Peşaver geceleri


Seyyid Emir Ahmed (Şah Çırağ)’in Şahadeti



Yüklə 3,04 Mb.
səhifə7/185
tarix27.05.2018
ölçüsü3,04 Mb.
#51853
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10   ...   185

Seyyid Emir Ahmed (Şah Çırağ)’in Şahadeti


Cenab-ı Emir Ahmed o zalim kavme karşı tek başına kendisini öyle savundu ve onlara karşı öyle cesaretli ve yiğitçe davrandı ki bin üç yüz yıldan sonra şimdi de tarih erbaplarının ibret ve hasretlerine sebep olmaktadır. Nihayet, onun hakkından gelemediklerini görünce komşunun evini delip o hazretin sığındığı eve girdiler. Hazret savaştan yorulduğu zaman orada birazcık nefes alıp tekrar saldırıyordu. Duvara yaslanıp nefes aldığı vakit arkadan kafasına bir kılıç indirdiler, aynı halde diğer bir grup da evi yıkmakla meşguldüler. İşte bundan dolayı mübarek bedeni yığınca toprakların atında gizli kaldı; o harabe ev o şehrin halkı tarafından büyük çöplüğe dönüştü. Çünkü Şiraz şehrinin halkı az sayıda insanlar hariç muhaliflerindendiler. Hicri yedinci asrın evvellerine kadar yani Fars saltanatı, “Atabek Ebubekir bin Saad Muzafferuddin” şahın eline geçene dek (mübarek bedeni o yıkıklar altında gizli kaldı). Muzafferuddin şah salih bir padişahtı; otuz altı yıl süren saltanat döneminde zahit, abid, alim ve faziletli kimselere karşı çok saygı gösteriyordu ve mutahhar (pâk) İslam şeriatını yaymakta çok çaba sarf ediyordu.

Ennas-u ala din-i mulukihim”29 babından Fars memleketinin bütün vezir ve büyük şahsiyetleri pâk ve İslam şiârını koruyan kimselerdi. “Atabek Muzafferuddin” şahın yakın vezirlerinden biri de “Emir Mukarrebuddin Mesud bin Bedruddin” idi; bu vezir ümran ve bayındırlığa çok düşkün olan bir kimseydi. İşte bundan dolayı Şiraz şehrinin ortasında kötü bir durum haline gelen o çöplük yığınını kaldırılıp yerinde büyük bir bina yapılmasını emretti; bunun üzerine çok sayıda işçiler oradaki toprak ve çöpleri şehrin dışına götürmeye başladılar. Bir gün iş esnasında hiç bozulmamış ve kafasından darbe almış bir maktulün cesedini yıkıntılar altında kalmış olduğunu görüp bu meseleyi hükümete bildirirler derken vezir-i a’zem ve bir grup diğer kimseler olayın ne olduğunu öğrenmek amacıyla teftiş etmek için oraya geliyorlar.


Şah Çırağın Cesedinin Bulunması


Uzun süren teftişten sonra o genç maktulün tanınmasına sebep olan tek şey onun parmağındaki yüzük kaşına yazılmış olan şu yazı oluyor: “El İzzet-u lillah Ahmed bin Musa o mekanda Haşimi gencinin savaşıp şehit olması çok meşhur olduğundan dolayı o şerif cesedin ihtiramı farz olan İmam zade cenab-ı “Seyyid Emir Ahmed bin Kazım”ın (a.s) cesedi olduğunu anlıyorlar. Takriben dört yüz yıl geçtikten sonra o bedenin bozulmaması, görenlerin hidayetine ve bir grup muhaliflerin de basiretleşmelerine sebep oluyor.

“Atabek Muzafferuddin şah” ve vezir-i a’zamın emriyle cesedin bulunduğu yerde güzel bir anıt yapıyorlar; o şerif cesedi büyük bir ihtiramla alim ve büyük şahsiyetlerin huzurunda kazılmış olan kabre gömüyorlar. Halk bu anıta oldukça ihtiram ve saygı gösteriyor. Atabek Muzafferuddin şah H. 658. yılında vefat ediyor. H. 750’de Şiraz ve Fars saltanatı “İshak bin Mahmud”şahın eline geçiyor. Çok salihe ve hayır sever bir kadın olan şahın annesi “Meleke Taşi Hatun” O hazretin anıtını çok güzel tamir ettiriyor ve çok güzel bir kubbe de o kabrin üzerine diktiriyor. Şiraz şehrinin on sekiz fersahında vaki olan “Meymend” kasabasını da o mübarek mekana vakfediyor, halen o kasaba duruyor; Meymend’in gül suyu dünyada meşhurdur.


Seyyid Alauddin Hüseyin


Cenab-ı “Seyyid Alauddin Hüseyin”, İmam Musa Kazım (a.s)’ın diğer bir oğludur. Değerli kardeşiyle Şiraz’a gelip o şehrin bir köşesine saklanıyor, geceyle gündüzü ibadetle geçiriyor.

