Ehl-i Sünnet Kur’ân-ı Kerim’in Aksine Şii Müslümanları Reddetmektedir!
Burada bizzat kendi sözlerinizi senet alarak şöyle diyorum; eğer sizler zahire hükmediyor ve “La ilahe illallah, Muhammed’un Resulullah (s.a.a)” (Allah’tan başka İlah yoktur, Muhammed O’nun elçisidir) diyeni Müslüman, mümin ve kardeşiniz sayıyorsanız, o halde neden Allah-u Teala’nın birliğini ve Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in nübüvvetini ikrar eden, bir kıble ve bir kitaba inanan, farzları nafileleriyle yerine getiren, namaz kılan, oruç tutan, hacca giden, haramlardan kaçınan, humus ve zekat veren ve cismani dirilişe inanan Şii Müslümanları ve Ehl-i Beyt (a.s) taraftarlarını kafir, müşrik ve Rafızi sayarak, kendinizden uzaklaştırıyorsunuz? Harici, Nasibi ve Emevilerin tebligatlarının etkisinin halen üzerinizde olması gerçekten şaşırtıcıdır!
Aslında Müslümanları asıl ikiye bölen ve nifak çıkaranlar sizlersiniz. Çünkü sizler yüz milyondan fazla Müslüman, mümin ve muvahhidi reddediyor, onları kafir, müşrik ve Rafızî sayıyorsunuz.
Halbuki bilindiği gibi onların müşrik ve kafir olduğuna dair en küçük bir deliliniz de yoktur. Dedikleriniz hep iftira, konuları karıştırma ve safsatadır.
Kesin olarak bilin ki; bu tahrikler, Müslümanları bölüp parçalamak ve onlara hakim olmak isteyen dış güçlerinin oyunudur.
İmamet ve velayet dışında, ahkam ve kaide usullerinde hiçbir ihtilafımız yoktur. Eğer ahkamın teferruatındaki ihtilafları söyleyecek olursanız, bu tür ihtilaflar bizden çok, bizzat kendi dört mezhebiniz arasında daha şiddetlidir. Şu anda Hanefilerin; Malikiler, Şafiiler veya Hambelilerle var olan ihtilaflarını saymayı yararlı görmüyorum. İlahi adalet mahkemesinde Şii Müslümanların, şirk ve küfürlerine dair ikame edebileceğiniz iftira ve bağnazlık dışında bir delilinizin olduğunu sanmıyorum.
Ehl-i Sünnet kardeşlerin gözünde Şii Müslümanların affedilemeyecek tek günahı; Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in hadislerini, hüküm ve emirlerini, kendi heva heves ve kıyaslarıyla değiştirmemesi ve kendi fakihlerinizin, hatta büyük halifelerinizin bile reddettiği Ebu Hureyre, Enes ve Semure gibileri, kendisi ve Peygamber-i Ekrem (s.a.a) arasında aracı kabul etmemesidir. Haricilerin, Nasibilerin ve Emevilerin tahrikine kapılarak onların Şiiler hakkında attıkları iftiraları maalesef ciddiye almış ve büyük saymışlardır.
Şiilerin Hz. Ali ve Ehl-i Beyt’i İzlemelerinin ve Dört Mezhep İmamını Taklit Etmemelerinin Nedenleri
Şiiler bizzat Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in emriyle Ehl-i Beyt (a.s)’ı izlemektedir. Şiiler Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in bizzat ümmetine açtığı kapıyı kapatmayı câiz görmüyor, gönüllerinin istediği bir kapıyı da açmıyorlar. Ehl-i Sünnet’in Şiilere yaptığı en büyük itirazları; neden dört mezhep imamlarını değil de Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in Ehl-i Beyti’nden olan on iki İmamı taklit etmeleridir.
Halbuki bilindiği gibi sizler Müslümanların usulde Eş’ari veya Mutezili, füruda ise Maliki, Hanefi, Hanbeli veya Şafii olması gerektiği hakkında Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’den asla bir delil getiremezsiniz.
Ama bilindiği gibi tam aksine bizzat sizin ravilerinizin de Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’den rivayet etmiş olduğu birçok rivayet (ki bizde mütevatirdir), Ehl-i Beyti Kur’ân’la eşitlemekte ve ümmete Ehl-i Beyt’i takip etmeyi emretmektedir. Sekaleyn, Sefine (Gemi), Hıtta Kapısı ve önceki geceler yeri geldiğinde senetleriyle birlikte takdim ettiğim diğer birçok hadis bunu göstermektedir. Bunlar sizin alimlerin muteber kitaplarında yer alan ve Şiiler için en büyük sağlam senet olan rivayetlerdir.
O halde siz de kendi kitaplarınızdan bile olsa usulde Eb’ul- Hasan Eş’ari, Vasıl bin Ata ve benzerlerini; füruda ise, dört mezhep imamlarınızdan birini takip etmek gerektiğini emreden bir tek nebevi hadis söyleyebilir misiniz?
Beyler, biraz da olsa adet ve bağnazlıklarınızı kenara itiniz, Şii Müslümanların ne günahı var! Eğer sizin kitaplarınızda Ehl-i Beyt’i takip etmek gerektiğini söyleyen muteber rivayetlerden yüzde biri dahi mezhep imamlarınızdan biri hakkında rivayet edilmiş olsaydı biz de kabul ederdik.
Resulullah (s.a.a)’in Emri Üzere Ümmet Ehl-i Beyt’e Uymalıdır
Ama ne yapalım, bütün muteber kitaplarınız, bizim inançlarımızı teyit etmektedir. Eğer hepsini tek tek zikretmek icab ederse aylarca vaktimizi alır. Örnek olarak aklıma gelen bir rivayeti size rivayet edeyim; böylece Şii Müslümanların gittikleri yoldan başka bir çarelerinin olmadığını anlayasınız.
Şeyh Süleyman Belhi el-Hanefi “Yenabi’ul- Mevedde” kitabının 4. bölümünde İbn-i Abbas’tan naklen Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in Hz. Ali (a.s)’a şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir:
“Ya Ali, ben ilim şehriyim, sen de onun kapısı. Şehrime gelmek isteyen kapıdan girmelidir; sana buğzettiği halde beni sevdiğini söyleyen yalan atıyor; çünkü sen bendensin ve ben de sendenim; etin benim etim, kanın benin kanım, ruhun benim ruhum, batının benim batınım, zahirin benim zahirimdir. Sana itaat eden saadete erer, isyan eden şekavete düşer, seni seven kazanır, sana düşmanlık eden zarar eder, seninle olan kurtulur, senden ayrılan helak olur. Senin ve soyundaki İmamların benden sonraki misali; Nuh’un gemisi misalidir; ona binen kurtulmuştur, kaçınan ise boğulmuştur. Sizin misaliniz yıldızlar misalidir; kıyamete kadar bir yıldız gizlenince diğer bir yıldız ortaya çıkar.”
Şia ve Ehl-i Sünnet’in ittifak etmiş olduğu “Sekaleyn” hadisinde de şöyle buyurulmaktadır: “Eğer Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in Ehl-i Beyti’ne sarılırsanız, asla sapıklığa düşmezsiniz.” Bu hadisi sizin güvenilir ravileriniz farklı yollarla rivayet etmişlerdir. Nitekim önceki geceler bazı ravilerinize, senet zincirlerine ve muteber kitaplarınıza işaret etmeye çalıştım.
Şimdi vakit el verdiği kadarıyla gerçeği ispat etmek için tekit olsun diye arz ediyorum ki; Mutaassıp İbn-i Hacer Mekki “Savaik” kitabının 11. babının ilk bölümünün zımnında, 92. sayfada, “Onları tutuklayın, çünkü onlar sorguya çekilecekler.”135 ayetinin Tefsirinde bu konuda araştırma yapmıştır. Şeyh Süleyman Belhi el-Hanefi de “Yenabi’ul- Mevedde” kitabının 59. babında (İstanbul baskısı) 296. sayfada Savaik’ten naklen bu hadisin çeşitli yollarla rivayet edildiğini itiraf etmektedir. Nitekim İbn-i Hacer şöyle diyor: “Sekaleyn hadisi birçok yoldan ve Resulullah (s.a.a)’in 20’den fazla ashabından rivayet edilmiştir.”
Bu yollardan bazısının Arafe, bazısının Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in ölüm döşeğinde yattığı ve odasının ashabıyla dolup taştığı zamana ve bazısının da Veda hutbesine kadar uzandığını söylemektedir. İbn-i Hacer daha sonra kendi inancını şöyle açıklamaktadır: “Peygamber-i Ekrem (s.a.a) bu hadisi Kur’ân-ı Kerim ve Ehl-i Beyt’in değerini göstermek için farklı yerlerde söylemiş olabilir, bunlarda bir çelişki yoktur.”
Aynı sayfanın başında ise şöyle diyor: “Sahih bir rivayette ise şöyle yer almıştır:”Size iki emanet bırakıyorum, onlara uyduğunuz müddetçe asla sapmazsınız, bunlar Allah-u Teala’nın kitabı ve itretim olan Ehl-i Beyti’mdir.”
Taberani ise bu hadisi biraz fazlalıkla şöyle rivayet etmektedir:
“Sizden Kur’ân’ı ve Ehl-i Beyt’imi soracağım, o halde onlardan öne geçmeyin ve onlardan geri kalmayın; yoksa helak olursunuz; onlara bir şey öğretmeye kalkışmayın; zira onlar sizden daha bilgilidir.”
İbn-i Hacer kitabının 92. sayfasının sonunda bu hadisi Taberani ve benzerlerinden rivayet ettikten sonra onca taassubuna rağmen şöyle diyor: “Kur’ân-ı Kerim ve Ehl-i Beyt’in Sekaleyn olarak adlandırılmasının sebebi bu ikisinin her açıdan ağır ve vakarlı oluşlarıdır. Çünkü sıkldan maksat; temiz, beğenilmiş, değerli ve çok faydalı olan şeydir; onlar her türlü pislikten arınmıştır. Her ikisi de din ilminin madeni, ilmi hikmet ve sırlar ve şer’i hüküm ve kanunlardır.”
Bu yüzden Peygamber-i Ekrem (s.a.a) onlara sarılmayı ve onlardan öğrenmeyi emretmiştir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.a) bir yerde şöyle buyuruyor: “Hamd olsun O Allah’a ki, hikmeti biz Ehl-i Beyt’te karar kılmıştır.”
Bazılarına göre de Kur’an’la Ehl-i Beyt’i “Sekaleyn” olarak adlandırılmasının sebebi, haklarına riayetin lüzumudur. Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in Ehl-i Beyt’i bu kadar tavsiye etmesinin sebebi de onların Kur’ân ve Sünnet hususunda bilgili oluşlarıdır.
Kur’ân-ı Kerim ve Ehl-i Beyt (a.s), havuzun başında Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’e varıncaya kadar asla birbirinden ayrılmayacaklardır. Bu beyanın delili de daha önce geçen; “Onlara öğretmeye kalkışmayın; zira onlar sizden daha bilgindirler.” rivayetidir. Zira Allah-u Teala onları tertemiz yaratmış, üstün keramet ve faziletlerle topluma tanıtmıştır.
Ehl-i Beyt’e sarılma emrini içeren rivayette bir ince nükte vardır; o da şu ki; kıyamet gününe kadar dünyanın, Allah-u Teala tarafından İlahi hükümleri yaymakla görevlendirilen Ehl-i Beyt (a.s)’dan asla boş kalmayacağıdır.”
Ne ilginçtir ki kendisi de, Ehl-i Beyt (a.s)’dan ilmi yüce mertebelere ve ameli dini vazifelere sahip olanların Ehl-i Beyt (a.s)’dan olmayanlara öncelik arz ettiğini bizzat itiraf etmektedir.
Buna rağmen kendisi Resulullah (s.a.a)’in bu emrinin tam tersine öncelik hakkı olmayanları öne geçirmiş ve Ehl-i Beyt (a.s)’ı terk etmiştir. (Ey basiret sahipleri ibret alın! Fitnelerden ve bağnazlıktan Allah-u Teala’ya sığınırız!)
Şimdi siz beylerden insaf istiyorum, Kur’ân-ı Kerim ve Ehl-i Beyt’e uymayı ümmetin kurtuluş ve saadeti için yegane yol bilen bu açık emirler karşısında görevimiz nedir? Beyler, yol oldukça tehlikeli ve incedir, geçmişlerin adetini bırakın; ilim, ahlak ve insafa sarılın. Acaba biz de Kur’ân’ı değiştirip zaman ve mekanın gerektirdiği başka bir kitabı seçebilir miyiz?
Seyyid: Asla böyle bir şey olmaz; çünkü Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in emaneti, semavi muhkem bir senet ve büyük bir kılavuzdur.
Davetçi: Aferin! İşte gerçek budur; Kur’ân’ı nasıl değiştiremezsek Kur’ân-ı Kerim’in eşi ve dengi olan Ehl-i Beyt’i de terk edemeyiz. O halde Ehl-i Beyt (a.s)’dan olmayanı nasıl Ehl-i Beyt (a.s)’dan öne geçirdiler? Bendenizin bu sade sorusunu cevaplayın. Acaba Ebu Bekir, Ömer ve Osman, haklarında birçok ayet ve rivayet bulunan Ehl-i Beyt (a.s)’dan olabilir mi ki biz de Resulullah (s.a.a)’in hükmü gereği onlara itaat etmek zorunda olalım?!
Seyyid: Asla, hiç kimse Ali dışında diğer reşit halifelerin Ehl-i Beyt (a.s)’dan olduğunu söylememiştir; ama onlar Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in salih sahabelerindendiler.
Davetçi: Lütfen söyleyin; Peygamber-i Ekrem (s.a.a) bir ferde veya topluluğa itaati emredince bazısının; “Başkalarına uymamız bizim salahımızadır” demesi doğru mudur? O diğer insanlar her ne kadar mümin ve salih bile olsalar, Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in emrine mi uymamız icab eder, yoksa ümmetin salihlerine mi?
Dostları ilə paylaş: |