Gençlik hareketinin bazı güncel sorunları
Gençlik hareketi içinde bugün öne çıkan ya da zaman(306)zaman tartışma konusu olan iki soruna ilişkin yaklaşımımızı da burada bir kez daha kısaca ifade etmek istiyoruz.
Bunlardan ilki son haftalarda yeniden baş gösteren faşist saldırılardır. Bu saldırılara ilerici-devrimci gençliğin anında ve birleşik bir güç olarak yanıt vermesi ve kararlılığını sergilemesi, devrimci gençlik hareketi payına olumlu bir sınav ve önemli bir kazanımdır. Gençlik faşist terör çetelerinin ortamı terörize etmeye yönelik bu türden girişimlerine pabuç bırakmayacağını göstermekle kalmamış, saldırıların gerisindeki polis desteğine ve üniversite yönetimlerinin bu saldırılardaki sorumluluğuna da özel bir biçimde dikkat çekmek yoluna gitmiştir. Genel çizgileriyle yerinde olan bu tutum özellikle İstanbul’da (ki halihazırda olayların merkezi bu kenttir) faşist çeteleri teşhir ve tecrit etmiş, bu arada nispeten daha geniş bir öğrenci kesiminde politik bir duyarlılığa da yolaçmıştır.
Faşist terör çeteleri bu ülkede son 40 yıldır toplumsal muhalefeti terörize etmek için, özellikle de gençlik hareketine karşı kullanılageldiler. Bu konuda artık zengin bir deneyime sahibiz ve bundan böyle bu konuda hiçbir biçimde hata yapma lüksüne sahip değiliz. Oysa bazı ilk belirtiler geçmiş deneyimlerin kolayca gözden kaçırılabileceğinin rahatsız edici işaretlerini vermektedir. Bu türden hatalı tutumların önüne daha en baştan almak, devrimci gençlik hareketinin gelişme seyri ve yakın geleceği bakımından özel bir önem taşımaktadır. Bu çerçevede, saldırılara karşı kararlı bir tutum içinde olan ve üstüne düşeni en etkin biçimde yerine getirmeye çalışan komünist gençliğin, öte yandan bunu bu saldırıların gençlik hareketi için bir tuzağa dönüşmesi tehlikesine döne döne dikkat çekmekle birleştirmesi, bunu yazılı değerlendirmeler halinde sürekli parti basınımızda işlemesi son derece yerinde bir tutumdur ve onun bu konudaki öncü bilincine dikkate değer bir göstergedir.
Saldırıların özellikle İstanbul’daki en hareketli öğrenci biriminde gündeme getirilmesi rastlantı değil, fakat devletin karan(307)lık odaklarının alışılagelmiş tutumuna tümüyle uygun bir davranış tarzıdır. Amaç bir avuç saldırganla ortamı terörize etmek, bu yolla öğrenci hareketinin dikkatini temel önemdeki sosyal, siyasal ve akademik sorunlardan ayırarak salt bu saldırılara kilitlemek, böylece onu içinden çıkılması zor bir kısır döngüye mahkum etmektir. Faşist saldırıların başarısı tam da bu sonucun ne kadar elde edildiği ile ölçülmelidir. Eğer sonuç gerçekten bu oluyorsa, her seferinde bu çeteler okullardan kovulup atılsalar bile, gerçekte karşı-devrim odakları açısından asıl amaca fazlasıyla ulaşılmış demektir.
Bu saldırıların arkasında hiç de basitçe MHP değil, fakat muhtemelen onun bilgisini ve denetimini de aşan bir biçimde dosdoğru devletin karanlık merkezleri vardır. Bütün bir yakın tarihimiz bunun böyle olduğunu artık en dolaysız olgular ve belgelerle ortaya koymuş bulunmaktadır. Bizde sivil faşist hareket dolaysız olarak devletin denetimindedir ve hep de devletin karanlık odaklarının uygulamaya koydukları planların bir parçası olarak iş görmüştür. Çatlılar’ın ipi her zaman kontr-gerillanın elindeydi ve onun toplumsal muhalefeti terörize etme ve sindirme planlarının tetikçileri durumundaydı faşist terör çeteleri. Bugün bu özellikle böyledir; zira faşist parti olarak MHP bugün artık ‘70’li yıllardaki türden teröre dayalı etkin bir iktidar arayışına sahip değildir. Onun bu açıdan posası çıkarılalı çok oldu ve kendi başına iktidar olma sevdası daha Türkeş hayattayken noktalandı. Elbette bu parti bugün de faşist-şovenist saldırgan bir retoriğin merkezi durumundadır, politik güç ve etkisini de önemli ölçüde buradan devşirmeye çalışmaktadır. Fakat bu ideoloji ve politika ile eğitip yetiştirdiği terör çeteleri ya mafya çeteleri olarak dolaysız biçimde sermaye gruplarına ya da tetikçi gruplar olarak doğrudan devletin karanlık odaklarına bağlıdırlar ve bu bağlar faşist partinin kendi denetimini de aşan bir özelliktedir. MHP bu açıdan burjuvazinin ve devletin ihtiyaçlarına göre yarar(308)lanabildiği bir faşist militan/çeteci gruplar fideliğidir.
Bu gerçekleri gözönünde bulundurmak, “faşizme karşı omuz omuza!” diye haykırırken hedef olarak asıl nereye bakılması gerektiğini gözden kaçırmamak anlamına gelir. Türkiye faşizminin kaynağını ve uygulama araçlarını görmek için Türkiye’nin yakın tarihi çıplak gözle görülebilecek gerçekler sunmaktadır bize. Bunun için 12 Martlar’a ve 12 Eylüller’e ve özellikle de onların hazırlanış süreçlerine bakmak bile kendi başına yeterlidir. Emperyalizm, işbirlikçi büyük sermaye ve onun devleti, bize faşizmin toplumsal dayanağını, siyasal kaynağını ve temel uygulama araçların vermektedir. Türkeş’in MHP’si her zaman bunun yalnızca bir parçası, daha çok da tetikçisi oldu; faşist ideolojiyi yaygınlaştırmak ve daha da önemlisi ortamı terörize etmek doğrultusunda etkin bir biçimde kullanıldı ve bilindiği gibi günü geldiğinde aynı güçler tarafından geri plana da itilebildi.
Dolayısıyla bugün yeniden yaygınlaştırılacak gibi görünen sivil faşist saldırıları ele alırken, MHP ne yapmak istiyor diye sormak yerine devletin karanlık güç odakları gelişme potansiyeli taşıyan gençlik hareketine hangi yeni tuzakları hazırlamak peşinde diye sormak, olup biteni doğru değerlendirmek için temel önemde ilk koşuldur. Ne yapmak istedikleri sorusuna ise geçmiş deneyimler üzerinden kolayca yanıt bulabiliriz. İlerici-devrimci gençlik hareketi bugün emperyalist savaştan AB hayallerine, özelleştirmeden paralı eğitime, üniversitelerin şirketleştirilmesinden inceltilerek sürdürülmek istenen YÖK kıskacına kadar bir dizi temel önemde toplumsal ve siyasal sorun üzerinden, yani toplumun öteki emekçi sınıf ve katmalarını da dolaysız olarak ilgilendiren ve dolayısıyla gençlik hareketini onlara yakınlaştıran gündemler üzerinden güç kazanmaya ve kitleselleşmeye çalışmaktadır. Oysa bir avuç çetecinin ortamı terörize eden saldırısı bir anda tüm bu gündemleri geri plana itiyor ve herşey bir süreliğine(309)de olsa bu bir avuç saldırganla uğraşmaya kilitlenebiliyor. İşte devletin karanlık güç odaklarının uygun yöntemlerle polisten ve okul idarelerinden de destek alarak gündeme getirdikleri saldırılarla amaçlanan da tamı tamına budur. Gençlik hareketi eğer bu tuzağa düşmez ve bu oyunu bozarsa, faşist saldırıları gerçekten püskürtmüş ve tuzakları boşa çıkartmış olur. Yok sorunu bir avuç saldırganla uğraşmaya indirgerse, bu durumda tuzağa boylu boyunca düşmüş olur.
Bu saldırıların bugün devrimci öğrenci gruplarını çevreleyen en yakın halkalarda bir duyarlılık yaratmış, bu sınırlarda safları biraz genişletmiş ve politizasyonu artırmış olması da yanıltıcı olmamalıdır. Buna bugün için bir olanak olarak bakılabilir, ama bunun üzerine yapılacak hesaplar kaba bir dargörüşlülük ifadesi olmaktan öteye gidemez. Zira saldırılarla ortam sistematik biçimde terörize edildiği ölçüde, temel hedeflerle birlikte bu destek halkaları da zamanla kaybedilir. Bu konuda ‘70’li yılların zengin ve acılı deneyimi ortada hiçbir tartışma ve tereddüt bırakmamaktadır.
Dolayısıyla yapılması gereken, bu saldırılara karşı kararlı duruşu bu saldırıların kaynağına ve amacına yönelik kapsamlı bir aydınlatma ve ajitasyon çalışması ile birleştirmek, geniş öğrenci kitlelerine saldırıların gerçek kaynağını göstermek, devleti, hükümeti, polisi ve üniversite yönetimlerini olup bitenden sorumlu tutmak, demokratik kamuoyunda ve işçi-emekçi hareketi içinde bu çerçevede bir duyarlılık oluşturmak ve destek örgütlemek, bu arada öğrenci gençliğin temel sorunlarına dayalı gündemlere ne pahasına olursa olsun bağlı kalmak, buna dayalı çalışmaları ve mücadeleyi hiçbir koşulda aksatmamaktır.
Tümüyle farklı nitelikte olan ikinci soruna geçiyoruz. Bu gerçekte tümüyle başka nedenlerle ortaya çıkan, ama bazı çevreler tarafından demagojik bir biçimde “propaganda-ajitasyon özgürlüğü” sorunu olarak sunulan tartışma konusudur.(310)Buna ilişkin tartışmalar ortak iş yapma ve eylemlilik sürecini zaafa uğrattığı, ya da birilerine bundan kolayca geri durma ve bazı reformist çevrelerin kuyruğuna gönlü rahat bir biçimde takılma olanağı verdiği için, burada konu üzerinde kısaca durmamız gerekmektedir.
“Eylemde birlik, propaganda-ajitasyonda serbestlik” olarak formüle edilen ilke ‘70’li yıllardan kalan, ama o yıllarda bile yazık ki küçük-burjuva sorumsuzluğu ve tekelciliğinden dolayı çoğu durumda uygulanamayan önemli kazanımlardan biridir. Birlikte iş yapma ve eylem örgütleme süreci elbette propaganda-ajitasyonda tam bir özgürlükle birlikte gitmek durumundadır. Buna herhangi bir sınırlama getirmek bizim işimiz değildir, tersine biz bunun genele ilişkin olduğu kadar bizzat yapılan ortak işe ve örgütlenen eylemliliğe ilişkin tam bir eleştiri özgürlüğü ile de birleştirilmesinden yanayız. Böyle düşündüğümüz içindir ki, gençlik hareketine ilişkin değerlendirmemizin ilk bölümünde, yine bize yakın geçmişten (‘60’lı yıllardan) miras bir ifade olan “birlik-eleştiri-birlik” formülasyonunu ara başlık olarak kullanma yoluna gitmiştik. Birlikte iş yapmak böyle bir eleştiri hakkını tam bir özgürlükle içermek durumundadır, zira ortak iş yapma sürecinin ortaya çıkardığı hatalı tutum ve zaafların üstüne ancak bu sayede gidilebilir ve daha ileri bir birlik zemini ancak bu tür bir eleştirinin düzeltici ve güçlendirici katkısıyla yakalanabilir. Önemli olan eleştirinin dayandığı devrimci kaygı ve yöneldiği devrimci amaçtır; bu alanda devrimci bir sorumluluk ve ciddiyetle hareket etmek kaydıyla, devrimci eleştiri birlik sürecinin biricik gerçek güvencesi işlevi görür. Bunun olmadığı koşullarda ise önce ilkesiz uzlaşmalar yaşanır ve ardından da çok geçmeden ilkesiz ayrılıklar başgösterir; böylece bütün bir süreç zaafa uğrar.
Fakat halihazırdaki tartışmanın özünün bununla yakından uzaktan bir ilgisi olmadığını da önemle vurgulamak istiyoruz.(311)Ortak hedef ve bu hedefte yoğunlaşma kaygısı taşımayıp da, küçük burjuva sorumsuzluğunu ve traji-komik bir hal almış bulunan grup reklamı kaygısını propaganda-ajitasyon özgürlüğü olarak sunanların, buna yöneltilen eleştirileri ve bu çerçevede ortak hedefte yoğunlaşmaya çağrıyı yasakçılık saymak yoluna gitmeleri, basit bir demagojiden öteye bir değer taşımamaktadır. Ama yazık ki güya buradan, bu sorundan kaynaklanan “anlaşmazlık”lar 6 Kasım’da ortak eylem sürecini yer yer zaafa uğratabilmiştir. Birileri AB’ci teslimiyetçi Kürt hareketinin kuyruğuna takılabilmek için bu bahanenin arkasına saklanabilmişlerdir.
Komünist gençliğin bu durumda alması gereken tutum, ortak eylemin çıkarları adına şu veya bu grubun davranışlarına sınırlama getirmek değil, tam tersine tam bir propaganda-ajitasyon ve eleştiri özgürlüğünü savunmak; fakat bunu, ortak iş ve eylem yapma sürecine karşı küçük-burjuva sorumsuzluğunun etkili bir eleştirisi ve teşhiri ile de birleştirmek olmalıdır. Bu sonuncusu yazık ki gereğince yapılmıyor, oysa sürekli olarak ve bizzat yayın organlarımız üzerinden yapılmak zorundadır. Bırakalım küçük-burjuva sorumsuzluğu dilediğince boy göstersin, fakat biz de bu sorumsuzluğun anlamını, etkilerini ve sonuçlarını acımasızca eleştiriye ve teşhire tabi tutalım. Üstelik olayın olup bittiği dar alanlarda değil, fakat yayın organlarımızda ve dolayısıyla kamuoyu önünde. Sözü edilen alışkanlığın/hastalığın en iyi, en etkili, en sonuç alıcı panzehiri budur, bu davranış çizgisi olabilir ancak.
Dostları ilə paylaş: |