Julie’nin temel korkularından biri ileride kendi çocukları olmasıydı. Anne olarak işlev göremeyeceğini düşünüyordu, çünkü önünde çok kötü bir anne örneği vardı ve gereken ilgiyi çocuklarına veremeyecek olmaktan korkuyordu. Julie’yi takip etme şansım oldu. Her yıl Noel’de bana kart yolluyor ve şimdiye kadar bana yolladığı kartlarda çocuğunun resmi var. Şimdi bir çocuk annesi ve anneliği de çok iyi götürüyor. Kendisi de bunu yapabilmesine şaşırıyor. Anneliği iyi götürebilmesini, hayatını kendi eksikliklerini bilerek buna uygun şekilde yapılandırmasına borçlu. Kocası kendi işinde ilerledi, ekonomik durumları çok iyi. Julie nerede yardıma ihtiyacı olduğunu saptayıp gereken yardımı alabiliyor. Ne zaman çocukla ilgilenebileceğini, ne zaman onu dadıya bırakması gerektiğini biliyor.
İlginç bir şekilde, İstanbul’da kendisinden bahsedeceğimi bilirmiş gibi, bir ay kadar önce panik içinde beni aradı. Son bir ay içinde kendisiyle birkaç telefon seansı yaptık. Şimdiki ofisimin olduğu yerden uzakta oturuyor, onun için telefonla görüşüyorduk. Beni aramıştı; çünkü aşırı kaygı belirtileri birdenbire geri dönmüştü. Bu onu çok sarsmıştı, çünkü bunlardan ömür boyu kurtulduğunu düşünüyordu. Zaten de çok uzun zamandır bu belirtiler yoktu. Ne oldu da beni tekrar aradı? Ne oldu da bu kaygılar tekrar uyandı? Buna baktığımızda şunu gördük: Julie tatile çıkmak üzereydi ve bu tatile de kocasının iki erkek kardeşi, eşleri ve çocuklarıyla çıkacaklar, büyük bir evde hep beraber kalacaklardı. Burada kendisini kaygılandıran, görümceleriyle kendini rekabet içinde hissetmesiydi. Kendileriyle yakın bir ilişki içinde bu kadar dar bir alanda bir arada olursa, 24 saat boyunca mükemmel bir görüntüyü koruması gerekeceğini düşünüyordu. Sürekli mükemmel bir anne, mükemmel bir eş olmalıydı ve mükemmel görünmeliydi. Halbuki kendi evinde, eşinin ailesinden uzakta olduğu zaman bu kaygıları yaşamıyordu. Aileye girdiği zamandan beri o kadar kaygılıydı ki alacağı tepki ve eleştirileri düşünerek gerçek kendiliğini hiçbir zaman ortaya koyamamıştı. Tatile çıktıktan sonra beni iki kere aradı. İkinci aradığında, artık iyi olduğunu, her şeyin yolunda olduğunu, artık mesele kalmadığını söyledi. Ne olduğunu sordum. Daha önce hiç oturup konuşmadıkları bir görümcesiyle oturup konuşmuşlardı. Julie ona yaşadığı bütün zorlukları anlatmış, görümcesinden de çok iyi bir tepki almıştı.
AG: Bazıları bu tedaviyi biraz değişik bir açıdan açıklayabilir. Kimisi için terapi tamamen bir gelişim deneyimidir. Burada Julie’nin bu dönem içinde büyüdüğünü söyleyebiliriz. Dağılmanın kıyısında dururken, şimdi artık öyle bir noktaya geliyor ki onaylanma ihtiyacı yaşıyor sadece, bu da kendisi için yepyeni bir deneyim. Birçok kişi her tedaviyi bir gelişme olarak görür. Julie de artık gelişme gösterdiği, büyüdüğü için geçmişinden uzaklaşmış ve geçmişteki semptomlarına dönme ihtiyacı hissetmiyor.
SORU: Sınır kişilikli hastalarla çalışırken pozitif aktarımın ön planda tutulması gerektiğine katılıyorum. Ancak sınır kişiliklerin önemli bir özelliği, yararak ayırmayı çok sık kullanmaları. Negatif aktarımı konuşmaktan kaçınmak bu yarığın üstesinden gelinmesini engelleyebilir. Konuşulsa yarık aşılacağı için sonuçta olumlu aktarımı da güçlendirebilir.
CG: Sizinki geçerli bir bakış açısını tam olarak yansıtıyor aslında. Bu da geçerli bir bakış açısı, ama Julie’yle beraber bu yoldan gitmek bana doğru olmayacakmış gibi geldi, bunu yapmayı denediğim zaman bir sonuç alamıyordum. Aslında bir hastayla oturduğunuz zaman o hastayla ilgili hangi yoldan gideceğinizi, ne yapabileceğinizi değerlendirmeniz gerekiyor. Ben Julie’yle bu yoldan gidilebileceği hissine kapılmadım. Belki de siz olsaydınız o yoldan da gidebilirdiniz.
