Peygamberimiz ve diğer peygamberler arasında ne kadar fark varsa, tebliğ ettiği ahkâmda olduğu kadar mucizeler yönüyle de o kadar fark vardır. Diğer peygamberlere verilen mucizeler mahdud idi. Sadece zamanlarına aid idi. Bununla beraber, onların mahdud olması değersiz olmaları mânâsına değildir. Peygamberimize verilen mucizeler, hem çeşit, hem de sayı itibariyle pek fazladır. Biz sadece bunlardan birkaç tanesini nakledeceğiz.
a) Peygamber oluşundan onbir buçuk sene sonra, bir gecenin muayyen bir anında, Cebrail Aleyhisselâm gelmiş, Efendimizi ilk defa Mescid-i Aksa'ya götürmüş, oradan da semavatı geçerek Allah Teâlâ ile zaman ve mekân kaydı olmaksızın buluşmuş ve konuşmuştur. Cennet ve cehennemi görmüştür. Geri döndüğü zaman yatağını bıraktığı sıcaklıkta bulmuştu. Bu hâdiseye Mi'rac ismini veriyoruz.245
b) Mi'raca çıkmadan evvel Cebrail Aleyhisselâm tarafindan göğsü açılmak ve kalbinde, Allah'ı görme ve konuşmağa bir hazırlık olmak üzere manevî bir ameliyat yapılmıştır. Buna biz şerh-i sadr diyoruz.
c) Peygamber olmadan evvel başlayan ve uyku sonrasında tamemen aynısı vaki olan rüyalar. Bunlar nübüvvetin ilk alâmetleri sayılıyordu.
d) Bir sefer esnasında insanların susuz kalmaları sebebi ile, parmaklarından suların fışkırması. Bu seferde peygamberimiz mevcud suyu küçük bir kaba koydurmuş ve parmaklarını içine batırınca parmaklarından yüzlerce insana yetecek kada sular fışkırmıştır. Bu hâdise pek çok insan tarafından rivayet edilmiştir.
e) Ayın ikiye bölünmesi: Buhari ve Müslim'de bulunan bir hadisin meali şöyledir: Enes b. Malik diyor ki:
"Mekke ahalisi, peygamberin kendilerine bir âyet (mucize) göstermesini istediler. Peygamber de onlara ayın ikiye bölünüşü hâdisesini gösterdi. Ay iki parçaya ayrılmış, Hıra dağı, ayın iki parçası arasında görünmüştü."246
IX- Peygamberlere Neden İnanılmamıştır?
Peygamberler samimiyetle insanları hak yola çağırmalarına rağmen, onların bu davetlerine inanmayanların sayılan maalesef az değildir. Şimdi biz burada bu inanmayısın sebeplerini araştıracağız. Kusur davet edilen dinde mi, davet eden peygamberde mi yoksa davet edilen insanlarda mı idi?
A- Davet Edilen Din Ve Peygamberler Yönünden:
İnsanlardan bir kısmının peygamberlerin yaptıkları davete uymamasında dine veya davet eden peygambere kusur bulmak imkânı yoktur.
1- Peygamberler insanlara akla ve mantığa uymayacak, insanları yaşayış itibariyle güçlüğe ve meşakkate düşürecek, onları yüksek ahlâk ve faziletten mahrum bırakacak bir davet yapmamışlardır. Tam tersine olarak onlara adalet ve iyiliği emretmişler, fazilete çağırmışlar, maddenin esiri olmaktan kurtulmalarını ve bir olan Allah'a iman etmelerini teklif etmişlerdir.
Sözleri doğru ve gerçekti. Ellerinde doğru söylediklerine ve Allah elçisi olduklarına dair en kuvvetli deliller mevcuttu. Onların inanmamalarını gerektirecek hiçbir ciddi sebep bulunamazdı. Meselâ tebliğ edilen dini kabul ettikleri takdirde ahlâklarının bozulacağını, yaşayışlarında faziletten uzaklaşacaklarını, yahut emredilenlerin yapılması imkânsız şeyler olduklarını iddia edemezlerdi.
2- Peygamberler insanları davet ettikleri yola kendileri gitmiyorlar mı idi? Şayet böyle olsaydı, kendileri bir .tarafa çekilerek şunları yapın, bunları yapmayın deselerdi, insanları birer köle, kendilerini birer ağa haline getirselerdi o zaman inanmayanların (kendiniz yapmıyorsunuz, yükü bize yüklüyorsunuz. İyi ise siz de yapın, fena ise biz de yapmayalım.) demelerine kim ne diyebilirdi? Halbuki böyle bir şey olmamıştır, Hazret-i Âişe'nin naklettiği şu hadise bakın. Diyor ki:
"Rasûlüllah efendimiz (s.a.) geceleri ayakları şişinceye kadar namaz kılardı. O'na dedim ki:
"Allah senin vaki olan ve olması muhtemel olan günahlarını bağışlamışken neden bunu yapıyorsun ya Rasûlallah?" Cevaben dedi ki:
"Çok şükreden bir kul olmayı arzu etmez miyim?"247
3- Peygamberler, ahlâk yönüyle itibar edilmeyecek, terbiyesi bozuk kimseler değildiler. Şayet onlar yalancı, hilebaz, ahmak, terbiyesiz kimseler olsalardı mesele kendiliğinden hallolunurdu. Akıl ve mantık, dürüst ahlâk sahibi olmayan kimselerin ardından gitmeyi hoş görmez. Halbuki peygamberler, peygamber olmayan bir kimsede bulunması imkânı olmayan yüce bir ahlâkı temsil ediyorlardı. Hiç bir kimse çıkıp da onların yaptığından daha faziletli bir hareket yaptığını veya böyle bir başka insanın mevcudiyetini iddia edemezdi. Onların bütün hayatları, peygamber olmadan evvel ve sonrasıyla tamamen edeb ve haya ile müzeyyendi. İnsanların nefretini icabettiren bir tek hareket hiç bir peygamberde görülmüş değildi. Onları Allah terbiye etmiş insanlık için her hususta örnek ve numune yapmıştı. Bu sebeple onlara inanmayanların bu yolda bir itirazları olamazdı ve olmamıştır da.
4- Peygamberler yaptıkları ilâhî davetle, kendileri için hiçbir maddî menfaat temini yoluna gitmemişlerdir. Servet, şöhret, saltanat ve benzeri olan hiçbir mevki ve makam onların gözlerinde büyümemiş, gönüllerinde yer almamıştır. Kur'ân-ı Kerîm'de peygamberlerin davet ettikleri insanlara karşı söyledikleri bildirilen şu söz bütün şüpheleri giderecek kuvvettedir. "Ben buna (yaptığım davete) karşı sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim mükâfatım âlemlerin Rabbinden başkasına aid değildir." 248 Peygamber Efendimizin, risalet vazifesini terkettiği takdirde her istediğini verecekleri teklifine karşı: "Vallahi güneşi sağ elime, ayı sol elime koymuş olsalar ölmedikçe bu işi asla terketmem." buyurduğu bilinmektedir.
5- Peygamberlerin davetlerini anlaşılmayacak şekilde yapmaları diye de bir özür bulunamaz. Hak dine çağırdıkları insanlara bilmedikleri bir lisanla hitab etseler veya ancak yüksek tahsilli insanların anlayacağı ağır bir ifade ile tebligatta bulunsalar o zaman inanmayanların "anlamadığımız bir davete icabet edemeyiz" demeleri" mümkündü.
Peygamberler, herkesin anlayacağı bir lisanla konuşmuşlar, onların akıllarının alacağından daha yüksek seviyeden hitab etmemişlerdir. Peygamberimiz konuşurken sözlerini tane tane söyler, bazan ehemmiyetine işaret etmek için bir cümleyi üç defa hatta daha çok tekrar ettiği olurdu. Bu sebepledir ki, peygamberimizin sözleri, dinleyenler tarafından ezberlenmiş ve sonraki nesillere ezberden aktarılmıştır. Peygamberimizin gönderdiği elçilere verdiği şu emir, davetin mutlaka anlaşılmasını ve sevdirilmesini istediğini anlatıyor:
"Kolaylık gösteriniz, zorluk çıkarmayınız. Müjdeleyip sevdiriniz, fakat nefret ettirmeyiniz."249
Bir âyet-i kerîmede de şöyle buyurulur:
"Biz her peygamberi, mutlaka kavminin lisanıyla, onlara emrolunanı beyan etsin diye gönderdik." 250
6- Peygamberler bu vazilfelerini lâyıkıyla ifa etmişlerdir. Şayet peygamberlik hayatlarında sadece birkaç gün bu işle meşgul olsalar, bu günkü tabiriyle ek görev olarak kabul etselerdi, o zaman, insanların "ne dediğini anlatmadan sözünü bitirdi" diyebilecekleri bir mazeretleri olurdu. Fakat onlar bu işle canla başla meşgul olmuşlar, gece gündüz bu işin peşini bırakmamışlardır. Sadece ibadet yerlerinde değil, çarşıda pazarda, seferde hazarda, toplu veya ferd olarak buldukları her insana usanmadan, daima artan bir istekle davet etmişlerdir. Bu yolda peygamberden başkasının dayanamıyacağı eziyetlerle dolu ömürler sarfedilmiş, bu ömrün peygamberlikle başlayan saatinden itibaren son nefese kadar geçen bütün zamanı Allah'ın emir ve nehiylerini tebliğ etmekte geçirilmiştir. Onlar kendileri için yaz tatili tanımamışlar, hafta sonu dinlenmesi diye bir istirahat günü seçmemişler, günlük mesai saati ayırdetmemişlerdir.
Bütün bunlar, insanların bir kısmının inanmamasından peygamberlere ve dine aid bir kusurun olmadığını göstermektedir.
Dostları ilə paylaş: |