Prof. Dr. Bahri Öztürk İstanbul Kültür Üniversitesi Hukuk Fakültesi Ceza ve Ceza Muhakemesi Hukuku Öğretim Üyesi


CEZA MUHAKEMESİ HUKUKUNUN ESASLARI



Yüklə 3,06 Mb.
səhifə2/52
tarix02.11.2017
ölçüsü3,06 Mb.
#26979
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   52

CEZA MUHAKEMESİ HUKUKUNUN ESASLARI

1. Bölüm: Tanımı, Tarihçesi, Kaynakları,

§ 1— CEZA MUHAKEMESİ HUKUKUNUN TANIMI

I— TERİM, KAVRAM

Bir suçun işlenip işlenmediği; işlenmişse, bunun kim tarafından işlenmiş olduğu ve müeyyidesinin ne olacağı sorununa çözüm getirmek amacıyla, kural olarak, CMK'ya göre gerçekleştirilen iddia, savunma ve yargılama niteliğindeki bir dizi faaliyete ceza muhakemesi, bununla ilgilenen hukuk dalına da Ceza Muhakemesi Hukuku denir.

Ceza Muhakemesi Hukuku konusunda terim birliği yoktur. Örneğin bazı yazarlar Ceza Yargılama Hukuku hatta bazıları da Soruşturma Hukuku başlığını kullanabilmektedir.

II— AMACI

Ceza muhakemesinin amacı maddî gerçeğin araştırılıp bulunmasıdır. Ancak bu yapılırken insanlık onuru, hukukun ve ceza muhakemesi hukukunun temel ilkeleri daima göz önünde bulundurulacaktır. Maddî gerçek, her ne pahasına olursa olsun araştırılıp bulunmalıdır diye bir ilke hiçbir hukuk devletinde yoktur. Bu nedenle, ceza muhakemesinin amacı insan hakları ihlâllerine yol açmadan maddî gerçeğin araştırılıp bulunması, adaletin gerçekleştirilmesi ve hukukî barışın sağlanmasıdır.

III— HUKUK SİSTEMATİĞİNDEKİ YERİ

Hukukun, özel hukuk ve kamu hukuku şeklinde iki büyük bölüme ayrıldığı kabul edilirse, Ceza Muhakemesi Hukuku bunlardan Kamu Hukukunun içinde yer alır. Zira, ceza muhakemesinde devlet çok etkin ve geniş bir role sahiptir. Bir suç işlendiğinde, derhal bir muhakeme yapmak ve bu yolla adaleti ve hukukî barışı sağlamak devlete ait bir iştir. Bu nedenle ceza muhakemesinde, tarafların tasarruf özgürlüğünün egemen olduğu medeni yargılamadaki gibi taraf muhakemesi yoktur.

§ 2— CEZA MUHAKEMESİ HUKUKUNUN TARİHÇESİ

Ceza Muhakemesi Hukuku uzun bir geçmişe sahiptir. Gerçekten, bu geçmiş, insanların toplum haline geçmeye başlamasına kadar uzanmaktadır. İlkel toplumlarda ceza muhakemesi kuralları çok yetersizdi. Suç, suçlunun işlediği günah olarak görülüyor ve suçtan zarar görene ve ailesine suçludan intikam alma hakkı tanınıyordu. Toplumun gelişmesine ve ortak çıkarlarının daha iyi anlaşılmaya başlamasına paralel olarak, ceza muhakemesi kuralları da gelişti ve ceza muhakemesi bir devlet işi olarak görülmeye başlandı.

Eski Yunan'da ve Roma'da, fakat özellikle Roma'da ceza muhakemesinin çok geliştiğini görmekteyiz. Ne var ki, bu gelişme Ortaçağda da sürmedi. İnsanlık Ortaçağda derin bir karanlığın içine düştü. Ceza Muhakemesinde, özellikle Ortaçağın ikinci yarısında, insanların vahşiliğini tüm çıplaklığı ile gözler önüne seren, düzenlemeler yapıldı.

Eski Yunan'da, Roma'da ve Ortaçağın birinci yarısında, ceza muhakemesinde itham sistemi hakimdi. Medenî muhakeme ile ceza muhakemesi arasında büyük farklar yoktu. Ortaçağın ikinci yarısında ise, Kilise Hukukunun etkisiyle itham sistemi terk edilip onun yerine tahkik sistemi (Inquisitionsprinzip) getirildi. Bununla hâkim; hem davacı hem de hüküm veren kişi, suçtan zarar gören ise önemli bir tanık, sanık ise soruşturma konusu oldu. Her ne pahasına olursa olsun maddî gerçeğin bulunması temel prensip, ikrar da en önemli delil sayıldı. Bu düzenlemelerin tabii sonucu olarak da işkence olağan hale geldi. Ortaçağın karanlığı Yeniçağın başlarında da yaşandı.

