Don Kişot
’u okumuştur. Küçük madeni bir
plaka olsun: sarıdan. Okumaya daldı.
Biraz okuduktan sonra kalktı, meydanın çevresindeki
kahvelerden birine doğru yürüdü. İçeri girdi. Kahvede hoş
bir serinlik vardı. Karanlık ve dinlendirici bir serinlik. Orta
şekerli bir kahve. Beye bir orta yap. Kelime tasarrufu. Gün-
de yedi bin altı yüz on iki şekerli kahve sözü biriktiriyorlar.
Kahve fincanını beğendi. Taş gibi kulpsuz bir şey. Keloğla-
na benziyor. Radyo, bilgi programlarını veriyor. Ocakçı ve
garson dikkatle dinliyorlar. Bir üçgenin kaç köşesi olduğu-
nu öğreniyorlar. Programdaki çocuk incecik sesiyle; büyük
hayretler içinde öğreniyor matematiği. Kart sesli bir adam
da ona öğretirmiş gibi yapıyor. Tekrarlatıyor. Arada müzik.
Eğitimsel. Çocuk, kelimeleri uzatarak, yayarak konuşuyor.
Adam da öyle. Dinleyenler bir güzel içlerine sindirsinler di-
ye kelimeleri hamur gibi yoğurup açıyorlar: demeeek bir
587
üçgeniiiin üç köşesiiii... Kocaman adamlar, bir çocuğun,
büyümüş de küçülmüş bir çocuğun, kendilerine ders ver-
diğini düşünmeden, eğilmişler radyonun üstüne: üçgeni
dinliyorlar. Matematik piyesi oynuyorlar Olric. Babası, öğ-
renci olan oğluna, arada bir aferin, diyor. Ocakçı, kendi bil-
miş gibi sevinçli: gülümsüyor. Bat dünya bat. Böyle giderse
her mahallede bir Dostoyevski çıkacak Olric. Dünya borsa-
larında Dostoyevski hisseleri düşecek. Her hafta bir Kara-
mazov, yeraltınız kadar yeraltı. Ne diyelim? Ne dersin Se-
lim? Bizim anlamadığımız birşeyler dönüyor. Herkes mari-
fetini ortaya döküyor. Yabancı ülkelerde öğrendikleri en
son numaraları yapıyorlar. Paralel doğrular neden kesişmi-
yormuş bakalım? Bunu da ben yanıtlayayım babacığım. Pe-
ki Serap sen söyle. Paraleeel doğrulaaar... Peki uzatmalar
da mı pedagojik? Şimdi hep birlikte tekrarlayalım çocuklar.
Matematik korosu. Paralel doğrular koral senfonisi. Geçen
dersimizde görmüş olduğunuz... İşte matematik de sonun-
da sevimli bir insan oldu çıktı. Yüzyılların asık suratlı ihti-
yarı çoluk çocuğun maskarası oldu. Bilimin de romantik
bir yanı kalmadı Olric. Neydi bizim zamanımızda... şimdi
elektronik beyin diye bir amca var: insan onun yanında in-
san olduğundan utanıyor. Herkes onu çok seviyor; mate-
matik emekliye ayrıldı. Bir hafiye gibi izliyor bu elektronik
beyin insanı Olric. Sen bundan yirmi dört yıl önce, karşı-
dan karşıya geçerken sağına bakmışsın da soluna bakma-
mışsın, diyor. Ceza vereceksin: sökül paraları. İki yıl önce
de buzdolabının ikinci taksitini vereyim mi, vermeyeyim
mi diye evinde yirmi dört dakika düşünmüşsün. Artık her
şeyi peşin ödeyerek alacaksın. Kim bilir Olric: belki bizim
de şimdi düşündüklerimizi değerlendirmektedir. Sakın su-
ratını asayım deme: şıp diye resmini çekiverir. Bütün yurda
dağıtırlar. Biz biraz azgelişmişiz de henüz bu amcanın ni-
metlerinden bütünüyle yararlanamıyoruz. Sayın vatandaş-
588
larım! Bütün kurtlarınızı hemen dökün; yoksa kurt sayımı
başlayacak pek yakında.