O yakınlarda Katlağhan’ın büyük bir bahçesi varmış, bir gün Hazret, o bahçenin bir köşesinde teferrüc30 ettiğinde onu tanıyorlar; aynı yerde onu şehit edip Kur’ân elinde olduğu bir halde toprağa gömüyorlar.

Bu olayın üzerinden yıllar geçiyor, Katlağhan ölüyor, o bahçe viran oluyor, o şanı yüce Seyyidden Safeviye zamanına kadar bir eser bulunmuyor. Safeviye zamanında bu harabe bahçede bina yaparken bedeni bozulmamış ve kanıyla boyanmış bir maktul, bir elinde Kur’ân, diğer elinde kılıç olduğu bir halde toprak altından çıkıyor; mevcut olan alamet ve karinelerle bu cesedin İma Musa bin Cafer’in şehit oğlu cenab-ı Seyyid Alauddin Hüseyin’in mübarek cesedi olduğunu anlıyorlar; o bahçede onu defnediyorlar ve “Katlağhan”31 da o kabre bir anıt yapıyor.

Yıllar geçtikten sonra “Mirza Ali Medeni” Medine’den İmam zadelerin ziyaretine32 geliyor, çok servetli olduğundan dolayı o mübarek kabrin üzerine güzel bir bina yapıyor, çok mülk ve bahçeler alıp o mübarek mekana vakfediyor. Kendisi vefat ettikten sonra (o merhumu da) o mukaddes yerde defnediyorlar. Merhum şah İsmail zamanında o kabir güzel bir şekilde tamir ediliyor; şimdiye dek bütün Fars halkının ziyaretgahı ve onların ilgi gösterdiği (mukaddes) bir yer halindedir.

Bazıları bu saygı değer Seyidin akim ve nesli olmadığını, bazıları da nesli olup fakat sonradan zürriyetinin kesildiğini yazıyorlar. Merhum seyyid Amir Ahmed (Şah çırağ)’ın da erkek evlâdı yoktu, fakat azize ve salihe bir kızı vardı. Nitekim bu mesele “Umdet’ut- Talib fi Ensab-i Âl-i Ebi Talib” kitabında mevcuttur. Bazıları da erkek evlâdının olduğunu yazıyorlar.

İbrahim Mücab


Cenab-ı seyyid Emir Muhammed Abid’e gelince; o da inzivaya çekilip ibadetle meşgul oluyor, böylece tabii ölümle dünyadan göçüyor. Çok değerli evlatları varmış; ilim, zühd, vera ve takva açısından onların hepsinden en üstün olanı, Emir’ul- Muminin Hz. Ali (a.s) tarafından uyanıkken selamının cevabı iftiharına nail olan ve bundan dolayı da (Mücab) lakabıyla meşhur olan cenab-ı Seyyid İbrahim (Mücab)’dır.

Cenab-ı Seyyid İbrahim Mücab, değerli babasının vefatından sonra mutahhar cedlerinin özellikle mübarek kabri yeni bulunan ve o zamanda büyük bir şöhrete yol açan Hz. Ali (a.s)’ın kabrini ziyaret etmek için o mukaddes ziyaretgahlara doğru hareket ediyor.



Hafız: “Emir’ul- Muminin Hz. Ali’nin (kerremellah vechehu) kabir o zamana kadar ne haldeydi ki yüz elli yıldan sonra keşf oldu?”

Davetçi: Emir’ul- Muminin Hz. Ali’nin şahadeti, Muaviye’nin hilafeti ve Beni Ümmeyye’nin azgınlığı zamanında vaki olduğundan dolayı Hazretin vasiyeti üzerine onun mübarek naşını geceleyin gizli bir şekilde defnettiler; hatta bir alâmet bile kabir üzerine bırakmadılar; O Hazretin ashap ve evlatlarından pek az insanlar defin zamanında hazırdılar. Ramazan ayının yirmi birinci gününün sabahı, durumun düşmanlara şüpheli olması ve Hazretin kabrinin yerini bilmemeleri için iki mahmil33 bağlayıp birini Medine’ye diğerini de Mekke-i Muazzama’ya doğru gönderdiler. İşte bundan dolayı Hazretin mübarek kabir yıllarca gizli kaldı, O Hazretin evlatları ve özel ashaplarından başka hiçbir kimse onun kabrinin yerini bilmiyordu.

Hafız: Böyle bir vasiyetin ve saklı kalmaya ısrar etmenin sebebi ne idi?

Davetçi: Büyük bir ihtimalle, dinsiz Beni Ümmeyye korkusundan dolayı idi. Çünkü onlar taği (azgın), yaği (isyancı, düşman, eşkıya) ve özellikle Peygamber Ehl-i Beytine (sallallahu aleyhim ecmain) buğzeden insanlardı; Hazretin mübarek kabrine edepsizlik yapılması ve bu zulmün diğer bütün zulümlerden daha kötü olması mümkündü.

Hafız: “Bu nasıl bir sözdür? Bir Müslüman öldükten sonra düşmanlık bile ortada olsa onun kabrine çirkin bir amel yapmaları mümkün mü?”

Yüklə 3,04 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10   ...   185




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin