Ehl-i Beyt İmamlarının Kabirlerini Ziyaret Etmenin Faydaları
Masum İmamların kabirlerini ziyaret etmenin manevi faydaları ve uhrevi (ahiret) sevaplarının yanı sıra, dünyevi yararları da vardır. Çünkü bu ziyaretler insanlara canlılık kazandırarak birçok ibadeti yerine getirmelerine sebep oluyor. Düşünebilen herkes bundan nasipsiz kalmak istemiyor.
Eğer bu mukaddes yerlerin ziyaretine gidecek olursanız, kendi gözlerinizle oraların insanlarla dolup taştığını görürsünüz. Gece gündüz -birkaç saat dışında- o mekanlar açık olup ziyaret edilmektedirler. Açık olmayan süre içerisinde ise oraların temizliği yapılır ve orada çalışanlar istirahat ederler.
Ziyaretçilerin hepsi, farz ve sünnet namazlar kılmak, Kur’ân okumak, zikir ve dua etmek gibi çeşitli ibadetlerle meşgul olurlar. Kendi şehir ve vatanlarında farzların dışındaki ibadetlerini yerine getiremeyenler, sabah ezanından iki saat önce, Allah’a ibadet eder, Kur’ân okur ve Allah korkusundan ağlarlar. Bunları orada adet edinip şehir ve vatanlarına döndüklerinde de aynı ibadetlere devam eder, günah işlemez, sünnet ve kaza namazlarını büyük bir istekle yerine getirirler.
Acaba, birçok amelin yerine getirilip insanların çeşitli ibadetlerle meşgul olmasına sebep olan bu ziyaretler bidat mıdır?
Her gün, sabah, öğle ve akşam olmak üzere en az üç defa, her defasında en az iki-üç saat namaz, dua, Kur’ân ve zikirler okumakla Allah’ın rahmet ve lütfunu kazanmaya çalışıyorlar.
Eğer masum İmamların (Allah’ın rahmeti onların hepsinin üzerine olsun) ziyareti, bu çeşit ibadetlere sebep olma faydası dışında, diğer herhangi bir faydası olmasaydı bile, sırf bunun için Müslümanların ziyarete teşvik edilmesi uygun olurdu. Kendi şehirlerinde dünyevi işler ile meşgul olmaktan dolayı fazla ibadet edemeyenler, bu vesileyle, bütün mutluluk ve saadetlerin temeli olan Rableriyle ilişkilerini sağlamlaştırarak maneviyat elde etmiş oluyorlar.
Siz, Ehl-i Sünnet şehirlerinde, ister alim, ister cahil herkesin, yirmi dört saat boyunca sürekli ibadetle meşgul olduğu -camilerin dışında- mukaddes bir yer gösterebilir misiniz? Camilerde de halk sadece namaz kılıp hemen dağılıyorlar. Bağdat’ta Şeyh Abdulkadir Giylani ve Muazzam’da İmam Ebu Hanife’nin kabirlerinin olduğu mekanlar ise her zaman kapalı olup sadece namaz vakitleri açık oluyorlar. Orada da birkaç kişi gelip namazlarını kılıyor, sonra da hemen dağılıp gidiyorlar.
Ama Şia’nın iki hak İmamının -yani İmam Ali Naki ile İmam Hasan Askeri’nin- kabirlerinin bulunduğu ve bütün halkı, hatta türbelerin hizmetçileri bile Sünni olan Samerra şehrinde, şafak vakti olunca, türbelerin kapıları, ziyaretçi ve ilim ehli olan talebelerin izdihamından dolayı zor açılıyor. Sünnilerden, -ister alim olsun ister cahil- hiçbir kimsenin orada bulunan caminin bir köşesinde ibadetle meşgul olduğunu görmedim. Hatta o hadimler bile o kapıları açtıktan sonra gidip yatıyorlar. Oysa Şialar haremde büyük bir şevk ile ibadetle meşgul oluyorlar. Bu mukaddes yerlerin Şialara kazandırdığı eser ve bereketler işte bunlardır.
Allah nasip eder Irak’a giderseniz, orada birbirinden iki fersah uzaklığı olan iki şehir göreceksiniz. O iki şehir Kazimeyn ve Bağdat’tır. Kazimeyn; Şiaların merkezi olup İmam Musa bin Cafer (a.s) ve İmam Muhammed bin Ali el-Cevad (a.s)’ın kabirlerinin olduğu yerdir. Bağdat ise Ehl-i Sünnetin merkezi olup Şeyh Abdulkadir Giylani ve sizin imam A’zamınız Ebu Hanife’nin kabirlerinin olduğu yerdir.
Biraz dikkat edecek olursanız, Şiaların hak İmamlarının yüce hedeflerini anlamakta güçlük çekmezsiniz. Kazimeyn halkı, masum İmamların kabirlerinin bereketi ve o iki nurlu kabirin ziyareti aşkından dolayı akşam erken yatıp sabah ezandan önce kalkarak büyük bir şevk ile (türbelerin bulunduğu yere giderek) ibadete koyulurlar. Evleri Kazimeyn’de, dükkanları ise Bağdat’ta olan birçok Şia tüccar da, sabahları ibadetlerini orada yapıp sonra işleri için Bağdat’a giderler. Ama Bağdat halkı, gaflet uykusuna dalıp günah ve ayyaşlıkta gark olmuşlardır!
Nevvab: Doğrusu, şimdiye kadar araştırmadan körü körüne bazılarının sözüne inanıp onların peşinden gittiğim için kendime lanet etmek istiyorum. Birkaç yıl önce buradan bir kafile Bağdat’a gidiyordu. Ben de onlar ile imam Azam Ebu Hanife ve Şeyh Abdulkadir’in (r.z) ziyaretlerine gittim. Bir gün de Kazimeyn’i gezmeye gideyim dedim. Gidip döndüğümde arkadaşlarım bana çok kızdılar.
Gerçekten çok ilginçtir; nasıl oluyor da, Resulullah (s.a.a)’den herhangi bir hadis olmadığı halde Muazzam’da imam A’zam’ın, Bağdat’ta Şeyh Abdulkadir’in, Hindistan’da Nizamuddin’in veya Mısır’da Şeyh Ekber Mukbiluddin’in ziyaretleri câiz oluyor, ama Resulullah (s.a.a)’in reyhanı olan ve Allah yolunda fedakarlık eden Hüseyin (a.s)’ın ziyareti bidat oluyor?! Halbuki Peygamber (s.a.a) Hz. Hüseyin’i ziyaret etmenin o kadar çok sevabı olduğunu beyan buyurmuştur. Akıl da bunu kabul ediyor!
Şu an kesin karar aldım ki, eğer sağ kalırsam inşaallah bu yıl Allah’ın rızasını kazanmak için Resulullah (s.a.a)’in aziz evladı Şehit Hüseyin’in ziyaretine gideceğim. Allah’tan geçmişte yaptıklarımızın bağışlamasını diliyorum. Bu gece üzüntülü olarak huzurunuzdan ayrılıyorum. İnşallah yarın akşam görüşürüz.
SEKİZİNCİ OTURUM
(1 Şaban 1345 Cuma akşamı)
(Yatsı namazını kıldığım bir sırada muhterem beyler geldiler, namazdan hemen sonra yapılan çay servisinin akabinde oturum başladı.)
Seyyid: Geçen akşam sizin gibi birine hiç de yakışmayan bir takım şeyler söylediniz. Bu sözleriniz Müslümanların birlik beraberliğine ve onların ikiye bölünmesine sebep olmaktadır. Sizin de bildiğiniz gibi nifak ve ihtilaf Müslümanların yok olmalarına neden olduğu gibi, ittifak ve birlik de Müslümanların azamet ve üstünlüğüne neden olmaktadır.
Davetçi: (Şaşırarak) Hangi sözlerimin Müslümanların parçalanmasına neden olduğunu beyan ederseniz çok iyi olacak. Eğer sözünüz doğru ise ve benden bir gaflet hasıl olmuşsa, ben de öğrenmiş olurum. Aksi takdirde cevap vererek problemi halletmeye çalışayım.
Seyyid: Açıklama yaparken Müslümanları, “müslim” ve “mümin” diye ikiye ayırdınız. Halbuki bilindiği gibi Müslümanların hepsi birdir ve “La ilahe illâllah Muhammed’un resulullah” (Allah’tan başka İlah yoktur ve Muhammed O’nun elçisidir) diyen herkes kardeştir. Onları birbirinden ayırmak asla doğru değildir. Müslümanları parçalamak İslam’a zarar verir. Sizin gibilerin sözleri neticesinde Şiiler kendilerini “mümin”, bizleri ise “müslim” olarak nitelendirmektedirler. Nitekim Hindistan’da Şii Müslümanları “mümin”, Sünni Müslümanları ise “müslim” olarak adlandırmaktadırlar.
Halbuki bilindiği gibi iman ve İslâm birdir. Zira İslâm teslimiyet ve şer’i hükümleri kabulden ibarettir. İmanın manası ve tasdikin gerçeği de budur.
Bu yüzden ümmetin cumhuru (ekseriyeti), İslâm’ın iman ile aynı olduğu ve imanın İslâm’ın apaçık bir gerçeği olduğu fikrinde ittifak etmişlerdir. Bunlar birbirinden ayrılmaz. Dolayısıyla iman ve İslâm’ı birbirinden ayırmakla cumhurun aksine konuşmuş oldunuz.
Dostları ilə paylaş: |