Bibliyografya:
Ziya Gökalp. "Hocamın Vasiyeti", Küçük Mecmua, nr. 8, Diyarbekir 2 Teşrînievvel 1338/ 1922, s. 1-5; a.mlf., "Babamın Vasiyeti", a.e., nr. 17 (25 Eylül 1338/ 1922), s. 1-3; a.mlf.. "Pirimin Vasiyeti", ae., nr. 19 (9 Teşrinisani 1338/ 1922), s. 1-5; Safvet Örfî [Betin], Ziya Gökalp ve Mefkure Arasındaki Münasebet Vesilesiyle Bir Tedkik Tecrübesi, İstanbul 1923; Enver Behnan Şapolyo. Ziya Gökatp, İttihat oe Terakki ue Meşrutiyet Tarihi, İstanbul 1943; Osman Tolga, Ziya Gökalp ve İktisadî Fikirleri, İstanbul 1949; Mehmet Emin Erişirgü, Bir Fikir Adamının Romanı: Ziya Gökalp, İstanbul 1951; Ali Nüzhet Göksel, Ziya Gökalp (Hayatı-Sana-tı-Eseri), İstanbul 1952; Ziyaettin Fahri Fındı-koğlu. Ziya Gökalp İçin Yazdıklarım ue Söylediklerim, İstanbul 1955; Ziya Gökalp'in İlk Yazı Hayatt (haz. Şevket Beysanoğlu), İstanbul 1956; Fahrettin Kırzıoğlu, Yazılı Vesikalara Göre Ziya Gökalp Müzesi ve Ziya Gökalp, İstanbul 1956; Cavit Orhan Tütengil, Ziya Gökalp, İstanbul 1964; İsmayıl Hakkı Baltacıoğlu, Ziya Gökalp, İstanbul 1966; Yahya Kemal Beyatlı. Siyâsî ve Edebî Portreler, İstanbul 1968, s. 11 -24; Samet Ağaoğlu. Babamın Arkadaşları, İstanbul 1969, s. 4-12; Orhan Türkdoğan, Ziya Gökalp Sosyolojisinde Bazı Kavramların Değerlendirilmesi, Erzurum 1970; İsmet Binark — Nejat Sefercİoğlu. Ziya Gökalp Bibliyografyası, Ankara 1971; U. Heyd, Ziya Gökalp: Türk Milliyetçiliğinin Temelleri (trc. Cemil Meriç), İstanbul 1980; Hikmet Tanyu. Ziya Gökalp'in Kronolojisi, Ankara 1981; Hikmet Dizdaroğlu, Ziya Gökalp üzerinde Araştırmalar, Ankara 1981; Mehmet Kaplan, Türk Edebiyatı üzerine Araştırmalar, İstanbul 1987, I, 490-558; Ta-ha Parla, Ziya Gökalp, Kemalizm ve Türkiye'de Korporatizm (haz. Füsun Üstel — Sabir Yü-cesoy], İstanbul 1989; Hüseyin Kâzım Kadri. Ziya Gökalp'in Tenkidi (haz. İsmail Kara), İstanbul 1989; Rıza Filizok, Ziya Gökalp'in Edebî Eserlerinde Halk Edebiyatı Tesiri üzerine Bir Araştırma, Ankara 1991; Ağaoğlu Ahmed, "Ziya Gökalp Bey", 7Y, 1/3 (1340), s. 163-191; a.e. (Özel Sayı: Doğumunun 120. Yıldönümünde Ziya Gökalp ve Türk Düşüncesi), XVI/ 103 (1996); Necati Akder, "Ziya Gökalp", TA, XVII, 483-493; Rıza Kardas. "Ziya Gökalp", İA, XIII, 579-617.
Din Anlayışı. Ziya Gökalp milliyetçi ve Türkçü hareketin fikir babasıdır; fakat özellikle Cumhuriyet'ten önceki yazılarında dine de geniş yer vermiştir. Onun genel sosyolojisi üzerinde görülen Durk-heim tesiri geniş ölçüde din hakkındaki fikirlerine de yansımıştır. Ancak Gökalp'in Durkheim'i körü körüne benimsemiş olduğunu söylemek doğru değildir. Her şeyden önce Durkheim'e göre toplum hayatı dine dayanır. Bütün toplum müesseseleri dinden çıkmıştır. İkinci olarak Durkheim, Auguste Compte'un üç hal kanununa dayanarak toplumun artık pozitivist düşünce dönemine ulaştığına, dolayısıyla dinî birliğin geride kaldığına ve tıpkı din gibi kutsallık taşıyan toplumun din birliğiyle ayakta tutulamayacağına inanmıştır. Gökalp de bu iki temel fikri benimsemekle birlikte millî sosyolojiyi ilgilendiren noktalarda bunlara tamamen sadık kalma ihtiyacını duymamıştır. Aynca Gökalp Durkheim'in aksine, inanan bir İnsandı ve daima dinî ve tasavvufî hayatın etkisinde kalmıştır. Bu bakımdan onun ruhunda din, özellikle İslâmiyet büyük yankılar uyandırmış ve zaman zaman da çatışmalara sebep olmuştur350. Gökalp'e göre kalp dinî. ahlâkî, bediî kıymetleri anlar; onlardan vecd alır; akıl ise değerleri maddî kadrolara sokmaya çalışır ve bu işi başaramayınca akıl ile kalp arasında bir mücadele başlar. Bu mücadelenin çeşitli sonuçlarından söz eden Gökalp için en ideal sonuç akıl ile kalp arasında bir uzlaşmanın sağlanmasıdır.351
Gökalp önce dinin ferdî hayattaki rolünü ortaya koyar ve dinin, insan ruhunda bıraktığı derin etkilerin önemini belirterek ferdî şahsiyetin teşekkülünde baş faktör olduğunu savunur. Din kavramını incelerken de dinin mahiyetinin ahlâk, estetik ve mantığın mahiyetinden üstün olduğunu ileri sürer. Çünkü ahlâk insanı fazilete kadar yükselttiği halde din onu evliyalık makamına kadar çıkarabilir352. Her çeşit dinî yaşayış (ramazan orucu, bayram âyinleri, cemaatle kılınan namazlar, mev-lidler, kandiller vb.) çocukluk yıllarından itibaren müslümanlann ruhunda derin izler bırakır. Bu İzler ahlâkî ve estetik duyguların kaynağını teşkil eder.
Ziya Gökalp, 3 Temmuz 1922'de yayımlanan "Dine Doğru" başlıklı yazısında353 İçtimaî değerleri aşağıdan yukarıya iktisadî, ilmî, bediî, ahlâkî ve dinî şeklinde sıraladıktan sonra dinî değerlerin "bütün manevî kıymetleri cami'" olduğunu belirtir; bu sebeple de "mukaddes" kelimesiyle gösterilen bu değerleri en yüksek kıymet sayar. Gökalp'in din hakkındaki bu hükmü, onun düşüncesinde çok önemli ve ayrıcalıklı bir yeri olan ahlâkın şerefini eksiltmez. "Zira dinin en çok kuvvet verdiği şey ahlâktır. Peygamberimiz, 'Ben ahlâkı itmam için gönderildim' buyuruyor. Bundan başka, bir şey mukaddes ise behemehal iyidir de. Hatta diyebiliriz ki mukaddes iyiden daha iyi bir şeydir".354
Öte yandan dinin estetik bir yanı da vardır. GÖkalp "Felsefeye Doğru" başlıklı makalesinde355, Hz. Ali ve Râbia el-Adeviyye'ye isnat ettiği, dinin bir bediî zevk tarafının da bulunduğunu, ibadetlerin ruhî haz için yapılması gerektiğini vurgulayan bir sözü Örnek göstererek ibadetlerin en yükseğinin fayda gütmeyen ibadetler olduğunu, nitekim İslâm inancına göre Allah'ın fiillerinde görülen vasıfların da aynı çıkar gütmezliği yansıttığını hatırlatır. "Ah-lâk-ı İlâhiyye ile tahalluk'u emreden hadis de dinî ahlâkın çıkar gütmezliğine önemli bir delildir.
Kaynağı ve mahiyeti itibariyle normal hayatın üstünde olmakla birlikte din yine de insanlar için gelmiştir. Bu bakımdan din kesin itikadian, feyizli ibadetle-riyle ruhları vecd içinde coşturur, birbirine bağlar ve içten bir saadet verir. İnsanı manen besler, ona kalıcı değerler kazandırır. Böylece din insanı medeniyetten de daha İyi tatmin etmektedir. Bundan dolayı dinî duygu iman ve ibadetlerle daima güçlendirilmelidir. Bu duygu zayıflarsa herkesin bu müesseseden beklediği sevgi, şefkat, vecd ve sürür da kaybolur.
Ziya Gökalp, inanan ve inandığını gizlemeyen bir kimse olduğu için dinî duygularını çeşitli şiirlerinde ifade etmiştir. Ruhun huzur ve mutluluğunu maddî saadete tercih ettiğinden dinî pratikler ve faaliyetler üzerinde dikkatle durmuş ve dinî terbiye ile ilgili bilhassa ezan. namaz, oruç, zekât, bayram gibi konularda etkileyici çocuk şiirleri yazmıştır356. Ona göre prensip olarak en İyi din Allah'ı en çok sevdiren dindir357. Allah'a inanan ve O'nu seven, O'na tam bağlanan kişi ne öfkeli olur ne de bunalıma düşer. Çünkü bunlar iman zaafından ileri gelir.
Gökalp imanı tarihi ve toplumları yürüten kuvvet olarak görür; milletleri ve medeniyetleri yükselten odur358. İman tarihe yansıyınca topluma da yansıması tabiidir. Gökalp bu hususu şöyle belirtir: "Allah iradesini evvel-emir-de umumun vicdanı suretinde tecelli ettirir, sonra bu umumi vicdan ilâhî kuvvetiyle fiile münkalib olur359. Böylelikle Gökalp'in anlayışında ferdî iman cemiyete yansımakta, dinin fertlere verdiği kutsal gayeler ve ideallerin gerçekleşme safhasına girmesiyle toplumların gelişmesi ve yücelmesi de mümkün olmaktadır. Bu düşünceleriyle Gökalp dini, fertleri idealleri uğrunda severek ölüme sevkeden en güçlü müessese ve millî kültürün temeli olarak görmektedir.
Onun sosyolojisinde dinin eğitim açısından da büyük önemi vardır. "Terbiye noktainazarından en faydalı âmil dindir". Zira dine göre ruh, bütün yetkinlikleri kendinde toplayan ulûhiyyetin bir üflemesidir. Ruhta hem bir irade hem vazife mükellefiyeti hem de bu mükellefiyetin müeyyidesi olmak üzere uhrevî mesuliyet şuuru vardır. Gökalp eğitimde ruh terbiyesinin esas olduğunu belirtir, bunun için onun kirlerinden arınmasını zururi görür. Çünkü ruhun aslî kaynağı Allah'tır; bu sebeple ruh O'ndan uzak bırakılmamalıdır. İnsan ayağını yere basmadan duramaz, ruhunu da Allah'a dayandırmadan yaşayamaz360. Bu fikirler dikkate alındığında Uriel Heyd'in, GÖkalp'te "Tanrı inancının yerini ulusal inancın aldığını ve ulusçuluğun bir din haline geldiğini" belirtmesi ve "Gökalp'in Tanrısı toplumdur" diyerek onu ateist Durkheim ile aynı inançta göstermesinin361 isabetli olmadığı görülür.
Ziya Gökalp. A. FouillĞe'den tanıdığı "kuvvet fikirleri" (idĞes-forces) kavramını İslâm'da da aramış, bu bakımdan insanda yüksek meyiller uyandıran uhrevî itikadian "kuvvet fikirleri" olarak nitelemiştir. Esasen Gökalp, İslâm hakkındaki yazılarında genellikle bu dinin bütün esaslarında fert ve toplumu harekete geçiren, maddî ve manevî olarak gelişme, olgunlaşma ve yükselmeye yönelten dinamik bir yapı göstermeye çalışmıştır. Dinî hayatın insana küçüklükten itibaren şahsiyet kazandırdığını söyleyen Gökalp bu fikri geliştirerek şu sonuca ulaşır: İmanı kuvvetli müminlerin "feragat ve sekînet'i daha fazla olduğu gibi şahsiyeti de daha güçlüdür. Zayıf olanlarda durum aksinedir. Gökalp buradan farklı bir sonuç çıkararak hayatlarında kuvvetli seciye gösterenlerin bu halini çocukken aldıktan sağlam dinî terbiyeye bağlar. Çocukluğunda dinî terbiye almayanlar İse ölünceye kadar şahsiyetsiz kalmaya, iradesiz ve seciyesiz yaşamaya mahkûmdurlar.362
Dua ve tevekkülden ayrılmayan ruha gam ve kasvetin giremeyeceğini söyleyen Gökalp, tasavvufî hayatın ruh terbi-yesindeki güçlü tesirine de dikkat çeker. Ferdin yüksek şahsiyet sahibi olmasında dinin rolünü ortaya koyarken esas maksadı, bunu basamak yaparak dinin cemiyet hayatındaki rolüne yeni bir açıklama getirmektir. Buna göre dinin rolü yalnız fertlere şahsiyet vermekten ibaret değildir; cemiyetlere şahsiyet veren de dindir. Gökalp dinin bu rolünü nasıl yerine getirdiğini araştırırken evliyalık ve peygamberlik kavramlarından faydalanır. Peygamberler evliyadan üstün olup vahye mazhardırîar; onlar insanları bataklıktan kurtarıp mutluluğa erdirmek için gönderilmiştir. Peygamberler semavî bir kitap ve kutsal bir sünnetle gelirler; dinî bir teşkilât kurarak Hak'tan aldıkları her şeyi insanlara ve toplumlara ulaştırıp onlara mal etmeye çalışırlar. Böylece her çeşit insan ve zümrenin bir iman ve ahlâk birliği etrafında kaynaşmasını sağlarlar. Buradan yeni bir cemiyet tipi meydana getirerek bu cemiyete nihaî kişiliğini verirler. Nitekim Hz. Peygamber de Araplar'ı derin bir câhili-yetten kurtararak yüksek bir kültür ve medeniyete kavuşturmuştur; dolayısıyla yaydığı din insanlığın büyük bir kısmının "nâzımı ve mürebbisi" olmuştur. Şu halde din toplumlara peygamberler vasıtasıyla şahsiyet verir. Bunun yanında din bazı insanlara evliyalık derecesi kazandırarak onlan metanet, sabır, şefkat ve fedakârlıkta olağan üstü bir seviyeye yükseltir. Ne var ki evliya denilen bu din mürşidleri sadece fertlere şahsiyet verirler. Bu bakımdan evliya ahlâk kahramanlarının fevkinde olmakla birlikte onlardan daha üst mertebede cemiyetlere şahsiyet kazandıran peygamberler vardır. Evliya da bağımsız kalmayıp peygamberlere tâbi olmuştur.363 Gökalp, peygamberlerin bu tesirinin sebebini gönüllerinin Hak ile. kendilerinin halk ile olmalarında bulmaktadır. Velîler de onlan rehber edinirler. Bu ilkenin diğer insanlara ilham ettiği temel formül de şudur: "Şeytanı ruhumuzdan kovmak, Allah'ı kalbimizde daima hazır bulundurmak". Velîler peygamberlere uyarak ölü vücutları değil ölü ruhları diriltmek suretiyle fertlere şahsiyet ve dinamizm kazandınrlar364. Bu tahlil ve tesbitlere bakarak Ziya Gö-kalp'i Türkiye'de din sosyolojisinin kurucusu saymak, hatta buna bağlı olarak bir evliya sosyolojisi ile peygamber sosyolojisinin habercisi olarak görmek mümkündür.
Ziya Gökalp'İn cevabını aradığı bir soru da şudur: Bir inanç sistemi içtimaî hayatta bilhassa ahlaken nasıl bir eğitim vasıtası olabilir? Gökalp bunun cevabını bizzat peygamberin kurduğu bir dinî teşkilâtta, "ümmet teşkilâtı'nda görür. Milliyetçiliğin hâkim olduğu bir çağda ümmet gerçeği ortadan kalkmış değil midir? Gökalp, ölümünden iki yıl önce yazdığı "Dine Doğru" başlıklı yazısında ümmet gerçeğinin devam ettiği kanaatinde olduğunu söylüyordu. Çünkü Türk toplumunun milliyetinin Türklük, her Türk'ün milletlerarası bağının da İslâmlık olduğunu düşünüyordu. Buna göre "dinî bir efkâr-ı âmme râbıtasıyla birleşerek dinî bir velayete tâbi olan heyete ümmet denilir." İptidaî toplumlarda yalnız ümmet hâkimdir, devlet ve millet yapısı onlarda henüz ortaya çıkmamıştır. Gelişmiş bir cemiyette ise her üçü de ayrı ayrı mevcuttur. Ümmetten devlet, devletten de millet doğmuştur365. Gökalp Türkleşmek, İslâmlaşmak, Muasırlaşmak adlı kitabında {s. 53-56) İslâm ülkeleriyle kültürel bağlan güçlendirmek için bu görüşleri doğrultusunda hazırladığı bir program da vermektedir. Gökalp İslâm terbiyesinden, hem uygulanacak usulleri hem de çocukların İslâm akaidine göre yetiştirilmesini anlamaktadır. Buna millî terbiye ile asır terbiyesi yardımcı olacaktır.366
"Dinin İçtimaî Hizmetleri" adlı üç ayrı yazısında367 Gökalp, dinin sosyal faydalarının gelişmiş cemiyetlerde aranması gerektiğini belirtir. Ona göre din ibadetler ve itikadlardan ibaret olduğu için siyaset, iktisat, hukuk, sanat, dil ve ilim müesseselerine karışmamalıdır. Dinin içtimaî hizmetlerinin sadece ibadet ve İtikadlann dünyevî faydalarında aranması, bu faydaların da sadece manevî menfaatlerde gözetilmesi gerekir.
Gökalp dinî âyinleri müsbet ve menfi diye ikiye ayırır. Menfi âyinler (abdest, gusül, taharet, kurban, hac, zekât vb.) müminin ferdiyetçi, bir başka İfade ile hayvan! yapısından gelen nesnel arzulardan kurtulması amacına yöneliktir368. Gökalp'e göre bu ibadetler "âbi-di az çok mukaddesleştiren" âyinlerdi369. Müsbet âyinler ise vakte bağlı olma, cemaatle icra edilme ve menfi âyinlerden sonra yerine getirilme şartlarına bağlı olup bunlar beş vakit namaz, teravih, cuma ve bayram namazları ile oruçtur. Dinin içtimaî hizmetleri esas olarak bu müsbet âyinlerle ortaya çıkar. Çünkü din dağınık yaşayan fertleri belli zamanlarda toplayıp ruhları kaynaştırır ve böylece "te'sîs-i millet" şeklinde içtimaî bir hizmette bulunur, millî vicdanı tesis eder. Esasen "ibadetlerin cemaatle eda edilmesi, mu-kaddesleşmek için cemaatleşmek lâzım olduğuna binâendir".370 Öte yandan gerçek dindarlar aynı zamanda millî hamiyete sahip oldukları gibi hakiki milliyetperverler de dinin sonsuzluğuna inanırlar.371
Uriel Heyd'in. Ziya Gökalp'İn bir sosyolog olarak döneminin sosyal şartları sebebiyle ibadetlerin ahlâkî ve içtimaî muhtevalarına fazlaca önem veren tahlillerine dayanarak onun "Tanrı'yı ülkünün bir simgesi" saydığı, bütün dinleri "sadece yaşamın bir simgesi görünümünde" değerlendirdiği, insanlığın gelişmesinin en üst merhalesine varmasıy-la "yavaş yavaş bunlardan (ibadetlerden) vazgeçilmesi gerektiğini" ileri sürdüğü şeklinde sonuçlar çıkarması372, yine Gö-kalp'i ateist bir düşünür olarak gösterme eğiliminin bir ürünü olup doğru değildir. Zira ibadetlerin formel özelliklerinin ötesinde ahlâkî ve içtimaî amaçlı muhtevalarını tesbit etme gayreti "me-sâlîh, makâsıd, hikmet-İ teşrî" gibi isimler altında başta fıkıh ve tasavvuf olmak üzere çeşitli İslâmî ilimlerde eskiden beri sürdürülmektedir. Gökalp'İn dinin içtimaî tesirlerini sosyoloji metoduyla incelemesi ise373 onun döneminde daha çok önem kazanmış olan aynı geleneğin bir devamı sayılmalıdır.
Gökalp, 191l'de İslâm Mecmuası'n-da yayımlanan "İçtimaî Usûl-i Fıkıh" başlıklı yazısında374, İslâm şeriatının kıyamete kadar her asnn şeriatı olarak kalacağına inananların bu ağacın daima canlı ve verimli kalmasını kabul etmek zorunda olduklarını, çünkü "yaşamayan ve yaşatmayan" bir kanunun hayatın düzeni olamayacağını ifade eder. Ona göre bundan, fıkhın bir nas metodunun olduğu gibi bir de içtimaî metodunun bulunduğu sonucu çıkar. Gökalp. "İçtimaî usûl-i fıkıh" dediği bu metodun ancak fıkıhçılarla sosyologlar tarafından kurulabileceği düşüncesindedir. Zira ilmî olarak sosyolojinin alanına giren örf, hukukun nasla birlikte ikinci kaynağını meydana getirir; örf hem içtimaî kuralları hem de İçtimaî vicdanı oluşturur. Fıkıh ise vahiy ile birlikte içtimaî konulara da dayanır; yani İslâm şeriatı hem ilâhî hem de içtimaîdir. Fıkhın vahye dayanan nakiî esasları mutlaktır, tekâmül edemez; içtimaî esasları ise sosyal bünyenin gelişmesine paralel olarak değişir. Hüsün -kubuh da "fev-ka'l-akl ve içtimaî"dir. Gökalp, "içtimaî şeriat" dediği sosyal kanunların devamlı oluş ve değişim İçinde bulunduğunu, buna göre fıkhın bu kısmının İslâm ümmetinin sosyal gelişmesine uygun olarak tekâmül etmeye yalnız elverişli değil aynı zamanda mecbur olduğunu söyler375. Bu ifadelerden de anlaşılacağı gibi Gökalp Önce dinin sahasını diğer sahalardan ayırarak onu iti-kad ve ibadetlere münhasır kılmış, sonra da fıkhın nassa dayanan esaslarının örfe ve içtimaî İhtiyaçlara göre değişmesi zaruretini belirtmiştir. "Diyanet ve Kaza" başlıklı makalesinde376 diyanetle kazanın birbirinden çok ayrı şeyler olduğunu ileri sürmüş, bazı yazılarında ve şiirlerinde müftünün kazaya yani hukuka karışmaması gerektiğini savunmuştur.
Gökalp buradan yeni bir içtihada ulaşarak "İçtimaî Usûl-i Fıkıh" başlıklı yazıda şu sonuca varmıştır: Kur'an'da bildirilen esaslar Allah'ın kanunlarıdır; bunun gibi cemiyetleri idare eden kanunlar da Allah'ın kanunlarıdır. Şu halde biz Kur'an'daki esasların yerine örfleri yani sosyal kanunları ikame edersek dinin dışına çıkmış sayılmayız. Örfte "zımnî, mecazî bir itibarla ilâhî bir mahiyet" gören, "içtimaî muayyeniyet" (determinizm) ve uyumu "âdetullahın tecellisi" olarak kabul eden Gökalp'İn bu ictihad-dan maksadı dini devletten ve İçtimaî hayattan (ahlâkî yönü hariç) ayırmak, yani laik anlayışı yerleştirmektir. Bu bakımdan onun Cumhuriyet dönemindeki laik uygulamanın içtimaî ve fikrî zeminini hazırladığını söylemek yanlış olmaz. Gerçekten Gökalp, "Diyanet ve Kaza" başlıklı yazısında İslâmî gelenekteki fetva ve kaza ayırımına dayanarak hukuk ile dinin birbirine karıştırılmasının dine karşı bir ilgisizlik doğurduğunu ileri sürerken başka bir yazısında da377 dinin içtimaî hizmetlerini ibadetler ve itikadlarla sınırlar. Gökalp, teokrasi ve klerikalizmin cemiyetleri geri bıraktığını ve millî vicdanın uyanmasına engel olduğunu ileri sürmüş378, çağdaş bir millet olabilmek için millî hukukun bütün dallarını teokrasi ve klerikalizm kalıntılarından kurtarmak gerektiğini söylemiştir379. Ona göre dil ve kültür birliğine dayalı milliyetler eskiden de vardı. Fakat "dinî ve siyasî emperyalizmler onları... saltanat ve ümmet çemberleri arasında hapsetmişti"380. Ziya GÖkalp'in bu fikri onun ümmet birliğini büsbütün reddettiği anlamına gelmez. Ancak GÖkalp, müslüman-larda ümmetin bir hükümet şeklinde değil bir üniversite biçiminde geliştiği kanaatindedir. Nitekim Hıristiyanlık'ta dinî teşkilâta kilise adı verilirken Müslümanlıkta medrese adı verilmiştir. Bu şekilde GÖkalp ümmet kavramını, müs-lümanların bilgi iletişimini ve bilgide gelişmelerini sağlayan bir kurum olarak anlar381. Buna karşılık müslüman milletlerin millî vicdanı kuvvetlendirmekle bağımsızlıklarını elde edebileceklerini, nitekim İslâm birliği idealinin müslüman milletleri müstemleke olmaktan kurtaramadığını belirtir382. Bu açıdan GÖkalp'in hilâfetin ilgasını istemesi gerekirdi. Fakat GÖkalp önceleri, "Halife örf ve icmâa dayanır ve hilâfetin istişare meclisi parlamentodur" derken Türkçülüğün Esaslan'nda her çeşit teokratik kurallarla şer'iyye ve evkaf mahkemelerinin lağvedilmesini istemiştir. Onun laik rejimle ilgili açık bir teklifi olmamakla birlikte 1928'de İslâm devletin resmî dini olmaktan çıkarılmış ve 1937'de din ile devlet anayasada resmen ayrılmıştır.
Gökalp yeni Türk Cumhuriyeti'nde dine ahlâk, eğitim, sevgi ve millî birlik açısından dar bir yer ayırmakta: bir yandan dinin toplumdan tamamen tecridine karşı çıkarken öte yandan İslâm'ın hayatiyetini yalnızca ferdin vicdanında devam ettirmesini uygun görmektedir. Ancak bu takdirde dinin içtimaî hizmetleri mesnetsiz kalmaktadır. Aile hukukunda da değişiklik isteyen Gökalp erkekle kadının nikâhta, talâkta, mirasta, meslekî ve siyasî haklarda eşit tutulmasını çağdaş devletteki eşitlik ilkesinin gereği olarak görür.383
Türkçülüğün Esaslan'nm "Dinde Türkçülük" başlıklı bölümünde din bir buçuk sayfalık bir yer işgal edebilmiş ve burada sadece Türkçe ezan ve Türkçe hutbe meselesi ele alınmıştır. Uriel Heyd'e göre, "Atatürk'ün dine karşı tutumu olmasaydı Gökalp Türkiye'de İslâmiyet üzerinde çok verimli bir araştırmanın ve hatta ilginç bir dinsel reform hareketinin başlatıcısı olabilirdi".384
Erol Güngör "Ziya Gökalp ve Türkçülükte Din Meselesi' başlıklı makalesinde385, Ziya Gökalp çapında bir sosyolog ve mütefekkirin Türkiye'deki en büyük problemlerden birini birkaç sayfa içinde âdeta geçiştirmesinin akla birtakım ihtimaller getirdiğini belirterek bu ihtimallerden en kuvvetlisini, "o günkü siyasî atmosferin dinî Türkçülük konusunda ihtiyatlı davranmayı gerektirmesi" şeklinde özetler. Buna göre belki de Cumhuriyet'in yeni anlayışı ile ters düşmemek İçin sosyolojinin temel konusu olan din hakkında susmayı tercih eden GÖkalp'in Türkçe ezan ve Türkçe Kur'an teklifi, 1928'-de İlahiyat Fakültesi'nde bir reform heyetinin çalışmalarına tesir ettiği gibi daha sonra resmen uygulamaya konulmuş ve Türkçe ezan 1950'ye kadar devam ettiği halde Kur'an'ın Türkçe okunması deneme halinde kalmıştır.
Bibliyografya:
Ziya Gökalp. Türkleşmek. İslâmlaşmak, Muasırlaşmak (İstanbul 1918; haz. İbrahim Kutluk), Ankara 1976; a.mlf., Türkçülüğün Esasları (Ankara 1339), İstanbul 1958; a.mlf.. Makaleler I (haz. Şevket Beysanoğlu), İstanbul 1976; a.e. il (haz. Süleyman Hayri Bolay), Ankara 1982; ae. /// (haz. M. Orhan Durusoy), Ankara 1977; a.e. /V(haz. Ferit Ragıp Tuncor), Ankara 1977; a.e. V (haz. Rıza Kardaş), Ankara 1981; ae. VII (haz. M. Abdülhalûk Çay), Ankara 1982; ae. VIII (haz. Ferit Ragıp Tuncor), Ankara 1981; a.e. IX (haz. Şevket Beysanoğlu), İstanbul 1980; Ali Nüzhet Göksel, Ziya Gökalp Diyor ki, İstanbul 1950; Ziya Gökalp Külliyâtı-1: Şiirler ue Halk Masalları (haz. Fevziye Abdullah Tansel), Ankara 1952, s. 242-245; Ziya Gökalp Külliyâtı II: Lİmni ue Malta Mektupları (haz. Fevziye Abdullah Tansel], Ankara 1965; Hilmi Ziya Ülken. Türkiye'de Çağdaş Türk Düşüncesi Tarihi, İstanbul 1966, s. 297-326; a.mlf.. Ziya Gökalp, İstanbul, ts. (Kanaat Kitabevi); Tahir Çağatay, "Ziya Gökalp" (H. Freyer, İçtimaî Doktrinler Tarihi |trc. Tahir Çağatay] içinde), Ankara 1968; Erol Güngör, "Ziya Gökalp ve Türkçülükte Din Meselesi", Atsız Armağanı, İstanbul 1976, s. 267-280; U. Heyd, Türk Ulusçuluğunun Temelleri (trc. Kadir Günay), İstanbul 1979, s. 66, 68, 97-122; Nihat Nirun, Sistematik Sosyoloji Açısından Ziya Gökalp, İstanbul 1981; Orhan Türkdoğan, Millî Kültür, Modernleşme ue İslâm, İstanbul 1983, s. 86-90, 105-155; a.mlf., Ziya Gökalp Sosyolojisinin Temel ilkeleri, Ankara 1987; Niyazi Berkes, Felsefe ue Toplumbilim Yazıları, İstanbul 1985, s. 200-208; Kerim Yavuz, "Ziya GÖkalp'in Dinî Tutumu ve Din Anlayışı", İİFD, sy. 2 (1977), s. 211-221; Korkut Tuna, "Ziya GÖkalp'in Millî Sosyoloji Anlayışı", İQ iktisat Fakültesi Sosyoloji Konferansları, XXI, istanbul 1986, s. 51-67; Ahmet İnam, "Ziya GÖkalp'in Düşünce Çerçevesini Anlama Denemesi", Ortadoğu Teknik üniuersite-si İnsan Bilimleri Dergisi, sy. 1, Ankara 1988, s. 51-82.
Eğitim Anlayışı. Ziya GÖkalp'in eğitim hakkındaki görüşierini, aldığı eğitimin oluşturduğu birikimin yanı sıra döneminin yerli ve yabancı eğitimcilerinin fikirlerini inceleyerek ulaştığı kanaatler de yönlendirmiştir. Kendisinin önde gelen İslâm düşünürleri kadar bazı çağdaş Batı filozofları üzerinde de incelemeler yaptığı bilinmektedir. Ayrıca Türk folkloru hakkındaki araştırmaları, onun eğitimle ilgili görüşlerinin şekillenmesine önemli katkılarda bulunmuştur. Kazandığı bu teorik bilgiler dışında rüşdiye, idâdî ve darülfünun gibi değişik seviyedeki okullarda ders vermesi ve bu okul programlan için yaptığı ıslahat teklif ve teşebbüsleri de eğitimciliğinin uygulanmasına zemin teşkil etmiştir.
İmparatorluk devrinde aydınların sürgün edildikleri şehirlerden biri olan Diyarbakır'da doğmuş olması o dönemin sosyal, politik, kültürel ve ekonomik şartları içinde GÖkalp'in problemleri daha iyi kavramasına, devrin bazı aydınlarını yakından tanımasına imkân vermiş olmalıdır. Bu arada GÖkalp Nâmık Kemal, Ziya Paşa ve Ahmed Midhat gibi devrin önemli kişilerinin eserlerini okumuştur. Ayrıca idâdîde öğrendiği Fransızca ile de FouülĞe, Tarde, Le Bon, Bergson ve Durkheim gibi Batı dünyasında isim yapmış fikir adamlarının eserlerini inceleyerek bir taraftan geleneksel eğitim ve kültürün, diğer taraftan Batı fikir ve kültür hayatının gelişmesinden haberdar olmuştur.
GÖkalp'in eğitime dair düşünce ve teklifleri çeşitli kitap, makale ve şiirlerinde yer alırsa da özellikle 1915-1916 yılları arasında Muallim mecmuasına "Millî Terbiye" başlığı altında yazdığı altı, "Terbiye Meselesi" başlıklı iki ve 1918 yılı içinde Yeni Mecmua 'ya eğitimde disiplin konusunda yazdığı beş yazıda yoğunlaşır (Makaleler V).
Ziya Gökalp cemiyet, fert. millet, mefkure, medeniyet, kültür gibi kavramlara yüklediği sosyolojik anlamlar ışığında eğitimi "bir toplumda yetişmiş neslin yetişmekte olan nesle toplumun kültürünü aktarması" şeklinde tanımlar ve aktarılacak olan şeyleri açıklamak için eğitimle öğretimi birbirinden ayırır. Eğitimi geniş anlamda kültürün, Öğretimi ise medeniyet içinde ulaşılan gerçeklik yargılarının aktarılması seklinde ele alan Gökalp'e göre öğretim bir anlamda fayda amacı güder. Ekonomik çıkar, maddî kazanç, rahat bir yaşama düzeni sağlama öğretimin hedefidir. Çünkü öğretim "nâ-millî'dir, milletlerarasıdır; çağdaş medeniyetin bilim ve tekniğine dayanmaktadır. Türkiye'nin Batı medeni-yetiyle ilişkisi bu açıdan teknik yöndedir.386
Gökalp eğitimi kültüre bağlar. Eğitimin amacı genç kuşağa millî kültürü aktarmaktır. Millî kültür milletin özünü oluşturur ve bir milletin hayati, dış görünüşünde çeşitli medeniyetlerin geleneklerinden oluşan ayn cinsten bir karmaşa gibi göründüğü halde, gerçekte birbiriyle uyumlu kurumlardan meydana gelen katıksız bir kültürden ibarettir. Onun için kültüre ulaşmanın yollarını bilmek gerekir. Millî kültüre ulaşmak İsteyenler yabancı kültürün hayranı olmamalıdır; ortak bir geleneğin çeşitli milletlerde uğradığı değişiklikleri, yani farklı kurumları nasıl ortaya çıkardığını araştırmalıdır; bir kültürde mevcut zıt akımlar arasındaki gizli bağlantı noktalarını bulmalıdır.
Türk milleti çağdaş bir toplum olma yolunda bulunduğuna göre eğitimde millîliğin sağlanması, çağdaşlığına millîliği de ekleyerek onu olgunlaştıracaktır. Şu halde Türk çocuğu millî kültüre göre eğitim görmelidir. Eğitimin amacı kişilik sahibi fertler yetiştirmektir. Çünkü bunlar milletin seçkinlerini meydana getirirler. Yapıcı ve yaratıcı kişiler bunlar arasından çıkar. Öte yandan Gökalp'e göre fert ancak millî kültürün temsilcisi olduğunda gerçek bir kişiliğe ulaşabilir.
Gökalp. daha 1916-1917 yıllarında Muallim mecmuasına yazdığı makalelerle sosyolojinin eğitime uygulanmasını sağlamaya çalışırken geniş anlamda eğitime sosyal ve kültürel muhtevası ile bakıyordu. Bu anlayış çerçevesinde Gökalp'in millî kültür için tahrip edici gördüğü şey. medeniyetin ürünü olan fen ve tekniğin öğretilmesi değil yabancı milletlerin geleneklerinin benimsenmesidir. Bu geleneklerin kültür süzgecinden geçmeden millî hayata karışması bünyeyi tahrip eder. Bir milletin ahlâkı, seciyesi ve zevkleri kendine özgüdür. Dışarıdan kavramlar, teknikler, metotlar alınabilir; duygular, heyecan ve zevkler ise bir kültüre has unsurlardır.
Ziya Gökalp, Öğrenimlerini sürdüreceklerin yeni bilgilerle uzmanlaştıklarında artık yeterince kültürel öğrenim görme fırsatı bulamayacaklarından, eğitim-Öğretimin İlk dönemlerindeki ders programlarında kültür derslerinin daha ağırlıklı olmasını istemektedir. Eğitimin, toplumun yetişen kuşağa fikir ve duygularını aktarması şeklindeki tanımı Durk-heim'inkinden farklı değildir. Fakat Gö-kalp'te yetiştirme unsuruna ağırlık verilmiştir. Millî kültür halk içinde vardır. Bunu arayıp bulmak ve eğitim sırasında aşılamak gerekir. Eğitimin esası, halk içinde yaşayan bu ruhun okulda müs-bet ilimle terkip edilmesi suretiyle genç nesli bilgili ve iyi vatandaş olarak yetiştirmek olmalı, aydınların halkla, halkın aydınlarla iletişim kurması ve bütünleşmesi bu şekilde sağlanmalıdır.
Gökalp. Türkiye'de kendi devrindeki eğitimin Batı'daki gibi karakterli, tutarlı ve ahlâklı insanlar yetiştirmediği, kozmopolit olduğu görüşündedir. Nitekim İstanbul'da Sahaflar Çarşısı medrese Öğrencilerine, Beyoğlu kitapçıları Avrupa maarifine. Babıâli'deki kitabevleri ise Tanzimat okullarına yönelik olarak işletilir. Buralarda yetişenler de sofu, Levanten ve Tanzimatçı tiplerini oluşturur. Bu kimselerde karakter ve tutarlılık görmek mümkün değildir387. Bunun çözümü okulda kültürü (Türklük ve islâmlık), pozitif bilgi ve Batıcılık'la yani çağdaş medeniyetle birleştirmektir. Böylece yeni nesil, hem İslâm ve Türklük değerlerinden hareketle mevcut toplumsal çevreye hem de pozitif ilimlerle kozmik çevreye uyum gösterecektir. Şu halde Gökalp'e göre eğitimin hedeflerinden biri. kişinin öncelikle içtimaî ve tabii çevresine uyumunu sağlamaktır. Fert dil, din. ahlâk, estetik, hukuk, ekonomi vb. hususlarla ilgili değer yargılarıyla ahenk içinde sosyal çevreye uyum sağlar. Değer yargılan ise tabii olarak toplumdan topluma değişir. Öte yandan her toplumda ortak olan gerçeklik yargılarının öğrenilmesi, medeniyetin yahut onu teşkil eden değerler olan bilim ve teknolojinin öğrenilmesi demektir. Gökalp'e göre, bir yandan değer yargılarından oluşan kültürü eğitimle ruhsal alışkanlıklar haline getirirken Öte yandan medeniyeti oluşturan değerler konusunda da çağa uyum sağlanacaktır.
Ziya Gökalp, sosyolojide pozitivist yaklaşımın metodoloji açısından takipçile-rindendir. Kendisi araştırmanın objektif olması, bunun için de sosyal olgunun araştırılmasında olgunun peşin hükümlerden soyutlanması ve bir nesne gibi ele alınması gerektiğini ifade eder. Olguların nesnel olarak ele alınmasıyla, dış görünüşlerindeki statik sınırların ve buradan hareketle his ve heyecanlarla karışmış dinamik nokta ve görünümlerin tesbiti mümkün olacaktır388. Gökalp'in sosyolojik açıdan problemlere yaklaşırken düşündükleriyle uyguladıkları arasında çelişkiye düştüğü Heyd tarafından vurgulanmıştır389. Ancak Gökalp, ülkesinin meselelerini çözmek amacıyla sosyolojik problemlerde yoğunlaşmış, hatta millî bir sosyolojinin temellerine de dikkat çekmiştir.390
Gökalp'e göre bütün ilmî araştırmalar gibi sosyolojik araştırmaların da üç temel şartı vardır,
a- Araştırma tamamen teorik olmalı, pratik faydaya yönelmiş olmamalıdır,
b- Duyguya değil akla dayanmalıdır,
c- Tümevarımcı olmalıdır. Gökalp kısaca, "Tetkikler nefsi (sübjektif) olmamalı, şey'î (objektif) olmalı" şeklinde özetlediği bu şartlara araştırma konusunun bağımsız bir gerçek olması şartını da ekledikten sonra Durkheim'i takip ederek bir toplumu onu oluşturan fertlerden farklı ve bağımsız bir gerçek olarak görmedikçe bilimin konusu yapmanın mümkün olmadığını ifade eder391. Öte yandan nasıl din, hukuk, ekonomi, dil ve sanat millî perspektif açısından normatif karakter gösteriyorsa, eğitimin sosyoloji açısından incelenmesi de normatif olup bir tür kültür sosyolojisi karakteri taşır.
Ziya Gökalp. herhangi bir kategori gibi ahlâkî sahanın da belli bir sebeplilik perspektifinden ilmî araştırma konusu olabileceğine inanır. Ahlâkî değerlerin aktarılmasındaki başarısızlığın eğitimde kargaşaya yol açtığını ileri süren Gökalp bu kargaşaya örnek olarak medrese, Levanten okulları ve Tanzimat mekteplerinin telif edilemez durumunu gösterir.
Onun yöntem açısından bir özelliği de sosyal varlıkla fonksiyonel analiz arasındaki ilişkileri incelemesidir. Ona göre toplumda yeni oluşan dinamik karakterlerin fonksiyonlarının kavranması gerekir. Milletin yaşadığı içtimaî hadiseler, krizler, savaşlar vb. olaylar, sosyal bünye içinde millî idealler açısından ortaklaşa algılanıp belli sembollere dönüşürler. Bu idealler de milletin hayatında eğitim fonksiyonlarını sürdürür.
Gökalp'in ferdiyetçilik ve şahsiyet ayrımının kavramsal temellerine indiği ve bu kavramlar arasındaki ilişkiyi kültür ve medeniyet ikilemi açısından tahlil ettiği görülmektedir. Bu açıdan kültürle şahsiyet arasındaki ilişkilerin tahlili psikoloji, sosyoloji ve sosyal psikoloji alanlarının bir araya getirildiği bir bütünlük arzeder. GÖkalp, Amerikan ve Batı yaklaşımının davranışçı bir perspektif taşıdığını, psikoloji ve psikiyatri ağırlıklı olduğunu ifade eder. Meselâ Broudy'de olduğu gibi bu yaklaşım tarzı istek, arzu, ihtiyaç ve eksikliklerin karşılanması. İnsanın kendi kaderini belirlemesi, kendini gerçekleştirme, kendine güven ve insanın kendisiyle bütünleşmesi gibi temel prensiplerde yoğunlaşmıştır. 1920-lerde yazılmış psikoloji kitaplarında da sıkça rastlanan bu prensipler, Gökalp'in yaklaşımında psikolojik olmaktan çıkıp sosyolojik bir nitelik taşımaya başlar.
Ziya Gökalp'in hangi tip ferdiyetçiliği savunduğu ve hangisini reddettiğine gelince, düşünüre göre şahsiyetin oluşması mefkure, kolektif heyecan ve içtimaî şuurun ferdi sosyal şahsiyet haline getirmesiyle mümkündür. Fert artık kendi menfaatlerini unutur, bütün çabasını toplumun çıkan için kullanır. Böylece fert toplumun kutsallığını hisseder ve toplumsallasın Yüksek derecede ahlâk, dinî duygu ve kültürün Özümsenme-si onu güçlü bir şahsiyet yapar. Büyük adamlar bu duygu ile kavrulanlardır. Esasen pozitif şahsiyet de bununla kaimdir.392
Gökalp Türkleşmek, İslâmlaşmak ve muasırlaşmak prensiplerini eğitim görüşleri açısından da ele almıştır. Muasırlaşmak, gerek teori gerekse uygulama açısından Avrupa'nın bilim ve tekniğinin alınması anlamına geliyordu. Gökalp'e göre Türk toplumu güçlenmek için bilim ve teknolojiyi kendisinin bir parçası haline getirmek zorundadır. Toplumun ahlâkî ve manevî ihtiyaçları da din ve kültürle karşılanmalı, dolayısıyla eğitim ve öğretim bu ihtiyaçları yerine getirecek şekilde düzenlenmelidir.
İnsanın karakterini metafiziğe bağlı olmaksızın sosyal olgu açısından açıklayan Gökalp'in eğitim teorisi, okulun öğrencileri kitap kurdu olarak yetiştirmesine, onlara karşı sert ve acımasız olmasına, insan gerçeğiyle bağdaşmayacak katı bir disiplin uygulamasına karşı açık bir isyandır. Bu sebeple Gökalp, kültürün bir ürünü olarak yaygın eğitimin eğitim alanındaki açıklan kapatmak üzere temel bir fonksiyonu olduğunu söyler. Gökalp'in eğitimde informel arkadaş ve referans gruplarına dikkati çekişi, bu konulara başkalarının da değinmiş olması muhtemel ise de VVillard Wal-ler'İn The Socioîogy ot Teacfting "inden çeyrek asır, Janes Coleman'ın The Ado-lescent Society'sİnden en az yarım asır ileridedir |Anar, s. XI], Ona göre eğitimin ana hedefi, millî seçkinleri yetiştirmek ve seçkinlerle kitleler arasındaki farklılığı azaltmak suretiyle eğitimin yaygınlaşmasını sağlamak olmalıdır. Kültür ve medeniyet arasındaki diyalog devam edeceğine göre eğitimin amacı sadece vatan severlik ve milliyetçilik olmamalıdır. Gökalp'in temel düşüncelerinden biri. halkı kalitesizlikten ve kaderci olma durumundan çıkarıp kendi kendini idare eden, inisiyatiflerini geliştirip kullanabilecek bir ruha yahut yaratıcılığa kavuşturmaktır ki böylece demokrasi ve çağdaşlaşma kendiliğinden oluşacaktır.
Öte yandan Gökalp'te disiplin meselesinin ele alınış biçimi, bugünün eğitim psikolojisinin ele aldığı şekilde bir iç disiplin olarak görülür. Gökalp, cezalandırma ve korkutma ile iç disiplinin teşekkül edemeyeceğini vurgulamış, fakat öğrencilerin disiplinli bir hayat sürmeleri halinde toplumun kurallarına daha kolaylıkla intibak edeceklerini belirtmiştir. Ona göre sosyalleştirme süreciyle eğitimin ilişkisi açısından bütün yaygın eğitim prensipleri, yani toplumda var olan ve henüz müfredat programlarına alınmamış bulunan hususlar da toplumun değerlerinin aktarılması bakımından belli sonuçlar doğurmakta olup bunların gözden kaçırılmaması gereklidir. Gökalp, yaratıcı düşünme kabiliyetinin geliştirilmesine olan ihtiyacın farkındadır; fakat yaratıcı kapasitenin kaynağı olarak sosyal hayatı gördüğü için bütün yaratıcılık kapasitesinin mefkurede var olduğunu kabul eder393, Ona göre halk hikâyeleri ilmî bakımdan bir değeri yokmuş gibi görünürse de kahramanlarına atfedilen idealist azimli ve insan üstü karakterler sebebiyle bu hikâyeler oldukça faydalıdır. Nitekim Mc. Clelland da millî karakterler ve bunların ekonomik gelişme ve modernleşme süreciyle ilgili problemlere etkisi bakımından çocuk hikâyelerinin önemini vurgulamıştır.394
Gökalp'e göre eğitimin görevlerinden biri de inisiyatif kullanabilme, mesuliyet yüklenebilme gibi hususlarda öğrencilerin becerilerinin geliştirilmesidir. Eğitim fonksiyonel bir nitelik taşımalıdır. Öğrencilerin gelişmesi onların neyi tekrar edebildiğiyle değil, inisiyatiflerinin ne kadarını bağımsız olarak toplumun iyiliği için kullanabilecekleriyle ölçülmelidir. Eğitimin kalitesi üretici vasfıyla orantılıdır.
Ziya Gökalp, kızlarına yazdığı mektuplardan birinde öğrencinin en çok ilgi duyduğu ve sevdiği ilim ve meslek dalına yönelmesi gerektiğine, çünkü çocukların hangi alana yeteneği varsa ondan zevk alacağına, böylece eğitimde başarının istidatları keşfetmeye bağlı olduğuna işaret ettikten sonra din ve ahlâk eğitimine de temas etmektedir. Bu alanlardaki derslerin çocuklarda coşku uyandırması gerektiğini belirterek kendi döneminde bu derslerin coşkudan yoksun biçimde okutulduğundan çocuklara Allah ve mefkure sevgisi verilemediğinden yakınmakta, onların bu duygulan ilâhilerden ve destanlardan aldıklannı, bu şekilde edebiyatın daha da önem kazandığını belirtmektedir.395
Gökalp okulların her seviyede karma eğitim yapmasını savunmuştur. Ona göre öğretmen öğrencileri frenlemeden önce onları nasıl kontrol edeceğini ve onlara nasıl davranacağını bilmelidir. Öğretmenin öncelikli fonksiyonu, çocuğun ahlâkî gelişmesini olumlu yönde etkilemek ve Öğrenciye millî ülkünün ne olduğunu kavratmaktır.
Ziya Gökalp'in eğitim anlayışını şekillendiren ana fikir, millî ve dinî (kültür) kimliği yitirmeksizin çağdaşlaşmayı mümkün kılan bir eğitim sistemini oluşturma gayesinde yatmaktadır. Ona göre Türk Devleti, millî kültürün ve çağdaş medeniyetin gereklerini yerine getiren mefkûreci şahsiyetler yetiştirmek üzere teşkil edilmiş bir millî eğitim sistemini hayata geçirdiği ölçüde geleceğe güvenle bakabilir.
Bibliyografya:
Ziya GÖkalp, Türkleşmek, İslâmlaşmak, Muasırlaşmak (İstanbul 1918; haz. İbrahim Kutluk), Ankara 1976, s. 57-61; a.mlf., Türkçülüğün Esasları (Ankara 13391, İstanbul 1976; a.mlf., Türk Ahlâkı (haz. Mustafa GÖrgen], İstanbul 1975, s. 10-11; a.mlf.. Makaleler I (haz. Şevket Beysanoğlu), İstanbul 1976, s. 151-152; a.e. III (haz. M. Orhan Durusoy), Ankara 1977. s. 3-7; a. e. V(haz. Rıza Kardaş). Ankara 1981; a.e. VIII (haz Ferit Ragıp Tuncor), Ankara 1981, s. 34-35; U. Heyd, Faundations of Turkİsh Na-tionalism, London 1950, s. 155; a.e.: Ziya Gö-kalp: Türk Milliyetçiliğinin Temelleri (trc. Cemil Meriç], İstanbul 1980, s. 125-126; Niyazi Berkes. Turkish Nationalism and Western Ci-uilization, London 1959, s. 113-123, 171-183; D. Mc. Clelland, "National Character and Eco-nomic Growth in Turkey and Iran", Communications and Political Deuelopment (ed. L. W. Paye), Princeton 1963, s. 152-161; Ziya Gökalp Külliyâtı-II: Limni ve Malta Mektupları (haz. Fevziye Abdullah Tansel), Ankara 1965, s. 73; E. Durkheim. The Rutes of Sociological Method (trc. S. A. Solovay - ]. H. Mueller), Mew York 1966; İlhan Başgöz - H. E. Wilson, Edu-cational Probtems İn Turkey 1920-1940, Bloo-mington 1968, s. 25; Nurettin Şazi Kösemihal. Durkheim Sosyolojisi, İstanbul 1971, s. 30-55; Suat Anar. The Social and Philosophical Foundations of Modern Turkish Education: The Impact of Ziya Gökalp's Teaching on Phi-losophy of Education (doktora tezi, 1976), üni-versity of Maryland, s. XI, 66-68, 75-77, 188-192, 193-195, 200; Orhan Türkdoğan, Ziya Gökalp Sosyolojisinde Bazı Kavramların Değerlendirilmesi, İstanbul 1978; Hikmet Yıldırım Celkan, Ziya Gökalp'in Eğitim Sosyolojisi, İstanbul 1989; Halil İnalcık, "Sosyal Değişme, Gökalp ve Toynbee", TK, 111/31 (1965). s. 422; Necati Akder, "Dil ve Kültür Şuuru", a.e., IX/ 103 (1971), s. 574-576.
Sosyolojisi. Osmanlı toplumunda değişim eğilimini harekete geçiren faktör, Batı'da olduğu gibi sanayileşmenin ortaya çıkardığı meseleler değil, daha ziyade merkezî yönetimden hoşnutsuzluk ve seçkinlerin meşrutiyet talebi şeklinde iki noktada toplanabilecek olan siyasî-içtimaî sebeplerdir.
Gökalp sosyolojisinin özellikle metot açısından başlıca kaynağı olan Emile Durkheim, "Sosyal olgu sosyal sonuçlarıyla ilişkisi açısından araştırılmalıdır" diyordu. Gökalp içtimai ve siyasî problemleri tahlil ederken Durkheim'in bu yöntemi yanında sosyolojinin felsefî temellerine de inme gereğini duymuş; bu da onu karmaşık sorunları incelerken bazan sosyolojinin yöntemi dışında tümdengelim yöntemine başvurmaya, Kur1-an'dan ve fıkıhtan örnekler kullanmaya götürmüştür. Esasen Gökalp, Durkheim-ci sosyolojiyi tanımadan Önce pozitivizm ve idealizmi uzlaştırarak bir değerler ve eylemler felsefesi geliştirmeye çalışmış, hatta meselelerin tahlilinde bu felsefeden faydalanmış ve bu anlayışı sosyolojik idealizm olarak sunmuştur.
Ziya Gökalp kavramları çok net olarak ortaya koymaya çalışmış, onlan tahlil ederken dikkatli ve mekanik bir tutum takip etmiştir. Gökalp, Batı sosyoloji geleneğinde bulunan düalist yaklaşımı (cemaat-cemiyet, organik-mekanik, dinamik-statik gibi) bu kavramlarda korumuş ve bunları oldukça şuurlu bir biçimde kullanmıştır.
Gökalpçi düşüncenin esaslarını oluşturan, bu düşüncenin sosyolojik açıklamasını yapabilmek için incelenmesi gereken başlıca kavramlar şunlardır:
1- Hars ve Medeniyet. Spencer ve Durkheim gibi pek çok sosyal bilimcinin kabul ettiği ve içtimaî değişmenin etkenlerinden olan nüfus yoğunluğu ve iş bölümünün gelişimi, Durkheimci ifade ile mekanik toplumdan organik topluma geçiş toplumsal evrimin oluşum çizgisini belirler. Gökalp de Durkheim'in bu görüşünü benimsemiş, ancak medeniyetin maddî hars (kültür) ağırlıklı değiştirme gücü karşısında kültürün silinmesi korkusu onu kültür ve medeniyeti farklılaştırma çabasına götürmüş396, böylece bu iki kavram Gökalpçi düşüncenin iki önemli dayanak noktasını teşkil etmiştir.
Kültür milletin din, ahlâk, estetik, ekonomi, edebiyat, teknik gibi değerlerle ilgili hayatının bir sentezidir397. Gökalp. milletlerin kendilerine has değerleri yanında diğer milletlerle ortak bulunan değerlere rastlamanın da mümkün olduğunu söyler. Medeniyet, milletlerce ortak içtimaî tanımların belli bir gelişim aşamasında paylaşılmasından oluşmaktadır. Şu halde medeniyet milletlerarası karakter gösterir ve gerçeklik hükümlerinden meydana gelir. Kültür İse bir millete mahsus karakteristik özellikler taşır. Nitekim Gökalp İngiliz, Fransız, Alman kültürlerinin her birinin bağımsız olduğuna, fakat bunların birlikte Batı medeniyetini meydana getirdiğine işaret eder398. Bu kavramlarla ilgili önemli bir nokta da kültürün kendiliğinden (spontane) oluşmasına karşılık medeniyetin bilinçli, rasyonel bir çabanın ürünü olmasıdır.399
Böylece Gökalp, ilmî sosyoloji yöntemini kullanarak Türk kültürünü koruyup geliştirmeye, Bat medeniyetiyle Türk kültürü arasında diyalog kurmaya çalışmaktadır. Değiştirilmesi istenmeyen değerleri kültür, değiştirilmesi istenenleri de medeniyet kapsamında ele almakta, buradan hareketle Batı medeniyetiyle bütünleşmenin stratejilerini ortaya koymaktadır. Çünkü kültürü oluşturan değerler milletlerin öz malı olup bunların değişmesi değil gelişmesi gerekir. Medeniyetin unsurları ise kültürün gelişimine imkân vermediğinde değiştirilecektir.
Ziya Gökalp'in bu farklılaşmadan, Gas-ton Richard'ın yazılan vasıtasıyla Tön-nies'den haberdar olmuş veya bunu I. Dünya Savaşı döneminde Türkiye'ye gelen Alman profesörlerinden öğrenmiş olması muhtemeldir400. Ayrıca Gid-dens Revue philosophique'ûe Durkheim'in Tönnies'den haberdar olduğunu da açıklar401. Esasen bu yaklaşım, Graham Sumner'ın meşhur örf ve âdetler analizinde de yer almaktadır.402
Gökalpçi düşüncede kültür-medeniyet ikilemiyle ilgili tesbitler Uriel Heyd ve Erol Güngör tarafından sunî olduğu gerekçesiyle eleştirilmiştir. Nitekim Gökalp kültür ve medeniyetin muhtevasını tartışırken dil, din, hukuk, ahlâk gibi kavramları bazan kültürün, bazan da medeniyetin konusu olarak ele almıştır. Bu karmaşa belki de Gökalp'in, Türk toplumunun çok hızlı değiştiği bir dönemde gerekli tahlil ve değerlendirmeleri yapabilmek için acele davranmak zorunda kalmasından kaynaklanmıştır. Şüphesiz Heyd ve Niyazi Berkes'in düşündüğü gibi bu onun sistematiğinde de bazı eksikliklerin bulunabileceği ihtimalini akla getirmektedir.403
Ziya Gökalp'in kültür ve medeniyet ayırımı aynı zamanda mekanik ve organik toplum tipleriyle de ilgilidir. Bu ayırım günümüz sosyolojisinde de kullanılmaktadır404. Nitekim Maclver, tıpkı Gökalp gibi kültürü medeniyetin antitezi olarak kabul etmektedir. Medeniyet milletleri birbirine benzer hale getirirken kültür belli bir biçimde farklılaştırmaktadır. Burada Gökalp sosyolojiye dayanmayan pratik sebeplerle hareket etmektedir405. Bu ise vatandaşlarının önce güçlü bir biçimde kültürü benimsemesini, ardından da Bat medeniyetine uyum sağlamasını istemesinden kaynaklanmaktadır. Çünkü Kroeber'de olduğu gibi ona göre de medeniyet kaynağını kültürde bulmaktadır. Bu açıdan her toplumun önce yalnız kültürü vardır; medeniyet kültürün sonucudur. Gökalp bunu tarihî şartlardan faydalanarak da ortaya koyar. Türkler kültürce zengin fakat medeniyetçe fakirdir. Onun bu görüşü tartışmaya açıktır. Ancak Gökalp kültüre bir denetim fonksiyonu yüklemekte, yani medeniyet unsurlarının iktibas edilişinde kültürün kaosu önleyecek bir rol oynaması gerektiğini düşünmektedir.
Kültür ve medeniyetin birleşen noktalan sosyal hayatın din. estetik, ahlâk, ekonomi, dil ve teknoloji alanları olup bunlar kültür ve medeniyeti oluşturur. Tıpkı Batı uygarlığının Alman, Fransız, İngiliz kültürlerinden meydana gelişi gibi her medeniyet içinde kendine has farklı kültürlere rastlamak mümkündür.
Gökalpçi düşüncede kültür, bağımsızlığını sürdürmek için medeniyeti temsil etmelidir. Eğer bir kültür çevresindeki medeniyeti temsile çalışmazsa medeniyet kültürü bozar406. Hatta kültür kaynağını medeniyetten almakta, medeniyet çok gelişince de kültür bozulmaktadır. Yine Gökalpçi düşüncede kültürleri kuvvetli, fakat uygarlıktan zayıf milletler uygarlık düzeyleri yüksek milletleri yenmektedir407. Şu halde bir milletin sağlam olabilmesi için kültürle medeniyet arasında denge kurulması gerekir. Gökalp daha sonraları Telif ve Tercüme Dairesi başkanlığı yaptığı dönemde bir taraftan Batı'nın temel kültür eserlerini Türkçe'ye çevirmek, diğer taraftan da millî kültürü geliştirecek eserler yazdırmak suretiyle İnandıklarını hayata geçirmeye çalışmıştır.
Kültürün önemi milliyet ve millet kavramıyla içten ilişkisindedir. Tarihî gelişme açısından bu oluşum kültür-millet tipine doğrudur. Bir toplumun millet olması bağımsız bir kültüre sahip olmasına bağlıdır. Kültürün gelişmesi toplumda milleti oluşturan din, dil, ahlâk, zevk gibi değer yargılarının eğitim yoluyla gerçekleşmesine bağlıdır. Bundan dolayı kişinin başka medeniyetlere hayran olmaması, önce eğitim ve sosyalleşme yoluyla kendi kültürünü edinmesi gerekir. Gökalp din, ahlâk, dil, teknik, estetik vb. elemanları bakımından kültür ve medeniyet kavramlarının benzerliğini ve aynılaşmasını tahlil ederek bunların sosyal hayatın bütün safhalarını kapsadığını göstermektedir.408 Böylece monist bir yaklaşımdan sentezci bir teoriye yönelmektedir.
2- Mefkure. Ziya Gökalp, "ideal" mukabili olarak bizzat kendisinin türettiği mefkure kelimesini daha dar ve özel anlamda "millî ülkü" karşılığında bir terim olarak kullanmıştır. Gökalp. sosyal hayat düzenleyen değerler ve inançların neler olduğu sorusunu, bu hususlara tesir eden esas şekillendirici güç olan mefkurenin yapısı ve topluma etkileri gibi problemleri Durkheim sosyolojisinden faydalanarak çözmeye çalışır409. Heyd. Gökalp'in ilk defa Türk Yurdundaki yazılarında toplumun bir sosyal bunalım halinde uyanan bilincini mefkure anlayışıyla işlediğini söyler. Toplum burada kendi oluşumunu, kökenini ve görevini bilinçli bir şekilde anlar. Bunalımlı dönemler mefkurenin yaratılış günleridir; millî felâketler kalpleri birleştirerek ortak bir kalp vücuda getirir. Mefkure bu birleşmiş güçten doğar ve yeni kurumlar meydana getirir410. Pozitivizm taraftan olan Gökalp mefkureyi metafizik dünyadan çıkaramaz, ferdin zihninde oluşan ve ferdin topluma kabul ettirdiğini ifade eden teorileri de kabul edemezdi. Şu halde bu sübjektiflikten kurtulmak için mefkurenin varlığı ilmî olarak ortaya konmalı, böylece ilk ve temel Durkheimci sosyolojik kural uygulanmalıydı. Buna göre değerlerin yakından incelenmesi durumunda onlarda gizli ve yaptırımcı bir güç olduğu görülür. Fakat ferdin üstündeki realite aslında sosyal gerçekliktir. Değerler toplum için sübjektif karakter göstermekle birlikte bunlar fert-lerce benimsenmek suretiyle sosyal vicdanı oluşturarak objektif nitelik kazanmaktadır. Bu şekilde fertler millî kişilikler halini alır, toplumu kendilerinden farklı bir realite olarak görürler. Yeni hayat ve yeni değerler artık toplumun ruhu olacaktır. Hikâyeler, inançlar, atasözleri ve estetikten ahlâk ve ekonomi anlayışına kadar bütün değerler millî mefkureyi teşkil edecektir.
Gökalp'e göre modern toplumda millî vicdan varlığını sürdürürken sosyal sebepler toplumda yenilikler meydana getirebilir. Bu değişmeler özellikle sosyal yapı, sosyal yoğunluk, sosyal homojenlikle sosyal iş bölümünde kendini gösterir. Ziya Gökalp. sosyal olguların sebebini yine sosyal olgulara bağladığı için Durkhemci görüşü Marx'ın tarihî maddeciliğine tercih eder. Çünkü mefkurenin anahtar terimleri sosyal morfolojide yatar. Durkheim gibi Gökalp de sosyal olayları kolektif bilince indirger.
Zümrenin içtimaî vicdanında şuur halini almış olan inançlar sosyal çekicilik ve yaptırım gücü sayesinde insanları toplumla bütünleştirir. Bu bakımdan örf düşünülen mefkureye benzer. Örf toplumun vicdanını ve aktüel davranışlannı şekillendirici bir rol oynamaktadır. Heyd'in ifadesiyle, insanların isteklerinden bağımsız ve toplumu birleştiren kararlı güç içtimaî şuur olup bu şuur toplumda düşünme, duyma ve görevlerin yerine getirilişinde bir ahenk sağlar.411
3- Seçkinlerin Dolaşımı Teorisi. Gökalp'in teori ve perspektifleri kültürü millîleşti-rir; çünkü kültür millî olma yeteneğini kazandırır. Gökalp toplumun millîleşmesini ister; zira toplum millî kültürle kişilik kazanacak ve güçlenecektir. Ancak medeniyet olmaksızın belli bir toplumun yükselmesi de mümkün değildir. Batı dünyası uygarlığı paylaşır; fakat her birinin kendine özgü kültürü de vardır. Gökalp millî varlığın millî kültüre bağlı olduğuna inanır. Bu bakımdan Tanzimat'ta devlet yönetiminin Batı kültürünü almasının yanlışlığını vurgular.
Tönnies gibi Gökalp de kültür ve mefkurenin kaynağını halkta bulur. Ona göre kültür seçkinlerin nezdinde bozulmuş, potansiyelini yitirmiştir412. Halbuki halk kültürün yaşayan müzesidir. Eğer toplumda seçkinler bozulmuşsa bunların tekrar millî kişilik kazanması ancak kültüre dönmeleriyle mümkün olur. Toplumsal yabancılaşmayı önlemenin yolu da seçkinlerin halka gitmesidir. Seçkinler halktan kültürü almalı, bu arada kendileri de halka medeniyeti götürmelidir. Halbuki Türk seçkinleri millî kültürden faydalanmadan yetiştirilmiştir. Bu açığın kapatılması için seçkinler halkın arasında yaşamalı, onların atasözü ve deyimlerini, olayları açıklayış ve anlayış tarzını, mantğmı kavrayarak ahlâkî ve dinî duygularını paylaşmalıdırlar.413
Gökalpçi demokrasi seçkincidir. Eğer halk-seçkinler diyalogu kültür ve medeniyetin bir diyalogu olarak gerçekleştirilirse seçkin-halk ilişkisi de sağlıklı bir düzene kavuşmuş olur. Çünkü seçkinler içtimaî hareketlilik esasına göre başarı, yetenek ve çalışmaları nisbetin-de yükselirler; bu da açık ve demokratik toplumda gerçekleşir. Görüldüğü gibi burada tek şart aydınların millî olmasıdır.
4- Gökalpçi Sosyal Değişme Teorisi. Sos-yal değişme sosyal konuların en vazge-çilmezlerindendir. XIX. yüzyılda teoriler genellikle Batı uygarlığının gelişimiyle ilgiliydi. Bu yaklaşımlar, sosyal sistemlerin özel karakteristiklerini veya mekanik özelliklerini ilk hareket noktası olarak kabul ettiler. Gökalpçi yaklaşım, Durkheimci sosyolojik idealizmin takipçisi olarak çoğulcu bir karakter taşır. Gökalp değişime tesir eden faktörleri ele alırken sosyal, kültürel ve teknolojik faktörlerin nasıl farklı sosyal değişimler oluşturduğunu, bunların başka alanları nasıl bir farklılıkla etkilediğini, değişik faktörlerin ve tepkilerin kültür-medeniyet diyalogunda nasıl birleştiğini tahlil eder.414
Gökalpçi düşüncenin iki ana kavramından biri olan medeniyet bilim ve teknoloji üzerine kurulmuştur. Kültürün elemanları tabii, medeniyetin elemanları sunîdir. Şu halde kültür yaşama biçimi, medeniyet ise bunun görünümüdür. Gökalp'in medeniyet kavramı P. A. So-rokin'deki maddî kültüre, hars kavramı da manevî kültüre uygun düşer. Gökalpçi kültür-medeniyet farklılaşmasına So-rokin'in modeli arasında paralellik vardır. Bu durum, Gökalpçi sosyolojinin günümüz sosyoloji çerçevesi içinde de yerinin olduğunu göstermektedir.
Sosyal değişme içtimaî yapının farklılaştırılması olup bu da bir toplumun kültürüyle ilgilidir. Sosyal değişme, toplumların statüko dengesinin kaybolmasına ve bir aşamadan bir başka aşamaya doğru ilerlemesine sebep olur. W. F. Ogburn, maddî kültürdeki değişimin daha sonra manevî kültürü değiştireceğini ifade eder415. Şu halde öncelik maddî kültür alanındaki değişmededir. Gökalp'e göre de toplumsal değişme önce maddî kültürde başlar ve kültür medeniyet için ön şart olur.
Gökalpçi sosyal değişme, Durkheim'in toplum tipleri ayırımından hareket eden mekanik toplum - organik toplum oluşumunda ve kültür-medeniyet etkileşimine doğru kendini gösterir. Gökatp, toplumları basit ve karmaşık olarak ayırırken İlkel toplumdan millî topluma doğru oluşumun belirtilerini tesbit eder. Bunlardan İlkel veya basiti ifade eden birinci toplumda mekanik karakter hâkimdir. İnsanlar inanç, davranış, algılama ve tepkide bulunma bakımından birbirlerine oldukça benzerler. Burada homojen niteliklerin ağır bastığı bir toplum tipi ortaya çıkmaktadır. Buna karşılık nüfus artışı ve iş bölümünün ağırlık kazandığı, bilgi ve becerinin ön plana çıktğı organik toplumlarda Durkheim'in ifadesiyle artık iş bölümünün ürünü olan yeni grupların dayanışması doğar; toplumun bütünsel dayanışma biçiminden gruplar dayanışmasına yani zümreler dayanışmasına ulaşılır. Bu değişim "anomi" denilen kuralsızlık halini doğurur; değişmelerin çok hızlı oluşu toplumda kaos meydana getirir. Gökalp ise tarih felsefesinde olduğu gibi sosyal değişme teorisinde de iyimserdir. Organik toplumda iş bölümünün oluşturduğu gruplardaki organik dayanışmanın yanında mekanik dayanışmanın da devam ettiğini kabul eder. İlkel toplumdan karmaşık topluma doğru ilerlerken klan veya kabilenin kaybolması millî duyguların gelişimini sağlamıştır. Şüphesiz bunda kültür unsurlarının daha kolay etkileşim alanı yaratmasının, yani teknolojik imkânların artmasının da etkisi olmuştur. Gökalp, kan bağının yerine millî kültürü koyarak organik toplumda bütünleşmeyi mümkün kılmaya, toplumsal değişmede anomiyi önlemenin yolunu göstermeye çalışmıştır.
Gökalpçi sosyal değişme evrimci karakter gösterir. Organik dayanışmanın bulunduğu toplumlarda değişme mil-letleşme yönündedir. Gökalp, toplumsal düzenleme ve kültürel iletişimin anomi-nin önlenmesinde etkin olduğunu vurgular ve çoğulcu nitelikli bir sosyoloji düşüncesi oluşturmaya çalışır.
5- Gökalpçi Düşüncenin Epistemolojisi. Bazı farklılıklara rağmen Gökalp, Durkheim'in takipçisi olarak içtimaî ve felsefî alandaki kendi fikirlerinin epistemoloji açısından karşılaştığı problemlerle de ilgilenmiştir416. Ona göre toplumsal bilinç, toplumsal temsil edilme ve mefkureler toplumun dinamizmini oluşturur. La Capra'nın işaret ettiği gibi Durkheim, dinin sosyolojik açıklamasında din sosyolojisini bilgi problemiyle irtibatlandırmış, toplumsal temsil ve bilinci tabiatı itibariyle dinî temele bağlamıştır417. Gökalp de masallara, dinî inançlara, ahlâk ve mefkureyi gerçekleştirecek kavramlara bazı nitelikler yükleyerek içtimaî temsilin yarı yarıya dinî karakter gösterdiğini belirtmek suretiyle Durkheim'in görüşüne katılır.
Gökalp bilgi probleminin pek çok yönüyle ilgilenmiştir. Problem, bütün olgular için aynı determinizm ve monistik İlkenin uygulaması İle çözülemezdi. Durkheim'in sosyoloji ile metafizik arasında ilişki kurmamasına ve epistemolojiyi metafizikle desteklemesine karşılık Gökalp toplumu bütünleştirmek amacıyla bilimsel bir titizlikle sosyal metafizik ve toplumsal felsefeye önem vermiş, diğer bilimlerle onların sadece toplumsal ilişkiler dolayısıyla önemli sebep ve sonuçlan bakımından ilgilenmiştir. Toplumsal olmayan bilgi ve varlığın da gözden kaçırılmaması gerekliydi. "Bugünkü Felsefe" adlı makalesinde artık bugünün felsefesinin bilimle uyumlu hale getirilebileceğini, çünkü mantığa dayalı olduğunu vurgulamıştır.418
Ziya Gökalp'in eksik noktalarından biri, herhangi bir konunun anlaşılmasına yarayacak ve onu aydınlatacak felsefi kavramların tartışılmasından ziyade mevcut şartlarla ilişkisi açısından sosyal bilimlere fazla önem vermesidir419. Fakat Gökalp, Türkler için zamanın henüz başlı başına felsefe ile ilgilenmeye elverişli olmadığı bir dönemde sınırlılığın ardındaki ütopyacı görüşlerin keş-fedicisi olmaktan ziyade, sosyolog olarak toplumun problemlerine çözüm üretmeye çalışmıştır.
Gökalp'in toplumsal analizleri yeterince ilmî derinlik ve objektiflik taşımaz. O zaman zaman kendine rehber edindiği ilkelerden uzaklaşmış, bazan sübjektif kalırken bazan da fikirlerini bir dogma gibi ortaya atmıştır420. Normatif yasalaştırmanın sürekliliğini ve çarpıtılmış normatif toplumsal temsil biçimini tartışmayan Gökalp, yabancılaşma ile geçerlilik arasındaki ilişkiyi belirleyerek Mara'ın sınıf hâkimiyetine dayalı bir grup çıkarını düşünen görüşünün aksine seçkinlerle halkın den-geleşme noktalarını göstermiştir.
Gökalpçi düşüncenin toplumculuğa inancı, inananların İslâm kardeşliği ve eşitlik geleneğine dayanır; onun inancı buradan hareketle kendisini toplumsal dayanışmacılığın yollarını bulmaya götürür. Bu sebeple tıpkı Amerikan sosyolojisi gibi Gökalpçi sosyoloji de içtimaî çatışmayı reddeder. Fakat günümüzde çatışma sosyolojisi toplumsal dinamizmin tesbitinde önemli ipuçları vermektedir.
Ziya Gökalp'in epistemolojiyi yorumu, kültürel tecrübenin ve onun anomi ile ilişkisinin yapısal açıklamasıdır. Epis-temolojik analizin konusu bu anlamda, aşağı yukarı örnekler ve kategorilerin değişik birleşimlerinin kelime ve eylemlerde belirtilen anlamlarının açığa çıkarılmasını gerektirmektedir. Bu açıdan epistemoloji kültür ve toplumla ilişki içindedir. Bu ise toplumsallaşma sürecinin epistemolojik incelenmesine de özel bir önem yüklemektedir.
Bibliyografya:
Ziya GÖkalp, Türkleşmek, İslâmlaşmak, Muasırlaşmak (İstanbul 1918; haz. İbrahim Kutluk), Ankara 1976; a.mlf., Türkçülüğün Esasları (Ankara 1139), İstanbul 1976; a.e: The Principles of Turkism (trc Robert Devereux), Leiden 1968, mütercimin önsözü, s. IX-XI; a.mlf., Makaleler II (haz. Süleyman Hayri Bolay), Ankara 1982; a.e. V (haz. Rıza Kardaş), Ankara 1981; W. F. Ogburn - M. F. Nimkof. Sociology, Boston 1940, s. 819-829; Osman Tolga. Ziya Gö-kalp ue İktisadi Fikirleri, İstanbul 1949; C. W. Mills. The Power Eiite, London 1956; F. M. Ke-esing, Culturat Anthropology, New York 1958, s. 454-455; Turkish Nationalism and Western Ciodization (trc. Niyazi Berkes), London 1959, s. 104-109 (Ziya Gökalp'in ba2i makalelerinin çevirisi ile birlikte inceleme); E. Durkhıeim, The Ru-/es ofSociotogicai Method (trc S. A. Solovay — |. H. Mueller), Mew York 1966, s. 111; a.mlf., Selec-ted Wrilings (haz. ve trc A Giddens), Cambrid-ge 1972, s. 146-147; Ziyaettin Fahri Fındıkoğ-İU. Sosyalistler XII, İstanbul 1966, s. 17; a.mlf., İçtimaiyat Dersleri, İstanbul 1976, tür.yer.; a.mlf., "Ziya Gökalp'ta Sosyalizm Telâkkisi", TK, 111/36 (1965), s. 929; S. N. Eisenstadt. Comparatiue Perspectiues on Social Change, Boston 1968, s. XI; Doğan Avcıoğlu, Dün-Bu-gün-Yarın-Türkiye'nin Düzeni, Ankara 1969, s. 175; P. A. Sorokin. Society, Culture and Per-sonality, New York 1969, s. 313; D. la Capra. Emile Durkheim, Sociologist and Philosopher. Ithaca 1972, s. 265, 272, 280; Terbiyenin Sosyal ue Kültürel Temelleri (haz. Rıza Kardaş), İstanbul 1973 (Ziya Gökalp'in makaleleriyle birlikte inceleme); Niyazi Berkes. Türkiye'de Çağdaşlaşma, Ankara 1973. tür.yer.; Suat Anar. The Social and Philosophical Foundations of Modern Turkish Education: The Impact of Ziya Gökalp's Teaching on Philosophy of Education (doktora tezi, 1976), üniversity of Maryland; Orhan Türkdoğan. Ziya Gökalp Sosyolojisinde Bazı Kavramların Değerlendirilmesi, İstanbul 1978; a.mlf, "Ziya GÖkalp'te Sosyal Değişme", Töre, IV, Ankara 1972, s. 16; U. Heyd. Ziya Gökalp: Türk Milliyetçiliğinin Temelleri (trc Cemil Meriçl, istanbul 1980; Erol Güngör. Türk Kültürü ve Milliyetçilik, İstanbul 1980, s. 54-86; a.mlf.. Dünden Bugünden: Tarih-Kültür-Milliyetçilik, İstanbul 1986, s. 103; Nihat Nirun, Sistematik Sosyoloji Açısından Ziya Gökalp, İstanbul 1981; Hikmet Yıldırım Celkan. Ziya Gökalp'in Eğitim Sosyolojisi, İstanbul 1989; Nureddin Şazi Kö-semihal. "Memleketimizde Tecrübî Sosyolojinin Doğuşu ve Gelişmesi", Sosyoloji Dergisi, sy, 6. İstanbul 1950. s. 123-124; Necati Ak-der, "Dil ve Kültür Şuuru", TK, IX/î03 (1971), s, 574-576; Rıza Kardaş, "Ziya Gökalp", İA, XIII, 583-614.
Dostları ilə paylaş: |