SORU: Olumlu aktarımı da yorumlamak yararlı olabilir. Hasta terapistle bir kendiliknesnesi ilişkisi içinde olduğu için, bunun yorumlanması hastanın terapistten ayrışmasını, içsel psişik yapılar kazanmasını sağlayabilir.
CG: Evet.
SORU: Kendilikte bir bütünlük duyumunun sağlanmasını beklemek için yorumlamayı erteleme söz konusu olabilir. Bütünsel bir kendilik duyumu oluşturduktan sonra, eşduyumsal hatalar da oldukça negatif aktarımı yorumlamak için fırsatlar doğabilir.
CG: Arnold’un gelişim süreci olarak bahsettiği şey biraz da buydu. Julie’de bütünsel bir kendilik duyumu o kadar eksikti ki önce onu oluşturmamız gerekiyordu. Ne negatif ne de pozitif aktarımı yorumlamanın henüz yeri değildi. Bu narsisistik değil, sınır kişilikli bir hasta. Narsistik hastalarda bir dağılma korkusuyla karşılaşsak da aslında kendilik duyumu çok daha sağlamdır. Sınır kişilikli hastalarla çalışırken en önemlisi o bütünlük hissini sağlamaktır. Julie hala gelmeye devam ediyor olsaydı belki aktarımı yorumlamaya fırsat olabilirdi. Ama kendisini iyi hissederek artık tedaviyi bitirmek istediğini söylediği zaman ona “Yok, gidemezsin, daha aktarımı çalışacağız.” diyemezdim.
SORU: Terapideki ilginç noktalardan biri Julie’nin test raporunu okumasına izin vermenizdi. Bu belki de onun için bir anlamda korkulanı deneyimlemek anlamına geliyordu. Bunu sizden duymasıyla kâğıttan okuması arasında ne fark var? Belki aktarımla ilgili yapılabilecek bütün yorumları okuyordu zaten.
CG: Gerçekten aslında bir anlamda korktuğunu deneyimlemek gibiydi. Ama belki bunları kâğıt üzerinde okumak bunun bir kısmını içselleştirmesini sağlayacak kadar mesafe olmasına izin veriyordu. Deneyimin korkulan tarafları üzerine konuşabiliyordu, ama bunları doğrudan aktarımın içine çekemiyordu.
SORU: Belki onun gitmesine izin verdiniz, çünkü artık kendisine yeni bir kendiliknesnesi bulabilecek kapasiteyi geliştirmişti. Görümcesiyle böyle bir kendiliknesnesi ilişkisine girmişti. Kohut’un da eşduyumun sadece veri toplama yöntemi olmayıp iyileştirici olma özelliği olduğunu da kabul ettiği söyleniyor.
CG: Kohut son makalesinde şöyle yazmış: “İstemeden de olsa kabul etmek durumundayım ki eşduyum bazı durumlarda veri toplamanın yanında hastaya başka bir fayda da sağlıyor. Kendisini eşduyum içinde dinleyen bir ötekinin olması iyileştirici bir etki gösterebiliyor.”
SORU: Bu tedavi sürecinde negatif aktarım yorumlanmadı, ama pozitif aktarım da yorumlanmadı, idealizasyon beş yıl boyunca devam etti. İlişkinin doğası buydu. Sonda idealizasyonun ortadan kalkması yaşandı, ancak bu da yoruma gerek kalmadan gerçekleşti. Bu kadar gelişme gösterebildiğine göre, hastanın Kernberg’ün kastettiği anlamda sınır kişilik yapısında olmama ihtimali yok mu?
CG: Aslında teşhisle ilgili soru ilginç bir soru. Düşünürsek Kernberg’ün kastettiği anlamda gerçekten sınır kişilik olmayabilir. Ben onun kendiliğinin kırılganlığını, her durumda en etkili yol olarak öfkeyi kullanabilmesini, kendini sunumundaki o sahtelik hissini bir araya koyduğumda, bende bir çeşit sınır kişilik olduğu hissi uyandı. Aslında sınır kişilik her şeyi içine alan, biraz geniş, gevşek kullanılan bir kavram. Onun için ne kadar sınır kişilik olduğu tartışmaya açık. Başta dediğiniz de doğru. Bu aslında yorumlamanın ön planda olmadığı, gelişimin ön planda olduğu bir terapiydi.
Dostları ilə paylaş: |