Bizim için Ceza Muhakemesi Hukuku açısından kaynak ülke durumunda olan Almanya'nın ilk Ceza ve Ceza Muhakemeleri Usûlü Kanunu Carolina'dır. (Constitutio Criminalis Carolina-Die Peinliche Gerichtsordnung 1532). Bu kanunun yapılmasına, ceza işlerinde çok sayıda keyfi muamele ve adlî cinayet şikâyetleri neden olmuştur. Daha çok CMK hüviyetinde olan Carolina, ceza muhakemesi açısından büyük bir gelişmenin sembolüdür. Ancak, bu kanunda da tahkik sistemi hâkim olmuş, işkence, belli koşullara bağlanmış da olsa, varlığını sürdürmüş ve muhakemeye yazılılık ve gizlilik ilkeleri hakim olmuştur.

18 YY. da ceza muhakemesi konusunda pek çok kanun yapılmıştır. Bunların en ünlüleri 1751 tarihli Codex Maximilianeus iuris Bavarici Criminalis ve Avusturya'da 1768'de yapılan Constitutio Criminalis Theresianadır. Her iki kanunda da tahkik sistemi ve işkenceye yer verilmiş, muhakemenin yazılı ve gizli olacağı açıklanmış ve savunma çok kısıtlanmıştır.

Ortaçağın karanlığından rönesans ve reform hareketleriyle çıkılmıştır. Aydınlanma döneminde insana saygı gösterilmesi ve tahkik sistemiyle işkencenin kaldırılması istenmiştir. İnsanlık açısından bir dönüm noktası olan aydınlanma dönemindeki hareketlere devrin ceza muhakemeleri kayıtsız kalmamışlardır. Bu yoldaki gelişmeler Fransız ihtilâliyle hızlanmış, ihtilâlciler özellikle itham sistemi ile sözlülük ve halkla açıklık ilkelerinin ceza muhakemesine hakim olmasını istemişlerdir. Bu istekler 19-22 Temmuz 1791 ve 19 Eylül 1791 tarihli iki yasada ifadesini bulmuştur. 1808 Fransız CMK ise savcılığa ve itham sistemine yer vermiştir. Fransa'daki bu gelişmeler Almanya'yı da etkilemiştir. 1848 ve 1861 Bayern, 1849 Prusya, 1864 Baden ve 1869 Württemberg CMK'larında savcılık kurumu, halka açıklık, sözlülük ve delillerin serbestçe değerlendirilmesi ilkeleri benimsenmiştir. Türk CMK'nun kaynağını teşkil eden 1877 Alman CMK işte bu modern kanunlara dayanmaktadır. 1877 CMK daha sonra çeşitli değişiklikler geçirmiştir. Bunların en çarpıcısı Naziler zamanında yapılan 1935 değişikliğidir. Naziler bununla kendi dünya görüşlerine uygun bir ceza muhakemesi yaratmaya çalışmışlardır. İkinci dünya savaşından sonra, Nazilerin yaptığı CMK değişiklikleri 1950'de büyük ölçüde ortadan kaldırılmıştır.

1 Nisan 2005 yılına kadar yürürlükte olan 1412 sayılı Türk CMK hükümleri, bazı istisnalar dışında, tamamen 1877 tarihli Alman CMK'dan alınmıştır. 20.8.1929'da yürürlüğe giren kanun bir Cumhuriyet Türkiyesi kanunudur ve bugüne kadar pek çok değişikliklerle, deyim yerinde ise, "Türkleştirilmiştir". Cumhuriyeti kuranların, özgürlükçü, liberal bir kanun olana 1877 Almam CMK yı alıp, 1935 de Naziler tarafından yapılan değişikliklerden bir tanesini bile almamaları dikkat çekicidir. Yirmili yılların hukuk reformu 21’nci yüzyıl ihtiyaçlarını karşılayamamaktadır. Bu nedenle Atatürkçü çizginin devamı olarak yeni bir büyük reforma ihtiyaç vardı. Bu reformun yasa ayağını yeni CMK oluşturmaktadır. Ancak unutulmamalıdır ki, en mükemmel yasalar dahi nitelikli insan gücü ve maddi alt yapı ile desteklenmedikçe gerçek bir reform için yeterli olamaz.Cumhuriyetin başında yaşanan hukuk devriminin başarılı olmasının asıl sebebi budur.

Cumhuriyet öncesi ceza muhakemesine İslâm Hukuku ilkeleri hakimdi. İslâm Hukukunda kadılar hem ceza hukuku, hem de özel hukuk işlerine bakmakla ödevli idiler. Her iki iş için uygulanan usul farklı değildi. Kulun haklarına ilişkin bir suç söz konusu ise, o zaman iddiacı iddiasını kadıya bildiriyor, kadı da sanığı mahkemeye çağırıyordu. Muhakeme sözlü, halka açık ve başlıca delil tanık beyanı idi. Yemine özel bir önem verilmişti .

Özel bir CMK yoktu. Kaynaklar Kur'an, Sünnet, İcma ve İçtihaddı.

Tanzimat öncesi görev yapan şer'i mahkemeler tek hakimli olup, verilen kararlara karşı denetim muhakemesi söz konusu değildi. Cumhuriyet öncesi ilk ceza muhakemesi düzenlemesi Osmanlı İmparatorluğu zamanında yapılan 1876 ve 1870 tarihli düzenlemelerdir.

Ülkemizin ilk derli toplu CMK da yine İmparatorluk zamanında yapılmıştır. Bu kanun 1808 Fransız CMK'nun bir tercümesi olan 25 Haziran 1879 (5 Recep 1296) tarihli Usûlü Muhakematı Cezaiye Kanunudur. 20.8.1929'da bu kanunun yerini bugün yürürlükte bulunan 1412 sayılı CMK almıştır. Bugün 1999 tarihli bir CMK tasarısı tartışmaya açılmış bulunmaktadır.

§ 3— CEZA MUHAKEMESİ HUKUKUNUN KAYNAKLARI

Ceza Muhakemesi Hukukunun temel kaynağı 1 Nisan 2005’e kadar 4.4.1929 tarih ve 1412 sayılı CMK; bu tarihten itibaren ise 5271 sayılı yeni CMK dır.

Aslında Ceza Muhakemesi Hukukunun temel kaynağı olan CMK'nın her ihtiyaca cevap verebilmesi gerekir. Ne var ki ülkemizde CMK dışında ceza muhakemesi normu ihtiva eden çok sayıda kanun vardır.

Örneğin, Türk Ceza Kanunu (TCK), Polis Vazife ve Selâhiyet Kanunu, Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun, Yargıtay Kanunu, Hakimler Kanunu, Pasaport Kanunu, Çocuk Mahkemeleri Kanunu, Basın Kanunu bunlardan bazılarıdır.

Ceza Muhakemesi Hukuku, hem kamu düzeni ve güvenliği kamu otoritesi, hem de temel hak ve hürriyetler açısından büyük bir önemi haizdir. Bu nedenle ceza muhakemesi kuralları sadece kanun ve yönetmeliklerde değil, Anayasalarda ve uluslararası andlaşmalarda da yer almıştır. Örneğin, Anayasanın "yargı yetkisi, Türk Milleti adına bağımsız mahkemelerce kullanılır" diyen 9. maddesini, kişi hürriyeti ve güvenliğini, dolayısıyla da yakalama ve tutuklamayı düzenleyen 19. maddesini, öteki koruma tedbirlerinden söz eden 20'den 30'a kadar olan maddelerini, adil yargılama ilkesini düzenleyen 36’ncı maddesini, kanunî hakim güvencesini getiren 37. maddesini, suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimsenin suçlu sayılamayacağını, hiç kimsenin kendisini veya kanunda gösterilen yakınlarını suçlayan bir beyanda bulunmaya veya bu yolla delil göstermeye zorlanamayacağını ve vatandaşın suç sebebiyle yabancı bir ülkeye geri verilemeyeceğini açıklayan 38. maddesini, memurların ceza muhakemesi hakkında hüküm getiren 129/son maddesini ve "yargı" başlığını taşıyan üçüncü bölümünü (m. 138-160 AY) ve ceza muhakemesi kuralları içeren uluslararası kaynaklardan Avrupa İade Sözleşmesini, Ceza İşlerinde Adli Yardımlaşma Konusunda Avrupa Sözleşmesini, Ceza Kovuşturmalarının Aktarılması Konusunda Avrupa Sözleşmesini, Ceza Yargılarının Uluslararası Değeri Konusunda Avrupa Sözleşmesini, Trafik Suçlarının Cezalandırılması Konusunda Avrupa Sözleşmesini ve Şartla Mahkûm Edilen veya Şartla Salıverilenlerin Gözetimi Konusunda Avrupa Sözleşmesini, Diplomatik İlişkiler Hakkında Viyana Sözleşmesini, Medenî ve Siyasî Haklar Sözleşmesini, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesini, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesini, NATO Devletleri Kuvvetleri Statüsü Sözleşmesini, İşkenceye Karşı Birleşmiş Milletler ve Avrupa Sözleşmesini hatırlatmadan geçemeyeceğiz.

İkinci Bölüm



CEZA MUHAKEMESİ KURALLARININ YORUMU,

UYGULAMA ALANI, CEZA MUHAKEMESİNİN



YÜRÜYÜŞ ŞEMASI VE ŞARTLARI

§ 1— CEZA MUHAKEMESİ KURALLARININ YORUMU

Yorum, bir hukuk kuralının anlamını saptamak için yapılan düşünsel bir faaliyettir. Burada, ortada bir kural vardır ve amacımız onun anlamını saptayabilmektir. Bazı durumlarda böyle bir kuralın olmadığını görüyoruz. O zaman, bu kural boşluğu, hukuk düzeninin bütünlüğü içinde doldurulmak gerekir. Bu doldurma da, en benzer hukuk kuralının bulunmasıyla olur. Buna kıyas denir.

Kıyas, ceza muhakemesi hukukunda, kural olarak, yasak değildir. Onun yasak olduğu yer Ceza Hukukudur. Ancak, bu demek değildir ki, kıyas ceza muhakemesi hukukunda tamamen serbesttir. Yorumdan farklı olarak iki tür kıyas yasağı vardır. Bunlardan birincisi, sınırlayıcı hükümlerde kıyas yasağı, ikincisi ise istisnaî hükümlerde kıyas yasağıdır. Gerçekten, yasak edilmeyen serbesttir; hukukun yasak getirmediği, sınırlamadığı alanlarda kıyas yoluyla yasak getirmek mümkün değildir. Bu ilkenin hukukî dayanağı Anayasanın 12. maddesidir. Buna göre, insan, kural olarak hürdür. Bu hürriyetin sınırlayacağı durumlar tek tek gösterilmelidir. İstisnaî hükümler de kıyasa konu olamaz. İstisnalar konuldukları durumlar içindir. Örneğin, tutuklama sebepleri CMK m.100 de sayılmıştır; kıyas yoluyla bu. maddenin genişletilmesi mümkün değildir.

Yukarıda kısaca açıklanan istisnalar dışında, sanığın lehine de aleyhine de olsa, Ceza Muhakemesi Hukukunda kıyas serbesttir. Gerçekten de hiçbir hakim, uygulayacak kural yok diyerek bir uyuşmazlığı çözmekten kaçınamaz. CMK nın bir maddesinde yoksa CMK nın diğer maddelerinden; onda da yoksa, gerekirse HUMK dan yararlanarak bir sonuca ulaşmaya çalışacak, vatandaşın sorununun adil bir şekilde çözülmesini sağlayacaktır.

Avukat bürolarında aramayı düzenleyen CMK m.130 da olmamasına rağmen; avukatın bürosu ve yerleşim yerinde iletişimin dinlenmesini düzenleyen CMK m.136 kıyasen uygulanarak, avukatların konutlarında da arama yapılamayacağı sonucuna varılır.

Yorum yapılırken kullanılacak araçlar, söz, mantık, yasanın sistematiği, Ceza Muhakemesi Hukukunun ilkeleri, Muhakeme Hukukunun ilkeleri, Anayasa Hukukunun ilkeleri, hukukun genel ilkeleri, kanunun hazırlık çalışmaları, mukayeseli hukuk ve Ceza Muhakemesi Hukuku kurumlarının tarihçesidir.

En sık kullanılan yorum aracı sözdür. Gerçekten dil bilgisi kurallarıyla, hukuk kuralının anlamını çıkartmak mümkündür. Bu yolla harfi harfine bir yorum gerçekleşir. Buna lafzi, sözel veya dar yorum denir.

Mantık, yorumda kullanılan önemli araçlardandır. Özellikle söz ile yapılan yorumun bizi doğru sonuca ulaştıramadığı durumlarda, mantıktan yararlanırız.

Kanunun sistematiği, yorumda mutlaka göz önünde tutulması gereken bir husustur. Yorumlanacak maddenin, kanunda bulunduğu bölümdeki öteki maddeler birlikte bir bütün olarak ele alınması, o maddenin daha iyi anlaşılmasını sağlayabilir.

Bir hukuk kuralının anlamını saptamaya çalışırken, Ceza Muhakemesi Hukukunun, Muhakeme Hukukunun Anayasa Hukukunun ve hukukun temel ilkelerinden yararlanabileceği açıktır. Muhakeme Hukukunun ilkeleri, ileride ayrıntılı bir şekilde göreceğimiz Ceza Muhakemesi Hukukunun, hukukun temel ilkeleri de Anayasa Hukukunun temel ilkelerinin üstündedir.

Yargılama makamının tarafsızlığı, savunmasız muhakeme olmaz gibi ilkeler Muhakeme Hukukunun ilkelerindendir. Bir hukuk kuralının bunlara aykırı yorumlanması düşünülemez. İnsan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, laik, demokratik, sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyetinde (m. 2 AY.); kanunlar bu ilkelere aykırı yorumlanamaz. Adalet, eşitlik, non bis in idem (aynı fiile iki (yargılama) ceza olmaz) ve sözleşmeye saygı hukukun temel ilkeleridir. Ceza muhakemesi kurallarına bu ilkelere uymayan bir anlam verilemez.

Yorum yaparken yararlanabileceğimiz diğer araçlar, kanunun gerekçesi, hazırlık çalışmaları, karşılaştırmalı hukuk, ceza Muhakemesi kurumlarının tarihçesidir.

Bütün bu araçlar, yorum yapılırken son derece dikkatli kullanılmalıdır. Yorumun sağlıklı olması isteniyorsa, mümkün olduğu kadar çok araçtan faydalanılmalıdır.

§ 2— CEZA MUHAKEMESİ KURALLARININ UYGULAMA ALANI

Burada ceza muhakemesi kurallarının yer ve zaman bakımından uygulaması üzerinde durulmalıdır.

I— YER BAKIMINDAN UYGULAMA

Bu konuda, ülkesellik, kişisellik ve evrensellik olmak üzere üç ilke vardır.

Eylemler ve işlemlerin yapıldıkları ülke kanununa tabi olmasına ülkesellik; eylem veya işlemi yapan kişinin vatandaşı olduğu devletin kanununa tabi olmasına kişisellik ilkesi denir. Eylemin veya işlemin bir devletin kanununa bağlı olması için ne onları yapanların vatandaş olması, ne de onların o devlet ülkesinde yapılmış bulunmasının arandığı durumlarda evrensellik ilkesi söz konusudur.

Ceza muhakemesinde, kural olarak, ülkesellik ilkesi egemendir. Bu durumda, Türkiye' nin sınırları içinde işlenen suçlara Türk CMK uygulanacaktır. Yeni CMK da bu esası benimsemiştir. Bu kuralın bazı istisnaları vardır. Biz burada bu istisnaları anlatacak değiliz. Ancak bunların ikisinden hiç söz etmeden de geçemeyeceğiz.

Bunlardan ilki, Türkiye'de bulunan yabancı silâhlı kuvvetler mensuplarının (NATO) dokunulmazlığı, ikincisi de diplomat dokunulmazlığıdır.

II— ZAMAN BAKIMINDAN UYGULAMA

CMK’nın zaman bakımından uygulanması önemli bir meseledir. Acaba CMK’nın şüpheli, sanık veya hükümlü lehine olan düzenlemeleri geçmişe yürüyecek midir?

Zaman bakımından uygulama konusunda da hemen uygulama, geçmişe yürüme ve ileriye yürüme olmak üzere üç ilke vardır.

Eylemlere ve işlemlere, o sırada yürürlükte olan hukuk kuralının uygulanmasına hemen uygulama, daha sonra yürürlüğe giren bir hukuk kuralının uygulanmasına ise geçmişe yürüme ilkesi denir. Eylemlere ve işlemlere, bu eylem ve işlemlerden önce yürürlükte bulunmuş ve bugün artık ortadan kalkmış olan bir hukuk kuralının uygulanmasına ise ileriye yürüme ilkesi denir.

Ceza Muhakemesi Hukukunda yukarıda açıklanan ilkelerden hemen uygulama ilkesi geçerlidir. Bu nedenle, kural olarak, bazı isitisnalar dışında Ceza Kanununlarından farklı olarak lehe kanun uygulaması sorunu yaşanmaz.

Ceza Muhakemesi Hukuku ileriye yürümeyi kabul etmez, çünkü yeni kanun eskisi iyi olmadığı için yapılmıştır. İyi olmadığı için kaldırılan kanunun ileriye yürütülerek uygulanması kabul edilemez. Bundan başka, eski kanun zamanında başlanmış işlere yeni kanun zamanında da eski kanun uygulanarak devam edilsin, eski kanun zamanında meydana gelip yeni kanunun zamanına sarkan meseleler eski kanunla halledilsin, demek yargılama makamlarını zor duruma sokar. Aynı anda bazı olaylara eski kanunu, bazılarına da yeni kanunu uygulamak kabul edilebilir nitelikte değildir. Ceza Muhakemesi Hukuku geçmişe yürümeyi de kabul etmez. Çünkü, eski kanuna göre yapılmış işlemler artık tekrar yapılabilir nitelikte olmaktan çıkmış olabilir. Daha da önemlisi, bu yolla eski kanuna göre halledilmiş uyuşmazlıkların diriltilmesi tehlikesi vardır. Bütün bu nedenlerle Ceza Muhakemesi Hukukunda ileriye ve geçmişe yürüme ilkeleri kabul edilemez.

Hemen uygulama ilkesinin dört önemli sonucu vardır:



  1. İşlemler yürürlükteki kurala göre yapılır.

  2. Önceki kural zamanında sonuçlandırılmamış işlemler yeni kurala göre yapılır.

  3. Önceki kural zamanında tamamlanmış işlemler geçerliliğini korur; bu işlemlerin bir de yeni kurala göre tekrar yapılması gerekmez. Aksi takdirde ceza muhakemesi yapılamaz hale gelir.

  4. Yeni kuralın uygulanmasında, sanığın lehinde veya aleyhinde olmasına bakılmaz. Sanığın aleyhine de olsa, yeni kanun hemen uygulanır.

Hemen uygulama ilkesinin kabul edilmez haksızlıklara yol açması durumunda, yeni kanunun bunu geçici bir hüküm ile halletmesi yerinde olur. Bu haksızlığın yorum yoluyla da giderilmesi düşünülebilir. Burada kazanılmış hak ve eşitlik ilkelerinden yararlanılabilir.

§ 4— CEZA MUHAKEMESİNİN ŞARTLARI

I— GENEL OLARAK

Yukarıda da kısaca değindiğimiz gibi, bazı durumlarda suç haberi ciddî, fiil ve fail bellidir; ancak dava açılamamakta, bunun için bazı başka şartların daha gerçekleşmesi aranmaktadır. Bu şartlara dava şartları diyoruz. Çünkü, ceza davasının açılabilmesi için bu şartların gerçekleşmesi gerekmektedir.

Yine dava şartları gerçekleşmiş, ceza davası açılmış, iş soruşturma evresinden kovuşturma evresine geçmiştir; ancak, bu evrede, mahkemenin yargılama yapabilmesi için de bazı şartların gerçekleşmesi aranır. Bunlara da yargılama şartları diyoruz. Çünkü, yargılamanın yapılabilmesi için bu şartların gerçekleşmesi aranmakta, gerçekleşmediğinde, yargılama yapılamamaktadır.

Bu durumda ceza davasının açılabilmesi için bulunması gerekli olan şartlarla, mahkemenin yargılama yapabilmesi için bulunması gerekli olan şartların hepsine birden biz ceza muhakemesinin şartları diyoruz. Çünkü her iki durumda da söz konusu olan ceza muhakemesidir.

II— DAVA ŞARTLARI

1— Çeşitleri

Bunlar şikâyet, dava süresi, izin, talep, yargı bulunmaması, açık dava bulunmaması, yeni delil bulunması, evlenme bulunmaması ve önödemenin yerine getirilmemesidir.



A— Şikâyet

Takibi şikâyete bağlı bir fiilden zarar gören kişinin, süresi içinde (6 ay, m. 108 TCK), yazılı olarak (m. 151 CMK), yetkili makamlardan, bu fiil hakkında kovuşturma yapılmasını istemesine şikâyet denir.

Bu tanımdan da kolayca anlaşılabileceği gibi, şikâyetin Ceza Muhakemesi Hukuku açısından niteliği, dava şartı olmasıdır. Takibi şikâyete bağlı bir fiil hakkında dava açılabilmesi, bu fiilden zarar gören kişinin şikâyet etmesine bağlıdır (m. 73 TCK, m. 158 CMK).

Burada dikkat edilmesi gereken noktalar şunlardır:



  1. Ortada takibi şikâyete bağlı bir fiil olmalıdır.

  2. Şikâyet etmesi gereken kişi, bu fiilden zarar görmüş olmalıdır.

  3. Şikâyet hakkı kişiye sıkı sıkıya bağlı aklardan sayılır. Bu nedenle mirasçılara geçmez. Bu hakkın kullanılması mümeyyizlere aittir. Suçtan zarar görenin kanunî temsilcisi varsa, şikâyeti o yapar.

  4. Şikâyet, süresi içinde, yani 6 ay içinde yapılmalıdır (m. 73 TCK). Bu süre hak düşürücü bir süredir ve suçtan zarar görenin fiil ve faili bildiği veya öğrendiği anda işlemeye başlar (m. 73/2 TCK). Bu sürenin zamanaşımı değil, hak düşürücü süre olmasının sonuçları ise şunlardır: 6 aylık şikâyet süresi bakımından durma ve kesilme söz konusu değildir; Kusursuz olarak geçirilirse, eski hale getirme (m. 40 CMK) mümkündür.

  5. Şikâyet yazılı olarak veya tutanağa geçirilecek bir beyan ile yapılabilir (m. 158/5 CMK) Ancak, bunun için belli bir formül kullanmak şart değildir. "Şikâyetçiyim", "davacıyım", "cezalandırılmasını isterim" hatta "ihbar ediyorum" denmesi de yeterlidir.

  6. Şikâyetin yapılabileceği makamlar CMK m.158 de gösterilmiştir. Bunlar kural olarak, savcılık ve kolluktur. Ancak valilik, kaymakamlık, mahkeme, elçilik ve konsolosluklar, ilgili kurum ve kuruluşlardır (m.158/1-4 CMK)

  7. Şikâyetten vazgeçme ve şikâyetin geri alınması mümkündür. Şikâyetten vazgeçme, süresi geçmemiş ve henüz yapılmamış şikâyetin artık yapılmayacağının suçtan zarar gören kişi veya kanunî temsilcisi tarafından açıklanmasıdır. Yapılmış şikâyetin, suçtan zarar gören kişi veya kanunî temsilcisi tarafından, geçersiz sayılmasının istenmesine de şikâyetin geri alınması denmektedir. TCK şikâyetin geri alınmasını düzenlemiş, vazgeçmeyi ise düzenlememiştir. TCK’nın 73. m.sine göre, hükmün kesinleşmesine kadar şikâyet geri alınırsa dava düşer. Şikâyetten vazgeçme, kabule bağlı olmayan, tek taraflı irade beyanı iken, şikâyetin geri alınması iki taraflı bir işlemdir. Geri almanın geçerli olabilmesi için, bunun sanık tarafından kabul edilmesi gerekir (m. 73/6 TCK).

  8. Suçtan zarar gören birden fazla ise, bunlardan birinin şikâyet etmesi, dava şartının gerçekleşmesi için yeterlidir. Bu, failin değil, fiilin şikâyet edilmesinin bir sonucudur. Yine bunun bir sonucu olarak, failin birden fazla olması durumunda, bunlardan biri hakkında şikâyet yapılınca, hepsi hakkında da şikâyet yapılmış sayılır. Buna şikâyetin yayılma etkisi denir. Aynı durumda şikâyetten vazgeçme ve geri alma için de geçerlidir (m. 73/5 TCK). Ancak şikayetin geri alınmasının iki taraflı bir işlem olduğu unutulmamalıdır.

  9. Nihayet, vazgeçmeden vazgeçme, geri almadan da geri alma olmaz.

B— Dava Süresi

Bazı kanunlar, savcılığın bazı suçlar hakkında ceza davası açabilmesini belli sürelerle sınırlamışlardır. İşte bu sürelere Ceza Muhakemesi Hukukunda dava süreleri denmektedir. Kanunda öngörülen süreler geçince, savcılık artık kamu davasını açamaz. Bu da söz konusu sürelerin nitelik itibariyle dava şartı olduklarını ortaya koymaktadır.

Basın Kanununun 26. maddesine göre, biri iki aylık öteki de dört aylık olmak üzere iki dava süresi öngörülmüştür. Savcılığın günlük yayınlarda iki ay, öteki yayınlarda da dört ay içinde ceza davasını açması gerekmektedir. Bu süreler, kanunda sözü edilen yayınların savcılığa verildiği andan itibaren işlemeye başlayacaktır.

Türkiye Radyo ve Televizyon Kanununun 28/son maddesinde 60 günlük bir dava süresi kabul edilmiştir. Bu süre yayının yapıldığı tarihten itibaren işlemeye başlar.

Fikir ve Sanat Eserleri Kanununun 75. maddesine göre de ceza davasının savcılık tarafından bir yıl içinde açılması gerekmektedir.

27.10.1995 tarih ve 4125 sayılı kanunun geçici 6 m.'ye göre seçim suçlarından doğan kamu davası seçimin bittiği tarihten itibaren üç ay içinde açılmadığı takdirde kovuşturma yapılamaz.



C— İzin

Bazı durumlarda, savcılığın dava açabilmesi için, yetkili resmî makamların fail hakkında dava açılmasını uygun gördüklerini açıklamaları gerekir. Bu açıklamaya Ceza Muhakemesi Hukukunda izin denmektedir.

Anayasanın 129/son maddesine göre, "memurlar ve diğer kamu görevlileri hakkında işledikleri iddia edilen suçlardan ötürü ceza kovuşturması açılması, kanunla belirtilen istisnalar dışında, kanunun gösterdiği idarî mercinin iznine bağlıdır". Anayasadaki bu düzenleme doğrultusunda 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun, memurlar ve diğer kamu görevlilerinin görev nedeniyle işledikleri suçlardan dolayı izin sistemi getirmiştir. Buna göre suçun faili memur veya memurdan başka kamu görevlileri olursa, o zaman fail hakkında kovuşturma yapabilmek, bu arada dava açabilmek için, kural olarak, yetkili merciden izin almak gerekecektir. Bulunmadığında dava açılmasına engel olduğundan başka bir deyişle, dava açılması için bulunması şart olduğundan buradaki iznin dava şartı olduğu açıktır.

D– Öteki Dava Şartları

Ceza Muhakemesi Hukukunda öteki dava şartları, talep, yargı bulunmaması, açık dava bulunmaması, yeni delil bulunması ve ön ödemenin yerine getirilmemesi de dava şartıdır.



Takibi talebe bağlı suçlarda, yetkili makamın (Adalet Bakanı), yetkili savcıdan dava açmasını istemesine talep denmektedir. Örneğin, TCK m.13’e göre yabancı tarafından işlenmiş bir suç söz konusu ve mağdur yabancı ise, fail Adalet Bakanının talebi üzerine Türkiye'de muhakeme edilir (m. 13/3 TCK).

Yargı bulunmaması da dava şartıdır. Failin fiili muhakeme edilmiş ve muhakemenin sonunda verilen hüküm de kesinleşmiş yargı (kesin hüküm) halini almışsa, aynı fiil ve aynı fail hakkında aynı türden bir dava bir daha açılamaz. Açılırsa reddedilir (m 223/7 CMK).

Aynı fiil, aynı fail ve aynı türden bir davanın görülmekte olması da, aynı fiil ve aynı fail hakkında yeni bir ceza davasının daha açılmasına engeldir. Buna biz kısaca, açık dava bulunmaması diyoruz.

Bir fiil hakkında ceza davasının açılabilmesi için, o fiil ve o fiilin faili hakkında açılmış bir başka ceza davasının olmaması gerekmektedir. Böyle bir ceza davasına rağmen yeni bir dava açılacak olursa reddedilir (m. 223/7 CMK).

Yargı bulunması durumunda, aynı fiil ve fail hakkında yeni bir dava açılamamaktadır. Ancak, yeni delil ve olaylar ortaya çıkmışsa, yargılanmış uyuşmazlığı yeniden muhakeme etme şartı gerçekleşmiş demektir (m 311/e CMK).

Yeni delil, uyuşmazlığı daha önce yargılamış olan hakimin bilmediği, önceki muhakemede hiç ileri sürülmemiş veya ileri sürülmüş olup da üzerinde durulmamış olan delildir. İşte böyle bir delilin bulunması, yargı ile sona ermiş bir konuda yeniden dava açılması için şarttır.

Burada üzerinde kısaca duracağımız son dava şartı önödemenin yerine getirilmemesidir. Önödeme, kamu davası açılmadan ve/veya yargılama yapılmadan failin cezalandırılmasına imkân veren bir kurumdur. Hukukumuzda dört çeşit önödemenin bulunduğu söylenmelidir: 1) Kamu davası açılmadan önce söz konusu olan önödeme (m. 75 TCK) ki dava şartı olan önödeme esasen budur; 2) özel kanun hükümleri gereğince işin doğrudan doğruya mahkemeye gitmesi durumunda söz konusu olan önödeme (m.75 TCK); 3) savcının, fiilin önödeme kapsamında olduğunu göremeyerek veya görmeyerek kamu davası açması durumunda söz konusu olan önödeme; ve nihayet 4) iddianamede gösterilen suçun vasfının duruşmada değişmiş, fiilin önödeme kapsamına girdiği anlaşılmış olması durumunda söz konusu olan önödeme.

İlk iki önödeme eski Türk Ceza Kanununda düzenlenmiş olmasına karşın son ikisi, 11.4.1983 tarihli Yargıtay İçtihadı Birleştirme Ceza Bölümü Genel Kurulu kararı ile yaratılmış ve yeni TCK m.75’e alınmıştır. Buna göre

(1) Uzlaşma kapsamındaki suçlar hariç olmak üzere, yalnız adlî para cezasını gerektiren veya kanun maddesinde öngörülen hapis cezasının yukarı sınırı üç ayı aşmayan suçların faili;

a) Adlî para cezası maktu ise bu miktarı, değilse aşağı sınırını,

b) Hapis cezasının aşağı sınırının karşılığı olarak her gün için yirmi Türk Lirası üzerinden bulunacak miktarı,

c) Hapis cezası ile birlikte adlî para cezası da öngörülmüş ise, hapis cezası için bu fıkranın (b) bendine göre belirlenecek miktar ile adlî para cezasının aşağı sınırını,

Soruşturma giderleri ile birlikte, Cumhuriyet savcılığınca yapılacak tebliğ üzerine on gün içinde ödediği takdirde hakkında kamu davası açılmaz.

(2) Özel kanun hükümleri gereğince işin doğrudan mahkemeye intikal etmesi hâlinde de fail, hâkim tarafından yapılacak bildirim üzerine birinci fıkra hükümlerine göre saptanacak miktardaki parayı yargılama giderleriyle birlikte ödediğinde kamu davası düşer.

(3) Cumhuriyet savcılığınca madde kapsamına giren suç nedeniyle önödeme işlemi yapılmadan dava açılması veya dava konusu fiilin niteliğinin değişmesi suretiyle madde kapsamına giren bir suça dönüşmesi hâlinde de yukarıdaki fıkra uygulanır.

(4) Suçla ilgili kanun maddesinde yukarı sınırı üç ayı aşmayan hapis cezası veya adlî para cezasından yalnız birinin uygulanabileceği hâllerde ödenmesi gereken miktar, yukarıdaki fıkralara göre adlî para cezası esas alınarak belirlenir.

(5) Bu madde gereğince kamu davasının açılmaması veya ortadan kaldırılması, kişisel hakkın istenmesine, malın geri alınmasına ve müsadereye ilişkin hükümleri etkilemez.

2— Dava Şartlarının Gerçekleşmemesinin Sonuçları

Dava şartlarının gerçekleşmemesi durumunda, savcılık dava açmayacak, takipsizlik (kovuşturmama) kararı verecektir (m. 172 CMK). Kural budur. Ancak, her nasılsa, şartların gerçekleşmediği gözden kaçırılarak dava açılmışsa, iki ihtimâl söz konusu olur; şartın gerçekleşmesi mümkündür veya mümkün değildir. Şartın gerçekleşmesi mümkün değilse, yine iki ihtimâl vardır: uyuşmazlık daha önce yargılanmıştır veya yargılanmış değildir. Uyuşmazlık daha önce yargılanmış değilse, düşme kararı verilir (m. 223/8 CMK). Uyuşmazlık daha önce yargılanmışsa, yani yargı varsa, davanın reddi kararı verilir (m. 223/7 CMK).

Şartın gerçekleşmesi mümkün iseve yargılama başlamışsa, durma kararı (m. 223/8 CMK) verilir.

III— YARGILAMA ŞARTLARI



Yüklə 3,06 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   52




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin