“sense of
humour”
kuvvetlidir gene de benzerliğimiz yoktur başka
türlüydü onunla yaşamak nerede susulacağını bilirdi bana
benzemezdi dedim ya ona hayrandım anladığını belli etme-
den anlardı ne zaman gitsen onu aynı yerde bulursun gö-
rüşmediğin sürede seni nasıl hissettiğini sanmışsan öyle
düşünmüştür inanılmaz bir özelliktir bence bu yönü seni
anlamazsa yadırgama beni tanıdığı süre içinde senin gibi bir
insanla böyle bir yaşantım olabileceğini ona sezdirmemiş
bu yönümü saklamış olabilirim insanları öyle farklı açılar-
dan değerlendirdim ki hayatım boyunca arkadaşlarımı sana
bile övmeye çekiniyorum Burhan’ı da görebilirsin akıllıdır
bir kusurunu görmedim diyebilirim bu da yeter bir sebep
sıkıcı olması için Turgut vardır biliyorsun bahsetmiştim her
şeyini anlatamazsın ama zekidir durumu hemen kavrar in-
san onu kendisiyle bir yarışma içinde görmezse ya da bu iz-
lenimi vermezse anlayışlı ve şefkatlidir sana çok yakınlık
gösterir benim kişiliğimle ilgili bir mesele kalmayacağına
göre Turgut’u çok sevimli bulacaksın bu bakımdan durup
534
dinlenmek bilmez bir sevimli olmak konusunda demek is-
tiyorum evlidir belki biraz kalıplaşmıştır belki bu kalıbın
içine bir noktada kimseyi almak istemez bu husus çok
önemli en uslanmaz insanlar bile yanlışlıkla da olsa bir kere
evlenince çevrelerini kendileri gibi görmek istiyorlar bu
yüzden az mı meyhane arkadaşı kaybettik Turgut böyle de-
ğildir sınırlarını bilir bana sorsan bilmez bildiğini sanır bir
sürü okumuş yazmış adamdan çok değerlidir benim için
yargıları bana göredir ona değer verdiğimi uygun bir fırsat
bulup söyleyemedim sen bir yolunu bulup söyle onun için
ne düşünmüş olduğumu Kenan nasıl acaba merak ediyo-
rum sorsana Turgut’a doğrusu ben aranızda acı bir görüntü
olarak kalmak istemem tatlı bir resim ya da nasıl söylemeli
kelime oyunu gibi bir şey olarak kalmak isterim bazı teker-
lemeler vardı aramızda ne bileyim ne kadar tekrar etsek
bıkmazdık hoşumuza giderdi işte onlar gibi yaşamak iste-
rim aranızda Turgut’a söyle o anlar aramızda yüzlercesi do-
laşırdı Selim Selim dediler onu da gördük gibi sözler icat et-
sin benim için tabii ortak yaşantımızı unutmamışsa bu öyle
bir havaydı ki insan içindeyken akıllıdır dışarı çıkar aptalla-
şır sakın bu isteklerimi ciddiye alma belki bunları yapmak
içinden gelmez yapma istediğin gibi yaşa bana ait bir şey ne
bileyim bir kitap bir resim ya da buna benzer bir eşyaya sa-
hip olmak istersen Turgut’a söyle bizim evden alır annem
onu çok sever belki de benim odamı görmek istersin şimdi
biliyorum dayanamayacağını söyleyeceksin sonrası için bir
gün olur bir gün özleme gibi bir duyguya kapılabilirsin ölü-
mün acılığı dağılırken böyle olabilir o zaman annem evde
yokken bir göz atarsın fazla ümide kapılma çok sevimsiz
bir odadır birtakım hayaller saklar doğmadan ölen çocuklar
gibi gizli hayaller bir bakıma iyi olacak içimde gerçekleştir-
me telaşı kalmayacak sakinleşeceğim yapamadığım o kadar
çok şey var ki nasıl olsa hepsini gerçekleştiremeyecektim ve
535
yapamamanın acısı zehirleyecekti içimi insan sonu geldiği
zaman iyileşiyor odamda benimle ilgili yazı bırakmak iste-
miyorum bakarsın birtakım insanlar çeşitli nedenlerle orayı
burayı karıştırırlar biliyorsun bir takım karalamalarım var
hepsini yakmalıydım yapamadım sana gönderiyorum pa-
kettir geç gelir bu mektuptan sonra eline geçer bir kutu içi-
ne koydum hemen açmamanı istiyorum oldukça karanlık
hemen okursan seni bunaltabilir bir süre geçsin mesela beş
altı ay kadar sonra istediğini yaparsın büyük bir kısmını
senden gizli yazdım bilmeni istemedim ben yaşarken bu
yazdıklarımı bilmene dayanamazdım gene de fazla üzülme
edebiyat hevesi olarak kabul et gerçek sayma bunları mus-
tarip bir ruhun çırpınmalarını ifade etmekten çok okuyu-
cuların duygularını kötüye kullanmak isteyen acemi bir ya-
zarın karalamaları dersin başkalarına göstermek isteyeceği-
ni tahmin etmiyorum fakat dilediğini yap bu mektupta bile
şunu yap bunu yapma demişsem ona da aldırma ne diyor
yukarıdaki adam isteyiniz verilecektir demek ben bir şey is-
temiyormuşum bir bana parmağını uzatarak bu kadar gü-
rültü ediyorsun sızlanıp duruyorsun doğru söyle gerçekten
istiyor musun diye sorsaydı ona ne karşılık verirdim bile-
miyorum hayır biliyorum derdim ki ona ya da büyük bir
olasılıkla derdim ki görüyorsun Türkçe kelimeler de kulla-
nıyorum arada Öztürkçeye dargınlığım kalmadı tabii kimse
bilmiyordu benim dargın olduğumu geçelim içimde birbiri-
ne karşı savaşan yönlerin birbirine dargın olduğunu söyle-
yerek geçiştirelim bunu da son anda mesele çıkarmayalım
evet istemesini bilene gerçekten verilecektir verilmektedir
isteyip istemediğini bilmeyenler için de yukarıda sözünü
ettiğim adamın işaret parmağı meseleyi halledecektir en
önemli sözü en sonda yazacağımı sanıyorsan aldanıyorsun
hiçbir zaman benden bekleneni vermeyi becerememişimdir
bekleyenleri utandırmışımdır daha fazla yazamayacağımı
536
hissediyorum son anda acıklı bir sözle canını sıkmamalıyım
işte bu kadar işte canım sevgilim Günseli Selim
16
Turgut’a bir durgunluk çökmüştü: ürkütücü bir durgunluk.
Kendini beğenmiş bir durgunluk. Düşünceler kafasında da-
ha belirli bir biçim almadan onları içinde karanlık bir yere
atıyordu. Aldırma değmez, diyordu. Neden aldırmıyordu,
neye değmezdi? Durum, gerekli bir karışıklığa ulaşmıştı.
Bilincinin üstüne çıkaramadığı ya da çıkarmak istemediği
her belirsiz duygudan gizli bir sevinç duyar gibiydi: onlar-
dan bütünüyle ayrılmanın sevinci. Onlar anlamadıkça daha
iyi oluyor. Gene de öyle tortular birikmiş ki içimde ister is-
temez hafifletiyorlar şiddetini. Neyin şiddetini? Anlıyorsun
Olric; beni şaşırtma. Direnmeyi bırak. Sizi korumak için
söylemiştim, efendimiz. Sonuçlara katlanmalıyız Olric: kat-
lanmalısın. Bana bir yerde dur diyemezsin. Bir kişi de so-
nuna kadar gitmeli. Ölümün bile yarıda bırakmasına izin
vermemeli. Bir parkta oturuyorlardı. Olur şey değil! Hüsnü
Beyle Mürvet Hanımın biricik oğlu, modern mimarlığın en
üstün yapıtlarından sayılan küçük burjuva tapınağının sa-
yısız cilalı tuğlalarından biri, bir karı ve iki çocuğun so-
rumlu saymanı, KayalıMehmetliHulkiBeylikapıcılıbakkallı-
arabalı karmaşık ağın ana düğümü Turgut Özben parkta,
paranızı paranız kadar artıran bir bankanın adını üzerine
dağladığı bir bankın üstüne oturmuş düşünüyordu. Kış bir
türlü gelmiyordu. Serseriler gibi, gömleğinin üst iki düğ-
mesini çözmüş; serseriler gibi düşünüyordu parkta. Çoluk
çocuk evde ekmek bekliyordu. Yazıhanede evraklar, şanti-
yede çimento ve kum-çakıl yapıcı ellerine susamıştı. Yapıcı
eller sadece sigara paketine uzanıyordu. Hiç olmazsa bir
kadın meselesi icat etseydin! Sigaradan başka dostun kal-
537
madı. Ne olacak senin bu halin? Selim’in bu hali ne olacak
teyzeciğim? Sıkıntı, sessiz bir korkunçluğa bürünmüştü.
Neredeyse yağmur boşanacaktı. Üşüdüğünü hissetti; düğ-
melerini ilikledi. Yavaşça kalktı. Beni işte sanıyorlar, beni
evde sanıyorlar. Beni ne sanıyorsunuz? Serserinin biri siga-
ra istedi. Bütün paketi verseydim beni dinler miydiniz? El-
bette dinlerdi. Sen serserileri ne sanıyorsun? Ben sözümün
eriyim Selim. Çok gösterişli sayılmazsam da... Affedersiniz,
bununla ne demek istiyorsunuz? Elini cebine sokmuş dü-
şünüyordu; serseri, sigarayı çıkarmasını bekliyordu. Gün-
görmüş bir serseri. Beklemesini biliyor. Toplum sorunları-
nın üstüne çıkmış; göreneklerden arınmış. Gülümsedi. Ya-
ni ben mi gülümsedim? Yoksa gülümseme isteğimin onun
gözlerindeki yansımasını mı gördüm? Sigarayı uzattı. Titre-
yen eller uzandı. Neden titrersiniz? Bir serseri başbakana
yaklaşarak elindeki dilekçeyi vermek istemiştir bu sırada
polisler kendisine engel olmak istemişler çalışın dedi baş-
bakan parklarda oturup düşünmeyin resim bu anı tesbit
ediyor başbakanın ağzı ça hecesini çıkarmak üzere açılmış
serseri o kadar serseri ki gömleğinin düğmeleri göbeğine
kadar açık. Onları mutlu yarınlara kavuşturmak sözüyle ne
demek istiyorsunuz? Hepimiz serseri mi olalım demek isti-
yorsunuz? Kibriti varmış. Birazdan yağmur başlayacak dos-
tum. Bir Amerikan filmi vardı; bilmem gördün mü? Adam
âşık. Yağmur altında dolaşıyor. Tepinip şarkı söyleyip du-
ruyor. İliklerine kadar ıslanıyor. Tabii stüdyonun gerisinde,
gördüğümüz dikdörtgenin dışında kuru elbiseler, havlular
bekliyor. Tepin bakalım. Bir damla, şakağını sıyırarak geçti.
Ateş ediyorlar. Sen kovboy filmlerini seversin, değil mi?
Oysa çok zararlıdır; sizi sahte cennetlere götürür. Senin
hayran olduğun filmin hafiyesi haftada ne kazanıyor bili-
yor musun? Helal olsun abi. Olsun. Ben de onu diyecek-
tim. Bir damla, gömleğindeki küçük bir daireyi omzuna ya-
538
pıştırdı. Ben şimdi bir taksiye biner giderim: ben filmin ha-
fiyesiyim. Aranızda bilimsel bir araştırma yapmak üzere
bulunuyorum. Teybimi, daktilomu aldım. Gecekondu çev-
resinde bir oda tuttum. Mikrofona doğru konuş. Duyulmu-
yor. Bu çocuk senin mi? Benim de iki kızım var. Allah ba-
ğışlasın. Şimdi hafif müzik çalıyoruz. Önce beni düşmanca
bakışlarla süzdüler. Bir zararım dokunmadığını görünce za-
manla alıştılar. Yakamadım sigarayı abi. Ateşini uzattı. İn-
san bir günde aziz olmuyor. Bunu daha önce söylemiştiniz.
Ellerin titriyor. Rüzgâr da çıktı. Bu fakir ve mert insanların
arasından allahaısmarladık diyerek ayrılıyoruz. Düşüyoruz
tozlu yollara. Parkın kapısında durdu. İşte Selim de bu in-
sanlar için çarpıştı. Ne yapmalı diye çırpındı. Canım bilim-
sel Selim.
İki gün önce Burhan’a uğramıştı. Artık insanlar Selim
için ne der diye korkmuyoruz Olric. Bir bakıma duygusuz-
luk içindeyiz. Selim’i bilimselleştirmek için ne kadar uğraş-
mış. Yolun karşı kıyısına geçti. Üzerinde İngilizce birşeyler
yazan kapıyı itti. Yumuşak bir açılış. Herkes bir köşeye
oturmuş. Kimse kimseyi rahatsız etmiyor. Böyle kaç yer sa-
yabilirsin koca şehirde? Garson hemen tepene dikilmez.
Çağrılınca gelir. Sonra birden kaybolur ya da başını başka
yönlere çevirir. Amerika cumhurbaşkanı gibi adları olan iç-
kiler ısmarlayabilirsin. Ne çok aydınlık olur ne de çok ka-
ranlık. Adamlar bu işleri biliyorlar. Yüzyıllarca düşünmüş-
ler taşınmışlar, insanlar barda nasıl rahat eder diye. Biz ol-
sak bu işi küçümseriz. Onlardan aktarmasını beceremiyo-
ruz daha. Onlarda böyle yerlere her çeşit halk gelebilir. Bi-
zim zenginler böyle yerleri lüks sanıyorlar. Orada işçilerle
tezgâhtar kızlar gelir böyle yerlere. Daha nerede olduğumu-
zu anlayın bundan. Anladık. Biz oralara gidince yalnız dük-
kân dükkân gezmesini biliriz. Peki anladık! Bir içki ısmar-
539
ladı. Yağmur şiddetlendi. Kaçışılıyor. Kapıların içlerinde bi-
rikildi. Bir kadın, dağınık kâğıtlar arasında birşeyler yazı-
yor. Biraz daha genç olsaydı. Tanışsaydık. Ne yazıyorsu-
nuz? Olmazmış. Kibar çevrelerde sorulmazmış. Batıdan ge-
len güzel bir alışkanlık. Ne yapıyorsunuz, ne kadar kazanı-
yorsunuz, denilmezmiş. Adamlar uzun uzun düşünmüşler.
Doğulunun içtenliğini de incelemişler. Bilimsel olarak. So-
nunda sorulmamasında karar kılmışlar. Birbirine yalnız, da-
ha iyi olun inşallah filan diyebiliyorsun. Konuşmak için
psikiyatristlere gidiyorlarmış. Pahalı bir çözüm. İşçiler de
sağlık sigortasından yararlanıyor. Kartını uzatıyor, çok ca-
nım sıkılıyor; beni biraz dinler misiniz? Dışarda, bekleme
odasında, itiraf etmek için bekleyen bekleyene. Mahkeme
kapısı gibi. Hapishanelerden bile gelen varmış. Elleri kelep-
çeli, iki jandarma arasında bekliyor. İçeri girince kelepçeler
çözülüyor. Dün akşam gene uyku tutmadı doktor bey. Hüc-
remde dolaştım durdum. Divana uzanın ve çocukluğunuzu
anlatmaya devam edin. Nerede kalmıştık? Bizde bu işler ne
kadar ucuz. Bilimsel olmadığı için bir sonuca ulaşamıyo-
ruz. Meyhaneler işportacı psikiyatristlerle dolu. Belediye
zabıtası bunlara engel olmalı. Ruhsatları yok. Batılılar size
uygunsuz bir organlarıyla gülerlerdi. Kadın, düşünmek için
arasıra yazıdan başını kaldırıyor. Kadına laf atarmışım. Beni
de yazın dermişim. Sıkı mı? Garson soldan yanaştı. Bilimsel
bir yaklaşma. Canım bunları inkâr edebilir misin? Sağdan
yanaşsa daha zor olur. İnkâr ediyorum. Nasıl engel olabilir-
siniz? Biliyorsunuz Selim bilimsel olmak isterken sizlere
ömür. Dergi çıkarmışlar Burhan’la. Toplumsal. Artık yatma-
lısın evladım, gözlerine yazık. Bir dakika babacığım. İki
makale daha yazayım ne olur? Selim’i bu başıboşluktan
kurtarmak gerekiyordu. Eline ne geçse okuyordu. Bireycili-
ğe sürüklenme gibi bir tehlikeyle karşı karşıyaydı. Kendini
heyecanlandırmaktan hoşlanıyordu. Telaşa kapılıyordu.
540
Ona duyduğum ilginin etkisine kapılmak istemiyordum.
Gördün mü? Haklıymışım demek Selim. Onu aldatmayı
hiçbir zaman düşünmedim: doğruları göstermeye çalıştım.
Size bütün kalbimle gülüyorum Burhan. Kadın başını kâğıt-
lara indirdi gene. Durup dururken gülersen böyle olur. Du-
rup dururken bir dergi çıkarmak istiyordu Selim. Geç kalı-
yoruz diye çırpınıyordu. Biz burada kitaplar ve içkiler orta-
sında yatarken bilmediğimiz sokaklarda, içini göremediği-
miz evlerde, tanımadığımız insanlar kim bilir neler hazırlı-
yorlar. İyi kitaplar hemen tükeniyor. Yüzlerinde derin dü-
şüncelerin izleri olan insanlar durmadan ilerliyorlar. Onları
bulmalıyız. Dün otobüste bir adam kimseye göstermemeye
çalışarak bir kitap okuyordu. Bir işaretini bekliyordum Bur-
han. Ben böyle bir hezimete fedayım. Karşındayım işte sa-
yın bayım. Açık havaya çıkmalıyız. Gelinlik kızlar gibi
oturmuş teklif bekliyoruz. Oysa bahar geldi. Sinekler senin
işaretini beklemeden ısırıyorlar beni Burhan. Herkesin bir
işi var. Bir telaştır gidiyor. Temiz gömleğini giymeden, tıraş
olmadan karar vermelisin Burhan. Cepheden dönen yorgun
askerler gibi serilmişiz. Savaş anılarımızı anlatıp avunuyo-
ruz. Dışarda gene birşeyler oluyor. Pencereyi açardı. Artık
yaşamak istemiyorum Olric. Onların istediği gibi yaşamak
istemiyorum. Başım dönüyor Olric. Sabahtan beri hiçbir
şey yemediniz efendimiz. Şimdi de içiyorsunuz. Onlar da
içiyorlar Olric. Karşılarında oturan kızlara birşeyler anlatı-
yorlar. Ben anlatmak, filan falan demek istemiyorum. So-
num geldi Olric. Kendime yeni bir önsöz yazmak istiyo-
rum. Yeni bir dil yaratmak istiyorum. Beni kendime anlata-
cak bir dil. Çok denediler, efendimiz. Allah’tan, ne denedik-
lerini bilmiyorum, Olric. Hiçbir geleneğin mirasçısı deği-
lim. Olmaz, diyorlar. İsyan ediyorum. Az gelişmiş bir ülke-
nin fakir bir kültür mirası olurmuş. Bu mirası reddediyo-
rum Olric. Ben Karagöz filan değilim. Herkes birikmiş bizi
541
seyrediyor. Dağılın! Kukla oynatmıyoruz burada. Acı çeki-
yoruz. Kapı kapı dolaşıp dileniyoruz. Son kapıya geldik. İn-
saf sahiplerine sesleniyoruz. Ey insaf sahipleri! Ben ve Olric
sizleri sarsmaya geldik. Dünya tarihinde eşi görülmemiş bir
duygululukla ve kendini beğenmişçesine ve kendinibeğen-
mişçesinesankibizdenöncebirşeysöylenmemişçesinegiller-
den olmaktan korkmadan kapınızı yumrukluyoruz. Dilen-
ciler krallığının en küstah soylusu olarak kişiliğimizi bur-
nunuza dayıyoruz. Dinden imandan çıktık. Deli dervişler
gibi saldırıyoruz. Açın kapıyı! Biz geldik! Korkudan duda-
ğınız uçuklamasın. Öyle öfkesi yarıda geçen İngiliz kızgın
genç adamları gibi müzikli güldürüler peşinde değiliz. Sizi
ağlatmaya ve burnunuzdan getirmeye geldik. Size dünyanın
dörtten fazla bucağı olduğunu göstermeye geldik. Bitmez
tükenmez sızlanmalarımızla ananızı ağlatmaya niyetliyiz.
Ne demek oluyor incitmedensezdirmedenacıtmadanduyur-
madan anlatmak Selim? Salon alkıştan inlesin! Filmin hafi-
yesi geldi. Kızı atının terkisine aldığı gibi dörtnala çiğneyip
salonu birbirine katmaya geldi. Öfkeden boğuluyor; öfkeyle
boğmaya geldi. Paçavralar içinde dolaşıyoruz Olric’le birlik-
te, Mehmet Siyahkalem’in resimlerindeki karasakallı keş-
küllü pis dilenciler gibi karartıyoruz ortalığı. Şeytanlarla
elele verip elektriksüpürgeleriyletarazlanmış halılarınızın
üstünde tepinmeye geldik. Çamurlu ayaklarımızla divanla-
rınızın yaylarını kırmaya geldik. Yakında bir plağımız çıkı-
yor. Bütün şoförler çalacak arabalarında. Yaslı gittik şen gel-
dik yedi tepeden geldik aç kapıyı bezirgân bonjur demeden
geldik. Gözüm kararıyor Olric: elimden bir kaza çıkacak.
Ben Selim’e benzemem. Yanlış adam seçtiler beni bu işe me-
mur etmekle. Ben özel teşebbüsüm Olric. Herkesle birlikte
kalkıp herkesle birlikte oturmam. Ben Amerika’yı keşfetmiş
adamım. Sağım solum belli olmaz. Doktora filan yapmadan
kibrit suyu üretimine başlayıveririm. Elinizde patlarım
542
ulan! Ağzınızı bozmayınız efendimiz. Ben öyle dergi filan
çıkarıp adam başına düşen milli gelir masallarıyla avuta-
mam kendimi. Rahmetliye saygısızlık oluyor efendimiz. Se-
lim’in ölümüyle ilgili bir araştırma için görevlendirilen ko-
misyona üye yaptılar beni. Aylardır belgeler peşinde koştu-
rup duruyorlar. Benim bir yıllık memuriyetim var Olric.
Ben komisyonları bilirim. İşte raporum. Daha Selim’in yaz-
dıklarını okumadınız efendimiz. Ara raporu veriyoruz; ka-
rıştırma Olric. Komisyon üyelerini zorla bir araya getirdik.
Yazı yazan kadına pek kötü bakıyorsunuz efendimiz. Gidip
evinde yazsaydı Olric. Aklı başında bir insan bara yazı yaz-
maya gelir mi? Oturup bu adamın başını bu yana çevirme-
sini bekleyemem. Kalktı, garsonun yanına gitti. Bir içki da-
ha. Kimse meseleyi doğru dürüst incelememiştir Olric. Be-
nim raporu, görüşmeden hemen kabul ederler. Pek sanmı-
yorum efendimiz. Hele böyle öfkeli görürlerse sizi... Açık
oturum yapacağız Olric. İlgili herkesi çağıracağız. Gene mi
soldan geldin papyon kravatlı? Kelebek değil de papyon.
Diliniz batsın. Aman birden içmeyiniz efendimiz.
Hepsini birden içeceğim Olric. Komisyon üyelerini çiğ-
nemeden yutacağım. Onlar daha bir önceki toplantı tutana-
ğını okumadan birden masanın üzerine çıkacağım. Ellerine
ayaklarımla basacağım. Tutundukları son masadan da aşa-
ğıya yuvarlayacağım onları. Birer birer masanın kenarından
aşağı yuvarlanacaklar ve halının içinde boğulacaklar. Ka-
lemlerini, kâğıtlarını, camdan sigara tablalarını parça parça
edeceğim. Başımda kırmızı bir mendil, ağzımda keskin bir
bıçak, masanın bir ucundan bir ucuna kayacağım. Orada
birdenbire topuklarımın çevresinde dönerek elimi göğsüme
sokacağım ve eşek derisine pastel boyayla yazılmış raporu-
mu kınından sıyıracağım. Bu rapor değil, bu bildiğiniz keli-
melerle yazılmış bir araştırma değil. Yaşayan, nefes alan, ıs-
tırap çeken, haykıran bir belge bu. Bu belgeyi okumayaca-
543
ğız Olric. Bu belgeyi, bu raporu yaşayacağız, anlıyor musun
Olric? Anlamak istemiyorum efendimiz. Hayır anlamalısın.
Nasıl anlamazsın Olric? Bizim dışımızda belge falan yok
Olric. Bu belge biziz Olric. Ben, Turgut Özben, elle tutulur
tek belgeyim ben. Yüzüme baktıkça okumalısınız beni. Ara-
nızda durmadan dolaşacak elden ele gezecek canlı bir delil.
Kendimi çerçevelere sokup gazetelerde ilan edeceğim. Du-
varlara yapıştıracağım Turgut Özben’i. Cumartesi günleri
öğle tatilinden sonra bayrak direklerine çekeceğim. Zarflara
koyup mektup diye göndereceğim. Beni açmaya korkacak-
sınız. Canım insan, sana çoktandır yazmak istiyorum. İşle-
rim yüzünden bir türlü fırsat bulamadım. Sen de uzun sü-
redir yazmıyordun. Merak ediyordum. Gene dayanamadım.
Ben yazıyorum. Reklam filmlerine çıkacağım. Dikkat! Bu
bir reklam filmi değildir. Bu filmi seyretmede herkesin çıka-
rı vardır. Anadolu’nun billur ırmakları arasında eski Kalki-
ya krallarından Disconnectum Erectal’nın sarayının kalıntı-
ları arasındayız. Beyaz tüller arasında Günseli sizlere Işık
çoraplarının reklamını yaparken... sayın dinleyiciler Turgut
Özben’le on beş saniye programını sunuyoruz: önce okuyu-
cu mektuplarını cevaplandırıyorum. Isfarla’dan MYKL ru-
muzuyla mektup gönderen sayın hayranım soruyor: bil-
mem bu gönülle ben nasıl yaşayacağım? Yetmez mi bu elem
daha yıllarca mı sürsün? Yakında bitiyor sevgili dinleyicim.
Piyasaya bir çıksam mesele kalmayacak. Bütün hesaplarımı
yaptım. Maliyetimi çıkardım. Onlara oldukça pahalıya mal
olacağım. Belli etmeden yavaş yavaş süreceğim kendimi.
Olric’le birlikte karamela satacağız. Kalabalık ve candan bir
satıcı topluluğu içinde yerimizi bulacağız. Bütün varımızı
yoğumuzu değiştireceğiz. Kanımızı değiştireceğiz. Tozlu
meydanlarda dolaşacağız. Çırılçıplak gireceğiz satıcıların
arasına. Birinden beş on liraya AmerikankovboylarıaslanCi-
notri’nin pantalonu gibi belimize yapışık, dikişi elbette bi-
544
raz baştan savma mavi bir pantalon alacağız. Bir taksinin
arkasında, bagaj kapağının üstünde satılan beyaz üzerine
siyah büyük kareli gömleklerden birini de sırtımıza geçire-
ceğiz. Gömleğimizi pantalonun üstüne taşıracağız. Kayışı
elbette Beyoğlu’ndaki adamdan alacağız. Bu da sorulur mu?
Ne alırsan iki buçuk bir tezgâhta iğneden ipliğe donanaca-
ğız. Gömleğin üst cebine, tarak, yuvarlak ve arkası desenli
ayna; pantalonun arka cebine çekecek, bozuk para cüzdanı
-bütün paramız pek olmayacak- mendil; yan ceplerimize
kibrit, üçüncü sigarası, üzerinde kalp resmi olan tırnak kes-
kisi, çakı, küçük bir kolonya şişesi -hani plastikten olanları
var, sıkınca kolonya fışkırtıyor- ve elimizdeki küçük bir çı-
kının içine de az ekmek, kuru köfte, soğan, tuzluk, iğne-ip-
lik-tıraş takımı, sabun ve fırça koyacağız. Saçımızı sakalımı-
zı da uzatacak mıyız efendimiz? Gerekli değil Olric. Sonra
bizi başkalarıyla karıştırırlar. Kendilerinden saymazlar. Se-
lim’i de yanımıza alacağız. Bu nasıl sağlanacak efendimiz?
Bu kadar işi başardıktan sonra bunun lafı mı olur Olric. Se-
lim - kör taklidi yapacak Olric. Gözlerini kapayıp başını
sallayacak. Onu kullanacağız Olric. Akşamüstü işimiz bi-
tince bir çeşmenin yanına çömelip kazandığımız paraları
sayacağız Olric. Bizi gören insanların yüzlerini hatırlayıp
gülüşeceğiz. Bat dünya bat diyeceğiz. Sonunda bizi kör et-
tin. Çok güleceğiz Olric; çok güleceğiz. Gözleri yaşarmıştı.
Kaçalım buradan Olric. Elâleme rezil olacağız.
Dostları ilə paylaş: |