BOHR-HEİSENBERG VE KUANTUM TEORİSİNİN KOPENHAG YORUMCULARI
Şimdi biraz da bilimsel düzeydeki bu devrimin baş aktörleri olan insanlara (başta Bohr ve Heisenberg olmak üzere kuantum teorisinin “Kopenhag yorumcularına”) kulak verelim, bakalım onlar nasıl yorumluyorlar kuantum teorisini!. Tamam, Heisenberg’in “Belirsizlik İlkesi” bilimde ve felsefede bir devrimdi, bu açıktı; ama bütün bunlar ne anlama geliyordu, bunlar insanın doğaya bakışını nasıl etkileyecekti; bundan böyle varoluş sorununun nasıl ele alınması gerekecekti? İşte, iş bu noktaya gelince durum biraz karıştı!. “Madem ki bilmek ancak ölçme işlemiyle-yani etkileşmeyle- gerçekleşiyor, o halde ölçme-bilme nesnesinin ölçme işleminden önce de varolup olmadığı konusunda birşey söyleyemeyiz” diyordu Bohr ve Heisenberg’in de içinde yer aldığı Kopenhang’cılar!. “Çünkü”, diyorlardı, “varlığını bilemeyeceğimiz bir şey üzerinde tartışmak da abestir”!. “Önemli olan, o an -yani ölçme işleminin gerçekleştiği an- yaratılandır”. “Ki, onu da o an etkileşerek yaratan zaten biziz”-yani ölçme işlemini yürüten öznedir-!..”Ya ondan öncesi mi diyorsunuz”? “Ondan öncesi, “hiçbir maddi gerçekliğe tekabül etmeyen potansiyel bir gerçekliktir”; “örneğin, ölçme işleminden önce ölçme nesnesi olan bir elektronun varlığı sadece onu temsil eden bir dalga fonksiyonundan-ihtimaldalgasından-ibarettir”. “Hiçbir maddi gerçekliğe tekabül etmeyen, sadece elektrona ait öz değerleri temsil eden bu ihtimaldalgası, herhangi bir ölçme işlemi yapıldığı zaman ortaya çıkması muhtemel olan değerleri ihtiva eder o kadar!.
Bu ne peki şimdi? (şu an tartıştığımız kuantum fiziğinin kendisi değil, onun yorumudur, bunu unutmayalım! ) Bir yanıyla sübjektif idealizmin, diğer yanıyla ise yeni türden bir pozitivist bilinemezciliğin yattığı bir ucube değil midir bu da?.Bir yanlışa karşı çıkarken işi başka bir yanlışa doğru yokuşa sürmek değil midir? Evet, ölçme nesnesinin gözlemci için ancak ölçme işlemi esnasında objektif bir gerçeklik haline geldiği doğrudur; ama ya ondan, yani ölçme işleminden öncesi? Bu konuda Kopenhang’cıların yaklaşımı tamamen sübjektiftir, idealist-yeni tipten pozitivist bir yaklaşımdır. Neden mi? 1.Bu tür bir yaklaşım “yeni tipten bir pozitivizmdir” çünkü; onlara göre esas olan ölçme işlemi esnasında yaratılarak varolan olduğundan, ölçme işleminden öncesi yok değerindedir! Gene aynı, “üzümünü ye bağını sorma” mantığı! “Varlığı bilinemeyen birşeyin varolduğundan da bahsedilemez” deyip noktayı koyuyor Kopenhagcılar! Bu durumda geride kalan da sadece, Einstein’ın deyimiyle “bir hayalet dalgası” oluyor! “Maddi hiç bir gerçekliğe tekabül etmeyen” bir idee dalgası (ihtimal dalgası) gözlemci onunla etkileştiği an birden maddi bir gerçeklik haline dönüşüveriyor! Tipik sübjektif idealist pozitivist bir yaklaşım! “Şeyler ancak biz onları düşündüğümüz, ya da onlarla temas haline geldiğimiz zaman vardırlar” mantığı, bitti, gerisi yok!..
2-Klasik materyalist pozitivizmde de aslolan an’ın içindeki maddi gerçekliktir ama bu o an gerçekleşen etkileşmeye bağlı olarak ortaya çıkan izafi bir oluşum değildir, “objektif mutlak bir gerçekliktir”, yani “kendinde şey maddedir”!. Tamam, bu noktada arada bir uçurum var. Çünkü, kuantum fiziği an’ın içinde varolanın “mutlak” değil, o an yaratılan İZAFİ bir gerçeklik olduğunu söyler; ama dikkat ederseniz, “an”ın içinde varolanın geçmişi-o noktaya nasıl geldiği- konusunda aradaki bu fark kayboluyor!. Materyalist pozitivizme göre “bu zaten önemli değildir”; hem sonra, “madde mutlak bir gerçek” olduğu için, “o zaten ezelden beri vardır”; ezelden beri varolan mutlak gerçeklik şekil değiştirmektedir o kadar! Dikkat ederseniz tam bu noktada metafiziğe-bilim dışı bir inanca saplanıyor materyalist felsefe de. Çünkü olay, yani varoluş olayı, öyle ne olduğu belli olmayan, bilim dışı “kendinde şey” bir maddenin şekil değiştirmesi olayı değildir; her anın içindeki etkileşmeyle varolan izafi gerçeklik, o an söz konusu etkileşmeye bağlı olarak yeniden yaratılandır.. Neyse, tartış, tartış (bu tartışmalar halâ devam ediyor aslında) en sonunda şöyle bir çıkış yolu bulunur:
Denilir ki, “bütün bu sonuçların günlük hayatın akışı içindeki makroskobik cisimler için pratik bir anlamı yoktur”! “Yoktur, çünkü, makroskobik nesneler üzerinde ölçme işlemi yaparken, ölçü aletlerimizin onları değiştirme açısından önemli bir etkisi olmayacaktır. Bu nedenle, günlük hayatın akışı içinde biz gene rahatlıkla, “şeyler, bizden, gözlemciden, ölçme işleminden bağımsız olarak var olan objektif realitelerdir diyebiliriz”! Örneğin, bir arabaysa söz konusu olan, “araba, trafik polisinden bağımsız olarak var olan objektif bir realitedir diyebiliriz”!. “Belirli bir anda, belirli bir yeri ve hızı var mıdır o arabanın, vardır; tamam o zaman, trafik polisinin yaptığı da sadece, zaten kendisinden bağımsız olarak var olan bu değerleri tesbit etmekten ibarettir”! Günlük hayatımızı belirleyen bakış açısının özü budur işte!. Bu alanda, bir elektron için söyleyemeyeceğimiz şeyleri kolaylıkla bir araba için söyleyebilirdik!.Önemli olan işin pratik yararı - kullanım değeri değil miydi! Biliminsanları da varsınlar daha ötesini tartışmaya devam etsinlerdi!!.
İşte, günlük hayatımız dediğimiz mekanik dünyamızın “gerçekleri” bunlardır. Öyle bir dünya ki bu, hep bu türden kabuller üzerine kurulmuştur!Uygulamaya -günlük hayata- yönelik esasa ilişkin olmayan yaklaşık değerlere, pratik çözümlere (ve de tabi, bu türden bir zemini temel alan klasik fiziğe-bilime) kimsenin bir diyeceği olamaz, burası açık!. Ama, ya buradan yola çıkarak, günlük hayatın akışı içinde işimize yarayan bu pratik kabulleri (bunların belirli sınırlar içinde geçerli olan pratik kabuller olduğunu unutarak) bir dünya görüşünün temelleri haline getirirsek!.. Buna ne diyecektik! Meselenin özü burada işte! Hem sonra, “fizikçiler varsın kendi aralarında tartışmaya devam etsinler” diyoruz, ama iş burada bitmiyor ki! İşin içine insan ve toplum da giriyor sonunda, bu arada sınıf mücadeleleri de giriyor! Olayın bu yanını da ele alacağız ama, önce şu zaman konusuna da bir açıklık kazandıralım! Sahi, zaman nedir? Öyle, “objektif-mutlak gerçeklik” olarak zaman diye birşey de yoktur!!. Zaman, bir durumdan başka bir duruma geçiş sürecinde, aradaki ivmeli hareketle birlikte oluşur. Dış kuvvetin etkisiyle birlikte, “ilk durumdan” başlayıp, “son duruma” ulaşılıncaya kadar devam eden etkileşmeler esnasında -izafi olarak- gerçekleşir. Yani, zamanın gerçekliği, bir dış etkiye karşı cevap verilirken ortaya çıkar. Değişim, etkileşimle birlikte, sistemin bir noktadan başka bir noktaya ulaşmasıysa, zaman da bu eylemin gerçekleştiği “süre” oluyor.Buradaki “eylem” dışardan gelen etkiye (girdi) karşı oluşan reaksiyondur; sistemin cevabıdır. Zaman ise, girdinin içerdeki bilgiyle işlenmesi, sistemin reaksiyon modelinin aktif hale getirilmesi ve sonra da bunun gerçekleştirilmesi süresidir.Eğer etkileşme değişime yol açmasaydı (her etki bir değişime yol açmaz) zaman da olmazdı. Bir etkileşmede bir şeyin değişmesi için aşılması gereken eşik, onun kuantize yapısından kaynaklanır. Yani ancak belirli enerji muhtevasına sahip paketlerin (girdi) alınıp verilmesiyle olur değişim. Zaman da bu kuantumların-paketlerin alınıp verilmeleri esnasında gerçekleştiğinden, o da aynı şekilde kuantize bir yapıya sahiptir. Zamanın, madde-enerjinin uzayda yer-durum değiştirmesiyle oluştuğunu söyledik. Örneğin, eğer sonsuz hızla hareket etmek mümküm olsaydı, bir durumdan diğerine geçiş sonsuz hızla gerçekleşebilseydi, böyle bir durumda zaman da olmazdı.
Zaman, değişimle, objektif gerçeklik halinde var oluşla birlikte ortaya çıktığı için, ondan ayrı düşünülemez. Ama buradan, öyle her yeri kaplayan (sahne gibi) bir uzayın var olduğu ve zamanın da böyle bir uzayda, madde-enerjinin bir yerden başka bir yere nakledilmesi esnasında, bunun “süresi” olarak oluştuğu sonucu çıkmaz! Çünkü, ne öyle mekanik bir sahne, ne de öyle sürekli akan bir zaman ve onu ölçen bir saat vardır!Hepsi de kendi içinde kuantize birer enerji alanı olan, içiçe geçmiş “sahnelerin” oluşturduğu bir yapıdır evrensel oluşum. Zaman da, bunların kendi aralarındaki ilişkilerle oluşuyor. Zamanın, bir durumdan başka bir duruma geçilirken, yani, madde-enerji-bilgi biçim (şekil) değiştirirken gerçekleştiğini söyledik. Bir durumdan başka bir duruma geçmek ise, son tahlilde, informasyon işleme süreci dediğimiz etkileşme olayıdır. Belirli bir madde-enerji şeklinde kodlanmış olan bir informasyon geliyor, sistemin içinde daha önceden depo edilmiş olan bilgiyle işleniyor -etkileşiyor. Bu işlemin -etkileşmenin- sonunda da madde-enerjinin yeni bir biçimi olarak kodlanmış yeni bir bilgi oluşuyor. Bilgi, her durumda, madde-enerjinin belirli bir yoğunlaşma biçimi olduğundan, bir durumdan başka bir duruma geçiş de, son tahlilde dış dünyayla bir enerji-informasyon alış verişi olayı olarak gerçekleşiyor.Enerji alışverişi ise, enerjinin yoğunlaşmış olduğu belirli paketlerin (bunlara kuantum deniyor) alınıp verilmesi olayıdır.Çünkü enerji, öyle bir yerden başka bir yere su gibi akan, “sürekli” bir akışkan değildir. Kuantize enerji paketlerinden oluşan bir alan şeklinde gerçekleşir. Bu paketlerin ve alanın oluşumu ve değişimi de özünde bizzat uzayın yapısının değişmesi olayıdır. Çünkü her yeni yapı kendi uzayıyla birlikte oluşur. Daha önceden varolan bir uzaya sonradan paraşütle iner gibi inilmez! Madde-enerji-bilgi-obje-uzay bunların hepsi bir ve aynı şeydir. Zaman da bu “bir ve aynı şeyin” değişiminin ve “var oluşunun” bir boyutu olarak gerçekleşiyor. Olaylar ve objeler, su gibi akıp giden mutlak bir zamanın içinde, belirli “an”larda belirli noktalarda bulunarak gerçekleşmiyorlar. Zamanın bir durumdan başka bir duruma geçiş aralığında oluştuğunu söyleyince insanın aklına hemen, zamana bağlı olmayan bir ortamda gerçekleşen hareketler geliyor; örneğin belirli bir kuantum seviyesinde zamana bağlı olmayan bir ortamda varlığını sürdüren bir elektronun durumu geliyor! Bu konudaki açıklamaları daha sonraya bırakarak, önce biz insan söz konusu olunca durum nedir onu bir görelim: