Gene böyle yaldızlı ve...
Tarih bir tahriften ibarettir. Tarih, geçmişten geleceğe
uzanan ve bugün gördüğümüz bir rüyadır. Bütün rüyalar
gibi tarih de yorumlanabilir; ama görülürken değil. Selim,
ılık bir sonbahar gecesi, ya da rüya oldukça uzun olduğu
için, birkaç ılık sonbahar gecesi, aşağıda, ana çizgileriyle
yeniden yaratmaya çalıştığımız rüyayı gördü:
Bir Alman tayyaresiyle şehrin üzerinde uçuyoruz. Yanım-
da Hitler var. Bir Alman keşif tayyaresiyle uçuyoruz. Uçağın
gövdesi gamalı haçlarla dolu. Spitfire kelimesi kulaklarımda
231
çınlıyor. Olamaz, diyorum. Oturduğumuz apartmanın üstü-
ne geldik. Ben aynı zamanda, uçağı balkondan seyrediyo-
rum. O zamanlar, uçak kelimesini henüz zarfların üzerinde
kullanıyoruz. “Almanlar geliyor baba!” diye bağırıyorum.
Babam da: “Onlara yeni harp ilan ettik; elbette gelecekler,”
diyor. İçerideki misafirlerin ne olacağını soruyorum. Ba-
bam: “Hitler, anlayış gösterir,” diye karşılık veriyor. Balkon-
dan içeriye giriyorum. Odada, çeşitli seviyelerde (tavana
kadar) insanlar bulunuyor. Abdülhakhamit (tek gözlüğün-
den tanıyorum), ayağa kalkarak bana yaklaşıyor; herkesin
rolünü ezberlediğini ve provaya başlayabileceğimi söylüyor.
Kalabalıktaki insanları -herkes rolünü söyledikçe- birer bi-
rer seçiyorum:
ABDÜLHAKHAMİT: Elli kadar Türk büyüğü (ve Osman-
lı büyüğü sesleri) burada toplanmış bulunuyoruz (toplantı
değil içtima sesleri). Sözümü kesmeyin. Ben elimden geldi-
ği kadar Türkçeleştirilmişgibigillerden biri olarak davran-
maya çalışıyorum. Lehavle.
SUFLÖR: Müzekkerdir: Lahavle.
ABDÜLKADİR: Burjuvalar, burjuvalar.
MAKSİM GORKİ: Küçük.
ALPASLAN: Sekiz yüz seksen yaşında olmam ve Malaz-
girt vaziyeti dolayısıyla ve en yaşlı üye sıfatıyla oturumu
açıyorum.
HİTLER: Türk misafirperverliğinin bir örneğini daha
gösterdiniz. Bu vesileyle, ölmüş bulunanlar için sizleri beş
dakikalık saygı duruşuna çağırıyorum.
(Rüya zaman birimiyle dört milisaniye süren beş daki-
kalık saygı duruşu)
KALABALIK: (Gülmeyelim sesleri).
HİTLER: Teşekkür ederim.
TERCÜMAN: Danke sehr.
232
FUZULİ, BAKİ ve NEDİM: Biz Türk şiirinin üç gülüyüz,
has bahçenin bülbülüyüz.
SUFLÖR: Düldülüyüz.
TÜRKBARIŞGÜCÜ: Burada toplanmaktan sosyalizmse
maksadınız, onu tarihler içine sığdıramayız.
TÜRKMÜTEFEKKİRLERCEMİYETİGENELİDAREKU-
RULUÜYELERİ (hep bir ağızdan): Korsanlar.
ABDULLAHZİYA: Türk.
SELİM: Hep bir ağızdan konuşmayalım.
ABDÜLHAKHAMİT: Bir teklifim var. Önce marşımızı
söyleyelim.
(Hep birlikte, “Hamsi koydum tavaya” türküsü marş
şeklinde söylenir.)
(Alkışlar)
HİTLER: Aranızda bulunmaktan gurur duyuyorum. Bü-
yükelçiye de söylemiştim. Bu münasebetle şurasını da belir-
teyim ki yaptığımız yeni yollarla Almanya’yı bir baştan
öbür başa donattık. İşsizliği ilga ettik. Türkçe’yi yardımcı
dil olarak okutuyoruz. Her şeyimiz çok sağlamdır. Biz de si-
ze hayranız.
OSMAN HAMDİ BEY: Bize daha çok traktör gönderiniz.
MIZRAKSARSAN: Abdülhak Hamit’i okuyarak yeni dü-
zenler kuruyorum. İltica ettiğimden beri gerek ilgililerden
ve gerek sayın halkınızdan gördüğüm yakınlık, bu ülkenin
ihmal edilmiş ve toprak altında yatan milli servetlerine ve
onlarla birlikte yatan aziz şehitlerine saygıda kusur etme-
den ve onları incitmeden yaşamak hususunda bana güven
veriyor. Geçen gün Namık Kemal’le konuşuyorduk. Ona
dedim ki: “Böyle giderseniz, yakında Türkçeleştirmediğiniz
bir şey kalmayacak.”
NAMIK KEMAL: Sataşma var. Söz istiyorum.
ALPASLAN: Sayın delege iltifat buyuruyorlar. Sözlerini
tavzih etsinler.
233
OSMAN HAMDİ BEY: Bize daha çok yağlıboya fırçası
gönderiniz. Sözlerim yanlış anlaşılmasın.
ABDÜLKADİR: Sosyalizm, ülkenin gerçeklerine eğilmek
üzere, ilk defa böyle bir kalabalık önünde tartışılmaktadır.
Kimseden korkunuz olmasın.
NAMIK KEMAL: Peki, ya Kemalizm?
SELİM: Uzlaştırıcı bir formül teklif ediyorum. Bu toplu-
lukta, bazı eski tüfekçilerin bulunması, bazı art niyetlileri
tedirgin ediyorsa, buyursunlar gitsinler.
MIZRAKSARSAN: Benim hakkımda da dedikodu yapı-
yorlar.
ABDÜLHAKHAMİT: Ayıp, ayıp... Ne kadar ayıp. Bu ka-
dar döviz sarfıyla getirilen ve bunca emeklere...
ABDÜLKADİR: Milletlerarası yardımlaşma fonundan ge-
tirilmiştir. Tek kuruşumuz dahi yurt dışına çıkmamıştır. Ay-
rıca, bunca yıldır bu uğurda savaşmış kardeşlerimizi mu-
aheze etmeyi çirkin buluyorum.
BURHAN: Benim başkan olmam normaldir. Bu insanları
bir araya toplamayı ilk önce Selim düşündüğüne göre...
BELEDİYEDEN BİR YETKİLİ: Yerlere tükürmeyin.
MECLİSİMEBUSANÜYESİ: Gizli çalışmalardan hayır gel-
mez. Gençler şurasını iyi bilmelidirler ki bu yere kolay vasıl
olmadık. Padişahımızın iradesini küçümseyenlerin sonu
hüsran olacaktır. Bu sözler bana eski bir hatıramı...
ALPASLAN: Bir görevli geldi; aramızdan biri 1908 plakalı
arabayı kapının önüne usulsüz park etmiş..
(Hoparlörden bir ses duyulur: 1908 numaralı arabanın
sahibi erkekse lütfen dışarı gelsin. Her kafadan bir ses
çıkar. Toplantıyı dinleyici locasından takip eden bir kı-
sım işportacılar kaçışır; polis geliyor sesleri. Bir deli-
kanlı yerinden fırlar.)
DELİKANLI: Şimdi haber aldığımıza göre kapıda birta-
kım... (Heyecanından sözünü bitiremez. Yuh sesleri. Kapı
234
bir tekmeyle açılır ve içeriye beraberindeki zevatla birlikte
devrin başbakanı girer.)
DEVRİNBAŞBAKANI: Benden çekinmeyin arkadaşlar.
Ben de bir vatandaşınızım ve şu anda aranızda misafir ola-
rak bulunuyorum. Gönül isterdi ki ben de sizler gibi yol-
dan geçen her vatandaş gibi, aranıza katılabileyim. Fakat
hususi kalem müdürü, dilekçeleriyle kapıda bekleyen birta-
kım çilekeşlerin bulunduğunu haber verdi. (Açık duran ka-
pıdan vatandaşlar, ellerinde dilekçeleriyle içeri dolarlar.
Banka defterlerini çıkarırlar, başbakan onlara imza dağıtır.
Polis de, kalabalığı dağıtır.)
ALPASLAN: Bu hususi bir toplantıdır. Sayın başbakan, si-
zi lütfen toplantıyı terke davet ediyorum. Vilayetten izin al-
dık. (Elini koynuna sokar ve Kutadgu Bilig’in ciltli ve tıpkı-
basım bir nüshasını çıkarır. Başbakan çıkar. Alkışlar.)
BURHAN: Nerede kalmıştık?
ABDÜLHAKHAMİT: Bu çatının altına siyaset sokmayın.
BİR ÇOCUK: Sayım suyum yok.
(Bu çocuğu içeri kim soktu sesleri. Devrinbaşbakanı
girer ve çocuğu elinden tutarak götürür.)
ŞÜKRÜ: Bizim de kongreye bir teklifimiz var. Anayasanın
madde madde yorumlanmasını istiyoruz. O zaman görüle-
cektir ki bizce isimleri malum olanların düşündüğünün ter-
sine, anayasa işportacılara geniş hak ve yetkiler tanımakta-
dır. Paris’te doktora yaptık diye ortaya çıkanların maskesi
bu sayede düşürülecek ve emekçiler kendi kaderlerine sa-
hip çıkacaklardır. Buraya kumda oynamaya gelmediğimizi
herkes kafasına iyice yerleştirmelidir.
SELİM: Peki, ya Dostoyevski?
MİSTERPARKHAYD: İngiltere’de bu konular serbestçe
tartışılabilir.
ALPASLAN: Daha söz isteyen çok delege var. Konuşma-
nızı kısa kesin.
235
DELİKANLI: Ben buraya geldiğimde... (Heyecanından
konuşamaz.)
TÜRKMÜTEFEKKİRLERCEMİYETİGENELİDAREKU-
RULUÜYELERİNDENBİRİ: Arkadaşlarım adına size şu
açıklamada bulunacağım. Biz esas itibariyle bu teşebbüse
karşı değiliz. Yalnız, bilmek istediğimiz bazı hususlar var.
Bir kere, tarihimize saygılı kalınacak mı, bunu bilmek isti-
yoruz. Saniyen, bir referandum yapılarak buradaki delege-
lerin umumi temayüllerinin öğrenilmesinde sayılamayacak
faydalar mülahaza ediyoruz. Böyle hayırlı bir teşebbüsün
karşısında olmak aklımızdan ve hayalimizden geçmez, geç-
memelidir. (Bu iş reyle hallolmaz sesleri. Soldan alkışlar.)
Fakat zaten sınırlı olan gücümüzü böyle olur olmaz teşeb-
büslere harcamak taraftarı da değiliz. Bir komisyon seçelim,
her defasında bütün arkadaşları buraya çağırmak külfetin-
den kurtuluruz, onlar da gelmek zahmetini ihtiyar etmez-
ler. Sonra, yurdun muhtelif bölgelerinin nabzını yoklayarak
bütün temennileri bir merkezde toplarız. (Delikanlı yerin-
den fırlayarak kürsüye yaklaşmak ister. Genel idare kurulu
üyeleri kendisini tutarlar. Maksim Gorki, konuşmacıyı kür-
süden indirerek yerine geçer.)
MAKSİM GORKİ: Arkadaşlar, her ne kadar konulara ya-
bancı isem de kitaplarımdan beni gayet iyi tanırsınız. Biraz
önce bir arkadaş Dostoyevski’den söz açtı. (Selim, gösteri-
len ilgiye, başını sallayıp gülümseyerek mukabelede bulu-
nur.) Ben de sözü oraya getirmek istiyordum. Artık, roman
ve romancılarla bu işi yürütmenin modası geçti arkadaşlar.
Onların başımızın üstünde yeri var.
ŞÜKRÜ: (Oturduğu yerden): Yok.
ALPASLAN: Konuşmacıya müdahale etmeyelim. Size bir
ihtar veriyorum. (Dışarı at sesleri)
MAKSİM GORKİ: Bize nasihat vermeyiniz, yol gösteriniz.
OSMAN HAMDİ BEY: Traktörler hakkındaki sözlerim
236
yanlış anlaşıldı. Söz istiyorum.
MAKSİM GORKİ: İkide birde sözümü kesmeyin. Bakıyo-
ruz, bu ülkenin iyiliğini isteyenler bir araya geliyorlar, iyi ni-
yetlerini birleştirmek için bir araya geliyorlar, sonra birta-
kım tariflerde anlaşamadıkları için her biri bir tarafa gidiyor.
DELİKANLI: Arka sıralarda kaça kaç oynayanlar var.
BURHAN: Sağduyuya ihtiyacımız var.
YENİKUŞAKTANBİRGENÇ: (yerinden kalkarak): kitabı-
mız yok.
MiMAROLDUĞUSONRADANANLAŞILANBİRGENÇ
(oturduğu yerden): Uçak sanayiinde dönen dolapları anlat-
mak istiyorum. (Konuş konuş sesleri) Bildiğiniz gibi uçak
üç kısımdan ibarettir: kanat kısmı, gövde kısmı ve kuyruk
kısmı. Alman aleyhtarı bir filmde...
SUFLÖR (yavaşça): Amerikan aleyhtarı.
MİMAROLDUĞUSONRADANANLAŞILANGENÇ: Sov-
yet aleyhtarı bu filmde, Naziler yeni bir bomba icat ediyor-
lar ve uçağın gövdesiyle birlikte...
HİTLER: Herkes sıkıldı. On dakikalık ara verilmesini
teklif ediyorum.
(Herkes paketlerini açar, haşlanmış yumurta ve Çem-
berlitaş turşusu yerler.)
ALPASLAN: Oturumu yeniden açıyorum. Yoklama yapa-
cağım.
SUFLÖR (Yalnız Alpaslan’ın duyacağı yavaş bir sesle):
Aman yapmayın. Herkes gitti.
ALPASLAN: (Yavaşça suflöre): Nasıl olur? Ben kimseyi
görmedim.
(Oda yavaş yavaş aydınlanır. Selim, bütün delegelerin
aydınlıkta yerlerini aldıklarını görerek rahat bir nefes
alır.)
ZİYA GÖKALP: Herkes okuma kitaplarını getirdi mi?
(Selim’e dönerek) Sizin kitabınız nerede? (Selim telaşla bir
237
kitap uzatır, hayretle bunun Türk Meşhurları Ansiklopedisi
olduğunu görür.)
ZİYA GÖKALP (Tekrar): Bakanlık müfettişi olmam dola-
yısıyla bana biraz daha saygı göstermeniz gerekirdi.
SELİM: Ben sizin adınızı duydum sadece. Bir de tesadüfen
bir şiirinizi okudum. Fakat burada göreceğimi bilseydim...
DELİKANLI (arkadan): Biz burada gayet iyi anlaşıyoruz.
ZİYA GÖKALP: Kitaplarınızın iki yüz elli altıncı sayfasını
açın. Alıştırma yapacağız.
SELİM: Ben üniversiteyi bitirdim. Artık bu konuda yeni-
den imtihan edilmesem iyi olur.
OSMAN HAMDİ BEY: Diplomanızda bazı yanlış harfler
görüldü. Bu yanlışlığı izah etmek üzere söz istiyorum.
NAMIK KEMAL: Osmanlı hanedanının şu andaki duru-
mundan bahsetmek istiyorum. Yavuzların, Kanunilerin to-
runları bugün gurbet ellerde fakrü zaruret içinde bulun-
maktadır.
ARKADANSESLER: Yüzbin geliyor. Yol açın.
(Bizi sattınız, alçaklar, dönekler sesleri. Yüzbin girer.)
YÜZBİN: Beni reddetmeden iyi düşünün. Bu parayla iki
yüz tane masa ya da beş yüz tane sandalye ya da elli bin
Kastel kalem alabilirsiniz.
DELİKANLI (arka sıralardan kalkarak öne doğru yakla-
şır. Ağzında sigara, elinde, saklamaya çalıştığı iskambil kâ-
ğıtları vardır): Bu teklifi daha iyi incelemek için hesap ma-
kineleri gelsin. (Hesap makineleri gelir.) Bu arada sizlere...
(dili dolaşır, susar.)
(Bir süre yalnız hesap makinelerinin sesi duyulur.)
YÜZBİN: Benim de ileri sürmek istediğim bazı şartlar var.
BURHAN (aceleyle): İki gruptan her biri, kendi araların-
dan üçer kişi seçsin. Ben de başkan olarak sizleri, uzlaştır-
mak amacıyla yarın saat ikide Hitler’in yazıhanesinde topla-
yacağım.
238
HİTLER (ağlamaklı bir sesle): Bu benim için bir şereftir.
Kahve mi içersiniz çay mı?
YÜZBİN: Durumu açık olarak anlatamadım galiba.
DELİKANLI (şarkı söyler): Gemilerde talim var, Kumar-
da talihim var.
(Kapı açılır: içeri, iki resmî, bir sivil, bir de kıyafet de-
ğiştirmiş polis girer.
Yüzbini yakalayıp götürürler. Sahteymiş, kendine yüz-
bin süsü vermiş sesleri.)
ABDÜLKADİR: Ben bunun böyle olacağını bilmiştim. Za-
vallı kızın durumu ne olacak şimdi? (Aklını başına topla-
mak için saçlarını tarar.)
ARTIKMİMAROLDUĞUANLAŞILANGENÇ: Dönen do-
lapları izah etmek istiyorum.
OSMAN HAMDİ BEY: Bir yanlış anlaşılma oldu. Söz isti-
yorum.
YÜZBİN (bir an kapıda görünür.): Vatan sağ olsun.
ABDÜLHAKHAMİT: Şimdi buradaydı, gitti elden.
HİTLER (ağlar): Ben yaptım, siz yapmayın: yeni bir sava-
şa engel olun.
FUZULİ: Bizim burada kalmamız artık gerekli değil ga-
liba.
BAKİ: Ol saltanatın yeller eser şimdi yerinde.
NEDİM: Gemilerin ipleriniibrişimdenyelkenleriniatlas-
tanlazımlıklarınıaltındankürekleriniabanozdandümeninina-
zariyedenkıçkasarasınıaltıdokuzluk... (Susturamazlar, ken-
di kendine devam eder.)
SUFLÖR: Hep bir ağızdan marş söyleyin.
ŞÜKRÜ: Emekçilerin yedekçileri olan sizler, sizlere sesle-
niyorum: Yalnız Dostoyevski’yle yaşanmaz.
MASKİM GORKİ: Bana sen diyemezsin.
ALPASLAN: Susun susun susun.
DELİKANLI (ayılmış): Aramızda polis var. Bütün söyle-
239
nenleri kaydediyorlar, dosyaya geçiriyorlar. Dosyası olma-
yana yeni dosya açıyorlar.
NAMIK KEMAL: Yeni dosyalar için üç vesikalık fotoğraf-
la bir tercümeihal lazımmış.
(Herkes üçer fotoğrafla birer tercümeihal verir. Polisin
önü kalabalıklaşır.)
POLİS: Sıraya girin, birer birer müracaat edin. İtişmeyin.
KALABALIĞIN ÇIKARDIĞI GÜRÜLTÜ, GİTTİKÇE
DAYANILMAZ BİR HAL ALIR. KALABALIKTA DAL-
GALANMA BAŞLAR. BOĞULUYORUZ PENCERE
AÇIN SESLERİ. PENCERE AÇIN. HİÇ OLMAZSA HA-
VA DEĞİŞSİN. HERKES İTİŞE KAKIŞA KAPIYA KO-
ŞAR. YERE DÜŞENLER, EZİLENLER, KARIŞIKLIK.
BEŞİNCİ ŞARKI
Mısra 542:
Dostları ilə paylaş: |