PEYGAMBERİMİZ HZ. MUHAMMED (SAS)
HZ İBRAHİM VE SONRASI
Yaratılış kitabı (Tekvin) bize İbrahim (a.s)'ın çocuğu olmadığını, çocuk sahibi olmaktan ümit kestiğini ve Allah'ın, çadırındaki İbrahim'e şöyle seslendiğini söyler:
"Şimdi göklere bak ve sayabilirsen gökteki yıldızları say."
İbrahim gözlerini yıldızlara çevirdi ve şöyle bir ses duydu:
"Senin soyun da aynı şekilde çoğalacak."
Hanımı Sare 76, İbrahim (a.s) ise 85 yaşında idi; hanımı İbrahim’e Hacer adında Mısırlı bir cariyeyi ikinci hanim olarak verdi. Fakat hanımla cariyesi arasında geçimsizlik ortaya çıktı. Hacer, Sare'nin kızgınlığından kaçtı ve üzüntü içinde Allah'a yalvardı. Allah ona melekle bir mesaj gönderdi: "Senin soyunu o kadar çoğaltacağım ki, onu saymak mümkün olamayacak." Melek ona şunları söyledi: "İste, bir çocuğun olacak, bir erkek çocuğu dünyaya getireceksin ve adini İsmail koyacaksın; çünkü Allah senin kederini işitti." Sonra Hacer, İbrahim ve Sare'nin yanına döndü ve onlara meleğin söylediklerini haber verdi; çocuk doğduğunda, İbrahim ona "Tanrı işitir" anlamındaki İsmail adini koydu. Çocuk 13 yaşına geldiğinde, İbrahim 100, Sare 90 yaşındaydı; Allah tekrar İbrahim’e seslendi ve Sare'nin bir erkek çocuğu dünyaya getireceğini, adini İshak koymasını söyledi. Büyük oğlunun Allah katında değerinin düşeceğinden korkan İbrahim Allah'a yalvardı: "İsmail senin katında yasamaya devam etsin." Allah ona söyle cevap verdi: "İsmail’le ilgili söylediklerini duydum? Üzülme, selamım onun üzerine olsun... Ben onu büyük bir millet yapacağım. Fakat benim ahdim (sözüm), Sare'nin gelecek yıl bu vakitte dünyaya getireceği İshak ile yerine gelecek." Sare, İshak'ı dünyaya getirdi ve onu kendisi emzirdi. İshak sütten kesildiğinde, İbrahim’e artık Hacer ve İsmail’in kendi evlerinde kalmasına gerek kalmadığını söyledi. İbrahim, İsmail’i çok sevdiği için buna üzüldü. Fakat Allah tekrar İbrahim’e seslendi ve Sare'nin teklifine uymasını ve üzülmemesini söyledi; ve İsmail’in korunanlardan olacağını tekrarladı.
İbrahim bir değil iki büyük milletin atası olacaktı iki büyük millet, yani hidayete erdirilmiş iki büyük güç, yeryüzünde Allah’ın emirlerini yerine getirecek olan iki büyük araç çünkü Allah din dışı (profan) olan bir şeyi rahmet olarak vaat etmez ve Allah katında ruh yüceliğinden başka büyüklük yoktur.
İki manevi ırmak, iki din, Allah için iki dünya, iki merkez nokta. Bir yer, asla orasını insanlar seçtiği için değil, fakat göklerde seçildiği için mukaddes olur. İbrahim’in sahası dahilinde iki mukaddes merkez vardı; bunlardan biri yanında, öteki belki de daha henüz bilmediği bir yerdi: Arabistan'da bir vadi. Hacer ile İsmail vadiye varıp da susuzluktan kavrulmaya başladıklarında, Hacer oğlunun ölmesinden korktu. Atalarının geleneklerine göre, İsmail yattığı yerden Tanrıya yalvardı ve annesi biraz ötedeki taşın üstüne çıkıp, yardım gelip gelmediğini araştırdı. Kimseyi göremeyince karşıdaki yüksek tepeye kadar koştu, fakat yine kimseyi göremedi. Yarı çılgın bir halde iki nokta arasından yedi kez geçti, yedincisinde dinlenmek için kayanın üstüne oturduğu sırada melek geldi. Allah, İsmail’in topuğunun olduğu yerden bir su kaynağı fışkırttı ve bu su daha sonra "zemzem" adını aldı.
İsmail ve Hacer gittikleri yere ulaştıklarında, İbrahim’in daha yetmiş beş yıllık ömrü vardı ve oğlunu o kutsal yerde ziyaret etti. Hacc Suresi 26. ayette Allah’ın İbrahim’e, İsmail’le birlikte zemzem kuyusunun yanına inşa edecekleri mabedin yerini gösterdiğini söyler; nasıl yapacaklarını da. Bu mabede, sekil olarak "küp"e benzediği için Kabe adı verilir; dört kösesi, pusulanın dört yönüne göredir. Mabedin yapımı bittiğinde Allah tekrar İbrahim’e seslendi ve ona Bekke'ye, veya daha sonra adlandırıldığı gibi Mekke'ye hac geleneğini kurmasını emretti.
Daha sonra İbrahim söyle dua etti:
"Rabbimiz gerçekten ben, çocuklarımdan bir kısmını Beyt-i Haram (kutlu ve korunmuş evin) yanında ekini olmayan bir vadiye yerleştirdim; Rabbimiz dosdoğru namazı kılsınlar diye (öyle yaptım), böylelikle Sen, insanların bir kısmının kalplerini onlara ilgi duyar kıl ve onları birtakım ürünlerden rızıklandır. Umulur ki şükrederler."
BİR BÜYÜK KAYIP
İbrahim’in duası kabul oldu. Kabe'ye akın akın ziyaretçi gelmeye başladı. İshak’ın soyundan gelenler de, Kabe'yi İbrahim tarafından yapılan kutsal bir tapınak olarak ziyaret ediyorlardı. Fakat yüzyıllar geçtikçe tek Tanrıya olan ibadetin saflığı bozulmaya ve kirlenmeye başladı. İsmail’in soyundan gelenler, Mekke vadisine sığmayacak kadar çoğaldılar; uzaklara göç edenler bu kutsal tapınaktan taslar alıp, Kabe adına ona saygı gösterdiler. Daha sonraları komşu putperest toplulukların etkisiyle bu taslara putlar da eklendi; ve sonunda hacılar bu putları Mekke'ye taşımaya başladılar. Bu putlar Kabe'nin çevresine yerleştirildi, iste o zaman Yahudiler İbrahim’in tapınağını ziyaret etmemeye başladılar.
BİR OĞUL KURBAN ETMEYE İÇİLEN AND
Abdulmuttalip, cömertliği ve akıllılığı ile Kureyş'ten saygı görüyordu. Yakışıklı, zengin bir adamdı. Bütün bunların üstüne Zemzemin tekrar ortaya çıkarılmasına vesile olan seçilmiş kişi olması da ekleniyordu. Fakat daha önce bir oğul sahibi olmanın eksikliğini hiç bu kadar hissetmemişti. Sadece bir tek erkek çocuğa sahipti. Allah'a bunun için daha çok dua etmeye başladı. Duasına, eğer O, on evlat verirse ve hepsi de büyüyüp buluğ çağına gelirse, onlardan birini Kabe'de kurban edeceğini de ekledi.
Duası kabul olmuştu. Yıllar sonra dokuz oğlu daha olmuştu. Oğulları büyüdüğünde içmiş olduğu ant aklına gelmeye başladı. Fakat kurban etmek için hangi oğlunu seçeceğini bilemiyordu. En sonunda Kabe'de kura sonucu ok en çok sevdiği oğlu Abdullah'a çıktı. Abdullah’ın annesi olan Fatıma diğer hanımlarına nazaran Mekke'deki en güçlü kabilelerden biri olan Mahzum Kabilesi'ndendi, yani Kureyşli idi. Abdullah’ın kurban edilmesine izin vermediler. Bunun üzerine Abdulmuttalip Yesrib'de yaşayan akıllı bir kadının yanına gitmeye karar verdi. Kadını uzun bir yolculuktan sonra Hayber'de buldular. Kadına olayı anlattıklarında, onlara ruhla konuşması gerektiğini ve ertesi gün gelmelerini söyledi. Abdulmuttalip Allah'a dua etti, ertesi gün kadın şunları söyledi: "Memleketinize dönün ve kurban edeceğiniz adamı bir tarafa, on deveyi bir tarafa koyun ve aralarında kura çekin. Ok adamın aleyhine çıkarsa on deve daha koyun ve tekrar kura çekin. Fal develere çıkıncaya kadar develeri arttırın. Develeri kurban edip adamı salıverin" dedi.
Mekke'ye döndüler ve kadının dediklerini yaptılar. Develerin sayısı yüzü buluncaya dek ok Abdullah’ın aleyhine çıktı. En sonunda Abdullah kurtuldu ve develer kurban edildi.
HZ. PEYGAMBERİN DOĞUMU
Putları kabul etmenin ve onların etkili olduğuna inanmanın tek delili ve meşruiyeti gelenekti: Babaları, babalarının babaları ve daha büyük ataları hep öyle yapmıştı. Bununla birlikte Allah, Abdullah için büyük bir gerçeklik ifade ediyordu. İbrahim’in dinini tam anlamıyla sürdüren bir kaç kişi vardı ve daima olmuştu. Onlar putlara ibadetin geleneksel olmaktan çok, sonradan ortaya çıkmış bir tehlike (bidat) olduğu kanaatindeydiler. Hubel'in İsrail oğullarının altın buzağısından pek farklı olmadığını görebilmek için tarihe bir göz atmak yeterliydi. Kendilerine Hanifler adını veren bu şahısların putlarla hiç ilgisi yoktu ve putları Mekke'yi pisleten ve alçaltan varlıklar olarak görüyorlardı. Taviz vermekten uzak oluşları ve çoğu şeye karşı çıkışları onları Mekke toplumunun dışında kalmaya zorluyordu. Onlara karşı takınılan tavır, hoşgörü, saygı veya kötü davranma, bir bakıma kişiliklerini, bir bakıma da kendilerini korumaya hazır olan kabileler tarafından belirleniyordu.
FİL YILI
Abdulmuttalip dört tane Hanif tanıyordu ve onların en saygını olan Varaka Hıristiyan olmuştu. O bölgedeki Hıristiyanlar arasında bir peygamberin gelişinin yakın olduğu fikri yaygındı. Bu inancın bu kadar yayılmasının sebebi ise doğudaki kiliselerden bazılarının bu inancı desteklemesi ve astrologlarla kahinlerin de bu inancı paylaşmasıydı. Yahudilere gelince, onlar da son gelen peygamberin İsa olduğunu bildikleri için yeni bir peygamberin geleceği konusunda hemfikirdiler. Yahudi alimleri onlara peygamberin çok yakında geleceğini, onun geleceğine delalet eden birçok işaretin görüldüğünü ve muhakkak onun seçilmiş kavim olan Yahudilerden çıkacağını söylüyorlardı. Varaka'nın da içlerinde bulunduğu bir grup Hıristiyan ise bu konuda şüphedeydiler; onlara göre peygamberin Arap olmaması için hiç bir sebep yoktu. Arapların, Yahudilerden daha çok peygambere ihtiyaçları vardı, çünkü en azından Yahudiler tek Tanrıya tapma bakımından İbrahim’in dinini takip ediyor ve putlara tapmıyorlardı. Arapların bu yalancı tanrılara tapmalarını ise sadece bir peygamber önleyebilirdi. Kabe'nin içinde ve çevresinde toplam 360 put vardı; bunun yanı sıra Mekke'de her evde, evin merkezini oluşturan bir put bulunurdu. Bu uygulamalar sadece Mekke'ye özgü değildi, tüm Arabistan'a yayılmıştı.
Develer kurban edilir edilmez, Abdulmuttalip kurtulan oğlunu evlendirmeye karar verdi. Biraz araştırdıktan sonra, Vehb'in kızı Amine'yi uygun bir es olarak seçtiler. Abdulmuttalip, Amine'yi oğluna, kız kardeşi Hale'yi de kendine istedi. Abdulmuttalip o sırada yetmiş yaslarındaydı, fakat yaşına göre her bakımdan hala genç görünüyordu. Abdullah güzellikte zamanın Yusuf'u gibiydi ve o da yirmi beş yasındaydı. Düğün yerine giderken yolda Varaka’nın kardeşi Kuteyle'nin yanından geçmişlerdi ki "Ey Abdullah" diye bir ses duydular. Abdullah yüzünü Kuteyle'ye çevirdi, kadın ona nereye gittiğini sordu. Abdullah "Babamla gidiyorum" diye cevap verdi. Kuteyle: "Beni simdi burada al ve benimle evlen, sana yerine kurban edilen develer kadar deve vereceğim." dedi. Abdullah ise "Babamla beraberim, onun isteklerinin dışına çıkamam ve onu bırakamam" diye cevap verdi. Düğünden bir kaç gün sonra Abdullah yine Varaka’nın kardeşi Kuteyle'ye rastladı. Kadının gözleri yüzünü öyle araştırır bakışlarla tarıyordu ki, konuşmasını bekler bir şekilde yanında durdu. kadın bir şey söylemeyince, bir gün önce söylediklerini neden tekrarlamadığını sorduğunda Kuteyle'den su cevabi aldı: "Dün yüzünde varolan ışık bugün yok. Bugün benim senden istediklerimi bana veremezsin." Evlenmelerin meydana geldiği yıl MS 569 idi. Bunu takip eden yıl Fil Yılı olarak bilinir ve birden fazla sebeple önem taşır.
RAHİP BAHİRA
Abdulmuttalib'in malları hayatının son döneminde oldukça azalmıştı, ölümünden sonra oğullarına sadece çok küçük bir miras bırakmıştı. Oğullarından bazıları, özellikle Ebu Leheb olarak tanınan Abdu'l Uzza, kendiliklerinden zengin olmuşlardı. Fakat Ebu Talib fakirdi. Bu nedenle yeğeni kendisini, yaşamını kazanmak için elinden geleni yapmaya zorunlu hissediyordu. yaşamını keçi ve koyunlara çobanlık ederek kazanıyordu ve gün geçtikçe Mekke'nin üstündeki tepelerde veya ötesindeki ovalarda yalnız geçirdiği günler artıyordu. Buna rağmen amcası onu bazen beraberinde yolculuğa götürüyordu. Bunlardan birinde, Muhammed (S.A.V.) dokuz, bir görüşe göre de on iki yaşındayken bir ticaret kervanıyla Suriye'ye kadar gitti. Busra'da, Mekke kervanının her zamanki konak yerlerinden birinde, içinde nesilden nesile bir Hıristiyan rahibin yasadığı bir hücre vardı. Biri öldüğünde, diğeri onun yerini alıyor ve eski el yazmalarını da içeren manastırdaki bütün eşyaya varis oluyordu. Bu el yazmalarından birinde Araplara bir peygamber geleceği kayıtlıydı. Manastırda yasayan Rahip Bahira bu kitapların hepsinden haberdardı. Bu konuyla ilgilenmesinin asıl sebebi ise Varaka gibi onun da peygamberin kendi yasam süresi içinde geleceğine inanmasıydı.
Bahira, Mekke kervanının manastırdan pek uzak olmayan konak yerinde konakladığını bir çok defa görmüştü. Fakat bu sefer daha önce hiç karşılaşmadığı bir şeyle karsılaştı ve dona kaldı: Alçak ve küçük bir bulut onların üstünde yavaş yavaş ilerliyor ve sürekli yolculardan bir veya ikisi ile günesin arasında yer alıyordu. Büyük bir ilgiyle onların yaklaşmasını izledi. Birden ilgisi şaşkınlığa dönüştü. Çünkü konakladıkları anda bulut hareket etmeyi durdurdu ve altında gölgelendikleri ağacın üstünde sabit olarak kaldı. Ağaç ise dallarını aşağıya indirerek onların iki kat gölgede olmalarını sağlıyordu. Bahira böyle bir mucizenin önemli olduğunu biliyordu. Sadece yüce bir şahsiyetin varlığı bu olayı açıklayabilirdi ve aniden beklenen peygamber aklına geldi.
Manastıra kısa bir süre önce büyük miktarda yiyecek gelmişti, elindekilerin hepsini birleştirerek kervana söyle bir haber gönderdi: "Ey Kureyşliler! Sizin için yiyecekler hazırladım ve buraya gelmenizi istiyorum. Yaslı-genç, köle-hür hepinizi davet ediyorum."
Bunun üzerine hepsi manastıra geldiler, fakat Bahira'nın tembihlerine rağmen Muhammed (S.A.V.)'i develerin ve yüklerin yanında gözcü olarak bıraktılar. Bahira oradakiler içinde kitapta tarif edilene benzer bir yüz göremeyince eksikliği fark etti. "Ey Kureyşliler! Geride kimse kalmadığından emin misiniz?" diye sordu. "Başka kimse kalmadı" dediler, "sadece en küçüğümüz olan bir erkek çocuk kaldı." Bahira "Ona öyle davranmayın, onu da çağırın; bizimle beraber yemekte bulunsun" dedi. Sonra çocuğu yemeğe çağırdılar.
Çocuğun yüzüne bir kez bakmak Bahira için bu mucizeleri açıklamaya yetti. Yemek boyunca onu dikkatle incelediğinde yüz ve vücut özelliklerinin kendi kitabında anlatılanlara ne denli yakın olduğunu gözledi. Yemekten sonra rahip bu genç misafirin yanına gitti ve ona yaşam şekli, uykuları ve genel konulardaki tavırlarıyla ilgili bazı şeyler sordu. Çocuk ona bu konularda ayrıntılı cevaplar verdi; çünkü adam saygıdeğerdi, sorular ise saygılı ve hürmetkarca soruluyordu. Hatta rahip sırtına bakmak istediğinde, gömleğini sıyırmakta tereddüt etmedi. Bahira zaten kesinlikle onun peygamber olduğu kanaatindeydi. Bir de sırtındaki iki kürek kemiği arasında, kitabında anlatılan yerde peygamberlik mührünü görünce tüm şüpheleri silindi. Bahira Ebu Talib'e döndü ve "Bu çocukla akrabalık dereceniz nedir?" diye sordu. Ebu Talib "Oğlumdur" dedi. Rahip, "Oğlunuz değil, bu çocuğun babası sağ olamaz" dedi. Ebu Talib "Kardeşimin oğludur" dedi. Rahip: "Peki babasına ne oldu?" dedi. Öteki "Daha annesi ona hamileyken öldü" dedi. "İşte bu doğru" dedi Bahira, "Kardeşinin oğlunu ülkene geri götür ve onu Yahudilerden koru. Çünkü benim bildiğimi onlar da bilirler ve görürlerse ona kötülük yaparlar. Kardeşinin oğlunun geleceğinde büyük şeyler gizli."
EVLİLİK TEKLİFLERİ
Mekke'deki zengin tüccarlardan birisi bir kadındı, Esed kabilesinden Huveylid'in kızı Hatice. Aynı zamanda Hıristiyan olan Varaka’nın ve kardeşi Kuteyle'nin de kuzeni idi. O zamana dek iki kez evlenmişti ve ikinci kocasının ölümünden beri kendi adına ticaret yapacak bir adam görevlendirmeyi adet edinmişti. Bunlardan biri de artık Mekke'de el-Emin (güvenilir), şerefli olarak tanınan Muhammed (S.A.V.)'di. Bu şöhreti ise kendisine emanet edilen ticaret kervanlarının sahiplerinden yayılıyordu. Hatice, Onu bir kölesini de yanına vererek ticaret kervanının basına getirdi. Gidip dönene kadar yanındaki köle bir çok mucizelere şahit olmuştu. Bunları Hatice'ye anlattı, Hatice de Kuzeni Varaka'ya. Varaka "Eğer bu doğruysa, Hatice, Muhammed (S.A.V.) kavmimize gönderilen peygamberdir. Uzun süreden beri bir peygamberin geleceğini biliyordum ve işte geldi."
Hz. Hatice, Hz. Muhammed (S.A.V.)'e evlilik teklifi götürdü. Hz. Muhammed (S.A.V.) maddi imkansızlığını ileri sürerek "Ben böyle bir evliliği nasıl yapabilirim?" dedi. Aracı Nuseyfe "Orasını bana bırak!" deyince Hz. Muhammed (S.A.V.) "O halde benden tarafı tamam" dedi. Gereken her şey yapıldı ve aralarında Hz. Muhammed (S.A.V.)'in yirmi dişi deve vermesi kararını aldılar.
ÇOCUKLARI VE HZ. ZEYD
Damat amcasının evinden ayrıldı ve gelinle birlikte yaşamak üzere onun evine yerleşti. Hatice kocasına bir eş olduğu kadar, onun en yakın arkadaşı ve ideallerini ve isteklerini paylaşan bir dostu idi. Acılar ve kayıplar olsa da evlilikleri çok mutlu geçiyordu. Hz. Hatice, Hz. Muhammed (S.A.V.)'e altı çocuk doğurdu, iki erkek ve dört kız. En büyük çocukları Kasım adında bir oğlan çocuğuydu. Bundan sonra Ona Ebu'l Kasım (Kasım’ın babası) denmeye başlandı. Fakat çocuk iki yaşını doldurmadan vefat etti. İkinci çocukları Zeyneb adında bir kızdı, onu üç kız çocuğu daha takip etti: Rukiyye, Ümmü Gülsüm ve Fatıma. Son çocukları ise yine çok az bir süre yaşayan bir erkek çocuğuydu. Evlendiği gün Muhammed (S.A.V.) babasından miras kalan sadık cariyesi Bereke'yi azat etti. Hatice ise Ona kölesi Zeyd'i hediye etti. Zeyd iyi bir ailedendi, fakat yıllar önce kaçırılarak köle olarak satılmıştı. Muhammed (S.A.V.)'in kölesi olduktan aylar sonra bir gün daha önce yakalayamadığı bir fırsatı, ailesine haber gönderme imkanını yakalamıştı: Mekke sokaklarında kendi kabilesinden adamlara rastladı. Eğer onları bir önceki yıl görmüş olsaydı, duyguları çok farklı olurdu. Böyle bir karşılaşmayı uzun süredir arzuluyordu, fakat şimdi şaşkınlığa düşmüştü. Rahatının iyi olduğunu ve geri dönmek istemediğini anlatmak üzere birkaç mısra yazıp gönderdi. Ailesi haberi aldığında hemen yola çıktılar ve Hz. Muhammed (S.A.V.)'e Zeyd'i kendilerine satmasını teklif ettiler. Hz. Muhammed (S.A.V.) "Bırakın kendisi seçsin, eğer sizi seçerse hiçbir ücret istemeden onu size veririm; eğer beni seçerse, ben; beni seçen birinin üstünde karar verici değilim."dedi. Zeyd'e sorulduğunda şunları söyledi: "Senin üstüne başka adam seçecek değilim. Sen bana annem ve babam gibisin." Ailesi hayret etti. Hz. Muhammed (S.A.V.) daha sonraki konuşmaları kısa keserek onları Kabe'ye davet etti. Hicr'de ayakta durarak yüksek sesle şunları söyledi: "Ey burada bulunanlar, şahit olun ki, Zeyd benim oğlumdur, ben onun, o da benim varisimdir." O günden sonra Zeyd, Zeyd İbn Muhammed diye anılmaya başladı.
KABE'NİN YENİDEN İNŞAASI
Hz. Muhammed (S.A.V.) 35 yaşında iken Kureyşliler Kabe'nin tekrar inşasına karar verdiler. Kabe yıkıldıktan sonra Hacerü'l Esved'in bulunduğu köşede Süryanice bir yazı buldurlar ve onu bir Yahudi’ye okuttular. "Ben Allah’ım ve Bekke (Mekke)'nin Rabbiyim. Mekke'yi ve gökleri ben yarattım, Ay'a ve Güneş’e şekil verdiğimi ve Güneş’in etrafına dokunulmaz olan yedi meleği yerleştirdiğim gün yarattım. O (Mekke), insanlara süt ve su ile yardim eden iki tepe varoldukça varolmaya devam edecektir." yazmakta idi. Bir parça yazıda İbrahim makamında Kabe'nin kapısı yanında Hz. İbrahim’in ayak izini taşıyan kayanın altında bulundu. "Mekke, Allah’ın kutsal evidir. Onun sürekliliği üç yönden gelir. Onun yakınındaki insanlar onu ilk kirletenler olmasın."
Kabe'nin yapılmasında bütün kabileler çalıştı ve yeniden yapıldı. Sıra Hacerü'l Esved taşının yerine konulmasına geldiğinde yerleştirme şerefine tüm kabileler nail olmak istemekte idiler. Aralarında anlaşamayarak ihtilafa düştüler. Bu tartışma bir kaç gün sürdü ve yaşlı bir adam şöyle bir öneri getirdi: "Mescide ilk giren hakem olsun." Tam bu sırada Hz. Muhammed (s.a.v) kapıdan içeri girdi. Hepsi Muhammed Emin'dir kararı kabulümüzdür dediler. Durumu kendisine anlattılar. Hz Muhammed (s.a.v) bana bir kumaş getirin dedi. Kumaşı yere serdi. Hacerü'l Esved’i kendi elleriyle kumaşın üzerine yerleştirdi. Her kabilenin reisi bezin ucundan tutsun. dedi. Taş yükselince de onu yerine kendi elleriyle yerleştirdi. Böylece inşaatın kalan kısmına devam edildi ve sorun çözüldü.
İLK VAHİY VE PEYGAMBERLİK
Hz. Muhammed'e bazı haller olmaya başladı. Bunların nasıl olduğu sorulduğunda "uykuda iken gelen sabahın aydınlığı gibi gerçek görüntüler" olduğu söylerdi. Hıra dağındaki bir mağaraya inzivaya çekilmeye başladı. Şehirden ayrılıp mağaraya yaklaştığında "Ey Allah’ın Rasülü, sana selam olsun." seslerini duyardı. Geriye dönüp bakınca ağaçlar ve taşlardan başka hiç bir şey göremezdi. Ramazan ayında kırk yaşında iken insan seklinde bir melek geldi ve Ona "OKU" dedi. O, "ben okuma bilmem" deyince, Melek onu eline aldı ve dayanabileceği son noktaya kadar sıktı. Sonra tekrar "OKU" dedi. "Ben okuma bilmem!" Üçüncü kez aynı olay tekrarladındı. Melek onu bıraktığında şöyle dedi:
“Yaratan Rabbin adıyla oku.
O, insanı bir alak'tan yarattı.
Oku, Rabbin en büyük kerem sahibidir;
Ki O, kalemle (yazmayı) öğretendir.
İnsana bilmediğini öğretti.” (A’ lak Suresi 1-5)
Bunlar Kur'an-ı Kerim’in ilk gelen ayetleridir.
O bu sözleri meleğin arkasından tekrarladı ve melek onu bırakıp gitti. (Bu vahiy melediği Cebrail A.S. idi) Sonra Peygamberimiz Hira mağarasından evine döndü. Olayları Hz Hatice validemize anlattı. Hz. Hatice Ona "Senin peygamber olacağını umuyordum. Ne mutlu sana. Müjdeler olsun sana!" dedi. Hz Hatice hemen amcasının oğlu Varaka Bin Nevfel'e olanları anlattı. Varaka’nın cevabı: "Bu gördüğün Allah-u Teala’nın (CC) Musa'ya indirdiği Namus-u Ekber'dir. (Cebrail'dir) Ah keşke senin davet günlerinde genç olsaydım. Kavmin seni yurdundan çıkaracağı günlerde hayatta bulunsaydım." dedi ve Rasulullah’ın mübarek başlarından öptü. İlk vahiyden sonra vahiy belli bir süre kesintiye uğradı. Bu sessizlik döneminden sonra onu temin edici bir vahiy geldi. (Duha Suresi: 1-11)
İLK EMİR NAMAZ
Hz Muhammed (S.A.V) en yakın ve sevgili bulduğu kişilere Melek ve Vahiy hakkında gördüklerini anlatmaya başladı. Bir gün Cebrail (a.s) ona geldi ve topuğuyla çimenliğe vurdu. Oradan hemen su fışkırmaya başladı. Namazdan önce nasıl temizleneceğini peygambere gösterdi ve abdest aldı. Peygamber onu taklit etti ve namazı nasıl kılacağını, kıyam, rüku, sücudun nasıl yapılacağını öğretti ve namaz vakitlerini öğretti. Peygamber evine dönünce öğrendiklerini Hatice'ye de öğretti ve birlikte namaz kıldılar.
Din artık abdest ve namaz esasları üzerine kurulmuştu. Hatice'den sonra bu esasları ilk uygulayanlar: Ali, Zeyd, Ebu Bekir idi.
AİLENİ UYARIP KORKUT
Henüz İslam’a açık bir çağrı yapılmamıştı, fakat gün geçtikçe müminler grubuna kadın-erkek bir çok genç katılıyordu. Peygamberin kuzenleri de dahil bir çok akrabası yeni dine girmelerine rağmen amcalarından hiçbiri onun peşinden gelmeye yatkın görünmüyordu. Ebu Talib, Hamza ve Abbas Peygamberi kişisel olarak sevdikleri halde, Ebu Leheb açıkça yeğeninin sapık olduğunu söylüyordu. "(Öncelikle) en yakın hısımlarını(aşiretini) uyarıp korkut." (Şuara: 214) ayetinden sonra Peygamber (sav), Ali’yi çağırıp Abdulmuttalib oğullarını bir araya toplamasını, onlara yemek vereceğini söyledi. Haşim Kabilesi gelince bir koyun budu ve bir maşrapa süt bütün kabileyi doyurmaya yetti.
KUREYŞ KARŞI ÇIKIYOR
İslâm’ın ilk günlerinde, Müslümanlar sık sık Mekke'nin dışına gider ve topluca namaz kılarlardı. Bir gün birkaç putperest, onlar namaz kılarken alay edince Zühre Kabilesinden Sa'd kafirlerden birini yaraladı. Bu İslam' da ilk kan dökülmesi oldu. Fakat Peygamber Efendimize sık sık gelen vahiylerde sabrın tavsiye edilmesini dikkate alarak o günden sonra şiddetten kaçınmaya karar verdiler. "Onların demelerine karşı sen sabret ve onlardan güzel kopma (düşünce ve eylem bakımından köklü bir tutum) ile kopup ayrıl" ve "Sen simdi o küfretmekte olanlara mühlet ver, kendilerine az bir süre tanı" (Müzemmil:10-11) Kureyş’ten bir grup Ebu Talib'e gelip yeğenini engellemesini, yoksa savaş çıkaracaklarını söylediler. O da yeğenine haber göndererek kendini korumasını istedi. Kureyşin korkusu o sene hacca gelecek olanların Muhammed (sav) ve taraftarlarının putları hor gördüğünü fark edip, bir daha Mekke'ye gelmemeleri ve bunun sonucu olarak da hem ticaret hem de Mescit koruyucularının şeref ve haysiyetinin kötü duruma sokulacak olmasıydı.
Kureyş bu durumu önlemek için çeşitli yöntemler aradı. Mekke'ye gelen Arap'lara, Muhammed' in (sav) Arapları temsil etmediği anlatılmalıydı. Bunun yani sıra başka şeyler söylemek gerekliydi.Önce mecnun (deli) veya şair demeyi düşündüler, fakat daha sonra büyücü demek konusunda hemfikir oldular. Çünkü biliyorlardı ki Muhammed insan kazanmak konusunda çok başarılı idi.
Planlarını titiz bir şekilde uygulamalarına rağmen, nasibi olanların İslam’a girmesine engel olamadılar. Mekke'ye gelen hacılar, kendilerine düşmanlarından farklı bir hikaye anlatan Peygamber (sav) taraftarlarıyla karşılaştılar ve her biri yaratılışının gereği olarak iman etti. Arabistan’ın her yerinde, özellikle de Yesrib'de yaygın olarak yeni dinden bahsedilmeye başlandı.
Dostları ilə paylaş: |