Peşaver geceleri


Muhammed Âl’ine Salavat Getirmek Sünnet Teşehhüd’de ise Farzdır



Yüklə 3,04 Mb.
səhifə17/185
tarix27.05.2018
ölçüsü3,04 Mb.
#51853
1   ...   13   14   15   16   17   18   19   20   ...   185

Muhammed Âl’ine Salavat Getirmek Sünnet Teşehhüd’de ise Farzdır


Özellikle Buhari, “Sahih-i Buhari”nin üçüncü cildinde, Müslim “Sahih-i Müslim”in birinci cildinde, Süleyman Belhi el-Hanefi “Yenabi’ul- Meveddet”de, hatta mutaassıp İbn-i Hacer “Savaik”de ve diğer büyük alimleriniz Ka’b bin Acze’den şöyle naklediyorlar: “İnnellah’e ve melaiketehu yusellune ale’n- nebiy...” ayeti nazil olduğunda Resulullah’a: “Ya Resulellah! Sana nasıl selam verilmesini öğrendik, nasıl salat edelim?” dediğimizde buyurdular ki: “Şöyle salat edin: “Allahumme salli ala Muhammed’in ve Âl-i Muhammed”

Diğer rivayetlerde de şu cümle izafe edilmiştir: “Kema salleyte ala İbrahim’e ve Âl-i İbrahim, inneke Hamid’un Mecid.”

İmam Fahri Razi, Tefsir-i Kebir’in altıncı cildinde şöyle naklediyor: Resul-ü Ekrem’den “sana nasıl salat edelim?” sorduklarında şöyle söyleyin buyurdular:

Allahumme salli ala Muhammed’in ve ala Âl-i Muhammed, kema salleyte ala İbrahim’e ve ala Âl-i İbrahim ve barik ala Muhammed’in ve ala Âl-i Muhammed, kema barekte ala İbrahim’e ve ala Al-i İbrahim, inneke Hamid’ün Mecid.”

İbn-i Hacer aynı rivayeti az bir farklılıkla Hakim’den nakletmiştir ve bu hususta kendi görüşünü şöyle açıklamıştır: “Bu (mezkur) hadiste, Peygamber’e ve Âl-ine (Ehl-i Beyt’ine) salavat getirmenin emir edilmesine dair pek açık bir delil vardır.

Yine Resulullah (s.a.a)’in şöyle buyurduğunu nakletmiştir:

Bana kesik salavat getirmeyin.”

Ya Resulellah, kesik salavat nedir? dediklerinde:

Allahumme salli ala Muhammed” söyleyerek susmanızdır; halbuki şöyle söylemelisiniz: “Allahumme salli ala Muhammed ve ala Âl-i Muhammed” buyurdular.

Deylemi de Resulullah’ın şöyle buyurduğunu nakletmiştir:

Muhammed ve Âl’ine (Ehl-i Beyt’ine) salavat getirilmedikçe dua örtülü kalır (icabete erişmez).”

Şafii’nin şöyle dediğini naklediyorlar:



Ey Resulullah’ın Ehl-i Beyti! Sizin sevginiz,

Allah tarafından Kur’ân’da farz kılınmıştır.

Bu büyük makam size yeter ki

Size salavat getirmeyenin namazı kabul olmaz.72

Resulullah (s.a.a)’in şu buyruğu gereğince: “Namaz dinin sütunudur; o kabul olursa diğer ameller de kabul olur; o kabul olmazsa diğer ameller de kabul olmaz.” bütün amallerin kabul olması namaza bağlıdır; az önce zikrettiğimiz hadis gereğince de namazın kabul olması Şafii’nin de itiraf ettiği gibi Muhammed ve Âl-i Muhammed’e salavat getirmeye bağlıdır. Seyyid Ebubekir bin Şehabuddin Alevi “Reşfet’üs-Sadi min Bahri Fezail-i Beni’n- Nebiyyi’l- Hadi” kitabının ikinci babında Muhammed ve Âl-i Muhammed’e salavat getirmenin farz olması hususunda beyanlarda bulunmuş ve Nesai, Dar-u Kutni, İbn-i Hacer ve diğer kimselerden de Teşehhüd’de Hz. Peygamber (s.a.a)’in mübarek isminden sonra Âl-i Muhammed’e (Muhammed Ehl-i Beytine) de salavat getirmenin farz olmasına dair deliller zikretmiştir. Artık vakit geçtiğinden dolayı daha fazla izahta bulunmaktan vazgeçiyorum ve hükmü beylerin temiz vicdanlarına bırakıyorum.

Binaenaleyh (siz Ehl-i Sünnet kardeşlerimiz) Peygamber (s.a.a)’in Ehl-i Beytine selam ve salat etmenin bidat olmadığını, aksine Peygamber’in bizzat kendi düsturuyla bir sünnet ve ibadet olduğunu tasdik ediyorsunuz. Bunları, Ehl-i Sünnet kardeşlerimize yanlış aktaran Hariciler, Nasibiler, mutaassıp ve inatçı düşmanlardan başka kimse kesinlikle inkar etmez. Bu hükümde Hatem’ul- Enbiya (s.a.a)’in kenarında yer alan ve zikirde başkalarından önde olan kimseleri başkalarıyla kıyas etmenin ve diğer kimseleri O’nlardan üstün bilmenin cehalet, taassup ve bilgisizlikten kaynaklanması pek açıktır.

Söz buraya vardığında vakit gece yarısını geçtiğinden ve mecliste bulunanlardan bazılarında yorgunluk eseri görüldüğünden dolayı konuşmaya son verdik. Çay içtikten ve yarın gece daha erken gelinmesini kararlaştırdıktan sonra beyler dağıldılar.




ÜÇÜNCÜ OTURUM


(25 Recep 1345 Pazar akşamı)

Akşam namazını yeni bitirmiştik beyler geldiler, hal hatır sorduktan sonra onlar çay içmekle meşgul iken, ben de bu arada yatsı namazını kılarak rahat bir zihin ile beylerin sözlerini dinlemek için hazır oldum.



Hafız: Kıble sahip (alicenap) dün gece eve gittiğimizde; “Niçin çeşitli milletlerin akidelerini etraflıca araştırmıyor, onları dikkatle incelemiyoruz; sizin deyiminizle niçin mutaassıp kimselerin bazı kitaplarıyla yetiniyoruz? Böylece bir takım hakikatler bizden gizli kalıyor?” diye düşünerek kendimi hayli kınadım.

Davetçi: Allah Teala; “Hüccet’ül- Baliğe (en üstün delil) Allah’ındır.” buyurduğuna göre dün geceki toplantı da İlahi hüccetlerden biriydi.

Beyler, sohbetin evvelinde birazcık alışkanlıklardan dışarı çıkıp insaf, ilim ve akıl gözüyle sözlerime dikkat ettiniz. Bilmelisiniz ki söylediğim şeyler ilim, akıl, mantık ve hakikat ölçüleri üzeredir. Mübarek kulaklarınıza doldurdukları ve aklınızı kurcaladıkları şeyler, içinizdeki mutaassıp ve bencil kimselerin inatlarından kaynaklanmıştır.

Allah şahittir ki, bu toplantılarda konuşurken galibiyet ve mağlubiyet fikrinde değilim; tek hedefim Ehl-i Beyt hakkını ve onların mektebini savunarak hakikatlerin ortaya çıkmasını sağlamaktır.

Hafız: Dün geceki konuşmalarınızdan Şia’nın çeşitli gruplara ayrıldığı ortaya çıktı. Acaba Şia’nın hangi grubu haktır ve onların hangisinin söz ve akidelerini doğru biliyorsunuz? Eğer mümkünse konunun aydınlığa kavuşması için bu grupları ve bahsimiz konusu grubu açıklayınız.

Davetçi: Dün gece, Şia çeşitli gruplara ayrılmıştır diye bir şey arz etmedim. Dün gece, Şîa’nın manasını arz ettim; yani Şia, Allah ve Peygamber’e itaat eden ve Resulullah’ın emri gereğince risalet ailesinin takipçileri olan bir fırkadır. Ama bazı oyuncu fırkalar kendilerini Şia göstererek her şeyden habersiz cahil insanları kendi çevrelerine toplamış kutsal Şia isminden su-i istifade etmişlerdir; batıl inançları hatta küfür ve zındıklığı bu isimle insanlar arsında yaymışlardır. İşte bundan dolayı gerçekler üzerinde tahkik yapmayan bir takım cahil insanlar onları tarihte Şia adıyla anmışlardır. Onlar gerçekte dört fırkaya ayrılmaktadır; o dört fırkadan sadece iki tanesi baki kalmıştır, diğer iki tanesi ise tamamiyle yok olmuştur; baki kalan iki fırkadan da çeşitli fırkalar ortaya çıkmıştır. Dört fırka şunlardan ibarettir: Zeydiyye, Kiysaniyye, Kaddahiyye, Gulat.


Yüklə 3,04 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   13   14   15   16   17   18   19   20   ...   185




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin