17Kirlenen Medya
Medya Türkiye’de her dönem güçlünün yanında yer alan dördüncü kuvvet olmuştur. Gün gelmiş askerin yanında saf tutmuş, gün gelmiş iktidarın yanında yer almıştır. Özellikle toplumun kutuplaşmaya gittiği son dönemde, yazılı ve görsel basın da bu kutuplaşmadan üzerine düşen payı almıştır. Gazetecilik bir kaç medyanın dışında yapılmamaktadır. Mevcut hükümet, özellikle gezi parkı olayların ardından sokakta ki vatandaşı daha bir kutuplaştırmaya itmiştir. Kendisine oy veren yüzde 50 ve kendisine oy vermeyen yüzde 50 ! Hükümetin bu tavrı medyanın yayın politikalarına yansımıştır.
Medya da kendi okur kitlesini bu çerçeve ile belirlemektedir. Medya, sokakta ki bu kutuplaşmayı gazete sayfalarına ve televizyon ekranlarına taşımaktadır. Bugün gazeteciliğe olan güven düne göre çok daha aşağıdadır. Alın gazeteleri önünüze koyun, bir yanda hükümete söven, bir yanda hükümete yalakalık yapan makaleler ve haberlerle dolu.
Medya özellikle son 3-4 yıl içerisinde büyük yara almıştır. Gelişmiş ülkelerde basın görevi bellidir. George Orwell’in ifade ettiği gibi; Gazetecilik, başkalarının basılmasını istemediklerini basmaktır.
Ondan ötesi, halkla ilişkiler çalışmasıdır. ”Haberciliğin özgür olmadığı ülkelere demokrasiden söz edilebilmesi mümkün değildir. Tam da bugünlerde haberciliğin, gazeteciliğin, objektif kriterlerin tartışıldığı günlerde Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar’ın yaptığı bomba bir haberi konuşuyoruz. Dündar’a imrendim. İçimden ne yalan konuşayım kıskandım.
Çok güzel bir habere imza atmış, Mit tırları içerisinde ki silahların, bombaların yasa dışı yollardan Suriye’de devam eden iç savaşa taşınan görüntülerinin yansıdı televizyon ekranlarına. Hükümeti zorda bırakacak, hatta ve hatta Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı Uluslararası Savaş Suçluları Mahkemesinde yargılanmasına sebep olabilecek bir habere imza attı Can Dündar.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın özellikle bölünme sürecine yönelik attığı adımları sert dille eleştiren bir gazeteciyim. Fakat memleketim adına, ülkem adına, Cumhurbaşkanlığı makamının böyle zan altında bırakılmasına çok üzüldüm.
Haber bomba bir haber lakin zan altında bırakılan ise Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan ziyade Türkiye Cumhuriyeti Devleti olmuştur.
Bu tablo bizleri şunu gösteriyor; Siyasetçilerin yaptığı her söylev, davranış ve politika uluslararası çevrelerde ülkemizin imajını etkiliyor. Siyaset koltuğunda oturanların daha titiz, duyarlı, sorumluluk hissederek, yaptıkları her fiiliyatın ülke adına olduğunun unutulmaması gerektiği bilmeleri gerekiyor.
Erdoğan’ın Uluslararası Savaş Suçluları Mahkemesinde yargılanıyor olması, ülkenin yargılanması demektir. Bu ülke adına kötü bir imajdır. Politikacılar şunu her defasında gözlerinden kaçırıyorlar; İktidarlık siyasi partilere gayrı meşru davranışa açılan kapı değildir. Vatandaşın iyi niyetli oyunu suiistimal etmemektir. Asıl olan budur !
Basın mesleğine son yıllarda güven giderek azalıyor. Yapılan araştırmalar gösteriyor ki, “güven erozyonu” tamamen gazete patronları arasındaki menfaat çatışmalarından kaynaklanıyor. Ne var ki Cumhuriyetin ilanından 1980’ler kadar 60 yıllık dönemde aileden gazeteci olanların değeri şimdilerde anlaşılıyor.1985’lerden sonra orijini gazeteci olan bu aileler medya dünyasından çekildiler.
Karacanlar, Nadi’ler ve Si maviler Ortalık, beklenmedik büyüme ve sonradan görme muhteris sermaye guruplarına kaldı. Şu anda dededen kalma, babadan miras gazeteci olan kimse yok ulusal basında. Şimdiki sermaye sahipleri de yani işverenler Allah daha fazlasını versin ama emek sömürüsünü sonuna kadar zorluyorlar.
Bir yandan ummadıkları servete ulaştıkları için gözleri kararmış vaziyetteler, bir yandan emekçilerin sendikasızlığını kullanarak karlarına kar katıyorlar. Yani para kazanmak, servetlerini bir yılda, bilemediniz iki yılda üçe beşe katlamak için yapamayacakları şey yok. Ölçüyü kaçırmışlar. Rus lideri Lenin’in dediği gibi “Patronlar kendilerini asacak ipi kendileri satarlar” misali.
Ben sermaye düşmanlığı yapmak için yazmıyorum bunları. Gerçeğin bir ucunu göstermek için en büyük ve dev gazetelerde dahi hala sigortasız fikir işçisinin çalıştırılmasına dikkat çekmek için çabalıyorum. Hangi asırdayız ? En baba gazetede, benim bildiğim son üç yıldır sigortasız çalışan iki öğrencim var. Tek örnek Ankara’da olsa iyi. İstanbul merkez, İzmir, Antalya gibi bölge temsilciliklerinde yüzlerce sigortasız muhabir ve hizmetli çalıştırıldığını biliyorum.
Benim Ankara’daki örneğim devede kulak. Üç yıl önce ne ideallerle Gazi İletişim Fakültesini bitirdiler. Hedefledikleri hayatlarında iyi bir gazetede çalışmak vardı. Bunu da gerçekleştirdiler. Ama üç yıldır telif hakları yasasına göre çalışıyorlar. Hala kadro dışılar. Sendikasız ve vergisiz çalışıyorlar. Sigortasız oldukları için de emekliliklerinden bir gün dahi kendi hanelerine yazamıyorlar. Sigortasız oldukları için sağlık hizmetlerinden yararlanamıyorlar.
Demem o ki, gazeteler önce patronların değişmesi ile bozuldu. Tepe kadrolar patronun kapı kulu olacak elemanlarca dolduruldu. Patronlar önce bu tepe adamların küplerini doldurdular, sonra kendi servetlerini katladılar. Altta kalanın canı çıksın misali. Ucuz adam buldular, ucuz eleman çalıştırdılar. Ucuz haber peşinde koştular. Ve yanlış-hatalı-hayali ve asparagas dediğimiz masa başı uyduruk haberler yayınladılar. Güven kaybettiler.
Ya, patron patrona kavgalara neden oldular, ya da devletle iş yaptıkları ilgili kurumlarla, doğal olarak da iktidarlarla menfaat çatışmalarını ön planda tuttular. Doğal olarak yine okuyucu karşısında güven kaybettiler. Ve medyanın kirlenme süreci hızlandı. Hem kendilerini kirlettiler, hem çevrelerini...Birbirine benzemeye çalışan ulusal medyanın tamamı, aynı anaforun içine yuvarlanıp, menfaat çatışması yüzünden temizlenmeyecek noktaya kadar kirlendiler. Peki bu böyle nereye kadar gider ?
Medyanın otokontrol sistemi bozulmuş durumda. Eğer kendi kendini kontrol altına alamayacak durumda kalırsa kurumlar, bunların kontrolleri demokratik kurallara göre yapılabilir. En büyük ve yasal kontrol mekanizması vergi verip vermediklerinin belirlenmesidir. Üsttekilerin serveti, altta ezilenlerin emekleriyle katlanmışsa bunun hesabı öbür tarafa bırakılmamalıdır. Hiç bir yasa dışılığa bir milim taviz verilmezse haksız kazançların önüne bal gibi geçilir.
İki gün, bilemediniz üç gün herhangi bir medya kuruluşuna maliye müfettişi ve hesap uzmanı gönderin mesele nasıl çözülür görürsünüz. Bu kadar basit. Bu kadar yasal. Kirlenmiş medyanın kirlerinin ne kadar fazlalaştığını kanıtlamak bu kadar basit. Hazır Ergenekon iddialarına bulaşmışken. Hazır çeteleşme dosyalarına adı geçmişken...Ve hazır iddialar sıcakken...Ergenekon’la bir değil bir kaç kuş vurulabilir. Medyanın kendi kirini-pasını çıkarmasını beklemektense. Girin defterlerine. Bakın gelir-gider hesaplarına.
Dostları ilə paylaş: |