Anahtar kelimeler: Eğitim, kültür, küreselleşme
Abstract
In the globalisation age intercultural meetings increase. This paper analyses some asyects of an intercultural education that might improve the problematic of understanding resp.misunderstandig of the foreigner. Therefore such an education needs a new conceptual framework that permits to rethink the view on one’s own and the foreign culture. Parting from the paradigm of identity is necessary in favour of an understanding of cultures changable, the understanding of the historical genesis of the own and foreign culture as well as efforts to work against fragmentation of knowledge. Basic competences of an intercultural understanding are metacommunication and –cognition as presuppositions for processes of communication on cultural diversty and otherness. Intercultural meetings may be helpful no make apparent the diversty of the cultural-specific attitudes, like basic patterns of communication or conceptions of time of one’s own and the other culture.(J.D)
Key words:Education,cultur,globalisation.
1. Küreselleşmenin Sonucu olarak Eğitim Sahasında Değişiklikler
Küreselleşmenin sonucunda sanayileşmiş ülkelerde eğitimin sayısız radikal değişimleri mevcuttur. Geleneksel olarak eğitim çocuk ile meşgul olur. Onun görevi çocukları belirli gelişim safhalarına göre ilerletmekti. Bu gelişim safhalarını yetişkinlere göre tedrici olarak belirlemişlerdi. Margaret Mead(1972), kültürel olarak nakledilenlerin üç türünü tespit etmektedir. Onların modern toplumlarda eğitim anlayışları ile geliştirildiğini gösterdi. Mead, her şeyden önce aynı çatı altında üç neslin yaşadığını söylüyordu. Ebeveyn, büyük anne ve büyük baba, çocukların eğitiminin temel yönünü belirliyorlardı. Sonra sadece ebeveynler çocukların eğitiminden sorumlu oldular. Nihayet çocuklar bilim, teknik ve ticaret içinde hızlı gelişimleri ile ebeveynlerinden daha samimi idiler ve hatta bundan dolayı ebeveynlerinin “eğiticileri” oldular.
1.1.Bireysel Eğitim: Hayat Boyu Öğrenme
Önceleri olduğu gibi eğitim ve öğretim gençlik yaşlarına bağlı olsaydı, bu iki faaliyet alanı bugün mesleki ve bireysel bakımdan yetişkin yaşlarına kadar sürerdi. Öğretim sadece gençlik dönemine dayanmıyor aksine bütün insanlarda ve hayatın bütün safhalarında düzenleniyor. Bütün gelişim ve öğretim süreçleri her yaşta aynı zamanda aktüeldir. Bu durum hayatımızın bütün zamanlarını yani geçmiş ve gelecek her anına dikkat etmek zorunda olduğumuzu gösteriyor. Hayatın her safhasını ilerlemiş yaşımızın bir sentezi olarak kavramalıyız. Bu bakış altında çocukluk hiçbir zaman eskimez. Onun bize daima bir şeyler söylemesi gerekir. Aynı şekilde yaşlılık, öncelikle hayatın sonunda meydana gelmez bilakis hayatın ilk yıllarında önemli bir şekilde meydana gelir. Farklı yaşların değişik taraflı ilişkileri yoluyla biz “eğitimin küreselleşmesinin” türünü yan yana yaşarız(Lapassade 1997).
1.2.Eğitimin Demokratikleşmesinin Yolu
Eğitimin sürekli değişimi demokratik toplumların varlığından ortaya çıkar. Avrupa’da eğitim ve öğretim uzun zamandır, Fransız ihtilali öncesi önemli bir homojenleşmenin meydana geldiğinin tespit edildiği sosyal tabakalara göre düzenleniyor. Öyle ki Norbert Elias’ın açıkladığı gibi Fransa’da taşralı asilzade burjuvayı, buna karşılık Versay Sarayında aristokrasiyi taklit ediyor. Molier “Burjuva Centilmeni” isimli tiyatro eserinde, Elias tarafından tasvir edilen saray örneğini konulaştırır. Elbette tedrici olarak insanın eğitimi çok az olarak sosyal statüsüne bağımlıdır. Her insan demokratik toplumun bir parçası olarak görülür. Eğitimin görevi insanı bir şekilde toplumsal sahaya kabiliyetli yapmak için “vatandaş olmaya”a uygun eğitmedir.
1.3.Kültürlerarası Eğitimin Yolu
Demokratik eğitim ve hayat boyu öğrenmenin gelişimi yanında farklı kültürler arasında gittikçe artan bir değişimin sonucu olan sürekli bir değişim gözlenebilir. Bugün diğer toplumlarla ve onların kültürleriyle karşılaşmalar daha fazla seyahatlerde meydana gelmiyor, bilakis onlarla gittikçe güçlenen kitle iletişimi içerisinde yüz yüze geliyor. Böylece kültürlerarası eğitim, yeni durumlar içerisinde bireyi daha iyiye yönlendirme konusunda önemli hale geliyor. “Kültürlararası” kavramı, iki açıdan anlaşılabilir. Birincisi o, insani inter aksiyonu varolan kültürler arasında gösterir. İkinci olarak kavram, dini, politik veya ekonomik bir tür içerisinde açıklanır. Onun sonuçları kültürün varlığıdır. Kültürlerarası eğitim, varolan kültürün analizi ve farklı kültürlerin karşılaşması yoluyla meydana gelen yenileşme ile kavranabilir. Nihayet o, yeni ilişkiyi insani kültürlerin çoğulculuğu ile mümkün kılan taslak haline gelen bir çerçeveye ihtiyaç duyar. Böylece eğitim küreselleşmenin taleplerini haklı kılabilir.
1.4.Yararlılık Denemesinde Kültürlerarası Karşılaşmalar
Küreselleşmenin yetkisinde eğitimi bir noktaya yoğunlaştırmak ve bu yeni şartlar için özellikle evrensel karşılaşmalar sahasında ortaya çıkan özel tecrübeler yeniden ele alınmalıdır. Bunlar bugün, büyük ölçülerde ve zaman içinde büyük bir anlam kazandı ve çeşitliliği içinde değişti. Evrensel karşılaşmalar, turizmde, uluslar arası ticarette ve mübadelede meydana geldi. İlgili taraflar, organizasyon ve kurumlar olduğu gibi birey ve gruplardır. Nicel genellemeler nitel bir gelişmeyi de ortaya çıkardı. Uluslar arası karşılaşmalar işlevsel bir karaktere sahip olsa da, bu karşılaşmaların günden güne güçlenen uluslar arası gerçeklik yetkisiyle yüzleştiği görülüyor. Bu yolla onlar saf fonksiyonel karakterini kaybettiler. Uluslar arası karşılaşmalar bu ayırımların temelinde farklılıkların yaşadığı farklı kültürlerin ve milletlerin insanlarının karşılaşmalarını ilerletti. Bu tür karşılaşmalar diğer kültürleri keşfetme ve anlama ilgilerini ortaya çıkardı. Kültürlerarası karşılaşmalarda birbirleriyle tanışan insanlar, özel öğretim ve kültürlerinin yabancı kültürleri kapsamlı şekilde anlama için kâfi gelmediğini görüyorlar. Bu insanlar anlaşılmayanın hoşa gitmeyen ve öfkelendiren tecrübesini deniyorlar(Dibie, Wulf 1998). Bu anlaşılmayan hızlı bir şekilde aşılamayabilir. Aksine diğer kültürler ne kadar tanınırsa onun anlaşılmasında şüphe ve özel güvensizliği o kadar büyük olur. Anlaşılmayanın tecrübesi fevkalade önemlidir. Bu olmaksızın birçok problemle asla karşılaşılamaz ve onlar bu şeklide de aşılamaz. Kültürlararası bir karşılaşma daha sonra meydana gelmeyebilir. Yani her şeyden önce özel ve yabancı kültürleri anlama denenebilir. Bu gayretlerin yetersizliği ya korkaklığa götürür veya yabancı kültürlerin sürekli olarak araştırılmasını teşvik eder. Şayet aynı zamanda vazgeçmez ise, kültürlerarası karşılaşmaları kendi içinde emniyet altına alan zorluklarla şuur kazanır. Öyle ki bazı insanlar yabancılarla tanışırken birbirlerini karşılıklı olarak tanımak isterlerken bazıları da onlara kendi hayatlarıyla ilgili kısa bir özet aktarmaya önem verirler. Bazıları isteyerek spontandırlar. Diğerleri her şeyi planlamayı tercih ederler. Diyalogda farklı beklentiler hakkında anlaşılma denemelerinde, orada özel kültürlerin birçok merkezi kavramı varolmadığı için zorunlu olarak dilsel zorluklarla karşılaşılır. Öyle ki mesela “vatandaş(citoyenneté” kavramı gerçi Almanca’ya, İngilizce’ye veya İtalyanca’ya tercüme edilebilir. Elbette onun özel anlamı ilgili kültürde bu yolla elde edilemeyebilir.
1.5.Bugünkü Taslağın Çerçevesinin Yetersizliği
Küresel eğitim taslağının gelişmesi için şimdiye kadar geçerli olan ve üç sahada karakteristik olan ve yetersizliği açık olan çerçeve, eğitim için değiştirilmek zorundadır. Tafsilatıyla özdeşliğin kurulması yoluyla basitleştirme, tarihsel şuurun eksikliği ve bilginin parçalanması söz konusudur.
Özdeşliğin Kurulması Yoluyla Basitleştirme:
İnsan sabit görünen her şeyi gerçek olarak kabul eder. Bu sabit görünen gerçek Platon’un düşünceleri içinde vardı ve Herakleitos’un varolanların akıcılığına karşı çıkıyordu. Bunlar bilimin talepleri için gerekliydi. Bilimsellik değişmeyen şeyleri araştırabilirdi. Şayet aynı hızla hareket etmiyorsa her şey değişebilir. Çoğunlukla bilim, gerçekliği ortaya çıkarmada yeterli değildir. Bilim bunları sadece yetersiz şekilde algıladığı için, onun sonuçları da çoğunlukla hoşnut edemeyendir. Çoğunlukla uzun zamandır gerçeklik’in (numen) olarak tanınmadığı bilakis sadece görünen bir (fenomen) olarak tanındığı söz konusudur. Tarih bilimi de uzun zamandır bu hata anahtarının kurbanıydı. Merkezde tasvirler ve bununla statik özdeşliğin varlığı duruyordu. Bu şekilde milli kültürlerin içerisinde gelişme ve iniş-çıkışlar engelleniyordu. Bugün tedrici olarak özdeşliğin paradigmasından vazgeçildi ve değişim paradigmasına dönüldü.
Eksik Tarih Bilgisi:
Diğer ülkeler ve hatta kendi ülkemizle ilgili tarih bilgimiz yetersizdir. Bir tarafta, tarih insanların ihtiyaçları ile meşgul olmadığı için; diğer tarafta, tarih çok zor öğrenildiği için çok az insan tarihle ilgilenir. Bugün problemin ölçüsü mekânsal küreselleşme sayesinde ortaya çıkan şuurdur. Bu küreselleşme farklı kültürleri gözümüzde genişletti ve bizi onların farklı tarihsel varoluşlarının arka planındaki sebeplerle karşı karşıya getirdi. Bu şekilde zamansal yani mekânsal küreselleşmeden daha eski, daha yavaş ve karmaşık olan tarihsel küreselleşmeyi harekete getiren araştırmalardı.
Bilginin Parçalanması:
Özdeşliğin kurulması yoluyla basitleşme çok dar olarak eksik olan tarih bilgisi ile ilişkilidir. Kıyas yoluyla bu, bilginin parçalanması için de geçerlidir. Platon ve Aristoteles bize şeylerin sabit bir özdeşliğe sahip olduğunu öğrettiler. Burada kurucu bilimi her saha için geliştirdik. Münferit disiplinler içinde bilimin ortaya çıkan parçalanması gerçekliği tahmin edilmedi. Bugün de insan, birçok olay tarafından istilaya uğradı. İlgili sahayı araştırabilmek için bilimler farklı disiplinler içinde ayrıldı. Tarih bilimi çağlar ve ülkelerde yoğunlaştı. Psikoloji grup ve bireylerle, biyoloji ve tıp bedensel organlarla meşgul oldu. Boulding ve Bertalanffy tarafından ileri sürülen bütün bilimsel disiplinlerin birliği şeklinde sistem teorilerinin yardımıyla ileri sürülen böyle bir tahmin çok nadirdir. Bilimlerin taksimi yoluyla tek tek ayrılmış sahalar arasında varolan dinamik bağlantı kayboldu. Kültürler arası küreselleşmenin sonucunda insanlar tek tek sahalarla daha fazla yüzleştirildi. Bundan dolayı onları çeşitliliğin ortasında bütüncül bir hayata kabiliyetli kılan eğitimin yönlendirmesine muhtaçtırlar. Maalesef bunun üzerinde henüz bir mutabakat yoktur. Böylece her şeyden önce güncel hayatla ilişkili olan bazı zorlukların varlığı dolayısıyla eğitimin şimdiye kadar olandan farklı yeni bir yönlendirme gerekliliği görülmektedir.
1.6 Meta-iletişim ve Meta-bilişim:
Kültürlerarası karşılaşmada ilk anlaşmazlık çoğunlukla sürekli olarak gösterildiği gibi sadece sayısal olarak aşılır. Bundan dolayı, düşünmeden ve basit anlama ölçeği ile memnuniyeti ortaya koymadan şeytana uyma çoktur. Buna karşı, öyle ki bunu önceden olduğu gibi ilerletebildiği kendi anlamadığı bir durumda bulunmada ve diğerleri ile bunun hakkında teati etmede diğerlerinin de her şeyi anlamadığı keşfedilir. Bu şekilde farklı kültürlerin insanları kendi eksik bilgileri hakkında yabancı kültürlerin ve tamamen sonuçlanan anlaşmazlıkların ilişkisiyle düşünce alışverişinde bulundukları meta iletişimin bir türü harekete geçirilir(Demorgon 1991, 1996, 1998). Şayet bu meta iletişim tekrarlanarak meydana gelirse, bu meta iletişimi paylaşan insanlar devamlı olarak kendi kanaatlerinde sarsılırlar. Fakat onlara aynı zamanda yeni bir ufuk da açılır. Fakat sadece meta iletişim yeterli değildir. O meta bilişim ile tamamlanmak zorundadır. Biz hangi şekilde bunu diğerlerinde keşfedebilir ve hissedebilir, en iyi şekilde anlayabilir ve kavramsal olarak en iyi şekilde kavrayabiliriz? Meta iletişim ve meta bilişim birbiriyle çok dar olarak bağlıdır. Yabancı kültürlerin insanları ile iletişimsel değişimde davranışlarımız hakkında yeniden düşünmemize ve düzeltmemize vesile olan fenomenlerle karşılaşırız. Meta bilişim meta iletişimin ilk safhası hakkında dışarıya yöneltir. Her ikisi tamamlanır ve kültürler arası karşılaşma başarıyla mümkün hale gelir.
2. Kültürel ve Kültürlerarası Boyuta Yönelik Eğitim
2.1 Kültürel Sistem ve Boyutları
Kültürlerarası karşılaşmalarda bu kültürlere katılan insanlar kendi kültürlerini sağlamlaştırdıkları için anlama zorlukları ortaya çıkar. Bu zorlukların temelinde öğretmen ve eğiticiler yabancı düşmanlığına ve önyargılara karşı mücadele etmeyi denerler. Bu en iyi düşüncelerle meydana gelir. Fakat çoğunlukla eksiktir. Henüz farklı milletlerin kültürleri klasik görüşlerle düzenlenmektedir. Bunun sebebi duygusal stratejiler ve bilişsel gerçekliklerdir. Klasik görüş çoğunlukla gerçeğin bir parçasını içerir. Korkudan, önyargılı düşünceden şikâyetçi olmak, basitçe ifade etmeye cesaret edilemez hatta bilakis onu açıkça yargılar. Bununla beraber, önyargılar daima gerçeğin özünü içerdiğine inanılır. Bu düşünce geniş ölçüde yayıldı ve yabancı kültürlere ait yorumlara zarar verdi. Çünkü onlar yabancı kültürlerin objektif mesela bilimsel işlemlerinin mümkün olmadığını içerir.
Bu şekildeki düşünceleri aşabilmek için farklı kültürlerin karışıklığının kültürlerarası eğitimi olmak zorundadır(Demorgon 1996). Kültürler, içinde tavizlerin ve tahkimin prensiplerinin etki ettiği sistemlerdir. Bu sistemler birbirine zıt fonksiyon yaparlar: Çöküş ve çözülmeye uğramamak için, kültürler ve sistemler birbirine bağlı olmak zorundadırlar. Aynı zamanda farklı durumları hakkıyla takdir etmek için, kültürler ve sistemler çok taraflı olmak zorundadır. Farklı kültürlerin farklı tarihleri, kültürlerarası ilişkilerde dikkate şayan zorlukları yaratır. Her kültür gelişme imkânları ile daha çok veya daha az açık uyumlu bir sistemdir. Her kültürel sistem farklı kültürel boyutlara etki eden müphem ve somut sahayı kapsar. Çoğunlukla bir kültüre taraftar olanların oluşturduğu birliğin kültürel boyutlarının kültürlerinin taraftarları şuursuzdur. Bu kültürel boyut tarihin akışında ve yavaş yavaş onlar için alışkanlık ve normallik haline gelir. Bunun dışında kalanlar onlar için göze batar. Kendi kültürleri ile karşılaştırıldığında onlara yabancı görünürler. Bundan dolayı ön yargılar ve klasik tipler basit bir şekilde kendiliğinden çözülmezler. Ön yargı ve klasik karakterlilik sadece her bireyin tedrici olarak kendi ve yabancı kültürün özel karakteristiğinin şuurunda olmayı kazanması yoluyla aşılabilir.
2.2 Güçlendirme Prensibi
Güçlendirme prensibine göre toplumsal sahanın kültürel fenomenleri diğer sahalara taşınır. Öyle ki mesela Fransa’da politik merkezileşmeye ve konu olarak politik çeşitliliğe Almanya’da dini saha karşı çıkar. Almanya’da protestancılıkta farklı yönlerin varlığı bütüncül hâkim durumda bulunan katolikliğe karşı reaksiyon olarak anlaşılır. Toplumsal bir sahada kültür şartlarının tutum biçimleri diğer sahalarda da onun tesirleri çeşitlenir. Öyle bir kültür için karakteristik fenomen diğer toplumsal bir sahada bir görüntüden nakil yoluyla güçlendirilir. Bunun yanında sektörel bir güçlendirme söz konusudur. Sosyal bir tabakadan diğer sosyal bir tabakaya kültür şartlarının tutum biçimleri başarıyla sonuçlanabilir. Böyle bir etki kabulü boyutsal güçlendirme olarak telakki edilir. Bunu, mesela 17. yy da Fransız sarayı örneği üzerine çalışan Elias çalışmalarında gösterdi. Saray kültürü öncelikle aristokrasiden, sonra orta tabakadan ve sonunda basit halktan alındı. Onun yayınları yoluyla en alt tabakalara kadar saray kültürü onun uyumunda güçlendirildi. Sektörel ve boyutsal güçlendirme birlikte de temsil edilebilir. Bu şekilde farklı kültürel boyutlar bir kültür sisteminin içinde büyük bir anlam kazanır. Mesela Fransa’da farklılığa doğru meyledilir. Bu düşünce farklılığına bir çok toplumsal sahada rastlanılır ve sosyal tabakalara göre isyan, ihtilal, grev ve gösteri gibi farklı biçimler kazanır. Buna karşı Almanya’da ayırımda, gruplarda, normal hayatta, politikada veya ekonomide önceki uyum için gayret edilir.
2.3 Telafi Prensibi
Güçlendirme prensibinde olduğu gibi telafi prensibinin oluşumu sadece tarihin kapsamlı bir araştırması yoluyla anlaşılabilir. Güçlendirme yoluyla bir kültür, taraftarlarının gözünde istikrar olarak kabul edilir. Telafi prensibi taban tabana zıt bir fonksiyona sahiptir: Telafi prensibi, bir kültürün çıkmaza giren alışkanlıklarının hafifletilmesine ve alternatif tutum biçimlerinin oluşmasına etki eder. Bu şekilde tedrici olarak bir denge oluşur. Bunun sonucunda kültürel sistem karşı koyma gücü ve dayanıklılık kazanır. Fransa’da mesela muhalefet kültürü(ayaklanan çiftçiler, devrimci halk, isyan edenler, aristokratlar), otoriter merkezi politik bir sistem, birçok Fransız’ın bireysel ön yargılarının temelinde onaylanır. Bu sebepten Fransız olmayanlar kolayca devlet otoritesi ilişkisinde önemli bir riyakârlığın baskısına sahiptirler. Mesela Alman Yeşilleri, Fransız solunun Pasifikte atom denemeleri yüzünden hükümete karşı eksik olan karşı çıkış hazırlıklarını kritik etmektedirler. Bazen bu çifte anlamlılık açıkça da gösterilir. Öyle ki mesela İtalyanlar, “yalan açıklıktır, gerçeklik bireyseldir” prensibini severek kabul ederler. Almanya’da politik çeşitliliğin önceliği uyum yoluyla uyuşmaya götürür. Federal Almanya’da farklı partnerlerin uyumu politik sahada arzulanır. Anayasada tespit edilen bu uyum gayretleri, politik sahadan ekonomik sahaya taşınır. Mesela müteşebbislerin ortak hakları iyi bir örnektir.
2.4 Kültürel Boyutlar-kültürlerarası Bütünlük
Farklı kültürel boyutlar, çok açık olan alman ve amerikan araştırmalarında söz konusu olan “kültürel standartlar’la değiştirilemez. Bu “standart”lar genelde tarih ilişkisi olmaksızın ve ağır bir şekilde klasik tipler tarafından fark edilmede statik ve yalındır. Bunun için ayırımda kültürel boyutlar tarihte sürekli olarak tespit edilirler. Kültürel boyutlar sonrada icra edilebilir ve sadece deneysel araştırmalarda ispat edilemez, bilakis onlar tarihsel yapılar olarak da anlaşılır. Bu boyutların bilgisi mutlak zorunludur ve kültürler arası birliktelik, iletişim ve eğitimin önemli bir temeli olarak gösterilir
Çok defa bir kültürün dışında kalanlar, diğer bir kültürün bireysel tutum şeklini yabancılaştıran olarak hissederler. Şayet bu kültür biçimleri biyolojik olarak anlamlandırılmazsa, bununla beraber onlar, bu tutum biçimlerini çoğunlukla nesilden nesle aktarılan ve bu şekilde sağlamlaştırılan kültürel geleneğe geri götürürler. Dışarıda kalanlar, yukarıda tasvir edilen güçlendirme mekanizmaları ile yüzleştirilir. Dışarıda kalanlar, orada güçlendirme mekanizmalarının kapsamlı bir anlayışı için gerekli tarih bilgisi eksik olduğu için, onlara yabancı kültürler en geniş biçimde anlaşılamaz olarak görünür. Hatta bu arka planın önünde yabancı düşmanlığı zihniyeti anlaşılır.
İsimlendirilen boyutların tanınmasında bir kültür için tutum biçimlerini anlama imkânı vardır. Fakat iki farklı kültürün yüz yüze gelmesinde karakteristik tutum biçimlerinin birlikte çarpışması ortaya çıkarsa, duygusal ve bilişsel yabancılık tecrübelerinin sonucu her şeyden önce karşılıklı anlayışın meydana gelmediğidir. Bu zorluklardan, karmaşık olarak telakki edilen kültürlerarası karışım geniş biçimde ortaya çıkar. Kültürlerarası bütünlük, olumsuz tecrübelerin tekrarı yoluyla meydana gelir. Bu tecrübeler şuursuz olarak meydana gelir, analiz edilmez ve önyargılar için hatta farklı kültürlerin taraftarları arasında düşmanlık için dahi mükemmel bir çevre takdim eder.
Şayet bireyler ve gruplar değişmez ise, kültürlerarası karışıklıklar sürekli olarak ortaya çıkar. Bu daha ziyade bütün gücüyle bir kültürün sistemi olarak meyletmeye ve muhafaza etmeye yönelik durumdur. Bu Almanya’da çeşitliliğin ilkeleri için ve Fransa’da dini, politik ve ekonomik sektörde durağanlık kazanan birliğin ilkeleri için geçerlidir. Aynı zamanda (söylenilen mutabakat ve düşünce farklılığı) belirli düşünce prensipleri yoluyla düzenlemenin üstünlüğü yeniden düzeltilebilir. Her iki kültür arasında işbirliği, iletişim ve sürekli dayanışma problemleri söz konusudur(Ladmiral, Lipiansky 1989). Küreselleşmenin şartları altındaki hayata yönelik eğitim, mümkündür, fakat zordur. Bu eğitim, sayısız milletlerin kültürlerinin özellikleriyle yorumlarda başarılı olabilir. Özelliklerle yorumlara ait paralellik, bunun yanında farklı kültürlerin birlikteliği ile meşguliyeti icra edilmek zorundadır. Bu görev gelecek bölümde açıklanacaktır.
3. Zamansal Küreselleşmeye Ait Eğitim
Kültürlerarası küreselleşme toplum veya halkların ticaret veya savaş maksadıyla birbirleriyle karşılaşmalarıyla başlayan uzun bir tarihin sonucudur. Ticaret ve savaş insan ve eşyanın değişimine götürmüştür. Aynı zamanda insanın büyük toplumlarla birleşmesinde etkili olmuştur. Deniz yolculukları ve keşif seyahatleri de “müşterek gezegenin” yeniden öğrenilmesinde pay sahibidir. İnsanın çok hızlı bir şekilde ileri gitmesini ve iletişimin bütün dünyaya yayılmasında faydalı olan yeni teknolojilerin gelişmesi için benzerleri de geçerlidir. Gerçi insan bugün mekânsal küreselleşme çağında yaşamaktadır. Fakat insan, yabancı kültürlerin hakikatini anlamada ve böylece diğer ülkelerle müştereklikte gerekli olan hazırlığı yerine getirmede bundan uzaklaşmaz. Çünkü diğer ülkeler “zamansal küreselleşmeye” ait her ilişkiye muhtaçtır. Mekânsal küreselleşmeye ait eğitim, zamansal küreselleşmeye ait eğitim olmaksızın düşünülemez. Zamansal küreselleşme ne anlama gelir?
3.1 Genelleşmenin ve Parçalanmanın İlişkisi
Genelleştirme yoluyla bir konunun önemli özelliklerinin dikkate alınmamış olarak kalmaması için genelleştirme sürecini bir ayırma süreci takip etmek zorundadır. Ödev tespitimiz için bu, her şeyden önce özellikler hakkında konuşabilmenin söz konusu olması için insani toplumun gelişmesini yapısallaştıran temel şartları bulmak zorunda olduğumuz anlamına gelir. Bu gelişme birçok görünüş altında tetkik edilebilir. Münferit ülkelerin kültürleri ve toplumların tarihsel gelişiminin bugün görülebilen sonuçları belirlenebilir. Böyle bir gelişme biçimi anlamlıdır elbette bu ilerleme biçimi yetersizdir. Bu ilerleme, mekânsal küreselleşmede odaklaşmaya uygundur. Bununla beraber zamansal küreselleşmenin yetkisi yanlış yola sapmıştır. Şayet biz bir çok ülkenin kültürlerini ve toplumlarını karşılaştırmak istersek, onların farklı tarihsel gelişmelerini dikkate almak ve bu yapısallaşan süreçleri ve faktörleri araştırmak zorundayız. Bunun yanında özellikle, farklı toplumların gelişmesi ve dört merkezi toplumsal sahanın ayrılması şeklindeki iki faktör önemlidir.
3.2 Farklı Toplumsal Formlar
İnsanlık tarihinin başlangıcında, üye sayısı onu geçmeyen birkaç aileden meydana gelen sadece kaynak güruhun toplumsal biçimleri olabilir. Teknik ilerlemeler sayesinde onların sayısı ortalama 1000’e kadar ulaşan bir gelişme gösterdi. Ticaret teşvik edildi ve bireysel kökler birleşti. Her toplumsal gelişme merhalesi, farklı ilgileri düzeltmede tecrübe edildi. Savaşın meydana gelmesiyle akamete uğrayan ticari ilişkilerin sonucu olarak kök toplumlar safha safha emperyalizme ve monarşiye yönelik olarak gelişti. Bu bin yıldan daha fazla bir zaman önce meydana geldi. Kök toplumların dağılmasından sonra, tarihin iki büyük toplum biçimi olan monarşik-emperyal toplumlar ortaya çıktı. Bir zamanlar toplumsal değişimi iyi bir şekilde ifade eden İncil’deki taleplerde bu perspektif değişimi ifade edilir: “Cömert olunuz ve çoğalınız”. Bu monarşik-emperyal toplumlar bize antik yüksek kültürün formları içinde Mezopotamya’da, Mısır’da, Perslerde, Çin’de ve Roma İmparatorluğunda görülür ve tanınır. Fakat daha iyisi onlardan ileri gitmiş olan modern milletlerin ticari şirketlerini tanıyoruz. Bu, Haçlı seferlerinde dini ve politik sektörün anlamının azalmasının sonucu mümkün olan ekonomik sektörün gelişmesi yoluyla meydana geldi. Benzer kesin toplumsal bir değişim, iletişim ve bilişim toplumuna geçişte bu yüzyıl içinde gerçekleşti. Bu toplumsal şekillerin her biri, küreselleşmenin oluşumunun ve onun zamansal boyutunun anlaşılması için önemli bir varsayım tavsif edilir.
3.3 Dört Toplumsal Saha
İnsanlığın ilk dönemlerinde farklı toplumsal sahalar arasında henüz ayırım yoktu. Clastres’in çalışmaları(1972), kök toplumlarında özerk politik bir sahanın gelişmesini engelleyen toplumsal kuralların varolduğunu gösterdi. Monarşik-emperyal toplumlara doğru kök toplumlarının aşılması ile dini, politik ve ekonomik sektör arasında farklılaşma başladı. Bunu Georges Dumezil(1995), Hint-Avrupa toplumlarında ortaya koydu. Hint-Avrupa toplumlarının ve halklarının efsanelerinin ve mitlerinin analizinde o, onun hiyerarşikleşen üçlü fonksiyonunu gösterdi. En yüksek değerlere din sahipti. İkinci yerde politika üçüncü sırada ekonomik değerler kabul edilir. Gerçi Dumezil, sadece Hint-Avrupa toplumlarını araştırıyordu. Elbette bu, onun tarafından tasvir edilen değer hiyerarşisi monarşik-emperyal toplumlar için de bünye terbiyesi olduğu kabul edilir. Eğer kültürel akımlar ve toplumların anlayışı, tafsilatlı olarak çok farklı şekilde tezahür ettiği kabul edilirse, bu değer hiyerarşisi bu akım ve anlayışları mümkün kılar.
Bu durumda, dini, ekonomik ve politik kavramlar altında neyin anlaşıldığının belirlenmesi zorunludur. Halkların hayaline ve somut olan devletin organizasyonuna ait olanın ne olduğunun ayırt edilmesi gerekir. Bu makalenin çerçevesini aştığı için, burada büyük toplumların sınıflarının, kültürün ayrılması ve gelişmesinde kesin bir rol oynamasının tespit edilmesi gerekir. Dini ve politik sahanın ekonomik sahayı kontrol etmesi gibi monarşik-emperyal toplumların varolduğu söylenebilir. Kilise ve politika yoluyla ekonominin kontrolü gerçekte sürekli rol oynar ki bu toplumlarda hazineler sürekli olarak mabetlerde saklanır. Fakat ekonomi önemli bir bağımsızlığı talep eder etmez ve bu yolla politik tesirlerini genişletir genişletmez, milli şirketlerin kurulması ortaya çıktı. Onların organizasyonu monarşik-emperyal toplumların şirketlerinden ayrıldı.
Münferit toplum biçimlerinin analizi, zamansal küreselleşmenin çıkış noktasını küreselleşme için eğitimin teşkil etmek zorunda olduğunu gösterir. Tarihin yoğun bir şekilde araştırması yapılmaksızın bir ülkenin farklı gelişme imkânları değerlendirilemeyebilir. Her ülke kendi gelişme dinamiğine sahip olduğu için, tek tek ülkeler günden güne büyük farklar göstermektedir. Her ülke için daima daha güçlü olan üretilen iletişim ve bilişim sahaları diğer bir anlama sahiptir. Bundan başka gerçi gelişme genç zamanlarda söz konusudur. Elbette gelişmenin faraziyeleri daha önceki geçmiş zamanların oyunları, sanatı, tekniği ve sihrine tahammül ediyor yani bağlı kalıyor.
Öncelikle “bilişim sahası”, aristokrasinin monarşik toplumlarda denediği kralın gücünü sınırlama konusunda önemli bir özerkliğe kavuştu. Bu şekilde yunan şehir devletlerinde olduğu gibi bir tür aristokrat demokrasi meydana geldi. Yeni militarist stratejiler sayesinde bu toplumlar en azından baskıcı yabancı hâkimlere karşı mukavemet etmede bir müddet başarılı oldu. Bilinip bilinmediği güvenli olmayan, bir efsanenin söz konusu olup olmadığı yalın olmayan, Roma donanmasının yelkenlerini “büyük, yakıcı ayna ile” yakarak onu yerle bir eden Arşimet’in örneği burası için anlamlı bir örnektir(Brunschwig, Llyod 1996). Benzerleri, gemi idare etmeyi icat eden ve bu sayede düşman donanmasının hücumunu kolaylıkla atlatabilen Venedikli için geçerlidir. İyi gelişmiş bilişim çağında küçük toplumların kaybolan üstünlükleri, İncil’deki Davut ve Golyat’ın tarihi olan meşhur benzetmede iyi bir şekilde ifade edilir. Gerçi Golyat Davut’tan güçlüdür. Elbette Davut onu düşünmektedir. Çünkü o bir silahı yani mancınığı icat etmiştir. Davut bununla onun yanına yaklaşma zorunda olmaksızın Golyat’ı öldürebilirdi. İnsanlığın engin tarihinde her şeyden önce ekonomik sektör, bilişim sahası hedefini, dini ve politik güçteki eleştiriyi uygulamayı benimsedi. Kitap baskısının icadı ve bundan ortaya çıkan alfabeleşme ile bilişim sahası anlam kazandı. Almanya’da ve İngiltere’de yani göreceli özerk bir ekonomiye sahip ülkelerde alfabetikleşme mutlakıyet döneminde dini ve politik sahalar uzun süre birleşmiş bir şekilde kalan, Fransa’dan çok hızlı bir şekilde ilerledi. Tarih, antropoloji ve ekonomi bilimlerindeki bir çok çalışma(Demorgon 1998) dört büyük toplum biçiminin ve onunla bağlantılı olan merkezi toplum sahalarının anlaşılması için prensipler ortaya attılar. Onların anlayışı küresel olarak etkili bir şekilde oluşan kültürlerarası eğitimin gelişmesi için zaruridir. Bu aşağıdaki gibi gösterilmesi gerekir.
3.4 Farklı Kültürlerin Meydana Gelişi
Münferit toplum biçimlerinin ve büyük toplumsal sahaların analizi münferit ülkelerin kültürlerinin daha iyi anlaşılması için bize imkân veriyor. Bu farklı gelişmelerin meydana geldiği Almanya ve Fransa örneği ile açıklanması gerekir. Galyalılara, Romalılar tarafından sahip olundu ve daha sonra Hıristiyanlaştırıldılar. Almanya’da durum daha değişikti: Münferit kök toplumlar her defasında kültürleriyle burada uzun süredir yaşıyorlar. Hatta onlar Roma imparatorunu yendiler ve Avrupa’nın büyük bir bölümünde nüfuz kazandılar. Sonraları Avrupa’nın kral ve imparatorlarının zayıflaması, feodal toplumun ve özgür devletlerin eğitilmesini teşvik etti. Haçlı seferleri yoluyla birçok ülkede bu süreç aynı şekilde cereyan etmemesine karşılık ticaret ve ticari mallar daha çok güç kazandı. Almanya’da ticaret önemli bir rol oynuyordu. Ticaret ve ticari faaliyetler politik çeşitliliği sağlıyorlar ve kutsal Roma imparatorunun emperyal gücünü Alman milleti sınırlarına itiyorlardı. Reformasyonda, ticari faaliyetler dini sahada telakki edilen çeşitliliği meydana getirerek, politik çeşitliliğin korunmasının muhafazasına yardım etti. Fransa’da kraliçe, feodal toplumun yerle bir edilmesi yoluyla gücünü sağlamlaştırdı. Bu, imparatorun devlet ve kilise üzerinde gücünü tuttuğu ve ekonomiyi kontrol ettiği mutlakıyette XIV. Ludwig zamanında mükemmel şeklini buldu. İngiltere, bunu diğer bir gelişme yoluyla yaptı(Demorgon 1998). Burada aristokrasi ekonomide büyük tesire sahipti ve imparatorların gücünü vatandaşlıkla sınırlandırdı. Yunanistan’dan sonra aristokratik monarşiyi gerçekleştiren ilk ülke İngiltere idi. Onun çerçevesinde bilişim ve ekonomik sektörün inşası söz konusudur. Monarşik-emperyal toplum çağı, her ülkenin özel bir şekil kabul ettiği Avrupa’da milli şirketlerin kurulmasıyla sona erer. Enformasyon sektörünün gelişmesi ekonomik sektörün gelişmesine ve böylece dinlerin ve politikaların hâkimiyetleri yoluyla takdir ettiği monarşik-emperyal toplumların zayıflamasına çok katkı sağladı. Bugün enformasyon sektörü henüz ekonomi sektörüne tabidir. Gelecekte bu değişecektir: Enformasyon sektörü daha güçlü şekilde kuruluyor ve ekonomi sektörünün gelişmesine katkı sağlıyor. Enformasyon toplumu münferit toplumların ve kültürlerin birlik olarak düşünüldüğü yeni bir dünya görüşü yoluyla teşvik ediliyor. Yeni toplumsal yetkilerde biçilmiş kaftan olan eğitimin yeni tasarımında eksik olan nedir. Aşağıda böyle bir taslağın temelleri geliştirildi.
4. Kültürlerarası Eğitim
Almanya ve Fransa örneğinde gösterildiği gibi, her iki toplum birliğin ve çeşitliliğin gerilim sahasında durmaktadır. Birlik ve çeşitlilik arasında ifade edilen muhalefet, şahsiyetlerini bilgilendirme ihtiyaçları ve kendilerinde gidip-gelen sürekli varolan arzuları arasındaki insanları da kapsar. İnsanlar çok yeni şeyleri araştırırlarsa, onlar çok kolaylıkla kaybedilir. Onlar buna karşı bireysel birliklerini çok fazla düşünebilirler. Yumuşak olmama onları tehlikeye maruz bırakır. Yani ortayı bulma geçerlidir. Bireyler, iç dengelerinin muhafazası altında değişen dünya şartlarını sürekli yorumlamak zorundadırlar. Zıt görüntülerde reaksiyon ve karşılıklı ihtiyaçları ayarlama insani adaptasyon kabiliyetinin temelini teşkil eder. Diğer kültürlerle ilişki kurmada da bu insani kabiliyet büyük anlama sahiptir. Her şeyden önce her iki kültür gerçi bir “kültür şoku”na maruz kalır. Elbette aynı zamanda, münferit toplumların kültürlerinden bağımsız, kültürlerarası değişim sahasının boş olduğunu, benzer problemlerle yüzleştiğini insanlar öğreniyorlar. Aşağıda bazı toplumların her kültürün başka bir şekilde cereyan ettiği müşterek görünüşleri araştırılıyor. Amerikalı psikolog E. T. Hall, kapsamlı bir şekilde bununla meşgul oldu. O, farklı kültürlerin karşılaştırılması için güçlü bir ifadeyi dört büyük sahaya ayırdı.
-
Her şeyden önce Hall, mesafe’yi isimlendirdi. İnsanlar kültüre göre açıklık içinde ya daha çok ya da daha az uzaklıkta üretilirler.
-
Daha sonra mesleki ehliyet önemlidir. Bazı kültür çevrelerinde bir şahsın sorumluluğu ve yetkisi ve bununla ön planda operasyonel bir saha durur. Buna karşılık diğer kültürler için, her şeyden önce bireyin harici görüntüsü ve bununla göreceli bir saha kendi ehliyetinden daha önemlidir.
-
Daha uzakta dikkate değer ölçüde farklı iletişim modları fark edilir. Avusturya, Almanya ve Amerika kültürleri gibi bazı kültürler, ifade edilenleri gizlice yapmak için, mümkün olduğu kadar kusursuz tarif edilen değerleri ortaya koyuyorlar. Bu kusursuzluğun sonucu tam bir görev dağılımıdır ve yazı dilinin tercihidir. Fransız, İspanyol, Güney Amerika veya Japon kültürleri gibi diğer kültürlerde iletişimin içerdiği formlar önemlidir. Evvelden beri imalı sözler hoşa gider. Buna göre konuşulmuş dil imtiyazlıdır ve görev dağılımı çoğunlukla daha az açıktır.
-
Sonunda zamanın yorumu içinde kültürler ayırt edilir. Bazı kültürlerin zaman planlamasına uyması çok önemlidir, diğer kültürlerde zamanın planlaması daha az anlamlı olarak kabul edilir.
Bireysel görüntülerin muhalefet yoluyla yapısallaştığı ifade edilen örneklerden hareket edilmektedir: Ayırım/yakınlık, hareketli/durgun, açık iletişim/gizli iletişim, zaman planlamasına riayet/zaman planına uymama. Böyle muhalefetler, kolektif insani tecrübelerde gelişme imkânı bulamaz. Bununla beraber zıtlıklar söz konusu değildir bilakis Polonyalılar arasında gerçeklik içerisinde sayısız kombinasyonlar sürekli meydana çıkar.
Zıtlıkların düzenlenmesi, uyarlanan salınıma yönelik insanların kabiliyetleri yoluyla mümkün olur. Uyarlanan salınım, insanın hayali, sembolist ve gerçek türünün kısa veya uzun süreli durumunun kabul edilebildiği ve ilgili çevre durumlarıyla yorumlandığı anlamına gelir. Bunun yanında uyarlanan salınım, kültürünün gerçeklikleriyle de tutumunu ayarlar ve aynı zamanda yeni duruma da kendini intibak ettirir. Bunun yanında bir kültürün içerisinde salınımın önemliliği çoğunlukla yanlış anlaşılır. Kültürler belirli kodlar ve alışkanlıklara indirgenir. Gerçi her kültürün karakteristik kod ve alışkanlıkları, örf ve adetleri vardır. Elbette bununla birlikte bir kültürün anlaşılabilir kısımlarında soyutluk söz konusudur. Göz önünde bulundurulmayan, her kültürün sağlam olmayan bilakis tutumları yoluyla insanları değiştirmede önemli bir payı ve başarısı olan değişen prensipleri vardır.
Kendi kültürü içinde (intrakultürelle Situation) davranabilmek için, her insan intibak ettiği salınımı uygular. Fakat yabancı bir kültüre (interkultürelle Situation)girişte de insana bu kabiliyetler faydalı olabilir. Böylece salınım, hem kendi kültürü içinde- hem de kültürler arası tabiattır. Tutumlarımı ilgili durumlarda uygulayabilmek için, kendi kültürüm içinde salınırım. Kültürlerarası salınım oldukça karışıktır: Burada ben kendi salınımımı yabancı kültürlerden karşıtlığımı dikkate almak ve her ikisini bir arada belirlemek zorundayım. Bu hal ve keyfiyetleri açıklamada burada Alman sanayi birliklerinde işçi olarak çalışan Fransızların fikirleri zikredilir. Fransızların tecrübeleri milli farklarla sonuçlandığı gibi yazılır.
“Almanya’da arkadaşlıklarda mükemmel bir güven vardır. Hiç kimse bir arkadaşın makul bir şekilde ifade edilen çalışma sonuçlarını problem etmez. Fransa’da bu daha değişiktir. Burada arkadaşlara gerçekten hiç güvenilmez ve bundan dolayı herkes isteyerek her şeyi bir kez daha kontrol eder. Gün içinde Alman’a meslektaşlar tarafından gösterilen güven başka bir şekilde ön yargı ve mahzurlara sahiptir. Önyargı, her şeyin sağlam olmadığı ve problem olduğu sonuçtur. Şayet her kes yanılırsa, her şey problem olur. Herkes diğerlerine güvendiği için ve bundan dolayı hatalar kolayca ortaya çıkarılmaz. Böyle bir durumda Fransız’ın güvensizliği ilerletilebilir. Fakat sürekli şüpheli durum insanlar arası ilişkilerde ve ekip ruhu olumsuz etki eder. Bundan başka hiçbir üretimin meydana gelmediği birçok zaman içinde pahalıya mal olur.”
İşçilerin dikkate değer açıklamalarının çok önceden evrensel ve kültürler arası tecrübeleri ortaya koyduğunu göstermektedir. Adı geçen işçiler, kendi kültürleri tarafından genellikle olumlu ve yabancı kültürler tarafından her şeyden önce olumsuz konuşulduğu normal duruma uymamaktadırlar. Onun açıklaması, her bireysel kültürün önyargı ve mahzurlarının ortaya konulmasından ibaret değildir. O çoğunlukla kültürlerarası karşılaşmalarda ayrılması mümkün olmayan duruma bağlı itirazı kapsamada uygundur. Uluslararası araştırmacı gruplarda başlangıçtaki güvensizliğe yönelik çok sık yeni iletişim formları mevcuttur. Mesela Almanya’daki toplantılarda hazırlandığı ve planlandığı esnada, yönlendirme stratejileri olarak Fransa’da bir işe girişme biçimi geçerlidir. Böylece toplantılar, işbirliğinin tedrici olarak yol göstermesinin ve öncelikle karşılıklı tanıyıp öğrenmelere hizmet etmektedir. Şayet böyle kültürel özellikler ilk defa anlaşılırsa, yeni itilaf tarzlarında temel olan yeni iletişim formları yaratılabilir. Bu şüphesiz ki, ya taraftarların ya da birinin ya da diğerinin veya yumuşamaya ve birbirine uymaya her iki kültürün hazır olduğunu şart kılar. Bu zihniyet bilimin sonucudur aynı zamanda sanatın da sonucudur. Tutumlarını tahkik etmeyi, hatalardan hareketle öğrenmek ve denemek zorunludur. Ayırımların düzenlenmesi, işbirliği ve kültürlerarası iletişimin temelidir. Bu kültürlerarası iletişim ve işbirliği, o bakımdan kültürler arası eğitimin gerçekleşmesi için zorunludur.
Kaynakça:
Albert, M.(1991): Capitalisme contre capitalisme.Paris, Seuil.
Beck, U.(1997): Was ist Globalisierung? Frankfurt/M., Suhrkamp.
Bertalanffy, L. Von(1968): General System Theory: Foundations, Development, Applications. New York, G. Braziller.
Boulding, K.E.(1996):General Systems Theory. The Skeleton of Science. Managment Science Nr. 2..New York.
Boyer, R.; Saillard, Y. (1995): Theorie de la regulation. L’etat des savoirs. Paris, La decouverte.
Brunschwig, J.; Llyod, G. (1996): Artikel: “Archimede” in: Le savoir grec. Paris, Flammarion, S.589ff.
Clastres, P. (1972): La societe contre l’Etat. Paris, Minuit.
Cobbi, L et al.(1993): Pratiques et representation sociales desJaponais. Paris, L’Harmattan.
Colin, L.; Müller, B.(1996): La pedagogie des rencontres interculturelles, Paris, Anthropos.
Demorgon, J.(1991): L’exploration interculturelle. Pour une pedagogie internationale. Paris, A. Colin.
Demorgon, J.(1996): Complexite des cultures et de l’interculturel, Paris, Anthropos, Economica.
Demorogon, J.(1998): Histoire interculturelle des societes. Paris, Anthropos.
Demorgon, J.; Molz, M.(1996): Bedingungen und Auswirkungen der Analyse von Kulturen und interkulturellen Interaktionen. İn: Thomas, A (Hrsg.) (1996).
Demorgon, J.; Marc, E.(1999): L’interculturel. Pratiques, analyses, formations. Paris, Retz.
Dibie, P.; Wulf, Ch.(1998): Ethnosociologie des echanges interculturels. Paris, Anthropos.
Dumazil, G.(1995): Mythe et epopee I-III. Paris, Gallimard.
Elia, N.(1969): Die höfische Gesellschaft. Darmstadt-Neuwied, Luchterhand.
Hall, E.T.(1996): The dance of life. New York, Anchor Press.
Hall, E.T.(1971) The hidden dimension. New York, Anchor Press.
Kornai, J. (1996): “La connaissance du socialisme permet de mieux comprendre le capitalisme”. İn: Le monde 2.7.1996.
Ladmiral, J.R. (1979) Traduire pour la traduction. Paris, Payot.
Ladmiral, J.R.; Lipiansky, E.M.(1989): La communication interculturelle. Paris, A. Colin.
Lapassade, J. (1997): L’entree dans la vie. Essai sur l’inachevement de l’homme. Paris, Anthropos.
Lefebrvre, H. (1962): Critique de la vie quotidienne. Paris, L’Arche.
Mead, M. (1972): Le fosse des generations. Paris, Denoel-Gonthier.
Pateau, J. (1989): Une etrange alchimie. La dimension interculturelle dans la cooperation franco-allemande. Paris, Cirac.
Simondon, G..(1989): L’individualisation psychique et collektive. Paris, Aubier.
Thomes, A. (Hrsg.) (1996): Psychologie interkulturellen Handelns. Hogrefe.
Wulf, Ch. (1995): Education in Europe. An intercultural task. European studies in Eduvation. Münster – New York, Waxmann.
Yang, D. (1998): Communication et culture en chinois moderne. Paris, You-Feng.
Küreselleşme Sürecinde Eğitim
Ve
Muhtemel Problemler
Education on Globalization Process
and Possible Problems
Zekeriyya Uludağ
Özet
Bu çalışma, şimdiye kadar hem Batıda hem de ülkemizde üzerinde oldukça fazla durulan, teorik çalışmaların yapıldığı kavram ve olguları ele almaktadır. XXI. Yüzyılda insanlığın ve ülkelerin yaşamakta olduğu sosyal, kültürel, ekonomik ve teknolojik değişim süreci ile bunlara bağlı olarak eğitim alanında meydana gelen süreç ve bu sürecin sonunda ortaya çıkan muhtemel problem alanlarına dikkat çekmeye çalışmaktadır.
Özellikle Aydınlanma hareketi ile başlayan ve modernizm ile adeta doruk noktasına ulaşan oluşumlar bir tarafta değişme ve gelişmeleri ortaya çıkarmış diğer tarafta ise yine kendi içinde kendisine yönelik postmodernizm gibi kavramları şüphe ve eleştiriler sonucunda oluşturmuştur. Sosyal, siyasal, ekonomik, hukuki v.s. alanlarda meydana gelen değişimlerin eğitimi etkilememesi de düşünülemez. Dolayısıyla şimdilik bu alanda ortaya çıkması muhtemel problemler bu çalışmanın konusunu oluşturacaktır.
Anahtar Kelimeler:
Modernizm, postmodernizm küreselleşme, eğitim
Summary
This study is concerned with concepts and phenomena that has been subjeckt to many theoretical works and discussions. The study aims to summarize changes in the field of education that resulted from social, cultural, economic and technological changes in the 21st century and brig attention to problems that may arise as a result of these changes.
Devolopment that began with enlightenment and reached its apex with modernism has brougt change and advencement of the one hand and on the other brought about concepts such as postmodernism as a result of doubt and criticism. It is undoubtable that developments in social, political, economic, legal and similar areas effect education. Those problems that are likely to arise as a result of this interactions that are subject of this study.
Key Works:
Modernism, postmodernism, globalizations, education
Giriş
Çağdaş dünya bugün bir yol ayrımının önünde varolma mücadelesi veriyor. XX. yüzyılın sonu hayatın anlamının değiştiği, bir tarafta üzerinde ısrarla durulan tekçi bakış açıları diğer tarafta entelektüel alanda neşv ü nüma bulan modern sonrası bir dönemi yaşıyor. Dün dünyanın anlamını dahi düşünmeyenler bugün kendi varlıklarını sorguluyor. Bireysellikleri üretmek yoluyla çoğulcu hayat biçimlerini şekillendirerek dayatıyorlar.
İmparatorlukların sona erip ulusal devletlerin kurulması, ulusal dillerin bilim ve kültür dili olarak kullanılmaya başlanması, hızlanan kültürel ve toplumsal değişmenin başlangıcını teşkil etmiştir. Liberalist bir zihniyetin dünyayı sarmasından önce kendi geleceklerine sahip çıkmak ve bu geleceği, genç nesilleri bilinçlendirerek ve aydınlatarak kendi iradelerini, kendi akıllarını kullanarak kurabilmek için yürütülen eğitsel faaliyetler ulusal bir kimlik adına iki asırdır sürdürülmektedir.
Ancak bu süreç, Aydınlanma ruhunun ortaya çıkardığı gelişmeler, sanayi devrimi ve kapitalizmin sosyalist sistemler karşısındaki zaferi, sadece siyasal, hukuki, sosyal ve kültürel alanlarda değil XX. Yüzyıl insanının üzerinde bireysel hak ve özgürlüklerin gittikçe artan baskısını hissettirmeye başlamıştır.
Dünün iki kutuplu dünya tasavvuru bugün adeta K.Marks’ın düşündüğü diyalektik metodun sonunda ortaya çıkacağı varsayılan “sınıfsız toplum” idealinde olduğu gibi büyük bir köy şeklinde “küreselleşen bir dünya”, Fukayama’nın ifadesi ile “tarihin sonu”nu yaşamaya başlamıştır veya görüntü onu vermektedir. O bu konuda; tarihin sonunun hüzünlü olacağını söylerken idealist düşünce ve “…ideolojik mücadelenin yerini ekonomik hesaplar, sürekli olarak bir yenisinin bitmeyen çözümleri, çevre sorunlarına gösterilen ilgiler ve daha çok tüketme arzusunun tatmin edilmesi” (Fukayama,?,s.51)nin önem kazanacağını iddia etmektedir. Böyle bir gelişme küreselleşmeyi ekonomik boyutuyla ön plana çıkarırken kültürel ve teknolojik boyutlarıyla kendini kabul ettirmeye çalışan bu anlamdaki küreselleşme ise, zorunlu olarak tarihsel, sosyolojik, psikolojik, siyasi, dini v.s. gibi alanlarda bazı endişeleri beraberinde getirmektedir. Özellikle “milli tarih, milli devlet, bağımsızlık, milli kültür, milli karakter” gibi kavramlarla karşı karşıya gelmektedir. Bu öylesine hayati bir karşılaşmadır ki çözümü bulunmak ya da yaşanmak zorundadır.
Dostları ilə paylaş: |