu-Alga törelerine uy-
gun bıyığının altından gülümsedi:
“Gelsinler. İyi bir eğlence olur.”
Ortu-Alga Toplum Koruculuğu belgelerinden:
....gözetleyicinin anlattıklarına göre, eylemin ana çizgileri
üzerinde konuşmuşlar. Sesleri birbirine karıştığı için, gözet-
leyici, ne dediklerini pek anlayamamış. Biz de konudan an-
lamayan korucular gönderiyoruz; uydurma öyküler anlatı-
yorlar. Birine, toplumculuğun anlamı sorulunca, gözünü
kırpmadan karşılık verdi: “Kişilerin toplu olarak bulunma-
larıdır komutanım!” Acınacak durumdayız.
192
Düzgen’in günlüğünden:
Kaç gündür yazmayı unuttum gene. Oysa, o günden beri
neler oldu. Günlükbetik çıkarmayı ilk ben ortaya attığımı
sanıyordum. Orkan, bu onuru da elimden aldı. Gökçin’le
tartışırken koynundan bir dergi taslağı çıkardı birdenbire:
(Bana bundan hiç söz etmemişti.) Biçimini Kanton’da çıkan
bir aylıkbetikten almış. Beni hep bir yana iter. Neyse, ben
gene eski biçimde yazayım. Ben anlatıyormuşum gibi ya-
pınca olmuyor.
Gökçin köpürdü: “Peki ne olacak Bilig-Tenüz ilkeleri?
Oldu olacak, tenimizi sarıya boyayalım, bir de saçımıza ör-
gü yapalım da Çinlilere benzemeyen yanımız kalmasın.”
Düzgen sözü bağladı: “Bize yer göster de yatalım Gökçin;
yorgunuz. Yarın ben arkadaşları toplar getiririm.” Ayak işle-
rine hep Düzgen koşardı.
Ertesi günbatımı, yedi arkadaş aynı çadırda toplandı.
Gökçin, olağanüstü bir şölen düzenlemişti. Sofrada kedi sü-
tünden başka yok yoktu. Salgan, tartışma başlamadan çok
önce esrik olmuş, Gökçin’le birlikte türküler söylemeye
başlamıştı. Bir süre sonra Kutbay da onlara katıldı. Orkan,
hepsine içerlemekle birlikte, belki Salgan kendisini tartış-
mada destekler umuduyla sesini çıkarmıyordu. Kutbay’ın
oturduğu köşeye baktı: koca Çalık durmadan yiyordu. Düz-
gen, onu toplantıya çağırdığı sırada, Kutbay çadırında bir
kızla oturuyordu. Toplantıyı öğrenince, kızı da birlikte ge-
tirmek için tutturmuştu:
“Kendi elimle yetiştirdim bu kızı Düzgenciğim,” diye
söyleniyordu. Sesi çatallı çıkıyordu, esrikti.
Düzgen: “Olmaz,” dedi. “Orkan, gökyüzünü başımıza ge-
çirir sonra.”
Kutbay: “Ben de onun bir yumrukta canını çıkarırım.
Kim karşı gelirse bana, döverim. Dövemez miyim?” diyerek
193
kavradığı gibi havaya kaldırdı Düzgen’i. Düzgen, yavaşça
kulağına fısıldadı Çalık’ın:
“Kıza gösteri yapmak için beni mi buldun?” Kutbay, Düz-
gen’i yere attı: bu sözler onu duygulandırmıştı. Ağlamaya
başladı. Düzgen, belini oğuşturarak yerden kalkmaya çalı-
şırken Kutbay söyleniyordu:
“Çok yaman kızdır. Bütün törelerle alay eder. Babasına
moruk der. Çok ileri kafalı kızdır. Tanrıya inanmaz.” Kızı
çadırda bırakıp çıktılar. Yolda Kutbay gene yalvarıyordu:
“Alsaydık şu kızı. Kımız da içiyor.” Düzgen onu susturdu:
“Alsaydık da yedimizi birbirimize katsaydı, öyle mi?”
Orkan, kötü kötü düşünüyordu. Bu altı esriğe nasıl söz
geçirecekti? Bütün büyük bireyler yalnızdır. Dayanamadı
işte; Gökçin’e seslendi:
“İçirme şuna artık, Gökçin. Ayakta duracak gücü kal-
madı.”
Gökçin sırıttı: “Sözlerimi dinleyecek gücü kalmadı de-
mek istiyorsun.” Salgan sallanarak ayağa kalktı. Oturumu
açmak istiyordu. Pis uğru, diye içinden geçirdi Orkan. Du-
rumuna bakmadan benimle yarışmaya kalkıyor. Yılgın bir-
den yetişti, Orkan’ı kurtardı: Salgan’ı bir yana iterek ortaya
çıktı, kımız çanağını yere vurdu:
“Arkadaşımız ve can yoldaşımız Orkan, bu geceki toplan-
tımızın nedenini açıklayacak.”
Kutbay atıldı: “Biliyoruz.”
“Yalnız sen değil, herkes biliyor Çalık. Ancak, onların
çok iyi bildiği, senin de hiç bilmediğin bir şey var: toplu-
lukta konuşma düzeni.” Böyle başladı söze Orkan Talmug.
Kutbay da karşılık verdi: “Bir vurursam çenene, ne yüzü-
nün düzeni kalır ne de topluluğunun. Topluluğunu al da
başına çal.” Yerinden fırlamak istedi, dört kişi zorla oturttu.
Orkan, acı acı gülümsemeye çalıştı. Yaptığından utan de-
mek isteyen bir yüzle Kutbay’a baktı ve konuştu:
194
“Toplumumuzun yıllardır içine sürüklendiği karanlık,
son günlerde...”
Gökçin dayanamadı: “Bunları biliyoruz Orkan. Bir önerin
varsa onu söyle sen.”
Orkan, bu sataşmayı da tepki göstermeden karşıladı. Ça-
lık, kendisini yatıştırmak için yanında oturan Düzgen’e
eğildi:
“Bu uğursuzun çalımlarına hiçbirimiz dayanamayız; ge-
ne de her toplantıda başımızda buluruz onu. Miskinliği-
mizden yararlanıyor. Kendi kendinin başbuğu. Ha-ha.” Or-
kan, sözlerinin büyüsüne yavaşça kapılarak durmadan ko-
nuşuyordu:
“...Bütün düşüncelerin uzlaştırılabileceği bir orta yolun
bulunduğuna inanıyorum. Sağduyusu olan her kişi...” Gök-
çin, Salgan’ın kulağına fısıldadı:
“Yıllardır, kuram kuram diye tepinirdi. Baktı ki kuramı
öğrenemiyor, kendisinde hiç bulunmayan bir nene, sağdu-
yuya başvurdu.” Kutbay da Düzgen’i sıkıştırıyordu:
“Bu uğruda hiç sıkılmak yok. Döverim, dedim; aldırmadı
bile. Dayak yiyen önder: ha-ha.”
Orkan, ilginin dağılmaması için sözünü çabuk bağladı:
“...Eylemin ana çizgilerinin saptanmasında bu konulara
gene döneceğimiz için, sözlerimi burada bitiriyorum ve ya-
pıcı önerilerinizi bekliyorum.” Kutbay homurdandı:
“Bizde yapıcı öneri olsa konuşmaya bırakır mıydık seni?”
Kımız çanağını yere atıp kırdı: “Bu uyuz, bizi peşinden sü-
rükleyecek. Çünkü neden: çünkü bizde iş yok. Bu söz ebe-
sinin önderliğine katlanacağız.” Gökçin eğildi:
“Sen başkan ol istersen, ben desteklerim.”
“Olmaz. Kız çadırda bekler beni. Bir sürü yararsız yükü
boş yere yüklenir miyim ben? Sonra kızla tam birleşirken
üstüme çullanırsınız toplum toplum diye.” Düzgen’e dön-
dü: “Kız da on yedi yaşında. Uslu ama. Günbatımına dek
195
toplum toplum diye kafasını düzeltmeye çalışıyorum. Ben
görevimi yapıyorum. Yalnız kafasını düzeltmiyorum belli
(tabii). Yoksa canından bezecek çulsuz.” Gökçin: “Güzel
mi?” diye sordu.
“Bir görsen, biliyor musun Gökçin, bu kızlar nasıl çabu-
cak yetişiyor böyle? Sen, kımızdı, toplumdu, gökçeyazındı,
öğretiydi, derken, sana hiç sezdirmeden bir köşede büyü-
yüp duruyorlar. Sonra bir de bakıyorsun ki olgunlaşıver-
miş. Nasıl böyle güzelleşti diye şaşırıp kalıyorsun. Gene,
köşede bucakta kimbilir neler yetişiyor biz konuşurken?
Birkaç yıl sonra, bu da nereden çıktı, bu da var mıydı? diye
hangisini kovalayacağımı bilemeyeceğim. Canımlar be-
nim!” Böyle diyerek kımız çanağına saldırdı.
Yılgın, durumun Orkan için de pek parlak olmadığını gö-
rüyordu. Konu dağılmıştı. Biri söze başlasa da bu sessizlik
bitse. Orkan beni bekliyor gene. Çevresine baktı. Herkes iç-
kiye dalmış. Bir yudum kımız içti. Boğazını temizledi. Biri
çıkar da bir söz eder belki. Biraz beklesem. Orkan da bana
bakıyor. Kurtarın beni bu sıkıntılı görevden. Kimse konuş-
muyordu. Tanrı canınızı alsın. Pis uğrular: içmekten başka
kaygıları yok. Konuşacak canı yoktu. Kocasından ayrılmak
isteyen bir kadın, o gün us danışmaya çadırına gelmişti.
Güzel kadındı; önce kucağına oturmak istememişti. Sonra,
kimse görmesin diye -çadıra giren çıkan belli değildi- kere-
vetin altına girdiler. Kadın da iki Yılgın değin ağırdı. Ah bu
kadınlar! İçini çekti. Bu yüzden okuyup gökçeyazınla uğra-
şamıyorum. Söze nasıl başlasam? Çanağı sonuna kadar dik-
ti, sonra yukarı kaldırarak:
“Orkan’ın buyuracağı bir savaşta sonuna dek varım,” di-
ye bağırdı. “Orkan ve Salgan böyle bir itişmede (mücadele)
bizi usluca kullanmasını bilmelidirler, bileceklerdir de. Or-
kan’ın bilgisi ve Salgan’ın çalışkanlığıyla yenemeyeceğimiz
güç, aşamayacağımız engel yoktur.” Gökçin mırıldandı:
196
“Orkan’ın çalışkanlığı demeye dili varmadı.”
Yılgın coşmuştu: “Ben de kendi payıma düşen görevi sor-
gusuz yapacağım..”
“Kendini aştı çulsuz,” dedi yavaşça Kutbay. Sonra Yılgın’a
döndü: “Senin ilk görevin, yarından tezi yok betikevine gi-
dip bütün betikleri okumak. Ayrıca özet de çıkaracaksın.”
Yılgın, birden başını Kutbay’ın yöresine çevirdi. Boynun-
daki damarlar şişti. Gözlerini devirerek bağırdı:
“Ben okumam, Kutbay! Bu çürümüş toplumda, gelenek-
lerin üstümüze yığdığı bilgi süprüntülerini öğrenemem
ben. Ben, yeni bir düzenin kurulması için katkıda bulunu-
rum ancak. Bu tür sözlerle de yıldıramazsın beni.”
“Peki, atının terkisindeki heybenin içi betik dolu. Onlar
ne?” Yılgın Mete kızardı, kekeledi:
“Benim için değil onlar. Bir kız tanıdım da yeni. Kız arka-
daş demek istiyorum. O istedi.”
Orkan araya girdi:
“Hepiniz, şu kızları yetiştirmeyi bıraksanız da biraz ken-
dinizle uğraşsanız. Okumak konusunda birbirinize söyleye-
cek sözünüz olmamalı.”
Düzgen söze karıştı: “Eylem üzerine önerisi olan konuş-
sun. Belki, Orkan’ın bu konuda diyecekleri var. Bırakalım
da söylesin.” Karşı çıkan olmadı.
Orkan, gözünün altına biriken çapakları sildi; elini koy-
nuna sokarak akyapraklar (kâğıtlar) çıkardı. Kutbay için-
den söylendi: “Bu çulsuzun da koynu yaprak dolu. Bilgi
ağacı gibi.” Orkan, ilk dönemde çatışmayı kazanmanın se-
vinciyle elleri titreyerek okumaya başladı:
“Bu karanlık düzen içinde benim, önderliğin yükünü ta-
şımam ancak sizlerin de...” Kutbay düşünüyordu: “Bu alık,
tam bir büyüklüksapığı (megalomanyak). Nasıl da bildi
böyle bir söylev vermesi gerektiğini? Önder olacağına nasıl
güvendi de önceden hazırladı bu yazıyı ve şimdi utanma-
197
dan okuyor? Yavuklusu Min-Ta-Lin’e kim bilir ne çalım
satmıştır, ne kurumlanmıştır bu söylevi çadırda yazarken.
Kadın, Orkan’ın çevresinde saygıyla dolanıp duruyor, o da,
bir dizisini (satır) bile okumadığı betikleri karıştırıyormuş
gibi yaparak durmadan yazıyor. Bat, acun, bat.” Kendi ken-
dine gülümsedi.
Gökçin: “Gene ne çaşıtlık kuruyorsun o çarpık kafanda?”
diye sordu Çalık’a.
Kutbay sırıttı: “Anlamsız, ereksiz kaynaşmış bir kütleyiz.”
Gökçin güldü: “İki gözün kör olsun da Bozkır’da su sat,
ters kafalı uğru,”
Herkes iyice esrik olmuştu. Birer ikişer bölüklere ayrıldı-
lar, sonu gelmez tartışmalara giriştiler. Gökçin’le Kutbay
türkü söylemeye başladı yeniden. Sonunda Gökçin’in at
uşağını çağırdılar; ona sıkılmaz (müstehcen) türküler okut-
tular ve uşağı oynattılar. Sonra Kutbay, Gökçin’in yeni uzat-
tığı bıyıkları kestirdi. Salgan’la Kutbay, içki yarışına girdiler.
Yenileceğini anlayan Kutbay, Salgan’ın içki çanağını kırdı.
Salgan, Kutbay’a saldırdı; bir süre yerlerde yuvarlandılar.
Orkan da esrik olmuştu: Salgan’ı yerden kaldırdı ve birbir-
lerine sarılarak biçimsiz bir düzgünayak (dans) yaptılar.
Gün doğarken de ölmüş ozan Hakmat’tan toplumcu yırlar
okuyarak hep birlikte ağlaştılar güneşe karşı. Ve hep birlik-
te sızdılar.
Ulusal Güvenlik belgelerinden:
Yedi delikanlı, aylıkbetik çıkarmak için toplumcu zengin-
lerden, bir sürü para topladılar. Bu paraların dergi çıkarma-
ya yetmeyeceğini anlayınca paralarla birlikte bir gece yarısı
kentten kaçarak Çin’e sığındılar. Sınır korucularına o gece
aşağıdaki çok gizli buyruk gönderildi:
198
Sınırı geçecek yedi delikanlıya göz yumulması ve her tür-
lü kolaylığın gösterilmesi. Bu durumun kendilerine belli
edilmemesi. Sınırı geçtikten sonra geriye dönmeye çalışır-
larsa içeri sokulmamaları.
Mısra 179 ve sonrası:
Dostları ilə paylaş: |