PeygamberiMİz hz



Yüklə 136,69 Kb.
səhifə2/3
tarix17.01.2019
ölçüsü136,69 Kb.
#97859
1   2   3

EVS VE HAZREÇ

Evs ve Hazreç kabileleri kendileriyle birlikte Yesrib'de yaşayan bazı Yahudi kabileleriyle müttefiktiler. Fakat çoğunlukla araları kötü idi. Çünkü tek tanrıcı Yahudiler, Allah’ın seçilmiş kulları olarak, çok tanrılı Arap'lara güçlerinden dolayı saygı duymalarına rağmen kıskançlık besliyorlardı. Yahudi alimleri ve kahinler, peygamberin nereye geleceğini soranlara Yemen tarafını işaret ederlerdi. Yesribliler Mekke'de bir peygamber geldiğini duyunca dikkat kesildiler, çünkü zaten akide olarak tek tanrıcı akideye aşina idiler. Yahudiler, onlarla iyi geçindikleri zamanlarda, Tanrının biriliğini ve insanın esas amacının ne olduğunu anlatırlar ve bu konuyu birlikte tartışırlardı.

Yahudiler peygamber geleceğine inanıyor; fakat "Allah nasıl olur da seçilmiş olmayan bir milletten birini peygamber olarak gönderir." diye inanmıyorlardı. Bunun yanı sıra Hazreçliler, şimdi bir peygamber olduğunu iddia eden ve daha önce çocukken annesiyle, sonraları da Suriye'ye giderken birçok kez uğramış Yesrib'e uğramış olan bu adamla aralarında güçlü kan bağı olduğunun farkındaydılar. Hacılar ve Mekke'yi ziyaret edenlerin getirdiği haberlerle desteklenen tüm bu faktörler, vadi halkının üzerinde etkisini göstermeye başladı.

Evs ve Hazreç Kabileleri arasında; iki kişi arasındaki bir çatışmadan dolayı savaş başlamıştı ve bu başlıca sorun haline gelmişti. Bu nedenle Evsin ileri gelenleri, Mekke'ye, Kureyşlilerden Hazreç'e karşı yardım istemek üzere bir delege göndermeye karar verdiler. Delegeler, Kureyş’ten cevap beklerken Peygamber (sav) yanlarına geldi; onlara görevinden ve tebliğ etmekle yükümlü olduğu dinden bahsetti, Kur'an'dan bir bölüm okudu. Muaz oğlu İlyas ona inandı.Bu nedenle o, İslam'a giren ilk Yesrib'li sayılabilir.



EBU CEHİL VE HAMZA

Mekke'deki Müminlerin sayındaki artış, beraberinde kafirlerin düşmanlığını da arttırdı. İslam’ın en kötü düşmanlarından biri, ailesi ve arkadaşları arasında Ebu'l Hakem diye anılan, müminlerinse adını Ebu Cehil (cehaletin babası ) koydukları Mahzum kabilesinden Amr idi. O zaman Mahzumilerin başında bulunan Velid'in de yeğeni oluyordu ve onun yerine geçeceğinden emindi. Peygamberi kötülemek için çalışanların en usanmazı ve onu büyücü diye adlandıranların en başında idi. Çaresiz Müminlere karşı acımasızlıkta çok aşırı idi ve diğer kabileleri de buna teşvik ediyordu.

Bir gün Peygamberimizi (sav) Mescidin dışındaki Safa kapısı yakınında otururken gördü. Karşısına geçerek ağzına gelen bütün küfürleri söyledi. Peygamber (sav) ona sadece baktı, hiçbir şey söylemedi. Ebu Cehil Kureyşlilerin yanına döndü. O sırada avdan dönen Hamza karşıdan gözüktü. Onun yaklaştığını görünce, Safa kapısına yakın olan evinden bir kadın çıktı ve onu durdurdu. Peygambere bağlı olan bu kadın, Ebu Cehil'in Peygamber (sav)’e küfürlerini duymuş ve sinirlenmişti. Hamza'ya; Ebu Cehil'in yeğenine küfür ve hakaret ettiğini, onun da karşılığında hiçbir şey söylemediğini anlattı. Kabe' yi işaret ederek Ebu Cehil'in orada olduğunu belirtti. Hamza yumuşak huylu bir insandı, bununla birlikte Kureyşin en cesuru idi, kızdırıldığında ise en sert adamı olurdu. Şu anda güçlü yapısı kızgınlıktan sarsılıyordu. Kabe'ye giren Hamza, Ebu Cehil'in yanına giderek yayı tüm gücüyle arkasına indirdi. "Ben de onun dinindenim, onun iddia ettiklerinin hepsini onaylıyorum. Eğer karşı çıkmaya gücün varsa bana karşı çık." Dedi. Ebu Cehil kendisine yardım etmek isteyenleri durdurarak söyle dedi: "Bırakın, Ebu Umare istediğini yapsın, çünkü Tanrıya and olsun ki onun yeğenine çirkince küfrettim."

KUREYŞ'İN İSTEKLERİ VE TEKLİFLERİ

Hamza'nın Müslüman oluşundan sonra Kureyş artık Peygambere, Hamza’nın koruyacağını düşünerek, direkt saldırılarda bulunamıyorlardı. Bunun için Muhammed (s.a.v.)'e teklif götürmeye karar verdiler. Ona "Sen, bildiğin gibi kabilenin soylularındansın ve senin soyun sana şerefli bir konum sağlıyor. Fakat sen halkına ciddi ve tehlikeli bir mesele getirdin, bununla onların topluluğunu birbirinden ayırıyor, onların yaşam tarzının saçma olduğunu söylüyor, dinlerini ve tanrılarını küçümsüyorsun ve onların atalarına kafir diyorsun. Eğer istediğin zenginlikse, mallarımızı birleştirir seni aramızda en zengin kimse yaparız.. Eğer istediğin şerefse, seni liderimiz yaparız ve senin sözünden hiç çıkmayız. Ve eğer kral olmak istiyorsan seni kral yaparız. Eğer sana musallat olan cinden ve hastalıktan kurtulamıyorsan sana bir hekim buluruz ve iyileşene dek senin için tüm servetimizi harcarız. Peygamber (s.a.v.), ayetlerle etkileyici bir cevap verdikten sonra okumasını şu sözlerle bitirdi:

"Gece, gündüz, güneş ve ay Onun ayetlerindendir. Siz güneşe de, aya da secde etmeyin. Allah'a secde edin ki, bunları kendisi yaratmıştır. Eğer Ona ibadet edecekseniz."
Onların tek cevabı daha önce kaldıkları yerden devam etmeleriydi. Eğer onların tekliflerini kabul etmiyorsa, Allah’ın elçisi olduğunu ispatlayacak bir şeyler göstermeliydi, o zaman mesele hallolurdu. "Rabbinden çevremizdeki dağları kaldırmasını, toprağı dümdüz yapmasını ve ülkemizdeki dağları kaldırmasını, toprağı dümdüz yapmasını ve ülkemizden Suriye ve Irak gibi nehirler akıtmasını iste... Veya bizin için bunları istemeyeceksen kendin için bir şeyler iste. Allah'tan senin sözlerini doğrulayıp bizimkileri yalanlayacak bir melek indirmesini iste... ki senin Allah katında ne kadar değerli olduğunu görelim." Peygamber onlara su cevabı verdi: "Ben Allah'tan böyle şeyler isteyecek değilim, çünkü O beni uyarmam ve müjdelemem için gönderdi." Onu dinlemeyi reddederek şöyle dediler: "O zaman gökyüzünü parça parça üzerimize indir." Bunu şu ayete karşı söylüyorlardı: "Eğer biz dilersek onları yerin dibine geçirir, ya da gökten üzerlerine parçalar düşürürüz." Peygamber (s.a.v.): "Karar verecek olan Allah’tır, dilerse yapar." diye cevap verdi.

KUREYŞ'İN İLERİ GELENLERİ

Peygambere tabi olanlar sürekli artıyordu. Fakat bunların hemen hepsi ya köle ya azatlı ya da Mekke dışındaki Kureyşlilerden oluşuyordu. Abdurrahman, Hamza ve Erkam istisna hepsi zayıf idiler, bunlar da liderlik vasfından uzaktılar. Bu nedenle Peygamber (sav), içinde amcası Ebu Talibin de bulunduğu Kureyş liderlerinden hiç olmazsa birkaçını kazanmak istiyordu. Eğer Ebu Cehil'in amcası Velid'in desteğini kazanırsa, davetini daha kolay yapabilecekti. Bir Gün Peygamber (sav) Velid'le sohbete dalmışken, İslam'a henüz girmiş kör bir adam yanlarından geçti; Peygamberin (sav) sesini duyunca kendisine Kur'an'dan bir parça okumasını rica etti. O da biraz sabırlı olmasını istedi. Adam ısrar edince Peygamber (sav) hiddetlendi ve ondan yüzünü çevirdi. Sohbeti yarım kalmıştı. Fakat bunun bir kaybı yoktu, çünkü Velid mesaja tamamen kapalıydı.


O anda vahiy geldi. "Surat astı ve yüz çevirdi;kendisine o kör geldi diye." (Abese Suresi)

Kısa süre sonra Velid "Ben Kureyşin en üstünü olduğum halde bana gelmiyor da Muhammed'e mi vahiy geliyor?" diyerek kendini beğenmişliğini ortaya koyuyordu. Ebu Cehil de ondan geri kalmıyordu: "Biz, Abdu Menaf oğulları ile aramızda şeref konusunda yarış ederiz. Şimdi onlar ‘Bizim adamlarımızdan biri Peygamberdir. Ona gökten vahiy geliyor.' diyorlar. Biz onun bir eşini ne zaman elde edeceğiz. Tanrıya and olsun ki biz ona inanmayacağız." diyordu.

Diğerleri de Ebu Cehil kadar olmasa da aynı şeyi düşünüyorlardı. Hepsi de değişik derecelerde vahyin diline ve üslûbuna duyarlıydılar. Fakat anlamına gelince babalarının hiçbir şey kazanmadığını ve onların tüm çabalarının boşa gittiğini vurgulayan âyetlere gönüllerini kapatmışlardı:

"Bu dünya hayatı, yalnızca bir oyun ve (eğlence türünden) tutkulu bir oyalanmadır. Gerçekte ahiret yurdu ise, asıl hayat odur. Bir bilselerdi." (Ankebut: 34).

ÜÇ SORU

Kureyşliler toplandıkları her seferde, kendilerince en büyük problem telakki ettikleri konu hakkında mutlaka konuşurlardı. Bu defa da Yesrib’de ki Yahudi Alimlerine danışmaya karar verdiler."Onlara Muhammed'den bahsedin , onu tarif edin ve söylediklerini iletin ;Çünkü onlar ilk kutsal kitaba inanıyorlar ve mutlaka peygamberler hakkında bilgileri vardır, bizim ise hiçbir bilgimiz yok" dediler.Yahudi alimleri şu cevabı verdi "Ona bizim söyleyeceğimiz 3 soru sorun. Eğer bunlara cevap verebilirse, o Allah'ın peygamberidir, fakat cevap veremezse yalancı ve sahtekârdır .Ona eski günlerde ülkesini terk eden genç adamları, onlara ne olduğunu ve ilginç hayat hikayelerini sorun. Yeryüzünün ötesine, doğusuna ve batısına ulaşan uzak yolların yolcusundan haber vermesini isteyin. Bir de Ruh'u, onun ne olduğunu sorun. Eğer size bunları söylerse ona uyun, çünkü o bir peygamberdir."

Elçiler gelince Kureyş liderleri bu 3 soruyu sordu. Peygamber(sav) de "Yarin size bunların cevabını vereceğim." dedi, fakat "İnşallah" demeyi unuttu. Ertesi gün Kureyşliler cevap için geldiğinde onları geri gönderdi. O günden itibaren on beş gün boyunca hiçbir vahiy gelmedi. Cebrail de hiç yanına uğramadı. Mekkeliler onunla alay ettiler, o ise bu sözler için beklediği yardımı alamadığı için üzülüyordu. En sonunda Cebrail, onu teselli eden ve 3 soruya da cevap veren vahyi getirdi. Bu uzun bekleyişin sebebi şu ayetlerle açıklanıyordu: "Hiç bir şey hakkında 'Ben bunu yarın mutlaka yapacağım.' deme. Ancak: 'Allah dilerse' (yapacağım de)." Vahyin bu gecikişi peygamberi üzmesine rağmen müminlere güç kazandırmıştır. Her ne kadar kâfirler bu gecikmeden sonuç çıkarmayı reddettilerse de, kafalarında şüphe olan birçok Kureyşli için bu, vahyin Peygamber tarafından uydurulmadığına, bilakis Allah'tan geldiğine delil idi. Eğer Muhammed (sav) daha önceki vahiyleri uydurdu ise, bu alay edilme ve üzüntüye rağmen bu kez vahyi geciktirmesi anlamsız değil miydi?

İnananlar her zaman olduğu gibi vahyin kendisinden güç alıyorlardı. Kureyşliler, eski günlerde ülkesini terk eden gençlerin hikayesini sorduklarında -bu hikâyeyi o zamana kadar Mekke'de hiç kimse duymamıştı- bu hikayenin o anki durumlarıyla ilgili olduğunu, inananların yüceliğini ve inanmayanların kötülüğünü anlattığını bilmiyorlardı. Efesli uyuyanların hikayesi şöyle anlatılır: Milattan sonra III.yüzyılın ortalarında halkı putperestliğe sapmış olan bir grup genç Allah'a imanlarını muhafaza ediyorlardı, halk da onları bu yüzden cezalandırıyordu. Bu eziyetlerden kaçmak için bir mağaraya sığındılar ve orada 300 yıl kadar uyudular. Yahudilerin o zamana dek bildiklerinden başka Kur'an-ı Kerim'deki kıssa hiçbir insanın görmediği ayrıntılardan da bahseder. Örneğin, uyuyanların uyandıktan sonra yüzyıllar boyu uyuduklarını nasıl fark ettiklerini ve köpeklerin ön ayaklarını kapının eşiğine nasıl uzatarak yattığını anlatır.

İkinci soruya gelince, bu büyük yolcu Zü'l-Karneyn'dir. Vahiy onun doğuya ve batıya yaptığı yolculuğu anlatır ve sorulandan fazlasına cevap vererek 3 yolculuktan bahseder. Zü'l-Karneyn iki dağın arasında yaşayan bir topluluğa rastlar ve o topluluk Zü'l-Karneyn'e kendilerini Yecüc, Mecüc ve cinlerden koruyacak bir duvar yapması için yalvarırlar. Allah da ona cinleri ve kötü ruhları bir yere toplama gücü verir. O belirli günde, bu kötü ruhlar yeryüzünde büyük karışıklıklara sebep olacaklardır. Onların ortaya çıkışı, Kıyamet saatinden önce olacaktır ve vaktin yaklaştığını gösteren işaretlerden biri olacaktır.
Üçüncü soruya cevap olarak Vahiy, insanın aklî kapasitesinin ruhu kavramaya yetmeyeceğini söyler: "Sana ruhtan sorarlar, de ki: 'Ruh, Rabbimin emrindedir, size ilimden yalnızca az bir şey verilmiştir.' (İsra: 85) Yahudiler, Peygamber (sav)'in sorulara verdiği cevapları ilgiyle karşıladılar ve son cümledeki "ilimden az verilmiştir" ibaresinin Yahudileri mi yoksa Araplar mı kastettiğini sordular. Peygamber: "Her ikisini de" cevabını verince kendilerinin her türlü konuda bilgi sahibi olduğunu söyleyerek karsı çıktılar. Çünkü onlar, Kur'an'ın da tasdik ettiği gibi "her şeyi ayrı ayrı açıklayan" (En'am:154) bir kitap olan Tevrat'ı okuyorlardı. Peygamber onlara şöyle dedi: "Sizin bildikleriniz Allah'ın ilmi yanında çok azdır. Fakat yine de eğer uygulasanız bildikleriniz size yeter. Bundan sonra şu ayet nazil oldu: "Eğer yeryüzündeki ağaçların tümü kalem ve deniz de -onun ardına yedi deniz eklenerek- (mürekkep) olsa, yine de Allah'ın kelimeleri yazmakla tükenmez." (Lokman:27)

Kureyş liderleri Yahudi alimlerinin sözüne uymadılar, Yahudi alimleri de tüm sorulara cevap vermesine rağmen onu kabul etmediler. Fakat bu cevaplar başkalarının İslâm'ı kabul etmesine neden oldu. Peygamberin taraftarları arttıkça düşmanları yaşam tarzlarının tehlikeye girdiğini daha çok anlıyor ve kabilelerindeki Müslümanlara işkenceler yapıyor, onları dövüyor, aç ve susuz bırakıyorlardı. İşkence yapanların en acımasızı Ebû Cehîl'di. Eğer yeni dine giren kişinin kendisini koruyacak güçte bir ailesi varsa ona işkence edemiyor fakat hakaret ediyordu. Zayıf kimselere işkence ediyor, diğer kabileleri de buna teşvik ediyordu. Kabilesindeki Yasîr, Sümeyye ve oğulları Ammar'a işkence edilmesine ve bunun sonucunda Sümeyye'nin ölümüne o sebep oldu. Diğer kabiledekiler onlar kadar dayanıklı olamadılar. İçlerinden gelmese de "Lat ve Uzza da Allah gibi sizin tanrılarınız değil mi? diye sorulduğunda "Evet" diyorlardı. Bu insanlar artık İslâm’ı açıkça yaşayamıyorlar, çoğu gizli olarak bile yaşayamıyordu. Peygamber (sav), kendisi işkenceden kurtulabildiği halde, diğer müminlerin sürekli işkence çektiklerini görünce onlara şöyle dedi: "Eğer Habeşistan'a giderseniz, orada hiç kimseye haksızlık ve adaletsizlik yapmayan bir kral bulacaksınız. Orada dine sımsıkı bağlı bir yaşam vardır. Allah size çektiklerinizden bir kurtuluş yolu gösterene dek orada kalan kalın." Bunun üzerine bir grup mümin Habeşistan'a gitmek üzere yola koyuldu. Bu, İslâm'daki ilk hicret idi.



MİRAÇ

Ebû Talib'in karısı Fatımâ Müslüman olmuştu, Ali ve Cafer'in kız kardeşleri olan Ümmü Hani de İslâm'a girmişti. Fakat kocası Hubeyre, Allah'ın birliğine kapalı idi. Bununla beraber peygamber her geldiğinde onu iyi karşılar, namaz vaktiyse evdeki Müslümanlar cemaatle namaz kılarlardı. Böyle günlerin birinde Peygamber (sav), namazını kıldıktan sonra Ümmü Hani'nin teklifini kabul ederek geceyi onlarda geçirdi, fakat uyuduktan kısa bir süre sonra kalkarak Mescid-i Haram'a gitti. Çünkü geceyi orada geçirmeyi severdi. Oradayken uyku bastırdı ve uyudu: "Cebrail geldi ve beni ayağıyla dürterek uyandırdı. Bundan sonra, beni kolumdan tutup kaldırdı, birlikte Mescidin kapısından çıktık. Orada eşekle katır arası beyaz bir binek vardı. İki yanında bacaklarını oynattığı yerde kanatları vardı ve her adımı gözün görebileceği uzaklığa varıyordu."

Daha sonra Peygamber (sav), Burak adlı bineğe Cebrail'le nasıl bindiğini, Cebrail'in göğe yükselirken bineğin hızını, yönünü nasıl ayarladığını, kuzeye, Yesrib ve Hayber'in ötesine gidip Kudüs'e vardıklarını anlattı. Orada bir grup peygamberle -İbrahim, Musa, İsa ve diğerleri - karşılaştılar. Mescid de namaz kılarken bütün peygamberler onun arkasında namaz kıldılar. Daha sonra önüne iki fıçı kondu. Biri süt, biri şarap doluydu. Peygamber (sav) süt dolu fıçıdan aldı ve şarap fıçısına hiç dokunmadı. Cebrail şöyle dedi: "Sen doğru yola yöneltildin, sen de halkını o yöne yönelttin ve şarap sana yasaklandı."

Daha sonra bu dünyadan semaya yükseltildi. Kudüs toprağının ortasındaki bir taşın üstünden Burak'a tekrar binerek yedi kat göğe yükseldi. Her sema katında Peygamberlerden biriyle görüştü. Onları dünyevi olarak değil, semavi olarak görüyordu. Sonra Cennet ve Cehennemi gördü. Cennetteki bahçeleri şöyle anlatır: "Yay büyüklüğündeki bir cennet parçası, güneşin doğup battığı tüm alandan daha iyidir. Eğer Cennet kadınlarından biri yeryüzünün insanlarına görünse, gökle yer arasındaki bütün alanı ışık ve güzel koku doldurur." Kendi manevi varlığı hakkında şöyle demiştir: "Adem henüz su ile çamur arası bir şeyken ben peygamberdim."

Göğe yükselişinin zirvesi Sidret'ül Münteha idi. Bir tefsirde şunlar geçer: "Sidr kökünün kökü Tahttadır ve bu ağaç peygamber olsun, Cebrail olsun herkesin bilme noktasının sınırını belirler. Onun ötesi Allah'tan başka herkese gizlidir." Evrenin bu kısmında Cebrail (as) Muhammed (sav)'e asıl şekliyle, yaratıldığı gibi göründü. Daha sonra âyette geçtiği gibi: "Sidre'yi örten örtmekte iken, göz kayıp şaşmadı ve (sınırı) taşmadı. Andolsun, O, Rabbi'nin en büyük âyetlerinden olanını gördü." Sidr Ağacında Peygamber ümmetine elli vakit namaz farz kılındı. Şöyle anlatır: "Dönüşümde Musa'nın - o size ne iyi bir dosttur- yanından geçerken bana: 'Sana kaç rekat namaz farz oldu? diye sordu. Ben elli vakit olduğunu söyleyince, Hz.Musa: 'Namaz ağır bir ibadettir. Rabbine söyle, ve bunu hafifletmesini iste.' dedi. Bunun üzerine geri döndüm. Allah on vakit indirdi ve geri gönderdi. Fakat Hz.Musa yine çok buldu ve geri dönmemi söyledi. Her seferinde beni geri gönderiyordu. Sonunda beş vakit namaz farz kılındı. Musa (as) yine aynı şeyleri söylüyordu. Ben: 'Rabbime gittim ve utanana dek azaltmasını istedim; artık geri dönemem.' dedim. İhlas ile kılınacak her namaz on katı sevap kazandırır." Peygamber (sav) ve Cebrail (as) , Kudüs'teki o taşın yanına indikten sonra geldikleri yoldan, güneyden gelen kervanları görerek Mekke'ye döndüler. Kâbe’ye vardıklarında hâlâ geceydi. Peygamber oradan Yine Ümmü Hani'nin evine gitti. Sabah olunca namaz kıldılar. Sonra Peygamber ona: "Sizinle akşam namazını kıldım. Daha sonra Kudüs'e gittim ve orada namaz kıldım. Şimdi de gördüğün gibi namazı birilikte kıldık." dedi. Ümmü Hani ona: "Bunu başkalarına söyleme, çünkü onlar sana yalancı der ve seninle alay ederler." O ise: "Allah'a yemin ederim ki söyleyeceğim." dedi. Ertesi gün Peygamber bu olayı anlatınca müşrikler inanmadılar. "Ona deli demek için delil bulduk." dediler. Çünkü hepsi Kudüs'e gidip gelmenin bir ay süreceğini biliyorlardı. Sonra bir grup Hz. Ebu Bekir'e gittiler. "Şimdi bakalım arkadaşın hakkında ne düşüneceksin? O bize dün Kudüs’e gidip orada namaz kıldığını söylüyor." dediler. Ebu Bekir: "Eğer o söylediyse doğrudur. Bunda şaşılacak ne var." dedi. Ve onun yanına giderek herkesin içinde onu tasdik etti. Bazı kararsızlar dönmek üzereydiler, Peygamber, Mekke'ye dönerken yolda gördüğü kervanları anlatıyor, O kervanın kaç gün sonra ve ne şekilde gelebileceklerini söylüyordu. Kervanlar Resulallah'ın tarif ettiği şekilde gelince gerçekler ortaya çıkmış oldu.

GÖÇLER

Peygamber (sav), Mekke'deki Müslümanları Yesrib (Medine)'e hicret etmeye teşvik ediyordu. İkinci Akabe Biatından sonra Kureyşli Müslümanlar yavaş yavaş hicret etmeye başladılar. Ebu Bekir ve Ali dışında tüm Müslümanlar hicret edince, Ebu Bekir (ra), Peygamber (sav)'den hicret etmek için izin istedi. Peygamber (sav) ona: "Acele etme, belki Allah sana bir arkadaş verir" dedi. Ebu Bekir (ra), Peygamber (sav)'i beklemesi gerektiğini anladı.

Kureyşliler Müslümanları, göçten men etmek, için ellerinden geleni yapıyorlardı.Gideceğini haber aldıkları müminleri işkence ile dinden döndürmeye çalışıyorlardı. Bu şekilde Hişam ve Ayyas, yalan söylenerek yollarından çevrildiler, ve işkence ile İslam’dan döndüklerini açıkladılar. Kısa zaman sonra bunun affedilmeyecek bir suç olduğunu anladılar. Fakat bir süre sonra su ayet nazil oldu: "De ki: Ey aleyhlerinde olmak üzere ölçüyü taşıran kulları, Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin. Şüphesiz Allah bütün günahları bağışlar. Çünkü O, bağışlayandır, esirgeyendir. Azap size gelip çatmadan evvel, Rabbinize yönelip- dönün ve ona teslim olun. Sonra size yardim da edilmez." (Zümer:53-54) Hişam bu ayetleri okudu ve Ayyas'a gösterdi. İkisi de İslam’a girdiler ve kaçmak için bir fırsat beklemeye başladılar.

HİCRET

Kureyş boş durmuyordu. Sık sık toplanarak bu tehlikeden kurtulmak için planlar yapıyorlardı. En son Ebu Cehil'in fikriyle her kabileden güçlü, güvenilir, silahlı bir genç seçilecek ve hep birlikte, ayni anda Muhammed (sav) 'e saldırıp Onu öldüreceklerdi. Böylece Beni Hişam, bütün Kureyş kabileleri ile uğraşamayacak, Kureyş de onların öne sürdüğü diyeti ödeyecekti. Peygamber (sav), Ebu Bekir'in yanına giderek, Yesrib' e hicret etmeleri için izin çıktığını ve birlikte gideceklerini söyledi. Sonra da Hz.Ali'yi kendi yerine bırakarak Yasin suresini okumakta iken dışarı çıktı. Kapı önünde bekleyen müşrikler, Onu göremediler, yanlarından geçip gitti. Sabaha kadar beklediler, Peygamber (sav) yerine Ali'yi gördüler ve Ondan bir iz bulamayarak kabilelerine geri döndüler Peygamber(sav) ile Ebu Bekir geride Ali'yi bırakarak Medine'ye doğru yola koyulmuşlardı. Mekkeli müşrikler durumun sonradan farkına varabildiler ve iki güzel insanin peşine köpekler gibi düştüler. En son bir mağaranın yanına geldiklerinde peşlerindekiler iyice yaklaşmıştı. "Üçüncüleri Allah olan iki kişi" mağaranın içinde, adamlar mağaranın dışındaydı. Adamların hepsi de kararlı bir şekilde içeriye girmeye gerek olmadığını, çünkü orada kimsenin bulunamayacağını söylediler. Daha sonra geldikleri yoldan geri döndüler.Peygamber ve Ebu Bekir, kalkıp baktıklarında gördüler ki, mağaranın önünde, sabah orada olmayan bir akasya ağacı var ve tüm mağara ağzını bir örümcek ağ örerek kapatmıştı.Yine girişin çukurunda bir güvercin yuva yapmış ve yumurtası üzerinde oturmaktaydı. Amr onları Yesrib'e kadar götürecek henüz Müslüman olmamış, fakat sözüne güvenilir bir rehber getirdi. Bu adam onları Yesrib'e sadece gerçek bir çöl adamının bilebileceği yollardan götürecekti.

Günlerce önce, Mekke'de Peygamber (sav)'nin kaybolduğu ve onu bulana 100 deve ödül verileceği haberi vahaya ulaşmıştı. Kuba'lılar her sabah yanlarında başkalarını da götürerek yola çıkıyor ve Onu arıyorlardı. Geliş zamanı gecikmişti. Nihayet o gün geldi. Onun geldiğini ilk gören bir Yahudi idi. Komşularından nasıl biri olduğunu öğrenmiş ve onu hemen tanımıştı. Yahudi bağırarak onların geldiğini söyledi. Bu çağrıyı duyan kadın ve erkekler evlerinden fırladılar ve onu selamlamaya koştular. İki gün sonra Ali de onlara katılmıştı. Karşılayanlar arasında, İranlı bir ailenin genç yasta Hıristiyan olmuş oğlu, Selman da bulunuyordu. O da bunca senedir Peygamber (sav) 'i beklemişti.

MEDİNE YOLU

Peygamber, vahâya 27 Eylül MS 622, Pazartesi günü ulaştı. Medinelilerin Peygamber (sav) Kuba'ya geldiği için sabırsızlandıkları haberi geldi. Bu yüzden Peygamber (sav) Kuba'da üç gün kaldı. Ve ayrılmadan önce İslam’ın ilk camisinin temeli atıldı. Cuma sabahı Kuba'dan ayrıldı; o ve arkadaşları, onları bekleyen Hazreç'li Beni Salim kabilesiyle namaz kılmak için Ranuna ovasında durdular. Bu, o zamandan itibaren yurdu olacak olan ülkede ilk kılınan Cuma namazıydı. Namazdan sonra Peygamber (sav), Ebu Bekir (ra) ve diğer Kureyşliler de develerine bindiler ve Medine'ye doğru yola çıktılar. Hz. Peygamberi karşılamak için bütün halk yola dökülmüştü. Onu Ona yakışır bir şekilde coşkuyla karşıladılar. Herkes Onu evinde misafir edebilmek için birbiriyle yarışıyordu: "Buraya buyur ey Allah’ın Resulü, çünkü biz sizleri koruma gücüne sahibiz." diyorlardı.

Peygamber (sav) ise, devesinin çökeceği yerde kalacağını söyledi. Kesva isimli deve, bos bir bahçeye çöktü. Peygamber orayı satın alarak, evlerini oraya yaptılar. Hz. Peygamber de şahsen bu çalışmaya katıldılar. Ev yapılana kadar da, Ebu Eyyub (ra) 'in evinde misafir oldu.

Peygamber (sav) yeni aldığı bahçeye, bir cami yapılmasını istedi ve cami yapımına hemen başlandı. Bu arada Medineli Müslümanlara yardımcılar anlamına gelen Ensar, Mekke'den gelen ve diğer kabilelerden olan Müslümanlara da Muhacir denilmeye başlandı. O arada Medine'de yasayan Yahudiler ve Müslümanlar arasında, eşit statülere sahip olacakları bir anlaşma imzalandı. Fakat Yahudiler için bu anlaşma yalnızca politik bir anlam taşıyordu, ve Peygamber(sav) olduğuna inanmıyorlardı. Evs ve Hazreç arasında İslamiyet hızla yayılmaya devam ediyordu ve eskiden düşman olan bu iki kabile birleşmişlerdi. Bunu çekemeyen Yahudiler, sesi güzel birini bularak, onların savaştıkları zamandan kalma şiirlerini, Evs ve Hazreç kabilelerinin bir arada bulunduğu bir toplulukta okuttular. Evs'liler kendi şiirlerini, Hazreçliler de kendi şiirlerini alkışladılar. Sonra birbirlerine hakaret ederek, "Silahlanın, Silahlanın." demeye başladılar. Peygamber (sav), onlara hitaben:"Ey Müslümanlar! Allah, Allah! Cahilliye devrindeki gibi mi davranacaksınız? Aranızda olmama, Alla hin sizi doğru yola ulaştırıp şereflendirmiş olmasına rağmen hâlâ bunu mu yapıyorsunuz?" dedi. Bunun üzerine ağlayarak birbirleriyle kucaklaştılar, Peygamber (sav) ile birlikte Medine'ye gittiler.

Zamanla İslam’ın tüm emirleri ortaya çıkmıştı. Namaz, oruç, zekat farz kılınmış, helaller ve haramlar belirlenmişti. Fakat Müslümanların namaza nasıl çağrılacağı konusu belli değildi. Sonra Abdullah İbn Zeyd, bir rüya gördü ve bu rüyayı Peygamber (sav) 'e anlattı: "Üstünde iki parça kumaştan yeşil elbiseli bir adam yanımdan geçti, elinde bir çan vardı. Ben 'Ey Allah’ın kulu!, o çanı bana satar mısın?' dedim. Ne yapacağımı sordu. 'Onunla insanları namaza çağıracağım.' dedim.'sana ondan daha güzel bir yol göstereyim.' dedi. 'Allahu Ekber demelisin. 'Bunu dört defa tekrarladi. Sonra da ikişer defa şehadet kelimelerini okudu." dedi.

Bunun üzerine Peygamber (sav) :"Bu gördüğün hak bir rüyadır. Bunu sesi güzel olan Bilal' e öğret." dedi. Bilal artık her sabah ezani büyük bir şevkle okuyordu. Caminin yapımı tamamlanmak üzere idi. Peygamber (sav) bu arada Aişe (ra) ile evlendi.



Yüklə 136,69 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin