Korkuyu...
Selim, bu mısralarda geçen horoz ve öğretmenden başka,
attan, şimşekten, Frankeştayn ve Kurt Adamdan -özellikle
Kurt Adamdan- köpekten, uçurumdan, karanlıktan, ağaca
çıkmaktan, yalnız kalmaktan, ölüden, denizden, cenaze le-
vazımatçılarından -özellikle dükkânlarından- ve takma diş-
ten korkardı.
Mısra 193 ve sonrası:
Allahım...
Allahım, onu neden yalnız bıraktın? Neden, yalnızlığının
verdiği çaresizlikle can sıkıcı ilişkiler kurmasına izin ver-
din? Neden, geçirdiği her dakikanın hesabını sordun, içini
ezdin? Neden, korkuyu göğsünden çekip almadın? Neden,
suçluluk duygusunu üzerinden atmasına yardım etmedin?
Neden, apartmanın bodrumunda saklambaç oynarlarken
Ayla’yla yalnız kaldığı zaman kıza dokunacak cesareti ver-
medin ona? Oysa, bu çeşit küçük cesaretleri en değersiz
kullarından bile esirgememişsindir. İsa’yı neden bu kadar
geç tanıttın ona? Neden, günahlarının yükünü taşıyacak
gücü ona da vermedin? Selim de, kendi çapında, birkaç ki-
şiyi kandırabilirdi senin yolunda. Meyveleri gösterdin de
ağaca çıkarma becerikliliğini esirgedin. Neden küçük yaş-
tan Latince, Eski Yunanca, Fransızca, İngilizce filan öğret-
medin ona? (Sen ki bütün dilleri ezbere bilirsin). Dua et-
199
mesini bile öğretmedin ona. Evde yalnız kaldığı geceler, ka-
ranlıkta yorganı başına çekti ve ter içinde, mısra 193 ile
mısra 214 arasında söylediği gülünç yakarmayı uydurabildi
o zor şartlar altında. Daha iyi birşeyler söyletemez miydin?
Neden, onu canı kadar seven annesinin bile Selim’i; “Benim
korkak oğlum” diye okşamasına göz yumdun? “Benim akıl-
lı oğlum, güzel oğlum” dediği zaman da neden, şımarması-
nı önlemedin? Bir duvardan bir duvara çarpıp durdun onu.
Bir uçtan bir uca itip durdun onu. Öğretmeni: “Yalan söyle-
me, bu resmi sen yapmadın,” dediği zaman neredeydin?
Neden, bir karşılık bulmasına yardım etmedin? Oysa, o res-
mi Selim yapmıştı. On bir yaşında, “benim kızla konuşu-
yorsun,” diye Erdal’dan ilk tokadı yediği zaman, aslında
kızla konuşmamıştı. Neden, babasının verdiği on liranın
üstünü bir kerede yolda düşürmesini sağlamadın da, önce
iki buçuk lirayı düşürdü ve koşa koşa dönüp bu parayı
ararken kalan dört lirayı da kaybetti? Soruyorum: neden?
Sonra, neden karakola gönderdin Selim’i parayı bulan oldu
mu diye sormaya? Neden polisleri güldürdün ve Selim’i ağ-
lattın? Polisler daha mı iyiydi Selim’den? Biliyorum, İsa da-
ha büyük acılar çekti diyeceksin. Bu kadar ayrıntılara gire-
mezdi, diyeceksin. Asıl, ayrıntılara girmeliydi bence. Her
şeyi yaşamalıydı. İlkokula göndermeliydin İsa’yı da Selim
gibi. Sonra, Selim senin oğlun değil ki. Olsaydı da bilmiyor-
du. Biliyorum, bunlardan daha acıklı sözler yazdı romancı-
lar, diyeceksin. Ben daha neler duydum, diyeceksin. Demek
bunu söylemekle bitiyor her şey. Sen onlara inan (ne kay-
bettiğini bilmiyorsun onlara inanmakla). Küçük ayrıntılara
daha girme bakalım. İsa’nın ikinci gelişiyle durumu kurta-
racağını sanıyorsun. Selim de ikinci kere gelirse görürsün.
Yalnız, bu sefer lütfen aynı zamanda gelsinler artık. Araya
gene binlerce yıllık bir uçurum koyma. Sonunda, ilk geliş-
lerinde yaptığın gibi ikisini de yalnız bırakma.
200
Mısra 262:
Yazın camdan bakarım
Ankara, kışın çok soğuk olduğu için, camdan (dışarı)
bakmak ancak yazın mümkündür. Selimlerin evi kaloriferli
olmadığından ve kışın geceleri soba söndüğünden, sabah
kalktığı zaman bütün camları kalın bir buz tabakasıyla kap-
lı bulurdu. Buzlar, soba yandıktan saatlerce sonra, ancak
öğleye doğru erirdi. (Bütün duvarlar su içinde kalırdı.)
Buzlar erimeye başlayınca Selim, cama yapışkanlığı kaybo-
lan küçük buz parçalarını parmağının ucuyla camın üzerin-
de dolaştırırdı. Bu oyuna, kutup gemileri adını vermişti.
Mısra 263:
Dostları ilə paylaş: |