Saat üçe geliyor Olric. Güneş daha yüksekteyken çıkalım
yola. Garsonu rahatsız etmemek için parayı, fincan tabağı-
nın yanına yavaşça bıraktı. Kapıyı sessizce açarak çıktı: kül-
türleri bozulmasın. Allah derslerinizde zihin açıklığı versin,
sayın ocakçı ve sayın garson. Meydanın kenarındaki araba-
sına bindi. Parke yollarda, sarsılarak, karışık trafik işaretle-
rine uymaya çalışarak ilerlemeye başladı. Kasabanın dışına
çıkınca birden durdu. Bu acelemiz nedir Olric? İnsanlar-
dan, bütün insanlardan kaçıyor muyuz yoksa? Onların içi-
ne çıkmaktan korkuyor muyuz? Üstüme doğru gelip, de-
mek sensin diye parmaklarını sallamalarından mı korkuyo-
rum? Direksiyona yaslanarak bir süre düşünceye daldı. Da-
ha on saat bile olmadı. Bu kadar erken kuşkuya kapılma-
malıyım. Yanından bir araba hızla geçti: Samim’in arabası.
Acaba beni gördü mü? Kendine kızdı: elbette görür. Yolun
ortasında durulur mu böyle? Hükümet meydanında gör-
mez de burada görür. Kim durur hükümet meydanında?
Buraya kadar izimi sürdüler. Yok canım. Görseydi dururdu.
Aptalın biridir: belki beş yüz metre sonra kavramıştır. Bu
araba da zamanla dert olacak başımıza Olric. Yazık. Olduk-
ça para ederdi sanıyorum. Bir an önce kurtulalım şu kasa-
badan. Uğursuz geldi. Bozuk yolda yavaş yavaş ilerlediler.
Yol, kasabadan çıkınca ikiye ayrılıyordu. Solda, kasaba-
nın içindeki gibi, bozuk bir yol vardı. Turgut, bu yolun ba-
şında durdu, arabadan indi. Yolun kenarındaki yazıyı oku-
du. Eskiden şehir bu yolun üzerindeymiş: altı yüzyıl önce.
Bakalım nereye götürecek bu yol bizi? Sola saptı. Dönerek
giden bir yol; arazi de, şoför diliyle, tatlı bir meyille yükse-
liyordu. Eskiler daha akıllıymış: gidip o çukura gömmemiş-
ler kendilerini. Bir düzlük merakıdır gidiyor. Bu kadar ara-
ba varken yokuştan korkuyoruz gene. Aman evlerimiz düz-
589
lükte olsun. Olsun, olsun da su bassın. Sel götürsün. Tepe-
nin üstüne çıktılar. Harabelerin arasında bir iki köy evi gö-
rünüyordu. Sokaklar boştu. Otomobilin gürültüsüne bir iki
kadın pencerelerden başlarını çıkardılar. Bir süre arabaya
baktılar; sonra oynayan çocuklarını çağırdılar. Otomobili
incelemek isteyen çocuklar isteksiz adımlarla toprak duvar-
lı bahçelerine girdiler. Turgut arabasını evlerin uzağında,
bütün ovayı gören bir yerde durdurdu. Bu manzarayı bıra-
kıp aşağı inmişler. Gittikçe eskici oluyoruz Olric. Ne yapa-
lım efendimiz. Yeniliklere yetişemiyoruz. Doğru. Nefes ne-
fese kalıyoruz. Erkeklik bizde kalsın. Olup bitenleri de izle-
miyoruz. Eskiye bağlılığımız bir şey bildiğimizden değil.
Eskisi bundan kötü olamaz ya, diyoruz. Tam da bilmiyoruz
yeniyi. Onlar utansınlar Olric. Biz gene işin kolayına kaça-
lım. İşimiz pek de kolay değil, efendimiz. Kimseyi kandıra-
madıktan sonra neye yarar Olric? Daha denemedik efendi-
miz. Evet, bu millet... Burada yaşayanlar, altı yüzyıl önceki-
lerden altı yüzyıl geride Olric. Altı yüzyıl önce gelseydik
herhalde böyle karşılanmazdık. Peki Olric, hemen yanların-
da duran harabelerden, evin, duvarın nasıl yapılacağını gör-
müyorlar mı? Okumak için uygun bir yer burası. Rahatsız
etmezler. Ne zaman okumaya başlayacaksınız efendimiz?
Neyi Olric? Biliyorsunuz efendimiz. Arabadan çıktı, bagajı
açtı telaşla. Nasıl bekleyebildim bu kadar saat? Kutuyu açtı:
içinde ciltli iki defter duruyordu, orta kalınlıkta. Ayrıca bir
iki kâğıt. Defterlerden, üsttekini aldı. Eski bir duvardan ka-
lan taş yığınına sırtını dayayarak yavaşça yere oturdu. Siyah
kapağı açtı: Selim’in yazısı. İlk satırlarda düzgün gidiyordu
yazı. Sayfanın altına doğru dağınıklaşmış. Sayfanın sol üst
köşesinde bir tarih. Selim’in sağ olduğu bir dönemin tarihi.
Günlük tutmuş, o kadar yıl sonra. Bana yardımcı ol Selim.
590
|