Proje I dersi Medyanın Yozlaşması, Kirlenmesi ve Medya Terörü


KİRLENEN VE KİRLENMEYEN MEDYA



Yüklə 243,02 Kb.
səhifə6/7
tarix17.08.2018
ölçüsü243,02 Kb.
#71842
1   2   3   4   5   6   7

18KİRLENEN VE KİRLENMEYEN MEDYA


Bilgi çağında olmamızın da etkisiyle bir taraftan olanca hızıyla bilgi üretilmekte bir taraftan da özellikle medya aracılığıyla bu bilgiler bize ulaşmakta. Hayatımızı kolaylaştıran ve renklendiren bu durum bazen de zihnimizi bir çöplüğe dönüştürme potansiyeli taşıyor.

Hangi medya gerçekten doğru, dürüst, gerçek haberler sunmakta; hangi medya bizi manipüle ediyor, bizi kullanıyor veya bize kendi yanlış ideoloji ve önyargılarını aşılıyor? Hangi medya iletileri, iç ve dış yönden gelişmemize katkı sağlarken; hangileri değerlerimizi buharlaştırıyor, kültürümüzü ve yaşam biçimimizi bozuyor? Hangi bilgiler ile iyiye, güzele ve faydalı olana yönleniyorken; hangileri bizi ilerde pişman olacağımız eylemlere taşıyor ?

Zihnimize, bilinçaltımıza, algılarımıza yeterince hakim miyiz; yoksa medyanın düşüncelerini kendi fikirlerimiz gibi sahiplenir hale mi geldik ? Yazılı, görsel, internet vs. medyadan gelen iletilerin etkileri hakkında bu soruları artırmak mümkün.

Medyayı olağan, sıradan, istemsiz, sistemsiz ve yüzeysel bir şekilde takip ettiğimizde medyanın bizi kötü yönde etkilemesinin önüne geçmek mümkün değil. Medyanın faydalı yönlerinden faydalanabilmek/değerlendirebilmek ve zararlı yönlerinden korunabilmek için medyayı bilinçli, sistemli ve eleştirel bir yaklaşımla yani kritik ve analitik düşünme yöntemi ile takip etmeliyiz. Medya bir nevi ayna gibi işlev görmektedir.

Ulaşamadığımız kişilere, fikirlere, olaylara ulaşabilmek için medyanın aynasına bakarız. Medyanın aynası ne kadar temizse biz de olup bitenleri o kadar doğru görebiliriz. Medyanın aynası önyargılarla, yanlış öncelikler ve yanlış ideolojilerle kirlenmiş durumda ise biz de kirli bir görüntü ile karşılaşacağızdır. Medyadaki bakış açısının kirlenmiş olması kadar, dar olması/tek yönlü olması da önemlidir. Nasıl ki kirli bir ayna gerçeği tam yansıtamaz ise, küçük bir ayna da gerçeği tam yansıtamayacaktır.

Dar bakış açılarını olayların tek bir boyutuna tutulmuş aynalar gibi düşünebiliriz. İdeal bakış açısı ise olayı tüm boyutları ile ve tüm açılardan gösterebilen yani mümkün olduğunca geniş ve kapsayıcı olan bakış açısıdır. Olaya zeminden bakan kişi ile balkondan bakan kişinin daha geniş olarak köyünden ve daha da genişlettiğimizde ilinden-ülkesinden ve hatta uzaydan bakan kişinin bakış açısında kalite bakımından farklılıklar olacaktır.

Sosyal olayların, farklı bakış açılarından bakıldığında farklı görülebileceğini bilmemiz ve bu konuda yeterince farkındalığımızın oluşmuş olması, farklı bakış açılarına saygı duymamızı da sağlayacaktır.

İhtilaflı konularda empati yapabilmemizi, karşı tarafın duygu ve düşüncelerini daha iyi anlayabilmemizi kolaylaştıracaktır. Farklı yaklaşımlara saygı duymalı, onların yaklaşımlarını dikkatle incelemeli ve en doğruya, faydalı olana ulaşmaya çalışmalıyız.


19MEDYA TERÖRÜ VE KAMUOYU OLUŞTURMA YA DA OLUŞTURMAMA


Hayatın olağan akışı içerisinde medya, çeşitli vesilelerle zaman ayırdığımız bir unsurdur. Yazılı, görsel ve işitsel olarak yayın yapan medya kuruluşları hayatımızda bizden önceki nesillerden kat kat daha fazla yer almaktadır. Kimimiz medyayı bilgi edinme amaçlı, kimimiz eğlence maksadıyla kimimiz de amaçsız olarak takip ederiz. Türkiye'de sürekli yayın yapan karasal vericiler için- 30'a yakın televizyon kanalı mevcut, yerel tv ler hariç. Bölgelere göre sayısı 10 ila 200 ve üzeri sayıda radyo istasyonu var.

Ulusal yayın yapan 40 civarında gazete, bunu ikiye katlayacak sayıda dergi ve ulaşım alanını rakamsal olarak ortaya koyamadığımız düzeyde internet siteleri hayatımızı etki alanına çekmiştir. Kitap okuma oranı hayli düşük olan Türk insanının “gazeteye bakma” yüzdesi bu oranla kıyaslanmayacak kadar fazladır.

Yine ortalama Batılı bir kişinin Televizyon karşısında geçirdiği zamana nispetle Türk halkı bu zamanı ikiye katlamayı başarmıştır. İnternet kafelerin adım başı yolumuzu kestiği bir ülkede yaşadığımızı ve bu kafelerin başka toplumsal mekanlara göre daha işlek olduğu gerçeğini göz önünde bulundurursak medyanın bizim hayatımızda ne kadar önemli bir etkiye sahip olduğunu kavramak hiç de zor olmayacaktır

Televizyonsuz evlerin küçümsenmesi, kabul edelim ki, toplumsal bir vakadır. Yazı ağırlıklı gazetelerin satış rakamlarının, resim ağırlıklı gazetelerin satış rakamlarının yanında devede kulak kaldığını söyleyebiliriz.

Pekala biz vatandaşlar bu medyanın nesi oluyoruz, neresindeyiz veya bize katkısı ne?
İnsanların kanaatlerine tesir noktasında medyanın artık çoğunluk tarafından 1.güç olarak kabul edildiğini varsayarak şu soruyu soralım? Medya kanaatlerimizi doğru mu yönlendiriyor?

Yoksa kanaatlerimizi sulandırarak bizleri tarifi meçhul bir kafa karışıklığına mı sevk ediyor ? Bu satırları okuyanların kahir ekseriyeti 2.sorumuza kafalarını öne arkaya sallıyorsa orada durup bir şeyleri sorgulayalım derim.

Önce kendi tercihlerimizi daha sonra da dayatılan medya tercihlerini…
Türkiye'de bazı toplumsal hadiselerin medya tarafından elbirliğiyle manipüle edildiği gerçeğine vurgu yapmak istiyorum. Bazı hadiselerin 30 küsur tv ,bir o kadar da gazete tarafından hep aynı telden yorumlanması Türkiye'nin zihniyet anlamında medya tekeli altında olduğunu gösterir.

Bu tekel özgürlük anlamında rahatsız edici olduğu gibi; bilgi edinme ve kanaat sahibi olma amaçlı faaliyetlerimizi de maalesef olumsuz etkilemektedir.


Terör de medyanın ele alışı açısından insanlara farklı boyutlarda aktarılabiliyor. Medya kendi aldığı kararlar çerçevesinde örgütsel terörü lanetlerken bazı ülkelerin devlet terörünü alkışlayabilmektedir. Alkışlamaktan birazcık utananları sessiz kalabilmektedir.
Türk halkının 1/100'ü bir katliamı protesto etmek amacıyla bir büyük meydanda toplanıyorsa, bu topluluk 8 saat boyunca o meydandan ayrılmıyorsa bunun haber değeri nedir sizce? Günün flaş haberi mi? Yarının manşeti mi? Canlı yayın yapılmasını gerektirecek bir konu mu?

Belki sizce evet ama sizin takip ettiğiniz, satış rakamlarını yüzbinlere taşıdığınız gazetelere göre hayır! İzlenme oranlarını tavana vurdurduğunuz tvlere göre hayır!


İşte bu ve bunu aratmayacak sayısız örnek bize göstermektedir ki Türk halkı çok ciddi bir şekilde medya terörüne maruz kalmaktadır.

Türk halkı kendisine dayatılan birbirinin kopyası medya organlarına bağımlı kılınmak istenmektedir. Terör; sürekli ve sistemli şiddet hareketleri olarak tanımlanmaktadır. Şiddetin yerine dayatmayı koyduğumuzda hangi yayın organlarının faaliyetleri terör, hangi yayıncılar terörist daha iyi algılarız. Gelin tercihlerimizi gözden geçirelim.

Bize dayatılan seviyesiz, ahlaksız, edepsiz yayınlara pirim tanımayalım. Gelin kendi kanaatlerimizi kendi köklerimizden devşirelim.

İktidarın tutumundan kaynaklanan olumsuzluklar birbirine ekleniyor. Yerel seçimlere ilişkin seçmen listeleri konusundaki tartışmalar ve kuşkular sürerken seçim muslukları kapsamından kimi zamlarda sözde indirimlerle “seçmene selam” kampanyaları başlıyor. Kim bilir ? daha neler göreceğiz. Devlet terörü, hukuk terörü sayılacak uygulamalar medyanın yargıya saldırısıyla “yargıya darbeye dönüştükten sonra şimdi de doğrudan yurttaşlara saldırı başladı.

Devlet Övünç Madalyası’yla ödüllendirilen emekli bir jandarma albayının katlanamadığı boyutlara varan haksız eleştirilere dayanamayıp intihar etmesi herkesi ama öncelikle medya patronlarıyla devlet yöneticilerini, özellikle de cumhuriyet savcılarını düşündürmelidir. Kişiliklere, onura saldırıları önleyemeyen hukuk devleti olamaz. Soruşturmaların gizliliğinin hiçe sayıldığı günümüzde insanlara yönelik saldırılar devletin yetersizliğini yorumlanır.

“Yargısız infaz” denilen durum hemen hemen her alanda tüm boyutlarıyla sürüyor. Muhbir, tanık, savcı, yargıç, temyiz organı yerine geçen kimilerinin yazılarıyla, yalanlarıyla, düzenleriyle, bilgiçlik taslayanların yorum ve değerlendirmeleriyle bir baskı ağı görülmekte, düzeltme ve açıklamanın yayımlanmasından kaçınılarak herkes bildiğini okumaktadır.

Basın ahlâkı sözde kalmıştır. Televizyon programlarının durumu düzeyi açıklamaktadır. Para ve armağan için ağlayanlar, yardımlar için birbirini itip kakmaktan, çocukları ezmekten çekinmeyenler çağdaşlık savımızın ne ölçüde gerçek olduğunun kanıtıdır. Bir kez daha yineliyorum: Türkiye’mize yazık oldu. Asıl ders alınması gereken, herkese ders vermeye kalkışan medyadır. Medyanın bir kesimi hiçbir kural tanımamaktadır.

PKK terörü, mafya örgütü, dinci terör peşinden medya terörü hepsinin önüne geçmiş gibidir. Türkiye’nin bağışlanmaz ayıplarından biri de budur. Sözde itirafçılarla iftiracılar dayanışma içindedir. Beri yanda, yardım dağıtımında çocuklar ezilme tehlikesi geçirmekte, Ergenekon dalgaları sürmektedir.

Başkaları değişir, ABD değişmez

ABD’nin yapısından kaynaklanan özellikleri göz ardı edilerek yeni başkanları Obama’ya övgüler yağdırılmaktadır. ABD’nin dış siyaseti, özellikle Ortadoğu ve Asya projeleri belli. Obama’nın ermeni sözde soykırımı konusundaki sözleri, İsrail-ABD dayanışması gayet açık. Gönül almak, iyi karşılanmak, benimsenmek için söylenenleri, soyut açılımları umut olarak algılamak iyimserliğin aymazlığıdır. İyi şeyler olmasını dilemek ayrı.

Ancak gerçekçi olmak, İsrail, Ermenistan, kürt devleti kuruluşu ve ılımlı islâm açılımıyla Kıbrıs konularında Türkiye’nin daha güç durumlara düşürüleceği bilinerek davranılması akıllılık olur. Siyaset duygusallığı kaldırmaz, özellikle dış siyaset. Abartılık yaklaşımlarla, renk değişikliğiyle, kökenle bir şey çözümlenmez ve kazanılmaz.

ABD için bir siyahın başkanlığa gelmesi değişiklik sayılabilir ama dünya için, özellikle Türkiye için ABD’nin değiştiği ya da değişeceği hemen kabül edilemez. Beklentilerin ne ölçüde gerçekleşeceğini zaman gösterecektir. ABD’nin çıkarına Obama karşı çıkamaz. Tahminleri değil yaşamın bulgularına dayanarak acı gerçekleri belirtmeye çalışıyoruz. Gazze olayları kimlerin ne olduğunu ve ne olabileceğini bir kez daha ortaya koymuştur.

Gazze demişken

Başbakan RTE’ın Gazze atışları, halkı gaza getirici sözleri havada kalmakla birlikte ikili çıkışları, İsrail ilişkilerindeki tutarsızlıklar Batı’da kuşku yaratmıştır.

Barış gücü ve Gazze’nin onarımı için Türkiye’ye ağır yükler getirilmesi olasıdır. İsrail karşıtlığına girişilmeden barışçı açılımlarla saldırıların, kötülüklerin, yıkım ve kıyımların önlenmesi daha yaraşır bir davranış, daha gerçekçi ve yararlı bir çaba olurdu.

Yanlışta direnme yanlışı katlar

Başbakan’ın Ergenekon adı verilen soruşturma için söyledikleri de böyle. Önce savcılığına soyunduğunu açıklamıştı. Şimdi uygulamaları tepki alan sorumluları savunurken “Yargısız infaz yapılmamasını, kimsenin kesin hükümden önce suçlu sayılmamasını” söylüyor. İnanmak olanaklı mı? Kim inanır? Bunları yıllardır söyleyip yazdınız. “Sonra neler olacak, arı kovanına çomak sokuldu” diyerek her şeyin bilgisi içinde olduğunu dolaylı biçimde açıklayan Başbakanın yargının içine el uzattığı anlaşılmaktadır.

Buna elverişli durumda olanlarla katlananlar sorumludur, suçludur. Cumhurbaşkanının “Soruşturmadan usul boşluk yoktur” demesi de Başbakanın tutumuna benzemektedir. Sonra Anayasa’nın 104. Maddesindeki görevini anımsayıp organların temsilcilerini yemeğe çağırması bir düzeltme biçiminde algılanmaktadır. Bunu da yeterli ve yararlı bulmak güçtür.

Söylemleriyle eylemleri aynı olunca inanırlıkları, ciddiye alınmaları azalmaktadır. Kadrolaşarak yoğunlaşan partizanlık ortada. Rektör atamalarıyla seçilen düzen, kullanılan yöntem, sürdürülen aldırışsızlık ve inat her şeyi açıklamaktadır. Hukukla ilgisi cezaevi anısı ölçüsünde olan Başbakanın hukuka saygı ve güvene çağrısı kendi amaçlarına uygunluğa bağlıdır, asla inandırıcı değildir. Yargının elindeki işler Cumhurbaşkanlığı yemeğinde TBMM oturumlarında da görüşülemez. Başkanları, mahkemelerini yönetir, yönlendiremez. Diyalog iyi, dedikodu kötüdür.

Atıp tutma

Yabancılara yaranma çarpıklıklarıyla ödülü alan yazarın dışarıda Türkiye için söylediği saçmalıklara DTP Genel Başkanı’nın PKK’nın yaptıklarını yadsıyarak devlete suçlamaları eklendi. Kendi varlığı, amacı ve geleceği için bu saçmalıkları hoş gören iktidarın güvencesinde ulusal yapımız, ulusal dayanışmamız yara almaktadır. Cumhuriyeti, ulusallığı içine sindirmemiş insanların demokrasi savı kimseyi kandıramaz. Kundaklamalar, polisi taşlamalar sürüyor. Demokratik etkinlikler zarar görüyor, yurttaşlar yakınıyor.

Tuzu kuru olanların ekonomik kaygısı olmaz. Krizler, kendilerinin hafife alanları altlarına alır. Yaşam gerçeklerini söylemlerle, gülücüklerle, afra-tafra ile atlatmak, aldatıp avutarak, oyalayıp oynayarak geçersiz kılmak olanaksızdır.

Kamuoyu kavramı da diğer birçok kavram gibi çeşitli şekillerde tanımlanmaktadır. Hançerli oğlu, “kamuoyu, toplumsal yaşamın olay ve olguları konusunda toplumsal kümelerin ya da toplumun ortaklaşa yargısını yansıtan düşünce ve kavramların toplamıdır” demektedir. Kamuoyu kavramı genel olarak, “Belli bir toplum içinde yaşayan insanların belli bir olgu ya da inanç üzerindeki ortak yargısı” şeklinde ifade edilmektedir.

Başka bir tanım ise şöyledir; “Aynı toplumsal gruplara üye olanların belirli bir olay karşısında gösterdikleri ortak tutumlar” olarak açıklanmaktadır.

İletişim Sözlüğün de kamuoyu, “Halkın kamusal ilgi konularına ilişkin kanılarının toplamı; genel kamunun üyelerinin siyasi konular ya da güncel olaylar hakkındaki tutumlarının anlatımları” şeklinde tanımlanmaktadır.

Toplumsal hareketliliğin bir sonucu olarak 18. yüzyılda “kamuoyu” kavramı kullanılmaya başlanmıştır. Ancak kavramı 200 daha önce ilk kez kullanan Montaigne’dir. 1588’de Montaigne kavramdan Fransızca olarak “l’opinion publique” şeklinde söz etmektedir. İngilizcede kamuoyu üzerine ilk düşünceleri geliştiren ise Jeremy Bentham’dır. Kamuoyu kavramı siyasal alanda ilk defa Fransız ihtilalinden önce Jean Jaques Rousseau tarafından ortaya koyulmuştur.

Bu anlamda siyasi açıdan kamuoyu kavramına değinen Arsev Bektaş ‘a göre:

“Siyaset bilimciler kamuoyunu tanımlamaya çalışırlarken kanaatlerin toplanmasını veya açığa çıkması olayını, seçimler, seçim sonuçları ya da kamu siyasasının çoğunluğun isteği doğrultusunda belirlenmesi ile açıklamaktadırlar. Diğer sosyal bilimcilerin odak noktası ise, kanaatlerin biçimlendirilmesi, nitelikleri, yoğunluğu ve etkisidir.

Dolayısıyla sosyal psikoloji uzmanlarına göre kanaatler, kişilerin dış çevrelerinden aldıkları etkilere gösterdikleri psişik tepkilerden ibarettir. Sosyologlar, kamuoyunun oluşumunda kamuoyu önderlerinin büyük bir önem taşıdığı konusunda birleşmektedirler.

Sosyologlar, kanaatlerin kişiler ve gruplar arasındaki toplumsal ilişkiler ve etkileşimler sonucu ortaya çıktığı görüşünü savunmaktadırlar. Toplumsal iletişim (yüz yüze temas) sonucu ortaya çıkan kanaatler ise kamuoyunu oluşturmaktadır.”

Buradan hareketle insanların düşünce ve görüşlerinin biçimlendirilmesinin kamuoyu oluşturmak olarak anlaşıldığını ve bunun kanaat önderi olarak adlandıran kişiler aracılığıyla yapıldığını anlamaktayız.

Kanaat önderi ile anlatılmak istenen; düşünce davranışları örnek alınan insanlardır. “Kanaat önderleri, görece belli bir sıklıkta, diğer bireylerin tutumlarını ve/ya da davranışlarını teklifsiz olarak etkileyebilen kişiye karşılık kullanılmaktadır”. Kamuoyunda saygı duyulan ve izinden gidilen, toplum düşüncesinde, düşünceleri esas alınan lider kişiliklerdir.

Kanaat önderi, iletişimi grubun dünya görüşüne göre biçimlendirerek, saygı duyulan bir önder, dolayısıyla güvenilir bir kaynak olarak etkide bulunur. Örnek verecek olursak kırsalda yaşayan insanlar için muhtar, imam, öğretmen, ağa; kentler de yaşayanlar için ise gazeteciler, iş adamları, ticaret odaları, dernek ve birlikler vs. kanaat önderi olarak öne çıkarlar.

Ancak unutulmaması gereken nokta kanaat önderleri devlet tarafından eğitilir, belirlenir ve onun isteklerine göre hareket ederler. Bazı durumlarda muhalif kanaat önderleri ortaya çıksa da ya susturulur ya da bir şekilde satın alınırlar. Aslında medya egemenlerin elinde bulunduğu için muhalifler medyada yer bulamadıkları için topluma ulaşamazlar ve kamuoyu oluşturamazlar.

“Bir anlamda kitle iletişim araçları kamuoyunu bilinçlendirme rolünü de yüklenirler”. Bu bilinçlendirmeden daha çok bilinç belirlemedir.

Kitle iletişim araçlarının belirli konu başlıklarını kamunun görüş ve tartışma alanından uzaklaştırma yeteneği üzerinde duran Suskunluk Sarmalı Kuramı, Alman sosyolog Elisabeth Noelle-Neumann tarafından geliştirilmiştir. “Uzun bir süredir geliştirilen ve sınanan bu kuram dört öğe arasındaki etkileşimle ilgilenir. Bu öğeler; kitle iletişimi, kişilerarası iletişim ve toplumsal ilişkiler, düşüncenin bireysel olarak açıklanması, bireylerin toplumsal çevrelerinde onları çevreleyen düşünce ortamı hakkında sahip oldukları algılamadır”. Bu algılama yine bu bahsedilen öğeler tarafından belirlenmektedir.

Kamuoyu konusunda başvurulacak en önemli kavramlardan biri olan Neumann’ın Suskunluk Sarmalı Kuramı sorunu eleştirel bir yaklaşımla irdelemekte ve iktidar ilişkilerinin toplumsal düşünüş, tutum ve davranışlar üzerindeki etkilerini açıklamaktadır:

Toplumun da uzlaşmanın dışında kalan bireyleri tehdit ettiği varsayımına dayanmaktadır. Toplum bunları dışlama ve ihraç ile tehdit etmekte, bireyler de belki genetik olarak belirlen “Suskunluk sarmalı kuramı, yalnızca üyelerinin birbirlerini tanıdıkları grupların değil, en bilinçaltı bir dışlanma korkusu taşımaktadır.

Bu dışlanma korkusu, insanların çevrelerinde hangi fikirlerin ve davranış biçimlerinin benimsendiğini ya da reddedildiğini ve hangi fikirlerin ve davranış biçimlerinin taraftarlarının arttığını ya da azaldığını düzenli olarak kontrol etmelerine yol açmaktadır.

Suskunluk sarmalı kuramı bu tür değerlendirmeleri yapmakta kullanılan istatistik benzeri bir duyunun varlığını da kabul etmektedir. Bu değerlendirmelerin sonuçları, insanların kamu önünde konuşma ve davranışta bulunma isteklerini etkilemektedir.

Eğer insanlar kendi fikirlerinin kamuoyundaki uzlaşma içinde yer aldığına inanırsa, özel ve kamusal tartışmalarda yüksek sesle konuşma cesaretine sahip olurlar. Ama insanlar azınlıkta olduklarını hissederlerse, suskun ve temkinli davranırlar. Böylece kamu önünde kendi taraflarının zayıflığı hakkındaki izlenim daha da pekişir.

Bu durum, geçmişten gelen değerlere sıkı sıkıya sarılan kararlı bir azınlık dışında, zayıf tarafın fikirleri tümüyle ortadan kaybolana kadar ya da bir tabu haline gelene kadar sürer”.

Burada Neumann tarafından yapılan açıklamalar ‘öteki’ kavramından azınlık düşüncenin kontrolünden bastırmaya birçok konuya değmektedir. Çünkü, “Her toplumun toplum olarak işleyebilmesi için, bazı bireyleri, bazı tavırları, bazı davranışları, bazı sözleri, bazı durumları, bazı karakterleri kendi alanı ve sistemi dışında bırakan bir dizi zorunluluk parçasına ayrılması koşuldur”. Öteki olmadıkça egemen ideolojiyi savunan yapı ya da kişiler kendilerini çok net ortaya koyamazlar.

Yaratılan bir düşman ya da farklılıklar üzerinden insanları yönlendirmek (ya da kamuoyu yaratmak) daha kolaydır. Bu anlamda toplumun düşüncelerinin nasıl belirlendiğini ve kamuoyu kavramının bunu gizlemek için kullanıldığı rahatlıkla söylenebilir.

Kamuoyu oluşturmak demek bir konuda belli bir topluluğu yönlendirmek anlamına gelmektedir. Kapitalist devletin ve egemenlerin amacı ezilenleri yanlış yönlendirmek ve bilinçlerini çarpıtmaktır.

“Kamuoyu savıyla bilinçlere ekilen düşünce, bireylerin her konu hakkında fikir sahibi olduğu ve bunu demokratik koşullarda ifade edebileceği; herkesin görüşünün demokratik toplum içinde aynı düzeyde etki ve değere sahip olduğu tek tek bireylerin görüşlerinin toplamının dağılımındaki yeterli çoğunluğun veya merkez yönelimin ‘kamuoyunu’ belirlediği ve bunun doğruluğu ve geçerliliğidir”. Kamuoyu denilen şey egemenlerin belirlediği toplumsal düşünceden başka bir şey değildir.

“Kapitalist mülkiyet ilişkileri ve siyasal güç yapısına bakıldığında, kamuoyunun anlamı oldukça özel bir biçim alır: Bilinç ve kitleleri yönetim aracıdır. Bu araç çok ender olarak kamu için ve kamu yararına kullanılır; çoğunlukla kamunun çıkarlarına ters düşer”. Kamu dediğimiz halk bu yanılgıya düşmek üzere eğitilmektedir. Burada egemen ideoloji ve hegemonya sorunları tekrar karşımıza çıkmaktadır.

Kamuoyu oluşturulurken, yani toplum yönlendirilirken topluma kendileri üzerinde yapılan araştırmalar gösterilir. Ancak unutulmamalıdır ki “kamuoyu araştırmaları kolektif toplumsal düşüncenin çarpıtılmış bir resmini yapabilir”. Çünkü “kamuoyu araştırmaları kolektif toplumsal düşünceyi çok az yansıtır, çünkü bazı bireyler araştırma görüşmelerinin toplumsal baskısına boyun eğer kendi gerçek düşüncelerini aktarmaktan kaçınır”.

Toplumsal yapı içerisinde “bireylerin birbiriyle olan karşılaşması, onlar için, kendilerinin üzerinde bulunan, yabancı bir toplumsal güç üretir; birbirlerini karşılıklı etkilemeleri, onlardan bağımsız bir süreç ve güçtür”. bu güç iktidardır. İktidar bazen korkutur bazen ikna eder. “Korkuya karşı en genel savunma mekanizması; uyum sağlamaktır. toplumun güçlerine boyun eğmektir”.

Bu durumda topluma gerçeğin farkına varanlar da korkudan susmakta ve topluma uyum sağlamak ve çoğunluğa biat etmek zorunda kalmaktadır“. bireyler, yaygın sandıkları görüşler karşısında toplumdan soyutlanma korkusuyla, kendi görüşlerini söylemekten çekinmektedirler”. Toplumsal anlamda genel düşüncenin aksine başka görüşleri benimseyenler dışlanma ya da başka korkularla susarlar, eğer baskıcı bir toplumsal yapı varsa susmak zorunda kalırlar. “Aynı şekilde bireyler, toplumda baskın olan görüşlere sahip olduklarını fark ettiklerinde de kendi görüşlerini söylemekte daha inançlı davranmaktadırlar.

Baskın düşünceye sahip olanlar daha çok konuşmaya başlayınca, diğer bireyler suskun kalma eğilimi içine girmektedirler.  Açıklanan görüşü hızla baskın duruma getiren eğilim sarmal şeklinde büyümektedir. Baskın görüşler de çoğu zaman medya aracılığıyla öğrenilmektedir”. Kısaca özetlemek gerekirse egemen ideolojiyi benimsemeyenler susarken, egemen ideoloji taraftarları daha seslerini daha gür çıkarmakta hatta yeri geldiğinde saldırgan bir dil kullanmaktadır. Medya egemen görüşleri öğretme işlevini gören en önemli etkenlerden biri olarak kamunun önündedir.

İktidar toplumsal yapıdaki çatışmaların üzerini örtmek için toplumsal bilinçte “oybirliği halinde olan bir kamuoyunun var olduğu fikrini kurmak, böylece onu kuran ve olanaklı kılan bir siyaseti meşrulaştırmak ve güç ilişkilerini güçlendirmek”. Burada çoğu zaman medya devreye girmektedir. Medya egemen ideolojiyi her gün yeniden üretmekte, onun hegemonyasını sağlamak ve oluşan hegemonik çatlakları onarmak için gereken her şeyi yapmaktadır. Kapitalizm günümüzde medyayı elinden geldiğince etkili kullanmaktadır.

“Günümüzde halk hala kendi bireysel kararlarıyla hareket ettiğini sanır. Aslında davranışları sosyal mekanizmalar tarafından biçimlendirilir. Halkoyu denen şey egemen özel ve kamu bürokrasisinin ürünüdür”. Bu ürün medya tarafından pazarlanmaktadır. “Medyanın ‘toplumsal amacı’ topluma ve devlete egemen ayrıcalıklı grupların ekonomik, toplumsal ve siyasal gündemlerini halka aşılamak ve bunları savunmaktır”. Neumann’ın ‘Medyanın dillendirme işlevi’ dediği şey burada ortaya çıkmaktadır.  “İnsanlara görüşlerini savunmakta kullanacakları sözcükleri, argümanları medya vermektedir. İnsanlar kendi bakış açılarına uygun, düzenli bir biçimde tekrarlanan ifadelerle karşılaşmayınca ‘dilsizleşirler”. Yani kamuoyunu oluşturan insanlar aslında bilgiye sahip değillerdir, sadece sahiplerinin sesini yansıtan papağanlardır.

Ancak herkes bu görüşe katılmamaktadır onlara göre insanların düşünceleri yönlendirilmektedir. Metin Işık kamuoyu yaratmayı bireyler açısından ele almaktadır:“ Gündem (kamuoyu) oluşturma, her şey den önce bireylere nasıl düşüneceklerini değil, ne hakkında düşüneceklerini belirtmektedir. Bu süreçte birçok faktör rol oynamaktadır.

Bireylerin sosyokültürel ve sosyo demografik özellikleri, yaşı, cinsiyeti, gelir durumu, eğitim seviyesi, siyasal, toplumsal ve ekonomik olaylara duyarlılık düzeyi, okuma ve izleme alışkanlıkları gibi değişkenler izleyici tepkilerini oluşturmakta; sonuçta, gündem oluşturma sürecini olumlu veya olumsuz yönde etkilemektedir”.

Tüm bileşenler ele alındığında toplumda çok farklı düşüncelerin ortaya çıkması beklenir. Ancak gelinen noktada eğitim, yaş, cinsiyet fark etmeksizin aynı fikirde olan binlerce insan olduğunu gördüğümüzde bunların medya kadar etkili olmadığı ortaya çıkmaktadır.

Medyanın kitleler üzerinde etkili olduğu ve onu yönlendirme konusunda en etkili araç olduğu yapılan araştırmalarla da kanıtlanmıştır. Medya, kamuoyu oluşturma ve propaganda sayesinde özellikle siyasal anlamda kitleleri yönlendirmek için kullanılmaktadır.

“Kitle iletişim araçlarının bireylerin siyasal olaylara ilişkin açıklamalarının karmaşıklık düzeyi üzerinde etkili olduğu görülmektedir. Bu etkinin en fazla kitle iletişim araçlarının güvenilebilir olduğunu düşünenler arasında görüldüğü de dikkate alınırsa, kamunun genellikle kitle iletişim araçlarınca verilen haberlere inandığını gösteren bulgular rahatsız edicidir”.

İnsanlar kitle iletişim araçlarını sorgulamadan ve ilettiklerini yorumlamadan kabul etmektedirler. Onlar için kitle iletişim araçları tarafsız ve sadece bilgi verme amaçlı kuruluşlardır. “Değişik bir dizi araştırma, televizyon izlemenin, özellikle de televizyon haberlerini izlemenin, insanların siyasal olaylara ilişkin düşüncelerinin karmaşıklık düzeyini düşürdüğünü göstermektedir”. Haberler yoluyla kitleler belli bir görüşe katalize olmakta ve düşünmekten vazgeçmektedir.

Bu anlamda medyanın desteklediği bir parti çok rahatlıkla hükümet olmakta ve düzen işlemeye devam etmektedir. İnsanlar ise demokrasi kandırmacası sayesinde kendi oylarıyla siyaseti belirlediklerini zannetmektedir.

Kamuoyu oluşturmak, kitleler üzerinde ideolojik ve hegemonik açıdan egemenlik kurmak demektir. Özkök, Horkheimer ve Adorno’nun toplum ve tahakküm kurma konusundaki görüşlerini şu şekilde özetlemektedir:

“Frankfurt Okulunun önde gelen iki üyesi, M. Horkheimer ve T. W. Adorno kitle üzerinde egemenlik kurma tekniklerinin önemini kabul etmekle birlikte bazı koşulların da dikkate alınması gerektiğini savunmaktadırlar. Onlara göre kitle demagoglarının başarı ya da başarısızlıkları yalnızca kitle üzerinde egemenlik kurma tekniklerine değil, aynı zamanda bu kişilerin daha güçlü iktidarların amaçlarıyla bütünleştirip bütünleştiremediklerine bağlıdır”.

Bu bağlamda medyayı yönetenlerin egemenler adına egemenlik kurmaları kadar kendilerini onların istek ve amaçlarıyla aynılaştırmaları da önemlidir. “ ‘Onlar her zaman daha önceden hazırlanmış toprağı işler. (Horkheimer ve Adorno)’ Bu yüzden hiçbir zaman kitleleri cezp etmek için belli bir yöntem yoktur. Emrinde kitlesel medya bulunan kişi ve grupların kitleler üzerinde kesin bir egemenlik kurabileceği görüşüne gelince Adorno ve Horkheimer o denli kesin konuşmaya yanaşmazlar”.

Ancak şu bir gerçektir ki o günden bugüne çok şey değişmiş medya çok farklı bir yere gelmiştir. Teknolojik açıdan hayatın tüm alanlarına, kılcal damarlarına kadar giren ideoloji, medya aracılığıyla kendini çok güzel pazarlamaktadır. Haberler, cep telefonları ile hem yazılı hem görsel olarak cebimizde durmaktadır. Adorno ve Horkheimer bunları görseler çok daha farklı ve kesin konuşurlardı. Öte yandan onlardan çok daha sonra ortaya çıkan düşünürler, medyanın etkilerini pek ciddiye almamışlardır.

Yakın zamana kadar egemenlerin medya aracılığıyla insanların düşüncelerini belirlediği görüşüne saçmalık gözüyle bakıldı. Ancak artık birçok düşünür, araştırmacı ve medya konusunda çalışan insan medyanın etkilerini daha net bir şekilde ifade etmektedir.

Neumann medyanın etkilerine ilişkin geleneksel yaklaşımları eleştirir ve iletişimsel alanda doğal gibi gösterilenin ideolojiden soyunuk olmadığını aslında egemen ideolojinin tam da bu doğallıkta gizlendiğini ortaya koymaya çalışır.

“Medyanın etkileri uzunca bir süre görmezden gelindi; burada basit bir neden-sonuç ilişkisi olduğu görüşü hakimdi. Medyadaki bir söylem neden olarak, okuyucular, dinleyiciler ve seyircilerin kanaatlerindeki değişimler ya da kanaatlerin pekiştirilmesi de sonuç olarak ele alındı. Medyanın etkileri iki insan arasındaki doğal konuşma süreci gibi görüldü; biri diğerine bir şey söyler öbürü de ya görüşünü pekiştirir ya da değiştirir.

Oysa medya etkisinin gerçekliği çok daha karmaşıktır ve iki insan arasındaki konuşma modelinden tamamen farklıdır. Walter Lippman bize medyanın sayısız tekrarlarla nasıl stereo tipler oluşturduğunu ve bu stereo tiplerin ‘ara dünyanın yapıtaşları olarak insanlarla nesnel dış dünya arasındaki ‘sahte gerçekliğe’ nasıl hizmet ettiğini göstermiştir. Ayrıca Luhmann da medya tarafından beslenen kamuoyunun ‘gündem belirleme’ işlevini gözler önüne sermiştir: Nelerin acilen ele alınması lazım? Herkes neyi tartışıp konuşmalı? Bütün bunlara medya karar verir”.

Neuman’ın görüşlerini özet olarak, azınlıktaki bir iktidar grubunun geniş kitlelerin bilinçlerini etkileme ve biçimlendirme gücünde olduğunu iddia etmektedir; “Kitle iletişim araçları ile önce bir dünya imajı çiziliyor, ardından da çizilen bu imaj hakkında ne düşünülmesi gerektiği kitlelere empoze ediliyor. Bir başka deyişle üzerinde düşünülecek dünya da, bu dünya hakkında düşünülebilecek şeyler ve düşünme biçimleri de bir avuç insan tarafından tayin ediliyor”.

Kamuoyunun düşüncelerini belirleyen ve yeniden-üreten araç olan medya egemenler açısından vazgeçilmezdir. Çünkü medya sayesinde kamuoyu istenilen şekilde düşünmekte, tepki vermekte ve tüketmektedir.

Fikirlerin özgürce açıklanabilmesi ‘kamu oyunun oluşumunun ilk basamağını oluşturur. İkinci basamak ise düşüncelerin özgürce açıklanıp kısıtlama olmaksızın başkalarına iletilebilmesidir. Üçüncü basamakta, iletilen bilgi ve düşünceler, algılanarak yorumlanır. Genellikle fikirlerin iletilmesinde medyadan, algılanması ve yorumlanmasında da propaganda tekniklerinden yoğun olarak söz edilir.

“Propaganda ise kısaca, kamuoyunu etkilemek için gerçek, yarı gerçek ya da yalan bilgiler yaymada simgeler aracılığıyla inanç, tutum ve davranışları etkileme yönünde sistemli gayretlerin tümüne verilen addır”.



Dolayısıyla, propagandanın amacı, kamuoyunu belirli bir amaç yönünde etkilemek ve daha sonra da onda istendik davranış değişikliği yaratmaktır. Bunun için de kitle iletişimine olanak veren her türlü aracın, özellikle medyanın, propaganda tekniklerinin uygulanabildiği en uygun ortamlar oldukları söylenebilir.


Yüklə 243,02 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin