Kurtuluş savaşını kazanan Türk burjuvazisi bir yandan Lozan’da barış görüşmeleri yaparken beri yandan İzmir’de İktisat Kongresi topluyordu. Musul ve Kerkük sorununu bir yana bırakırsak, Lozan görüşmelerindeki asıl çekişme kapitülasyonlar sorunu ile yeni Türk devletinin gümrük bağımsızlığı üzerinden sürüyor. Türk burjuvazisinin siyasi bağımsızlık çabasının iktisadi sınırlarını işte bu sorunlar çerçevesindeki hassasiyeti çiziyor. Bu burjuvazinin kendi iç pazarı üzerinde kontrol kurma arzusudur. Bunun emperyalist sermayenin Türkiye’deki iktisadi ve mali faaliyetlerine karşıtlıkla en ufak bir ilgisi yoktur. Tam tersine, iktisadi ve mali bakımdan son derece güçsüz bulunan, fakat hızlı bir gelişme yaşamak isteyen Türk burjuvazisinin bu tür bir faaliyete şiddetle ihtiyacı vardır. Mustafa Kemal’in İzmir İktisat Kongresi’nin açılış konuşmasındaki (ki Lozan görüşmelerine paralel bir zaman diliminde toplanmış bir kongredir bu) ikili vurgusunun bu çerçevede yeniden hatırlayabiliriz. Bilindiği gibi Lozan Antlaşması çerçevesinde kapitülasyonlar kaldırılıyor ve 5 yıllık bir geçiş dönemi koşuluna bağlanarak da olsa Türk devletinin kendi gümrükleri üzerindeki hakimiyeti tescil ediliyor. Türk burjuvazisinin siyasal bağımsızlık mücadelesinin sınırları işte budur.
Bilindiği gibi Türk milli kurtuluş savaşının iktisadi ve ma(256)li boyutlar da içeren bir “tam bağımsızlık”la sonuçlanmamış olmamasını. ‘60’lı yılların burjuva sosyalizmi, “ikinci bir milli kurtuluş savaşı” ihtiyacına bir dayanak olarak kullanmak yoluna gitti. Bu düşünce, eğer kemalist burjuvazinin önderlik ettiği milli kurtuluş savaşının hemen ertesinde devrimci bir perspektif olarak ortaya konulsaydı, o günün iktisadi ve toplumsal koşulları zemininde, kuşkusuz ki gerçek bir anlam taşırdı. Ama eğer bu, burjuvazinin siyasal hakimiyeti ile sonuçlanan bir tarihsel olayın 40 küsur yıl sonrasında gündeme getiriliyorsa, bunun ne anlama geldiği de o günün Türkiye’sinin iktisadi ve toplumsal koşullarının ne durumda olduğuyla sıkı sıkıya bağlantılı hale gelir. Aradaki tarih dilimi içerisinde yaşananların anlamı ve kapsamı nedir? Burjuvazinin hakimiyeti altında toplumun tuttuğu yeni yolun yolaçtığı yeni iktisadi ve sosyal koşullar nelerdir? Bu sorulara nesnel gerçeklere uygun yanıtlar verilemediği sürece, kendi başına bir “ikinci milli kurtuluş savaşı” şiarı tarihsel açıdan herhangi bir anlam taşımaz.(257)
Türkiye’nin modern tarihi ışığında “devralınan miras”(Devam)
‘60’lı yıllarda Yön’cü aydın hareketi tarafından temsil edilen neo-kemalistler başta olmak üzere döneminin tüm burjuva sosyalist akımlarının kullandığı temel argümanlardan biri, “Atatürk’ün tam bağımsızlık ilkesi”ydi. Türk milli kurtuluş savaşına ilişkin olarak ortaya koyduğumuz olgusal gerçekler, ortada böyle bir ilke bulunmadığını, daha doğrusu buna ilişkin olarak zaman zaman yapılan vurguların bir söylemden öteye geçemediğini göstermektedir. Tefeci-ticaret burjuvazisine dayanan, başından itibaren feodal toprak sahipliği ile ittifak içinde olan, İstanbul’da üstlenmiş Türk kökenli komprador burjuvaziyle de savaşın hemen ertesinde İzmir İktisat Kongresi’nin sembolize ettiği platformda bütünleşen bir siyasal akımın ilkesi “tam bağımsızlık” değil, yalnızca devlet bağımsızlığı olabilirdi. Sayılan toplumsal güçlere dayanan ve alt sınıfların her türlü sos(258)yal hareketliliğini ve siyasal oluşumlarını anında ezen bir siyasal hareketin emperyalizme karşı tutumunun sınırları ancak bu olabilirdi. Daha savaş süreci içinde, işgal sorunu ve kapitülasyonlarda ifadesini bulan bir kölece bağımlılığın ötesindeki her sorunda, emperyalizmle uzlaşan bir siyasal hareketti kemalist hareket.
Devlet bağımsızlığını kazanan ve iktidarın dümenine oturan Türk burjuvazisi hızlı bir palazlanma hırsı içindeydi. Bunun emperyalist sermaye, onun tekniği ve yatırımları olmadıkça kolay olmayacağını da daha baştan çok iyi biliyordu. İzmir İktisat Kongresi şahsında bu beyan edilmiş, tek koşul olarak da Türk devletinin siyasal-hukuksal düzenine tabi olmak gösterilmişti. Ki zaten siyasal bağımsızlık ya da devlet bağımsızlığı denilen şey her zaman bunda ifadesini bulmaktadır. Daha Lozan’dan bile önce meclis tarafından onaylanan fakat sonuçsuz kalan “Chester imtiyazı”nın koşulları ile Lozan’ı izleyen yıllarda emperyalist sermaye ile açık-gizli ortaklıklar biçimindeki ticari faaliyetin kapsamı, kemalistlerin “iktisadi bağımsızlık” laflarının basit bir demagojiden öte bir anlam taşımadığını, ya da yalnızca kapitülasyonların kaldırılması ve gümrük bağımsızlığının kazanılmasından ibaret bir anlam taşıdığını göstermektedir.
Kemalistler mevcut yabancı sermayeye, çeşitli yabancı şirketlerin varlığına hiçbir biçimde dokunmadıkları gibi, siyasal nüfuz çerçevesinde dağıttıkları ticari tekellerle de yalnızca açgözlü Türk burjuvazisine değil, yabancı şirketlere de büyük vurgun alanları yarattılar. Örneğin ‘20’li yılların en “milli” iktisat politikası güya yeni demiryolu yapımları, yani “şimendifer siyaseti” oldu. Fakat ilkin bu, “Chester imtiyazı”nın da gösterdiği gibi milli bir tercihten değil, fakat bir zorunluluktan doğdu. Musul petrolü dışında kalınca, emperyalist sermaye bu alana yatırım yapmayı yeterince kârlı bulmadı. İkinci ve daha önemli olarak ise, bizzat devletin bu demiryolu yapımı uygulaması, mütaahhitlik hizmetleri yoluyla, işbirliği halindeki yerli(259)ve yabancı şirketler için büyük bir vurgun alanı olabildi. Emperyalist şirketler 1920’li yıllarda, bazı akademisyenlerin ifadesiyle “milli bir kostüm” giyerek, yani Türk tüccarları ve bizzat kemalist politikacılarla hileli şirket ortaklıklarına girişerek, “milli ekonomi”ye verilen aşırı teşvik tedbirlerinden de en iyi biçimde yararlandılar.