Hz. Ali’nin İmanı Küfürden Sonra Değil, Fıtrattan Olan İmandı
Hz. Ali (a.s)’ın herkesten önce iman etmesi faziletine ilave, bu konuda yalnızca kendisine özgü ve bütün faziletlerden daha önemli olan başka bir fazileti daha vardır. O da, O’nun imanının fıtrattan olmasıdır; diğerlerinin imanı ise küfürlerinden sonra idi.
Emir’ul- Muminin Ali (a.s) bir an bile müşrik olup puta tapmadı. Ama diğer Müslümanlar putperestlikten kurtulup iman ettiler. (Zira O Hazret, buluğ çağına ermeden iman etmişti.) Nitekim Ebu Naim İsfehani “Ma Nezel’el-Kur’an’u fi Ali’yyin” kitabında ve Mir Seyyit Ali el-Hemedani “Meveddet’ul- Kurba”da İbn-i Abbas’tan şöyle nakletmişlerdir:
“Allah’a and olsun ki (ashap içerisinde) Ali bin Ebi Talip’ten başka herkes, puta taptıktan sonra Allah’a iman etmiştir. Ama O, puta tapmaksızın Allah’a iman etmiştir.”
Muhammed bin Yusuf-u Genci eş-Şafii “Kifayet’ut- Talib”in 24. babında kendi senetleriyle Resulullah (s.a.a) ’ten şöyle buyurduğunu naklediyor:
“Ümmetlerin (iman ve tevhitte) öne geçenleri, üç kişidir; bunlar Allah’a bir an bile ortak koşmamışlardır: Habib’un- Neccar Mümini-i Âl-i Yasin, Huzkayl Mümin-i Âl-i Firavun ve Ali bin Ebi Talip. İşte sıddıklar bunlardır. Bunların en efdali ise Ali’dir.”
Nitekim Hz. Ali (a.s), Nehc’ul Belağa’da şöyle buyurmuştur:
“Ben (tevhid) fıtratı üzere doğdum, (Allah’a) iman ve (Resulullah’la) hicrette herkesten öne geçtim.”
Yine Hafız Ebu Naim İsfehani, Muhammed bin Yusuf-u Genci eş-Şafii, sizin İbn-i Ebi’l- Hadid ve diğer büyük alimleriniz şöyle nakletmişlerdir: “Şüphesiz, Ali bir an bile Allah’a şirk koşmadı.”
İmam Ahmed bin Hanbel “Müsned”’inde, Süleyman-ı Belhi el-Hanefi “Yenabi’ul- Mevedde”de İbn-i Abbas’ın Zem’at bin Harice’ye şöyle dediğini nakletmişlerdir:
“O, (Hz. Ali) hiçbir zaman puta tapmadı, şarap içmedi ve (Resulullah’ın peygamberliğine) iman edenlerin ilkidir.”
İbn-i Meğazili eş-Şafii’nin “Fezail”de, İmam Ahmed bin Hanbel’in “Müsned”de, Hatip Harezmi’nin “Menakıb”da, Süleyman Belhi el-Hanefi’nin “Yenabi’ul- Mevedde”de ve diğer büyük alimlerinizin Resulullah (s.a.a)’ten naklettiği bu hadisi görmediniz mi ki, kalkıp da; “Şeyheynin (Ebu Bekir’le Ömer’in) imanı, Ali’nin imanından daha üstündür” diyorsunuz? O hadis şudur: Resulullah (s.a.a) buyurmuştur ki:
“Ali’nin imanı ümmetin imanıyla tartılırsa, Ali’nin imanı ümmetimin imanından -kıyamette kadar- daha ağır basar.”
Yine Mir Seyyid Ali el-Hemedani “7. Meveddet”de, Hatip Harezmi “Menakıb”de, imam Sa’lebi de tefsirinde, Ömer bin Hattap’tan şöyle nakletmişlerdir: “Şahadet ediyorum ki, Resulullah’ın şöyle buyurduğunu duydum:
“Eğer yedi gökle yedi yer terazinin bir kefesine, Ali’nin imanı da diğer kefesine konulursa, Ali’nin imanı ağır basar.”
Meşhur şair Abdi (Süfyan bin Mus’ab-ı Kufi) bu konu üzerine şiirinde şöyle demiştir:
Şehadet ediyorum ki Muhammed bize bir söz buyurdu;
Bu söz kimseye gizli kalmamalı;
Eğer gök ve yede bulunan bütün mahlukatın imanı,
Terazinin bir kefesine bırakılsa,
Ali’nin imanı da diğer kefesine bırakılsa,
Daha ağır basar Ali’nin imanı.
Hz. Ali, Bütün Ashap ve Ümmetten Daha Faziletliydi
Şafilerin meşhur fıkıh alimi Mir Seyyid el-Hemedani Mevedde-t’ul- Kurba kitabında bu konuda bir hayli hadis naklederek Hz. Ali’nin faziletlerini delil ve sahih hadislerle ispat etmiştir. Yedinci Meveddet’te İbn-i Abbas’tan şöyle nakletmiştir: Resulullah (s.a.a) buyurdular:
“Benim zamanımda bütün alemlerin erkeklerinin en üstünü, Ali’dir.”
Sizin kendi insaflı büyük alimlerinizin çoğunun görüşü de Hz. Ali (a.s)’ın diğer ashaptan daha üstün oluşudur. Nitekim İbn-i Ebi’l- Hadid “Nehc’ul- Belağa Şerhi”nin 3. cildinin 40. sayfasında şöyle yazıyor: Mutezile şeyhlerinden Ebu Cafer İskafi’nin bir kitabı elime geçti; o kitapta şöyle yazmıştı: Buşr bin Mutemer, Ebu Musa, Cafer bin Mübeşşir ve Bağdat’ın diğer eski alimlerinin mezhebi (görüşleri) şu idi:
“Müslümanların en üstünü, Ali bin Ebu Talip’tir, daha sonra oğlu Hasan, daha sonra oğlu Hüseyin, daha sonra Abdulmuttalib oğlu Hamza ve Ebu Talip oğlu Cafer’dir...”
Bizim şeyhimiz Ebu Abdullah Basri, Şeyh Ebu’l- Kasım Belhi ve Şeyh Ebu’l- Hasan Hayyat (Bağdat’ın sonraki alimlerinden) genellikle Ebu Cafer İskafi’nin görüşünde (Hz. Ali’nin üstünlüğü kanaatinde) idiler. Üstün olmalarından amaçlanan ise, O’nların sevaplarının herkesten fazla olması, Allah Teala yanında en değerli zatlar olmaları ve kıyamet günü makamlarının herkesten daha yüksek olmaları idi.
Daha sonra aynı sayfanın sonunda Mutezile inancını şiir kalıbında beyan ederek şöyle demiştir:
“Muhammed Mustafa (s.a.a)’dan sonra Allah’ın en üstün kulu ve en şereflisi,
Vasilerin efendisi ve Betul’un kocası olan Murteza Ali’dir.
O’ndan sonra O’nun iki oğlu, sonra Hamza ve Cafer’dir.
Onlardan sonra ise Atik (Zeyd)’tir; bu inkar edilemez.
Şeyh: Siz alimlerin, halife Ebu Bekir’in imanının üstünlüğünün ispatı hakkındaki görüşlerini bilmiş olsaydınız, böyle beyanda bulunmazdınız.
Davetçi: Siz de taassup sahibi alimlerden yüz çevirip insaflı alimlere yönelseniz, onların hepsinin Hz. Ali (a.s)’ın üstünlüğünü tasdik ettiğini göreceksiniz.
Örneğin: İbn-i Ebi’l- Hadid el-Mutezili’nin “Nehc’ul- Belağa Şerhi”nin c. 3, s. 263’ne bakınız. sizin; “Ebu Bekir’in imanı, Ali’nin imanından daha üstündür” beyanınızın aynısını Cahiz’den aktarmış ve büyük Mutezile alimi Ebu İskafi’nin bu iddiaya ilişkin verdiği cevabı da genişçe nakletmiştir. İskafi verdiği cevapta, Hz. Ali’nin küçük yaşta ettiği imanın Ebu Bekir ve bütün sahabelerin imanından daha üstün olduğunu akli ve nakli delillerle ispat etmektedir. Daha sonra sayfa 275’de şöyle devam ediyor: Ebu Cafer şöyle dedi:
“Biz ashabın fazilet ve selefliğini inkar etmiyoruz; fakat içlerinden herhangi birinin Hz. Ali (a.s) ’dan üstün olduğu düşüncesini reddediyoruz.”
Şu ana dek konuşulan sözlere göre, Hz. Ali (a.s)’ı diğer sahabeyle kıyaslamak doğru değildir. Zira O Hazretin makamı o kadar yücedir ki, O’nu herhangi bir sahabe veya başka birisiyle kıyaslayamayız. Nerede kaldı ki, siz tek taraflı olan birkaç (faraza ki doğru) hadisle, sahabenin faziletlerini, O Hazretin yüce makamı karşısında üstün gösterebilesiniz!
Nitekim Mir Seyyid Hemedani, “Meveddet’ul- Kurba”nın 7. Mevedde’sinde, Ahmed bin Muhammed el-Kurzi’den şöyle dediğini naklediyor: Abdullah bin Ahmed bin Hanbel’den şöyle dediğini duydum:
“Babam Ahmed bin Hanbel (Hanbelilerin reisi)’den, sahabenin fazileti ve makamı hakkında sorduğumda, Ebu Bekir, Ömer ve Osman’ın isimlerini zikredip sustular. Dedim ki: “Babacığım, Ali bin Ebu Talip nerde kaldı? (Yani neden O’nun ismini zikretmediniz?)” Dedi ki: “O, Ehl-i Beyt’tendir; bunlar O’nunla kıyaslanamaz.” Yani Kur’an’-i Kerim’in ayetleri ve Peygamber-i Ekrem’in sözleri hükmüne göre, Risalet Ehl-i Beyti’nin makam ve mertebesi, en üstün makam ve mertebelerdir; Hz. Ali’nin makam ve mertebesi de bütün sahabe ve diğerlerinden daha yücedir; O’nun ismini ashabın sırasında değil, nübüvvet ve risalet sahibi kimselerin arasında zikretmek gerekir.
Nitekim “Mübahele” ayetinde, Allah Teala O’nu, Resulullah’ın nefsi mesabesinde (derecesinde) tanıtmıştır. Bunun kanıtı başka bir hadistir. “Meveddet”in 7. faslında Ebu Vail’in Abdullah bin Ömer bin Hattap’tan şöyle naklettiği zikr olunmuştur: “Bir gün Resulullah’ın sahabesini sıralıyorduk. Ebu Bekir, Ömer, Osman dedik. Adamın birisi; Ey Ebu Abdurrahman (Abdullah bin Ömer’in künyesi)! Peki Ali (O’nu neden saymadınız)? diye sordu. Abdullah da cevaben şöyle dedi:
“Ali, Ehl-i Beyt’tendir. O’nunla kimse kıyaslanamaz. O, Resulullah (s.a.a) ile beraber ve O’nun derecesindedir.”
Yani Hz. Ali’in makamı, ümmetin ve sahabenin makamı sırasında değildir; O’nun makamı, Resulullah (s.a.a)’in makamı ve derecesindedir.
Müsaade buyurursanız “Meveddet” kitabının aynı faslında yer alan başka bir hadisi de huzurlarınıza sunayım. Cabir bin Abdullah-i Ensari’den şöyle naklediyor:
“Bir gün Resulullah (s.a.a), Muhacir ve Ensar’ın huzurunda. Ali’ye hitaben şöyle buyurdular:
“Ey Ali! Eğer bir kimse, Allah-u Teâla’ya hakkıyla ibadet eder de sonra seninle Ehl-i Beytinin insanların en üstünü olduğunuz hakkında şüphe ederse, yeri cehennem ateşi olur.”
(Mecliste bulunanların hepsi, özellikle de Hafız, bu hadisi duyar duymaz, şüphe edenlerden olmaması için istiğfar ettiler).
Velhasıl bunlar, Hz. Ali’nin bütün ümmet ve sahabeden daha faziletli ve üstün olduğu hakkında nakledilen hadislerden birer örnekti. Sizler, ya muteber kitaplarınızda bulunan bunca sahih hadisleri reddedeceksiniz veya aklın ve naklin hükmüne göre, Hz. Ali’nin Ebu Bekir ve Ömer’in de içlerinde bulunduğu tüm sahabelerden daha üstün olduğunu kabul edeceksiniz.
Hz. Ali (a.s) Ahzab ve Hendek savaşında, Arapların kahramanı olan Amr bin Abduvud’u öldürdükten sonra Resulullah (s.a.a)’in buyurduğu, her iki fırkanın da ittifak ettiği şu hadise: “Ali’nin Hendek günündeki vurduğu bir darbesi, insan ve cinlerin ibadetinden daha üstündür.” iyice dikkat ederseniz, Hz. Ali’nin bir amelinin tüm insan ve cinlerin ibadetinden üstün oluşu O’nun diğer amelleriyle birlikte göz önünde bulundurulmuş olursa, o zaman O Hazretin diğerlerinden üstün oluşu daha iyi anlaşılmış olur. Bunu, çok inatçı ve mutaassıp kimselerden başkası inkar etmez.
Eğer Hz. Ali’nin (a.s) üstünlüğüne hiçbir delil olmasa bile, Mübahele ayeti (ki ayette Allah Teala onu Peygamberin nefsi olarak zikretmiştir) O’nun bütün ashap ve diğer insanlardan üstünlüğünü ispatlamaya yeter. Zira Resulullah (s.a.a)’in geçmişlerin ve geleceklerin en üstünü olduğu sabittir. Öyleyse Mübahele ayetindeki “Enfüsena” kelimesinin hükmünce, Hz. Ali (a.s) da geçmiş ve geleceklerin en üstünüdür.
O halde beyler tasdik ediniz ki, “Velleziyne meahu” nün (Resulullah’la birlikte olanın) gerçek mısdakı, mevlamız Emir’ul- Müminin Ali (a.s)’dır. Hz. Ali (a.s), İslâm daha zuhur etmeden önce Resulullah (s.a.a) ile beraberdi; İslâm zuhur ettikten sonra da Resulullah (s.a.a)’in ömrünün sonuna kadar sürekli olarak O’nunla birlikte olmuş, yaşamında en küçük hata ve yanlışlık bile görülmemiştir.
(Söz buraya vardığında namaz vakti oldu, beyler namazlarını kılmak için ayağa kalktılar. Namazlarını kılıp çay içtikten sonra, söz Davetçi tarafından başladı.)
Davetçi: Hz. Ali (a.s)’ın Resulullah (s.a.a) hicret ettiği gece O’nunla beraber hareket etmemesine gelince, bunun sebebi çok açıktır. Zira Resulullah (s.a.a)’in emriyle O Hazretin uhdesine ağır görevler bırakılmıştı. Bu nedenle O, Mekke’de kalmalı ve görevlerini yerine getirmeliydi.
Halkın emanetlerinin kendilerine geri verilmesi için, Resulullah (s.a.a)’in Hz. Ali’den daha emin bir kimsesi yoktu. (Bilindiği gibi Hz. Peygamber (s.a.a), dost ve düşmanlarının ittifakıyla Mekke ehlinin emin bildiği bir kimse idi. Bunun için düşmanları bile emanetlerini O Hazretin yanına emanet olarak bırakırlardı. İşte bu yüzden İslâm’dan önce kendisine Muhammed-i Emin derlerdi.)
Hz. Ali’nin uhdesine bırakılan vazifelerden bir diğeri de, Resulullah (s.a.a)’in ailesiyle geri kalan Müslümanları Medine’ye ulaştırmaktı.
Bunlara ilâveten, eğer o gece Hz. Ali, her ne kadar mağarada Hz. Peygamberle birlikte değildiyse de, ondan daha büyük bir makamı elde etmiştir; o da Resulullah’ın yatağında yatmasıdır. Ebu Bekir Resulullah (s.a.a)’in tufeylisi olarak “ikisinden ikincisi” sayılıyorsa, aynı gece, mağarada arkadaşlıktan daha önemli ve daha iyi olan bir iş için müstakil olarak bir ayet Hz. Ali (a.s)’ın methinde nazil olmuştur. Hz. Ali’nin bu ameli, her iki fırkanın ittifakıyla O’nun iftihar edilir menkıbe, makam ve faziletlerinden biri sayılmaktadır. Eğer o gece Hz. Ali’nin fedakarlığı ve canından geçmesi olmasaydı, Hz. Peygamber’in canı büyük bir tehlikeyle karşı karşıya kalırdı.
Dostları ilə paylaş: |