SUBAR DAĞI EFSANESİ
Oyun 2 Perde
Kişiler
Aksakal (60 yaşlarında)
Muhtar Balabey (50 yaşlarında)
Kerem (20 yaşlarında)
Kamber (20 yaşlarında)
Ferhat (20 yaşlarında)
Mecnun (20 yaşlarında)
Aslı (20 yaşlarında)
Arzu (20 yaşlarında)
Şirin (20 yaşlarında)
Leyla (20 yaşlarında)
Korucu Yusuf (30 yaşlarında)
Korucu Mirza (40 yaşlarında)
Dekor : Köy Meydanı
Aksesuar :Çoban Kepeneği, çamaşır leğeni, sopa
Kostüm : Köylü günlük kıyafetleri
SUBAR DAĞI EFSANESİ
(Birinci Perde)
AKSAKAL – (Perdenin önünde konuşur.) Bir varmış, bir yokmuş, evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, deve sağa sola tükürerek gezerken, pire beş kuruşa tıraş yaparken, güvercinler postacıyken, ben anamın beşiğini salıncak gibi sallarken, tüfek icat olup mertlik bozulmamışken, bir köyde Aslı, Arzu, Şirin ve Leyla adlı dört kız, Kerem, Kamber, Ferhat ve Mecnun adlı dört genç yaşıyormuş. Çok iyi anlaşan bu dört arkadaştan Kerem sığırları, Kamber koyunları, Ferhat danaları, Mecnun da kuzuları güden çobanlarmış. Hayvanları ayrı ayrı yerlerde güder, bir birleriyle ıslıkla anlaşıyorlarmış. (Fondan ıslık sesi duyulur.) Fiyu, fişt füüüüü demek “Yeter mi güttüğümüz, köye dönelim mi” demekmiş. (Fondan ıslık sesi duyulur.) Fiyu, fiyu, fiyuuuuu diye ıslıkla karşılık vermek de, “Hee iyi olur köye dönelim, hayvanlar çok otladı patlayacaklar neredeyse” demek anlamına gelirmiş. (Fondan ıslık sesi duyulur.) Fişt fişt fişt demek de “Heeey hayvanlar koruya girdi, korucu gelip ağzına edecek” demekmiş. Bu kara bahtlılar bir gün yine ıslıklaşırlarken, hayvanların koruya girdiğini fark edememişler, o sırada korucular Mirza ve Yusuf tüm hayvanları toplayıp köye götürmüşler. Muhtar Balabey bunları çoban tuttuğunda, hayvanların koruya girmeyeceğini, aksi halde yevmiyelerinden kesileceğini şart koştuğundan bunlar yevmiyeleri kesilecek diye kara kara düşünmeye başlamışlar. Sonrası mı, izleyelim görelim.
(Perde açılmaya başlar. Çobanlar duvarın dibine çömelmişler. Muhtar Balabey, korucular ve birkaç köylüyü de toplayarak bunların karşısına dikilir.)
MUHTAR BALABEY – (Kızgın bir halde) Kalkın bakayım ayağa. (Çobanlar çömeldikleri ağılın duvarının dibinde ayağa kalkarlar, başları öne eğik.) Yüzüme bakın, ben size demedim mi, hayvanlar koruya girmeyecek.
FERHAT – (Kısık bir sesle) Balabey amca, öyle bir uyku bastırmıştı ki, sızıp kalmışsız. MUHTAR BALABEY - Hepiniz birden mi sızdınız, içki mi içtiniz, sarhoş musunuz? Hayvanların mahvettiği ekinlerin bedelini ekin sahiplerine ödemek üzere yevmiyelerinizden keseceğim, tekrarında işinize son vereceğim, istediğiniz sendikaya başvurun. (Meydandan ayrılır. Köylüler de çobanlara söyleye söylene Muhtar Balabey’ in arkasından dağılırlar.)
FERHAT – En az iki danam gitti. Alacağın olsun senin Korucu Mirza, ne vardı sanki uyandırsaydın.
MECNUN – Benim de en az dört kuzu gitti.
KEREM – Bir düve ile kurtarsam iyi.
KAMBER - (Kızlar ellerinde çamaşır dolu sepetlerle sahnede görülür. Kamber’in gözü bu dört güzel kıza takılır. Hemen ıslık çalmaya başlar.) Fiyuuuu fiyuuuuuuu (Diğerleri Kamber’e dönerler, Kamber kaş göz işaretleriyle kızları gösterir. Birden hepsi ıslık çalmaya başlar. “fiyuuuu, fiyu da fiyu fiyu”) Islık faslı bittikten sonra Kamber diğerlerine sorar) Bu kızlar bu köyün kızı mı, yoksa misafir mi gelmişler?
FERHAT – Nerden bilelim. Biz garipler, sabah bir gün doğmadan çıkıyoruz dağa bayıra, gece karanlıkta geliyoruz. Ne bayramımız var, ne tatilimiz.
KEREM – (Kızların önüne geçer) Kızlar hele söyleyin adınız nedir, kimin kızısınız?
ASLI – (Gülümseyerek) Ben Aslı, bu Arzu, bu Şirin, bu da Leyla.
KEREM - Benim adım da Kerem, Bu Kamber, bu Ferhat, bu da Mecnun.
ARZU - Bizi oyalamayın çok çamaşır var yıkanacak, dereye gidiyoruz. Çekil önümüzden (sahneyi terk ederler. Çobanlar kızların arkasından biraz baktıktan sora “fiyuuuuu, fiyu de fiyu fiyu” diye diye ağılın duvarının dibine çömelirler.)
KEREM - Allah önce bu ıslığı icat edenden, sonra ıslığı çalandan, sonra koruya giren hayvanlardan, sonra korucu Mirza ile Yusuf’tan razı olsun. Onlar olmasaydı biz bu kızları nasıl görecektik. Diğerleri de başlarını sallayarak Kerem’i onaylıyorlar. Sonra aralarında konuşmaya başlıyorlar.)
FERHAT - Biz dört genç, onlar dört kız, hangisi hangimizin olacak? Ben Arzu’ya göz koydum.
KAMBER – Öyle olmaz, en iyisi kura çekelim.
FERHAT – Benimle Arzu’yu dâhil etmeyin, üçünüz kura çekin
KEREM – Ferhat mızıkçılık etme, en iyisi kura çekmek, kimin payına kim düşerse razı olur.
MECNUN –Peeh, sanki kurban hissesi mi bölüşüyorsunuz?
KAMBER – Ne yapalım, facebook da icat edilmedi ki, arkadaş ekleyelim, dürtelim, hangimizi hangisi kabul ederse razı olalım, kura çekmekten başka çaremiz mi var.
KEREM – Facebook nedir?
KAMBER _ Ne bileyim ya, ileride bir sosyal paylaşım sitesi kurulacak, rüyamda görmüştüm.
KEREM – Sosyal paylaşım sitesi, hımm, sos’unu insanlar, yal’ını da hayvanlar mı paylaşacak?
FERHAT – Ya bir konuşmayın getirin kura çekelim, ben heyecanlanıyorum.
MECNUN - (Mecnun dört tane çöp tutar elinde, üçü kısa biri uzun.) Uzun çöpü çeken Aslı’ya talip olacak. (Kerem ilk çekişte uzun çöpü bulur. Sonra üç çöp daha tutar Mecnun, ikisi kısa biri uzun.) Uzun çöpü çeken Arzu’ya talip olacak. (Uzun çöpü Kamber çeker, çok sevinir. Ferhat buna bozulur.) Uzun çöpü çeken Leyla’ya talip olacak. (Uzun çöpü Ferhat çeker) Ferhat, sen iri yarısın. Şirin bana bir numara büyük gelir. yıkasam da çekmez, gel değişelim”
FERHAT – (Gülerek) Daha iyi ya seneye de seversin. (Mecnun’un surat astığını görünce) Tamam ya, seni mi kıracağım.
(Çobanlar kızları paylaştırdıktan sonra kızların geldiğini görürler. Kızlar çobanların önünden gülerek ve yavaş yavaş geçerler.)
KEREM – (Arkadaşlarına döner ve kısık bir sesle) Gelin kızlara mani söyleyelim. (Diğerleri de kabul ediyor ve başlıyorlar koro halinde mani söylemeye.)
ÇOBANLAR - Mal goyun girif goruğa
Yeyif tüşüfler dırığa
Kök köke arık arığa
Yazılarsa ne ey olar
(Maniyi duyan kızlar durur ve çobanlara dönerek mani ile cevap verirler.)
KIZLAR - Şeleye vurduk paltarı
Deyin kimdi kimin yarı
Bir kişiye bir de garı
Yazılarsa ne ey olar
KEREM - Sen Aslı’san men de Kerem
Gelmezsen olaram verem
Anamı size gönderem
Mana gesen ne ey olar
ASLI - Men Aslı’yam sen de Kerem
Alarsan sana gelerem
Yohsa derdinnen ölerem
Meni alsan ne ey olar
KAMBER - Gözüm tüşüftü Arzu’ya
Gederem goyun guzuya
Gorhorom bu iş uzuya
Mana gelsen ne ey olar
ARZU - Men Arzu’yam sen de Kamber
Sen üzünü mana dönder
Ananı da bize gönder
Meni alsan ne ey olar
FERHAT - Sen Şirin’sen men de Ferhat
Sevif işledim gabahat
Ettirerem seni rahat
Mana gelsen ne ey olar
ŞİRİN - Sen Ferhat’san men de Şirin
Sevdin ya bin olsun birin
Gözümnen akıtma irin
Meni alsan ne ey olar
MECNUN - Sen Leyla’san men de Mecnun
Kirini ey yıka yunun
Sevdim neresi suç bunun
Mana gelsen ne ey olar
LEYLA - Sen Mecnun’san men de Leyla
İki kalbe her yer yayla
Çalarsan sen mana layla
Meni alsan ne ey olar
(Sahne karartılır. Işık Aksakal’ın üzerindedir.)
AKSAKAL - Çobanlar daha sonra kızları görmek için hayvanları sık sık koruya sokar, korucular gelip hayvanları alıp ağıla kapatırlar, Muhtar Balabey ceza olarak çobanların yevmiyesini keser. Çerçi geldiğin de çobanlar, sevdikleri kızlara, tarak alır, ayna alır, toka alır, hayvanların boynuzlarına takarak kızlara gönderirler. Kızlar da bazen damların üzerine çıkıp aynaları güneşe tutup çobanlarla haberleşirler. Aynanın yansımalarına “gece otluğun dibinde, evlerin arkasında, tenhalarda menhalarda buluşalım” şeklinde anlam yüklerler. Gece el ayak çekildikten sonra kızlar, keçe parçasına yağ sürüp havlamasın diye köpeklere verir, köpek keçeyi kemirmekle meşgul iken onlarda sevdikleriyle buluşup, konuşup, koklaşırlar. Bu buluşmalar sırasında âşıklar birbirlerine mani de dizerler. Bir gün yine köye gelen çerçiden aldıkları hediyeleri kendileri vermek ister ve gece olunca tenhada buluşurlar.
(Işık sahnenin bir köşesinde çömelmiş Kerem ile Aslı’nın üzerindedir.)
KEREM - Hoş geldin otun divine
Kerem Aslı’ynan sevine
Elini sok hele civime
Gör sana ne getimişem
ASLI - Oy Kerem yanık Kerem
Men senin için ölerem
Sen çağır gene gelerem
De hele ne getirifsen
KEREM - Oy Aslı gözel Aslı
Üreğim sensiz çok paslı
Gelmezsen olaram yaslı
Gör sana ne getimişem
ASLI - (Elini Kerem’in cebine sokar, bir bakar ki kâğıt mendil. Bir tanesini çıkarır burnunu siler.) Ayyy Kerem ne güzel, kendinden işlemeli, götürüp bundan dantel örneği yapayım çeyizimiz için. (Kerem sırıtarak sarılır Aslı’ya.)
(Işık sahnenin bir köşesinde çömelmiş Kamber ile Arzu’nun üzerindedir.)
KAMBER - Oy Arzu’m gözel Arzu’m
Gurvan sana goyun guzum
Sensen aşımdaki duzum
Seni ele severem ki
ARZU - Oy Kamber yahşı Kamber
Sen ol mana hep çember
Gurvan sana anam gülember
De göröm nece sevirsen
KAMBER - Sarsah kimi yeriyerem
Şaşırdıf un eliyerem
Arzu diye meliyerem
Seni ele severem ki
ARZU – (Kamber’i kucaklar, Kamber Arzu’ya gazete kağıdına sarılı bir paket verir, Arzu açar) Oyy sabun, hem de kokulu. Saçlarımı bununla yıkarım koklarsın sen de. (Işık sahnenin bir köşesinde çömelmiş Ferhat ile Şirin’in üzerindedir.)
FERHAT - Oy Şirin gözel Şirin
Gelbimdi hep senin yerin
İç çekerem derin derin
Seni bir gün görmüyende
ŞİRİN - Oy Ferhat yaraşığım
Al yeşil oyun aşığım
Sen yokken çok garışığım
Seni bir gün görmeyende
FERHAT - Çerçi yolu gözdüyörem
Yamaçdarı düzdüyörem
Ele de çok özdüyörem
Seni bir gün görmüyende
(Sırıtarak kucaklaşırlar. O sırada Ferhat cebinden bir paket çıkarır Şirin’e verir.)
ŞİRİN - Bu nedir Ferhat?
FERHAT – Buna kadın pedi diyorlarmış, bak oku üstüne ne yazıyor.
ŞİRİN – (Paketin sarılı olduğu gazeteyi yırtar, içinden çıkanı sessizce okuyor) Orkid, bununla ata binebilirsin, top oynayabilirsin, çok rahat edersin. (Ferhat’a döner) Benim modern sevgilim. Bez bağlamaktan kurtardın beni, yarın gidip kızlara hava atayım bununla. (Sırıtarak sarılıp koklaşmaya devam ederler.)
(Işık sahnenin bir köşesinde çömelmiş Mecnun ile Leyla’nın üzerindedir.)
MECNUN (Mecnun diğerleri gibi mani dizemiyor, o yüzden Âşık Sabri’den bir iki dörtlük söylüyor.)
Men bilirem seni mana vermezler
Hele behliyersen ay günü gara
Sen bilersen menüm derdim az döğül
Bir de ehliyersen ay günü gara
LEYLA - (Leyla da Âşık Sabri’den bir iki dörtlükle cevap verir. )
Sen de meni kimi sevda derdinnen
Her gün ağlıyırsan ay günü gara
Abu revan olmuş çeşmimin yaşı
Coşuf çağlıyırsan ay günü gara
MECNUN - O cavan vahtımnan seni görmüştüm
İncitmiştim hetirini gırmıştım
Sahla diye bir yediyar vermiştim
Hele sahlıyersen ay günü gara
LEYLA - Ne zaman ki sevdin sevaf elledin
Sanki beytullahı tavaf elledin
Yandırdın gönlümü kevaf elledin
Hele dağlıyırsan ay günü gara
MECNUN - Yandım sana âşık olannan sora
Arzum gıyamata galannan sora
Yazık bu mejnunun ölennen sora
Geler yohluyarsan ay günü gara
LEYLA - (Leyla’nın gözleri dolar, Mecnun’a kızarak) Hayır söyle Mecnun’um, ne o öyle ölümden falan söz etmek.
MECNUN - Tamam, tamam ( Kucaklaşırlar. Sahne kararır.)
SUBAR DAĞI EFSANESİ
(İkinci Perde)
(Sahne aydınlandığında kızlar elerlinde çamaşır dolu leğenle sahnede yürümektedir.)
AKSAKAL – (Elinde asası, tepeden tırnağa kefen gibi beyaz bir elbise, sakalları göbeğine kadar uzamış bu aksakallı yaşlı adam kızlara doğru bir iki adım atınca kızlar korkup çamaşır dövdükleri sopaları ellerine alıp kılıç gibi tutarak, savunma pozisyonuna geçerler.). Korkmayın kızlar, benden korkmayın, ben ermişim, günlerdir sizi gözlüyorum, o çobanlarla kırıştırıyorsunuz ama onlardan size hayır gelmez, sizi uyarmak için geldim. Bu benim ermişlik görevimdir. Siz asıl onlardan korkun, başınıza gelmedik bela bırakmayacaklar. (Kızlar adama kızgın bir şekilde bakarlar.)
ASLI - Yürü git be moruk, senin gibi ermiş mi olur, ermiş dediğin sevenleri kavuşturur. AKSAKAL - Ben sizin bildiğiniz ermişlerden değilim, ezberlerinizi bozacağım. (Kızlar ellerindeki sopalarla adamı kovalamak için üstüne yürürler, aksakal geri geri giderek duvara yaslanır ve üzerine sopayla gelen kızlara asasını sallamaya başlar. O sırada Fiyu fiyu şeklinde ıslık sesleri ile birlikte çobanlar sahneye gelir. Hiçbir şey sorup soruşturmadan sırtını duvara yaslamış olan aksakala ellerindeki kamçılarla vurmaya başlarlar.) Durun yapmayın. (Çobanlar vurmaya devam ederler. Aksakal ayaklarının dibine yığılıp kalır.)
KAMBER - (Kızlara) Bu moruk size bir şey yaptı mı?
ARZU – (Sırıtarak) Bir şey yapacak hali mi var ki. (Hep birlikte gülüşürler.) Ama bu çobanlardan size yar olmaz, hem sizin hem de kendi başlarını yakacaklar, o yüzden bu sevdadan vazgeçin dedi. (Çobanlar, hoşlarına gitmeyen bu sözleri söyledi diye daha bir hiddetlenip tekrar üstüne yürürler, aksakal yerinden asasına tutunarak doğrulmuş ve uzaklaşmaya başlamıştır. Bu kez çobanlar aksakalın arkasından alaycı bir şekilde maniler dizmeye başlıyorlar.)
ÇOBANLAR - İncisende sözün düzünü diyejih
Ecaip heyvannara benziyirsen
KEREM - Ağzını da afiyete açıf gelifsen
Gözderin gene portdatıf gelifsen
Sanki cehennemden gaçıf gelifsen
Cinnere gokgannara benziyirsen
Ecayip heyvannara benziyersen
KAMBER - Ay kişi ezilif, bükülörsen
Yarpah kimi dallardan tökülörsen
Çürüh ipsen hemen de sökülörsen
Lestihsiz tumanlara benziyersen
Ecayip heyvannara benziyersen
FERHAT - Sakgal goyuf iş görörem sanersen
Sevennerin arasına girersen
İndi bele sürüne sürüne gedersen
Gara soğulcannara benziyersen
Ecayip heyvannara benziyersen
MECNUN - Senin başın bedende işgencedi
Gırahdan bahanlara eylencedi
Boynun böyük bedeninse incedi
Nahışdı fincannara benziyersen
Ecayip heyvannara benziyersen
AKSAKAL – (Çobanların hem dövmelerine hem de böyle alay etmelerine çok sinirlenir.) Siz görürsünüz, siz görürsünüz. (Diye diye söylenerek uzaklaşır. Kızlar da aynen çobanlar gibi maniler dizerek eğlenmeye devam ederler.)
ASLI - Ne varsa üstüme mırıllıyersen
Sanki pas tutufsan cırıllıyersen
Sesin de çıhmer ki hırıllıyersen
Ceyn gezen tarzannara benziyersen
Ecayip heyvannara benziyersen
ARZU - Samanlıhta senin olmor ki tayın
Gedif de bir halın galıf vayvayın
Aşşağıya doğru süzülüf suyun
Siydiyhli yorğannara benziyersen
Ecayip heyvannara benziyirsen
ŞİRİN - Ferhat vurdu gollarını garartdı
Kerem vurdu üreyini daraltdı
Gember vurdu gözderini morartdı
Solmuş patlıcannara benziyirsen
Ecayip heyvannara benziyirsen
LEYLA - Özüne yol elledin ovayı dağı
Nasıl da gaçersen yedin dayağı
Ay kişi unuttun burda papağı
Gapahsız gazannara benziyersen
Ecayip heyvannara benziyersen
AKSAKAL – (Aksakal bu manileri duydukça daha da sinirlenir, sanki enerji içeceği içmiş gibi bir hışımla geri dönerek âşıkların yanına gelir.) Sizi hiç gülmeyesiniz, bahtınız hep kara olsun. (diye beddua ederek asasıyla çobanlara bunlara vurmaya başlar. Sopayı yiyen çobanlar arkalarına bile bakmadan kaçarlar. Aksakal kızlara döner.) Haram olsun babanızın size yedirdiği ekmek, haydi ermiş olduğuma inanmadınız, yaşlılara böyle mi davranılır? Bakın sopayı yiyince sizi nasıl bırakıp kaçtılar. Ben size boşuna mı dedim bunlardan size hayır gelmez. Neyse artık kendiniz ettiniz kendiniz bulacaksınız. Ben de sizi birbirinize yar edersem bana da ermiş demesinler, ermemiş desinler, ne derlerse desinler. Siz şimdi görürsünüz. (Bağırarak) Muhtaaaaaar, Balabeeeeey, gel hele gel.
LEYLA – Kurbanın olayım yapma ermişim, çağırma babamı, öldürür beni.
AKSAKAL – Artık bana değil, babana yalvar. (Muhtar Aksakal’ın yanına gelir.)
MUHTAR BALABEY – Ne var amca, niye çağırdın beni, kimsin sen?
AKSAKAL – Benim kim olduğumu boşver sen. Bu kızlar var ya, bu kızlar, dereye çamaşır yıkama ayağına yatıp çobanlarla kırıştırıyorlar.
MUHTAR BALABEY – Neeeeeee, vay şırfıntılar (Kızgın bir halde kızı Leyla’nın üzerine yürür, kızların hepsi çamaşır leğenlerini bırakıp kaçar. Muhtar Balabey Aksakal’a döner) Ne yapalım dede, de hele?
AKSAKAL - Kızları artık dereye göndermeyin. Ama bu çobanları da kızlardan el çekmesi için iyi bir pataklamak gerek. Siz kızların elbiselerini giyip dereye gidiyormuş gibi yapın, onlar sizi görünce mutlaka yanınıza gelecekler, o zaman bir güzel döversiniz.
MUHTAR BALABEY – Bak bu iyi fikir. (Kızların çamaşır leğenlerini karıştırır ve entari hırka bulurlar.) Hadi Mirza, Yusuf, şunları giyin. Üç kişiyiz dede, bunu da sen giy dört olalım. (Aksakal’ a da bir hırka ve etek verir ve hep birlikte duvar dibinde giyinirler.)
YUSUF – Muhtar amca kadınlık sana hiç yakışmıyor ama Mirza abi süper olmuş (Gülüşürler)
MİRZA – Saçma saçma konuşma. (Yusuf ve diğeri de kıyafeti giyer. Kızların leğenlerini de kollarının altına alıp sahnede tur atmaya başlarlar. Çobanlar kızların adını söyleyerek ağır çekimle sahneye gelirler. Gelir gelmez kızların elbiselerini giyen aksakal, muhtar ve korucuların hışmına uğrarlar.)
MUHTAR BALABEY – (Bir yandan rastgele vurur bir yandan konuşur.) Demek Leyla ha, al sana Leyla, al sana Arzu, al sana Şirin, al sana Aslı. Vurun ulan bu şerefsizlere. Daha hızlı vurun. Bir daha kızların adlarını bile ağızlarına almayacaklarına tövbe edinceye kadar vurun. (Mirza, Yusuf ve Aksakal çobanlara vurmaktadır. Çobanlar ah, of, yandım anam çığlıkları atarlar.) Bir daha yaklaşacak mısınız ulan kızlara?
ÇOBANLAR – Tövbe Muhtar amca, tövbe.
MUHTAR BALABEY – Defolun gidin şimdi. (Koruculara döner) Sizin de gözünüz kulağınız açık olsun. Bu serseriler bir densizlik etmesin. (Birlikte sahneyi terk ederler. Çobanlar yığılıp kalmıştır oldukları yerde. Aksakal üstündeki kız elbiselerini çıkarıp bunlara yaklaşır.)
AKSAKAL - Hele bunlar sizin iyi günlerinizdir, daha göreceksiniz başınıza neler getireceğim. (der ve asasıyla hepsine birer tane vurur. Sahne karartılır.)
(Sahne aydınlandığında Aksakal kendi kendine konuşmaktadır.)
AKSAKAL – Böyle iyi olmadı ya, canım sıkılmaya başladı. Muhtar Balabey kızların dışarı çıkmalarını yasakladı. Çobanların gözü derede kaldı. Ne görüşebiliyorlar ne de haberleşebiliyorlar. Bunlara bir iyilik yapayım ben. Böylece can sıkıntısından da kurtulurum belki. (Islık çalar, çobanlar sahneye gelir.) Kızlar kara sevda hastalığına yakalanır, günden güne eriyorlar, siz de sürülerin peşinde sersem sersem dolanıyorsunuz. Sevda böyle bir şey işte. KAMBER - Hayvanlar koruya girmiş, kurt kapmış, umurumuzda olmadı hiç. Her defasında koruculardan dayak yedik, ama canımız hiç acımadı.
FERHAT - Hangi ağrı kalp ağrısından daha beterdir ki?
AKSAKAL – Tamam duygu sömürüsü yapmayın. Mektup yazın, kızlara götüreyim, biraz da size postacılık yapayım.
KEREM – Doğru mu söylüyorsun dedem can? Gerçekten yapacak mısın postacılığı, yoksa kafa mı buluyorsun bizimle?
AKSAKAL – Ermişin ağzınnan laf bir kere çıkar.
MECNUN – Biz seni yanlış tanıdık. İncittik. Hepimiz adına özür diliyorum senden can dedem. Bizi affet.
AKSAKAL – Tamam, hadi yazmaya başlayın, fikrimi değiştirmeden.(Aksakal küçük bir not defteri çıkarıp çabanlara birer sayfa koparıp kalemle birlikte verir.) Bakın tedarikli gelmişim sırf sizin için. (Çobanlar kağıtlara yazmaya başlar.) Hadi çabuk olun destan yazmayın. (Çobanlar kağıtları katlayıp Aksakal’a verirler. Aksakal sahneyi terk eder.)
KAMBER – Ne yazdınız, hele söylesenize?
KEREM – Sen başla o zaman.
KAMBER - Çiçekler ekmişem dost bahçasına
Tiken mana galsın gül senin olsun
Şirinnik doldurdum his bohçasına
Arı mana galsın bal senin olsun
Ağ göyerçin seni gönlüme aldım
Genedine renk renk umut bağladım
Sonunda uçurtdum yad ele saldım
Hesret mana galsın yol senin olsun
FERHAT - Umut yollarında sen ol yeriyen
Mutluluk dalıncak meni sürüyen
Güneşte sararıf suda çürüyen
Yarpak mana galsın dal senin olsun
KEREM - Başına yapem men yıldızdardan taç
Yeter ki gelbini birce mana aç
Üzüme dolansın o gapgara saç
Zülüf mana galsın tel senin olsun
MECNUN - Gülüşün yayılsın hep gülsün üzün
Mutluluknan mest ol yok olsun hüzün
Üreğime tüşer senin her sözün
Ağız mana galsın dil senin olsun
AKSAKAL – (Elinde dört ayrı kağıt ile sahnede görünür.) Postacı geldiiii. Hadi gene iyisiniz. Alın mektuplarınızı. Sararıp samana, incelip ipliğe dönen kızların, mektupları aldıklarında yüzleri çiçek açtı. Çünkü kızların iyileşmesi onları çok sevindirir. Baba yüreği işte. O ki kızlar çobanları, çobanlar da kızları böylesine seviyor, gelip istesinler, çocukları evlendirelim dedi Muhtar. (Çobanlar mektup okumaya dalmışlar, Aksakal’ı duymazlar.) Heeeey size diyorum. Neyse okuyun mektuplarınızı.
KAMBER – Bakın Arzu’m ne yazmış.
Geyfeler içilif fallar bakılıf
Gözel üreğine aklım takılıf
Sevgiliye gider ucu yakılıf
Name mana galsın pul senin olsun
FERHAT – Şirin’im canım benim, döktürmüş.
Aşkın tuşu bile yahşıymış meğer
Sevgiliye yaşlar tökmeye değer
Sarılarsan bir gün sıkıca eğer
Beden mana galsın gol senin olsun
KEREM – Aslı onlardan geri mi kalır, şu sözlere bakın hele
Mutluluğu mana sensin sağlıyan
Menem daldeylerde sensiz ağlıyan
Gaynağından akıf sana çağlıyan
Dere mana galsın göl senin olsun
MECNUN – Leyla’m da az değilmiş ha.
Gözlerin ruhuma ışıklar saçsın
Bulutlar değmesin gönlün gül açsın
Sen çöl ortasına gelen baharsın
Ataş mana kalsın yel senin olsun
AKSAKAL – Hey gençler, size diyorum, Muhtar diyorum, çocukları evlendirelim diyor, ama duymuyorsunuz ki asıl haberi.
FERHAT – Ermiş dede, can dede, gidelim kızları bize sen iste. (Aksakal düşünür.)
KAMBER – Hadi kabul et can dede, elini ayağını öpeyim. (Eteğini öpmeye çalışır.)
MECNUN – Artık bizi de affettiğini göster can dede.
KEREM – En büyük dede, bizim dede, en büyük dede, bizim dede (Çobanlar Aksakal’ı omuzlarına alır.)
AKSAKAL – Tamam, tamam, indirin, atıp tuttukça içim dışıma çıktı, indirin yere. Gidip isteyeyim kızları size. (Mani söylemeye başlarlar.)
Pitmer ki dünyada yaşam telaşı
Her yere yetişmek elliyer şaşı
Damcı damcı iner sevinç gözyaşı
Yağış mana galsın sel senin olsun
KAMBER - Gulak versen indi menim sözüne
Herkes bir tek ister neyler düzine
Bilirik ki sevgi böyük hazine
Dünya mana kalsın mal senin olsun
FERHAT - Başında beklerem yar yukularda
Hayalim buluşmak o kuytularda
Bir gün galır isek azgın sularda
Kürek mana kalsın sal senin olsun
KEREM - İsterem aşımı sennen bölem men
Sensizlik yerine bırak ölem men
Aşkın garşısında garip kölen men
Ağa mana kalsın gul senin olsun
MECNUN - Güneş bezen gara bezen turuncu
Garannık gecede gezer soyguncu
Hayat bir senaryo bizler oyuncu
Dram mana galsın rol senin olsun
(Islık çala çala sahneyi terk ederler. Sahne kararır. Sahne aydınlatıldığında, birkaç sandalye konulmuştur. Muhtar Balabey, Korucular ve birkaç kişi oturmaktadır.)
MUHTAR BALABEY – (Oturduğu yerden ayağa kalkar kendisine yaklaşan Aksakal’a) Hoş geldin dede can. (Çobanlara da hoş geldin der, sandalye gösterir.) Sen böyle buyur dede can (Aksakal’ı baş köşeye oturtur, kendisi de yanına oturur. Herkes bir birine hoş geldin dedikten sonra Aksakal konuşmaya başlar.)
AKSAKAL – Sayın Muhtar, değerli azalar, çok sevgili kız babaları ve muhterem köy halkı. Sözlerime başlamadan evvel hepinizi en kalbi duygularımla ve muhabbetlerimle selamlıyorum. Sebebi ziyaretimize gelince, çoban oğullarımız kızlarınızı sevmiş, kızlar da oğullarımıza karşı boş değiller. Biz de Allahın emri peygamberin kavli ile Aslı’yı Kerem’e, Arzu’yu Kamber’e, Leyla’yı Mecnun’a, Şirin’i Ferhat’a istiyoruz.
MUHTAR BALABEY – O ki kızlar oğlanları, oğlanlar da kızları seviyor, ben de tüm kız babalarının bana verdiği vekalete dayanarak..(Muhtar Balabey sözünü bitirmeden, Aksakal Muhtar’in kulağına fısıldamaya başlar.)
AKSAKAL - Bu kızları oğlanlara vereceksin ama, hele bir düşün, bu oğlanlar kızları gerçekten seviyorlar mı? Yarı yolda bırakmayacakları ne malum? Bir koyunu bile güdemiyorlar. Her gün koruculardan dayak yiyorlar. Kızları vermeden önce bir şart koş. Subar Dağından köye su getirebilirlerse ver kızları. Böyle bir şartın yerine getirilmesi oğlanların kendilerine güvenlerini de sağlar ve köy de susuzluktan kurtulur üstelik.
MUHTAR BALABEY – (Aksakal’ın duyacağı şekilde kulağına fısıldar.) Vallahi doğru söylüyorsun. Köyün içinde su olmadığından, köylü suyu köyün yanından akan dereden alıyor. Ben de seçim zamanı köye su getireceğim diye vaatde bulunmuştum. Böylece hem köy suya kavuşur, hem de ben vaadimi yerine getirmiş olurum. Hay aklınla bin yaşa. (Sonra herkesin duyacağı şekilde Aksakal’a söyler.) O ki kızlar oğlanları, oğlanlar da kızları seviyor, bizlere de hayırlı olsun demek düşer. Ancak bir şartımız var. (Çobanlar hiç hesapta olmayan bu şartı merak etmeye başlar. Birbirlerinin yüzüne bakar.)
AKSAKAL - Hayırdır muhtar, altın zincir gümüş kemer dikiş nakış makinesi mi, başlık falan mı isteyeceksin, bu şart da nerden çıktı? (Çaktırmadan Muhtara göz kırpar.)
MUHTAR BALABEY - Eee kız almak kolay mı, bedava mı vereceğiz? Şartım şudur, oğlanlar Subar Dağından köye su getirirlerse kızları alacaklar. Biz de çobanların kızları gerçekten sevip sevmediğini anlayacağız.
AKSAKAL - Muhtar sen deli misin, Subar Dağından da su gelir mi? Sen desene biz kızları vermiyoruz. Subar Dağı öyle bir dağ ki, yüksekliği ben diyeyim yüz metre, siz deyin bin metre, ben diyeyim üç bin metre, siz deyin beş bin metre, ben diyeyim sekiz bin metre, siz deyin, neyse siz demeyin uzatmayalım, dağ çok yüksek bir dağ. Dağın içinde sanki bir ateş var ve hiç sönmüyor. Yel estiğinde sanki dağ küllerini köye üflüyor. Biliyorum köyde kullandığınız, suyu aldığınız derenin kaynağı da Subar Dağında. Su hep sıcak akar. Soğutulmadan içilmez. Ama sen oğlanları resmen ölüme yolluyorsun. Gidip de dönen oldu mu hiç Subar Dağından?
MUHTAR BALABEY - Subar Dağının sadece bir yerinde soğuk su var, ama o da dereye karışıyor.
AKSAKAL - Subar Dağındaki soğuk suyun kaynağına da hiç kimse ulaşamamış, dağın yarısına geldiklerinde yanarak ölüyorlarmış. Yapma Muhtar, vazgeç bu şartından.
MUHTAR BALABEY - İşinize gelirse, aha Subar Dağı, aha kızlar. Getirsinler suyu, alsınlar kızları. (der ve kalkar, beraberindekilerle sahneyi terk eder. Subar Dağından su getirme şartından dolayı keyfi kaçan çobanlar bir birlerine mal mal bakarlar.)
AKSAKAL – (Aksakallı yaşlı adam yanlarına gelip pis pis sırıtarak) Bunlar iyi günlerinizdir, daha başınıza neler getireceğim siz görürsünüz demiştim değil mi size? (diyerek mani dizer ve çobanlar da karşılık verir.)
AKSAKAL - Siz mana moruk dediniz
O zaman pohu yediniz
İndi eyeğime geldiniz
Sizi yığvalı garalar
Biriniz heyvan dediniz
Biriniz Tarzan dediniz
Biriniz yorgan dediniz
Sizi yığvalı garalar
KEREM - Hardan bilek erifsen sen
Dağdan gülü derifsen sen
Çulu burya serifsen sen
Biz ettik sen etme dede
KAMBER - Baktık yanıldık halına
Düştük hamımız dalına
Gurvan olom sakgalına
Biz ettik sen etme dede
FERHAT - Meyva doluşsun bağına
Tüştük senin duzağına
Yollama Subar dağına
Biz ettik sen etme dede
MECNUN - Biz cahalık sen affeyle
Kini nefreti defelle
Nökerin olak kefele
Biz ettik sen etme dede
AKSAKAL - Görünüşe aldanız
Meni mütürüf sandınız
Affetmem artık yandınız
Sizi yığvalı garalar
(Mani bittiğinde kötü adamlar gibi kötü kahkahalar atarak sahneyi terk eder. Çobanlar arkalarından bakakalırlar.)
MECNUN – Bu kenarımın ermişinin dine imana geleceği yok. Nuh diyor bir kere peygamber demiyor. Ben gidiyorum Subar Dağından su getireceğim. Leyla’sız kalıp öleceğime suya gider ölürüm daha iyi. Hiç olmazsa aşk yolunda öldü derler, ileride efsane olurum.
KAMBER - Mecnun gitme. Yapma, etme. Subar Dağının yarısından sonrası çöldür, küldür. Kendini ateşe atma. Bekleyelim hele. Belki ya bu moruk ya da muhtar dine imana gelir.
MECNUN – Hakkınızı helal edin. Leyla’ma da gelip onu alacağımı söyleyin. (Sahneyi terk eder.)
FERHAT – Mecnun, gitmeee, (Mecnun gittikten sonra Leyla sahnede görünür.)
LEYLA – Mecnun nerde?
KEREM – Seni alabilmek için Subar Dağına su getirmeye gitti.
LEYLA – Mecnun nun nun nun, Meec nun nun nun (Ağır çekimle sahnenin diğer ucuna çobanlara doğru koşar. Leyla’nın elbisesinin altında balon vardır. Koşarken seyirciye göstermeden balonu şişirir. Sahnenin diğer tarafından da Muhtar Balabey koşarak sahneye girer.
MUHTAR BALABEY – (Sahnenin ortasında durur.) Leylaaaa, kızım, nereye gidiyorsun, dur, gitmeeee..(Aksakal sahnede görünür. Muhtarın yanına gelir.)
AKSAKAL - Mecnun Leyla’nın gazozuna hap koyup, uyutup gebe bıraktı. Namusunu temizlemen gerek. Eğer duyulursa rezil olursun valla.
MUHTAR BALABEY – (Leyla’nın karnını şiş görünce) Demek daha evlenmeden bir de aganigi yaptın he kaltak. Sen adlı kızım yok benim artık. (Yerden bir taş alır Leyla’ya fırlatır. Leyla yere yığılır.)
LEYLA – O ki Mecnun’um gitti. Ben onsuz ha yaşamışım ha yaşamamışım. Baba biraz büyük taş at tez öleyim. (Muhtar bir taş daha atar ve Leyla hayata gözlerini yumar. Muhtar Balabey sahneyi terk eder. Aksakal saklanır. Çobanlar bir süre Leyla’nın başında bekler. Ferhat ile Kamber biri Leylanın ellerinden biri ayaklarından tutarak, sahneyi terk ederler.)
KEREM - Bizim de sonumuz böyle mi olacak? (O sırada Aksakal Kerem’in yanına gelir.)
AKSAKAL - Üzüldüm şimdi bak. Yeter size verdiğim ders. Artık mutlu olmanız için çaba göstereceğim. Affediyorum hepinizi. Git kızı kaçır, yoksa sizin de sonunuz Mecnun ve Leyla gibi olacak.
KEREM - Nasıl kaçırayım?
AKSAKAL - Bu gece herkes ölü evinde olacak, ben Aslı’ya söylerim, o fırsattan yararlanıp dışarı çıkar, sen de alır gidersin. Gece uzak bir yere gitmeyin. Korucu Mirza’nın ot yığınına saklanın, onlar sizi başka yerlerde, komşu köylerde falan arayacaklar nasıl olsa. Böylece sen de o arada Leyla’yı…(Mecnun’un koluna hafifçe dokunarak) Seni hınzır seni, hoşuna gitti değil mi KEREM – Tamam, aklıma yattı. Allah senden razı olsun. Ben gideyim hazırlık yapayım. (Sahneyi terk eder.)
AKSAKAL – (Bir süre Kerem’in ardından bakar.) Seni yandırıp kül etmesem ben de ermiş değilim. (O sırada Kamber sahneye gelir. Üzgündür.) Üzülme Kamber, sana yardım edeceğim, Arzu’yu kaçır. Çek git buralardan. Yoksa sonunuz Mecnun ve Leyla gibi olacak.
KAMBER – (Heyecanlanır, hem sevinir hem şaşırır.) Nasıl kaçırayım, dedem, ermişim?
AKSAKAL - Bak Ramiz’in dükkânı daha kapanmamış, git bir şişe ispirto al, korucu Mirzanın ot yığınına serp. Ama sen yakma, senden bilmesinler. Bir iki çocuk bul onlara sigara ver gitsin ot yığınının dibinde içsinler, o sırada ot yığınında yangın çıkar. Millet yangını söndürmekle meşgul olunca sizi unuturlar, sen de Arzu’yu alır kaçarsın. Subar Dağına doğru kaçın ki, oraya bakmayı kimse akıl edemez. Ama siz de dağa fazla çıkmayın, küle dönmeyin. El ayak çekildikten sonra başka yere gidersiniz.
KAMBER – Harika bir plan bu dedem, can dedem (Ellerine sarılır öper. Hoplayıp zıplayarak sahneyi terk eder. Sahne kararır ve aydınlanır.)
KORUCU YUSUF – (Cenaze evine doğru koşar ve bağırır.) Mirza abi, Mirza abi, senin ot yığının yanıyooooooor. (Kalabalık bir grup sahnede görülür. Kiminin elinde kürek, kiminin kazma, kiminin elinde kova vardır. Yangını söndürme çabası içindedirler.)
KORUCU MİRZA – Eyvaaaaah, su getirin itfaiye çağırın, orman kurtarmaya, jandarmaya haber salın, yardıma gelsinler. Rızkım yanıyor, (O sırada Kamber Arzu’yu alıp sahnenin diğer tarafından sahneyi terk eder. Aksakal ise Mirza’nın yanına yaklaşır.)
AKSAKAL - Otunu Kamber yaktı, Arzu’yu da alıp Subar Dağına doğru gitti. İnanmıyorsan Ramiz’e sor, ispirtoyu ondan aldı.
KORUCU MİRZA – Yaktın beni Kambeeeeer, geberteceğim seni. (Bağıra çağıra omzunda tüfeğiyle Kamber ile Arzu’nun peşine düşmek üzere sahneyi terk eder. Kısa bir süre sonra birkaç el silah sesi duyulur. Herkes silah sesinin geldiği tarafa yönelir. Korucu Mirza, bir eliyle Kamber’i, bir eliyle Arzu’yu tutmuş halde sahneye döner. Kamber ile Arzu’nun yüzleri kan içerisindedir. Sahneye girdikleri anda sendeleyerek yere yığılırlar.) Otumu Kamber yakmış, otumu Kamber yakmış.
KORUCU YUSUF – (Sahnenin arkasından çığlık çığlığa bağırır.) Yanmış bunlar, yanmış, yanmış. (Kucağında önce Aslı’yı sonra Kerem’i getirip Arzu ile Kamber’in yanına uzatır.) Fonda çığlıklar ağıtlar yükselir.)
AKSAKAL – (Bu gördüğü manzaraya kendisi de çok üzülüyor.) Kötülüğü de abarttım sanırım. Çok ah aldım. Günah işledim. Neyse şimdi telafi ederim. (Ferhat’ı yanına çağırır.) Ferhat, Ferhat gel buraya. (Ferhat üzgün bir halde yaklaşır.) Ferhat, Subar Dağından su getirmek her babayiğidin harcı değil. Ama ben sana yardım edeceğim. Şehre git, belediyeden kepçe getir, Subar Dağından suyu getir, Şirin’i al.”
FERHAT – (Anlamsızca bakar ve sorar.) Belediye nedir, kepçe nedir?
AKSAKAL – (Ferhat’in kolundan tutar) Gel gidelim, bu işi halledelim. (Sahneyi terk ederler. Sahne karartılır.)
AKSAKAL – (Sesi fondan duyulur.) Sayın Başkan, Ferhat’in senden bir isteği var.
BAŞKAN – (Ses fondan duyulur.) Buyursun can dedem, bizler istekleri yerine getirmek için burada değil miyiz.
FERHAT – (Sesi fondan duyulur.) Subar Dağından su getireceğim, ama bir adamın becereceği iş değil, kepçe verin o suyu getireyim. Otlarımız yandı, Kerem yandı kül oldu, Mecnun çöllerde kayboldu, o dağ kaç can aldı bir bilsen. Artık can vermeyelim.
BAŞKAN – Su Müdürü, tez ne kadar kepçe varsa verin Ferhat’a. Subar Dağından kanal açıp getirsin suyu. Bu çılgın bir proje komşu köylere de örnek olur.
FERHAT – Sağol başkanım. Huzurunuzda yemin ediyorum, suyu getirmeden köye dönmeyeceğim.
AKSAKAL – (Sesi fondan duyulur.) Allah yardımcın olsun.
FERHAT – (Sahne aydınlandığında, sakalları uzamış bir halde sahnenin bir köşesinde sandalyede oturmaktadır. Kucağında bir bebek vardır. Işık Ferhat’ın üzerine getirilir. Ferhat maniyi söylemeye başlar. Aksakal yavaş yavaş Ferhat’a doğru yaklaşır.)
Aslı bir örtüye büründü getdi
Sevdi heç gülmedi süründü getti
Bir düş kimi geldi göründü getdi
Kerem’nen ayıran sizi gahrolun
Leyla’nın garaydı gözleri gaşı
Bağrıma endirdi bir gara taşı
Dinmez heç kimsenin gözünün yaşı
Mejnun’nan ayıran sizi gahrolun
Arzu gençliğine yeni başladı
Eşgi için mutluluğu düşledi
İçten sevdi diye suç mu işledi
Gember’den ayıran sizi gahrolun
Şirin’in belini her sarışımda
Nolar hep gül diye yalvarışımda
İndi mennen uzak duror garşımda
Ferhat’dan ayıran sizi gahrolun
AKSAKAL – Ne oldu Ferhat sana böyle? Yemeden içmeden kesilmişsin, maniler söyleyip duruyorsun? Kafayı mı yedin?
FERHAT – Ben kafayı yemeyeyim de kim yesin can dedem. Kanalı açıp suyu köye getirmem iki seneyi buldu. Ama gel görün ki, Muhtar Balabey Şirin’i köyün korucusu Yusuf’a vermiş. Beni de baş azanın kızı Züleyha ile evlendirdiler. Aşk yolunda ölen arkadaşlarımızın mezarlarını ziyaret ederken görürdüm Şirin’i. Onun da yüzü hiç gülmüyordu. Ancak ne Ferhat’ın ne de Şirin’in yüzü hiç gülmüyor. Epeydir mezarlığa da gelmiyordu Şirin. Gebeymiş meğer. Duydum bir oğlu olmuş. Benim bir kızım oldu.
AKSAKAL – Yapma ya, üzüldüm bak şimdi. O kadar da uğraştık. Ama kaderin de önüne geçilemiyor işte.
FERHAT - Acaba Şirin oğluna ne isim koyacak? Ben kızıma ne isim koyayım? Her birimizin üç arkadaşı vardı. Hangisini koysak diğerlerinin hatırasına ayıp etmiş olacağız. Acaba üç isim koyma geleneğini mi başlatsak? (Şirin kucağında bir bebekle sahneye gelir. Aksakal son kez. önce Şirin’in kulağına, sonra koşarak diğer taraftaki Ferhat’ın kulağına bir şeyler fısıldar)
ŞİRİN – (Işık Şirin’in üzerinde olur. Şirin bebeğe bakarak) Oğlum, bebeğim, senin adın Tahir, senin adın Tahir, senin adın Tahir.
FERHAT – (Işık Ferhat’in üzerine getirilir.) Kızım, meleğim, senin adın Zühre, senin adın Zühre, senin adın Zühre. (Oyuncular Tahir ile Zühre şiirinden birer dize söyleyerek selama çıkarlar.)
AKSAKAL - Tahir olmak da ayıp değil, Zühre olmak da,
FERHAT - Hatta sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.
ŞİRİN - Bütün iş Tahir'le Zühre olabilmekte, Yani yürekte..
KORUCU MİRZA - Meselâ bir barikatta dövüşerek,
KORUCU YUSUF - Meselâ kuzey kutbunu keşfe giderken,
MUHTAR BALABEY - Meselâ denerken damarlarında bir serumu, Ölmek ayıp olur mu?
MECNUN - Tahir olmak da ayıp değil, Zühre olmak da,
LEYLA - Hatta sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.
KEREM - Seversin dünyayı doludizgin,
ASLI - Ama o bunun farkında değildir.
MUHTAR BALABEY - Ayrılmak istemezsin dünyadan
KORUCU MİRZA - Ama o senden ayrılacak.
KORUCU YUSUF - Yani sen elmayı seviyorsun diye
ARZU - Elmanın da seni sevmesi şart mı?
KAMBER - Yani Tahir Zühre sevmeseydi artık, Yahut hiç sevmeseydi,
AKSAKAL - Tahir ne kaybederdi Tahirliğinden?
HEP BİRLİKTE - Tahir olmak da ayıp değil, Zühre olmak da,
Hatta sevda yüzünden ölmek de ayıp değil...
S O N
Dostları ilə paylaş: |