Peşaver geceleri


Peygamber (s.a.a)’in Hz. Ali’yi Kadılık ve Halkın



Yüklə 3,04 Mb.
səhifə169/185
tarix27.05.2018
ölçüsü3,04 Mb.
#51853
1   ...   165   166   167   168   169   170   171   172   ...   185

Peygamber (s.a.a)’in Hz. Ali’yi Kadılık ve Halkın

Hidayeti İçin Yemen’e Göndermesi


Nitekim büyük alimleriniz, Hz. Ali (a.s)’ın, hidayetleri ve aralarında hüküm vermesi için Yemen’e gönderilmesini detaylıca rivayet etmişlerdir. Özellikle de imam Nesai, Hasais’ul- Alevi’de bu babda altı hadis rivayet etmiştir. Rağıb İsfahani Muhazarat’ul- Üdeba c. 2, s. 212’de ve diğerleri senetleriyle kısa olarak şöyle rivayet etmişlerdir: “Peygamber (s.a.a) Hz. Ali’yi, kadılık ve halkın hidayeti için Yemen’e göndermek isteyince, Hz. Ali (a.s); “Ben gencim beni nasıl kavmin yaşlılarına gönderiyorsun?” dediğinde, Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdular: “Allah-u Teala, kalbini (kadılık ilmine) hidayet edecek, dilini ise sabit kılacaktır.”

Eğer yaşlılık öncelik hakkı olmuş olsaydı, Ebu Bekir gibi yaşlı sahabilere rağmen neden Hz. Ali (a.s)’ı, hidayetleri ve aralarında kadılık yapması için Yemen halkına doğru gönderdi?

Dolayısıyla bundan anlaşıldığı gibi insanları hidayet etme ve onların arasında kadılık yapmada, yaşlılık ve gençliğin hiçbir etkisi yoktur. Sadece ilim, fazilet, takva ve özel bir nass gereklidir. Kur’ân-ı Kerim ve rivayetlerde böyle bir nass sadece Hz. Ali için vardır.

Peygamber (s.a.a)’den Sonra, Hz. Ali (a.s)

Ümmetin Hidayetçisi İdi


Nitekim Ra'd suresi 7. ayette şöyle buyurulmuştur: “Sen ancak bir uyarıcısın ve her toplumun bir hidayet önderi vardır.”

Peygamber (s.a.a)’den sonra ümmetin rehberi Hz. Ali ve Ehl-i Beyt’tir. Nitekim imam Sa’lebi Keşf’ul- Beyan tefsirinde, Taberi kendi tefsirinde, Muhammed bin Yusuf Kifayet’ut- Talib 62. Bab’da (İbn-i Asakir’in tarihinden müsned olarak naklen), Şeyh Süleyman Belhi Yenabi’ul- Mevedde’nin 26. babının sonunda Sa’lebi, Himvini, Hakim Ebu’l- Kasım Haskani, İbn-i Sabbağ Maliki, Mir Seyyid Ali Hemedani’den naklen, onlar da İbn-i Abbas, Hz. Ali (a.s) ve Ebu Bureyde Eslemi’den farklı tabirlerle on bir rivayet nakletmektedirler. Onların hepsinin özeti şöyledir:

“Bu ayet nazil olunca Peygamber (s.a.a) elini göğsüne dayayıp; “Ben bir uyarıcıyım” buyurdu. Sonra da elini Ali (a.s)’ın göğsüne dayayıp; “Sen hidayet önderisin; doğru yola hidayet olanlar seninle hidayeti bulur” buyurdular.”

Eğer başkaları hakkında da böyle naslar olmuş olsaydı, biz de onlara uyardık. Ama sadece Ali (a.s) hakkında olduğu için genç ve yaşlılığa bakmadan ona uymak zorundayız.


Hz. Ali’nin Karşısındaki Desiseler ve Hakiki Siyasetle Mecazi Siyaset Arasındaki Fark


Sizin; “Ali (a.s)’ın genç ve tecrübesiz olduğuna, hilafet gücüne sahip olmadığına, 25 yıl sonra hilafete geçince de siyasetsizliği sebebiyle birçok kanların döküldüğüne ve isyanların baş gösterdiğine” dair söylediğiniz sözünüze gelince; bilemiyorum bu beyanınız kasıtlı mı, unutkanlıktan mı, yoksa atalarınıza uyduğunuzdan mıdır? Aksi takdirde alim ve dikkatli bir insan asla böyle bir şey söylemez.

Siyasetten maksadınız nedir bilemiyorum. Eğer maksat kendi makam ve mevkisini korumak için baş vurulan iftira, yalan, hile ve desiseyse, itiraf edeyim ki Hz. Ali (a.s) böyle bir siyasete sahip değildi ve asla böyle bir siyasetçi olmamıştır. Çünkü bunlar siyasetin gerçek manası değildir; aksine kötülük, hile, hokkabazlık ve desisedir. Makam düşkünü insanlar kendi konumlarını korumak ve hedeflerine ulaşmak için bundan istifade etmektedirler.

Gerçek siyaset, adalet ve insafla her şeyi yerli yerine oturtmaktır. Bu tür siyaset, mevki düşkünü olmayan kimseler nezdinde bulunmaktadır. Bunlar sadece hakkın icrasını isterler. Hz. Ali (a.s) da hak, gerçek, adalet, insaf ve sadakat ehli olduğu için başkalarında olan o kötü anlamdaki siyasetten münezzeh idi.

Nitekim daha önce dediğim gibi Hz. Ali (a.s) hilafete geçince hemen bütün hakim ve memurlarını azletti. Amcası oğlu Abdullah bin Abbas, bütün bölgelerin hakim ve memurları kendisine teslim oluncaya kadar bu hükmü askıya almasını ve tedricen uygulamasını söylediyse de Hz. Ali (a.s) şöyle buyurdu:

Zahiri siyaseti korumak için iyimser düşünüyorsunuz, ama hiç biliyor musunuz ben o zalim hakimleri yerlerinde bıraktığım ve zahiri siyaset gereği onlara razı olduğum takdirde yaptıkları bütün işlerden ben de Allah-u Teala katında sorumlu olacağım ve hesap günü cevap vermem gerekecek. Kesin bilin ki Ali asla böyle bir şey yapmaz.”

Bu yüzden adaleti korumak için hemen hakimleri azletti ve bundan dolayı da Muaviye, Talha, Zübeyr ve diğerleri isyan ettiler. Muhalefet bayrağı yükselterek heva ve hevesleri üzere kan döktüler.

Taberi kendi tarihinde, İbn-i Abdurrabbih Ikd’ul- Ferid’de, İbn-i Ebi’l- Hadid ise Nehc’ul- Belağa Şerhi’nde açıkça kaydetmişlerdir ki Hz. Ali defalarca şöyle buyurmuştur:

Eğer din, takva, adalet ve insafı gözetmeseydim, bütün Araplardan daha zeki, kurnaz ve dahi olurdum.”

Beyler yanlış düşünüyorsunuz, boş lafların etkisinde kalıyorsunuz. Hz. Ali (a.s) dönemindeki isyanların ve dağılmaların O Hazretin siyasetsizliğinden kaynaklandığını mı düşünüyorsunuz? Halbuki durum böyle değildi. Aksine bir takım deliller vardı ki, vakit dar olduğundan dolayı sorunun açıklığa kavuşması için onlardan sadece bazısına işaret edeceğim.

Hz. Ali’nin Hilafeti Dönemindeki

Kıyamların Sebepleri


Evvela; yirmi beş yıla yakın bir zamanda, insanlar Hz. Ali (a.s)’ın düşmanlığı ve kiniyle terbiye edildiler. Dolayısıyla bir anda onun hilafetini kabul edemezlerdi. Nitekim hilafetinin ilk günlerinde eşraftan birisi mescide girip Hz. Ali (a.s)’ın minberde olduğunu görünce yüksek sesle şöyle demişti: “Halife Ömer yerine minberde Ali’yi gören gözlerim kör olsun.”

İkinci olarak; dünya talep insanlar onun adaletini kabul edemiyorlardı. Özellikle de Osman zamanında Emevi hakimleri mutlak bir özgürlük içindeydi, dolayısıyla kendi arzu ve isteklerini temin edecek birinin iş başına gelmesini istiyorlardı. Nitekim Muaviye döneminde bütün arzuları gerçekleşti ve dünyevi hedeflerine ulaştılar.

İlk başta Hz. Ali (a.s)’a biat eden Talha ve Zübeyr, Hz. Ali’den istedikleri makamları elde edemeyince hemen biatlerini bozup Cemel ve Basra fitnesini çıkardılar.

Üçüncü olarak; dikkatle tarihi incelerseniz ve insaflıca hüküm verirseniz, Hz. Ali (a.s)’ın hilafetinin ilk günlerinde insanları fitne ve fesada teşvik edenin, kan dökmeye çağıranın kim olduğunu açıkça görürsünüz. Şüphesiz ki bu kimse Aişe’dir. Sünni ve Şii bütün muhaddis ve tarihçilerin yazdığı üzere Aişe, evden çıkmamasını emreden Peygamber (s.a.a)’e muhalefet ederek deveye binip Basra’ya gitmiş, fitne fesat çıkarmış, birçok Müslüman’ın kanının dökülmesine sebep olmuştur.

Dolayısıyla bu fitne ve fesatların nedeni Hz. Ali (a.s)’ın siyasetsizliği değildi, aksine 25 yıl boyunca kin içinde yaşayanlar, Aişe’nin düşmanlığı ve dünya perestlerin arzuları bütün bu fitne ve fesatlara neden olmuş ve haksız yere kan dökmüştür.

Ayrıca tarihe bakmadan iç savaşların ve dökülen kanların Hz. Ali (a.s)’ın siyasetsizliğinden kaynaklandığını zannediyorsunuz. Halbuki aslında bütün zahiri savaşların ve dökülen kanların sebebi Aişe idi. Peygamber (s.a.a)’in bütün yasaklamalarına rağmen Hz. Ali (a.s)’ın karşısında kıyam etmiş, savaşların ve dökülen kanların sebebi olmuştur.

Eğer Aişe kıyam etmeseydi, hiç kimse onun karşısında kıyam edemezdi. Zira Peygamber (s.a.a) açıkça şöyle buyurmuştur: “Ali ile savaşan benimle savaşmıştır.” Dolayısıyla insanları cesaretlendiren ve Hz. Ali (a.s) ile savaşan Aişe idi. Aişe Cemel savaşanı başlatarak ve Hz. Ali’ye kötü laflar ederek halkı cesaretlendirdi.


Yüklə 3,04 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   165   166   167   168   169   170   171   172   ...   185




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin