Rahman ve Rahim Olan Allah’ın Adıyla Orijinal adı: Adab’us Salat Merhum İmam Humeyni (r a) Yayımlayan: İmam Humeyni’nin (r a) Eserlerini



Yüklə 1,26 Mb.
səhifə31/68
tarix27.07.2018
ölçüsü1,26 Mb.
#60516
1   ...   27   28   29   30   31   32   33   34   ...   68

Dördüncü Bölüm


Şimdi ihlas ve ibadetler makamını bir ölçüye kadar bildiğine göre, kendini bu makamları elde etmeye hazırla ki amelsiz ilmin hiç değeri yoktur ve de alim hakkında hüccet daha çok tamamlanmıştır ve münakaşa daha çoktur. Ne yazık ki biz ilahi marifetlerden, ehlullahın manevi makamlarından ve kalp ashabının yüce derecelerinden mahrumuz. Bizden bir grup bu makamları tümüyle inkar etmekte, ehlini ise hatalı, batıl ve boş kabul etmektedirler. Onları anan veya makamlarına davet eden kimseyi yalancı saymakta ve davetlerini de aşırı sözlerden saymaktadırlar. Halkın bu kesiminin noksanlık ve ayıplarını görmesi ve derin uykudan uyanması ümit edilmemektedir. “Şüphesiz sen sevdiğini hidayete erdiremezsin” 2 Hakeza: “ve sen mezarda olana işittiremezsin” 3

Evet, zavallı yazar gibi her taraftan habersiz, kalpleri marifet hayatı ve ilahi muhabbet ile diri olmayan kimseler, beden kılıfları, çürümüş mezarları olan ölülerdir. Bu beden tozu ve karanlık beden darlığı, onları bütün nur ve nur üstüne nur alemlerinden mahrum bırakmıştır.4 Bu gruba her ne kadar ilahi aşk ve muhabbete, lika (görüşme) sevgisi ve Hakk’a bağlanma hakkında Kur’an ayetleri ve hadisler okunsa da, onu tevil ve tevcih etmeye çalışır, kendi görüşleri esasınca tefsir ederler. Bunlar Allah sevgisi ve likaullah (Allah ile görüşme) hakkındaki ayetleri, cennetteki ağaçları ve güzel kadınları, lika (görme) olarak tevcih etmektedirler. Bu grubun Münacat-i Şa’baniye duasının şu sözlerini nasıl yorumladığını bilemiyorum doğrusu: “Ey Allahım! Bana, sana tümüyle bağlanmayı nasip et. Kalp gözlerimizi sana bakma nuruyla aydınlat. Böylece kalp gözlerimiz nurdan hicapları yırtsın ve azamet madenine bağlansın. Ruhlarımız, mukaddes izzetine asılı kalsın. Ey Allahım! Beni de kendisine nida ettiğinde sana icabet eden ve kendisine baktığında celalin karşısında kendisinden geçen kimselerden kıl.”1

Acaba bu “nur örtüleri” nedir? Acaba “Hakk’a bakmak”tan maksat cennet armutları mıdır? Acaba, “azamet madeni”nden maksat cennet köşkleri midir? Acaba, “ruhların kutsal izzete asılması”ndan maksat şehvetini gidermek için hur’ul ayn’ın eteğine asılmak mıdır? Acaba, “celal karşısında kendisinden geçmek”ten maksat cennet kadınlarının cemali karşısında kendinden geçmek midir? Acaba, Resulullah (s.a.a) için miraç namazında vücuda gelen bu cezbeler ve meleklerin en büyüğü olan Cebrail-i Emin’in bile sırrına mahrem olmadığı ve bir parmak dahi ileriye gidemediği, o mecliste müşahede ettiği daha üstün nurlar, çok güzel bir kadın karşısındaki cezbeler miydi? Yoksa güneş ay ve ondan daha üstün bir nur mu görüyordu? Acaba Masum’un (a.s) “Sadece selim bir kalple gelen”2 ayetinin anlamı hususunda, “selim olan kalp Hak Teala’yı Hakk’tan başkasının olmayacağı bir şekilde mülakat eden kalptir.”3 diye buyurduğu hadiste “Hakk’tan gayrisinin olmaması”ndan maksat, armut ve erikten başkasının olmaması anlamına gelen Hakk’ın kereminden başkasının yokluğu anlamında mıdır?

Toprak olsun başıma ki yine kalem dizginlerini elimden kopardı ve beni yeniden aşırı sözlerle meşgul etti. Ama sevgilinin ömrüne yemin olsun ki bu sözden maksat sadece iman kardeşleri için, özellikle de ilim ehli için bir uyanmanın hasıl olması veya en azından ehlullahın makamını inkar etmemesinin sağlanmasıdır. Zira bu inkar, bütün sefaletlerin ve mutsuzlukların kökenidir. Maksadımız ehlullahın kim olduğu değildir. Aksine maksat, makamların inkar edilmemesidir. Ama bu makamların sahibinin kimler olduğunu Allah bilmektedir. Bu husus kimsenin haberdar olmadığı bir iştir: “Haberdar olan kimseden bir haber gelmedi.”1

Diğer bir grup ise marifet ehlinin makamlarını inkar etmeyen ve ehlullah ile inatlaşma içinde bulunmayan kimselerdir. Ama dünya ile meşgul olmak, dünyayı elde etmek ve fani lezzetlerine gömülüp kalmak, onları hal, zevk, amel ve ilim kazancından alıkoymuştur. Bunlar hastalıklarını onaylayan hastalar gibidirler. Ama karınları onlara, perhiz etme ve acı ilaçları içme hususunda izin vermemektedir. Nitekim birinci grup, müptela olduğu halde, böyle bir hastalığın varlık aleminde olduğunu onaylamayan hastaları andırmaktadırlar.

Başka bir grubu ise ilmî elde etmeye koyulmuş ve marifetleri ilim olarak tahsil etmek ile meşgul olmuşlardır. Ama bunlar, marifet gerçeklerinden ve ehlullahın makamlarından sadece bir takım kavramlar, lafızlar ve debdebeli ifadelerle yetinmişlerdir. Hem kendilerini ve hem de zavallı bir grubu kavram ve lafızlar zincirine vurmuş, bütün makamlardan sadece söz ile kanaat etmişlerdir. Bunların içinde kendi kendini tanıyan kimseler de bulunabilir. Ama zavallı bir gruba başkanlık etmek için bu içi boş kavramları, geçimlerini elde etmek için bir araç kılmışlardır. Albenili kelimeler ve ilginç sözlerle Allah’ın kullarının saf kalplerini avlamaya çalışmaktadırlar. Bunlar insanlardan olan şeytanlardır ve Allah’ın kullarına zararları da, lanetlenmiş iblisten daha az değildir. Bu zavallılar, Allah’ın kullarının kalplerinin Hakk’ın evi olduğunu ve Hakk’tan başka hiç kimsenin orada tasarrufta bulunamayacağını bilememektedirler. Bunlar Hak Teala’nın evini gasp edenlerdir. Bunlar gerçek Kâbe’yi yıkanlardır. Bunlar bir takım putlar yontmakta ve bu putları bir Kâbe, hatta Beyt’ul Mamur olan Allah’ın kullarının kalplerine yerleştirmektedirler. Bunlar kendilerini doktor şekline sokan ve Allah’ın kullarını çeşitli helak edici hastalıklara maruz bırakan hastalardır. Bu grubun en önemli özelliği; fakir ve dervişleri irşad etmekten çok, büyükleri ve zenginleri irşad etmeye ilgi duymalarıdır. Bunların müritlerinin çoğu mal ve makam sahipleridir. Bizzat kendileri de zenginleri, mal ve makam sahiplerini andırmaktadırlar. Bunların çok aldatıcı sözleri vardır. Kendilerini binlerce dünyevi pisliklere bulaştığı halde, müritlerinin gözünde temiz gösterir ve ehlullahtan olduklarını ima ederler. O cahil zavallılar da gözlerini onların bütün hissedilir ayıplarına kapamış ve içi boş kavramlara gönül vermişlerdir.

Söz buraya geldiğine göre her ne kadar söz dizisinin dışında kalsa da, Ehl-i Beyt’in sözünden teberrük ummak güzel olduğundan, konuyla ilgili nakledilen birkaç hadisi aktarmamız çok uygun olacaktır.

Şeyh Seduk (r.a) el-Hisal adlı kitabında kendi senediyle Ebi Abdillah’ın şöyle buyurduğunu nakletmektedir: “Alimlerden bazısı ilmini toplamayı sever, ama kendisinden istifade edilmesini sevmez. Bu ateşin ilk katında olan kimsedir. Alimlerden bazısı da öğüt verdiğinde böbürlenir, kendilerine vaaz verdiğinde ise kaba davranırlar. Bu ateşin ikinci katındadır. Alimlerden bir kısmı da ilmî, eşraf takımının ve zenginlerin yanına koymak ister ve ilmî, fakirlerin yanına koymak istemez; bu da ateşin üçüncü katındadır. Alimlerden bir kısmı da ilminde zalimlerin ve sultanların yolunda gitmişlerdir. Bunlar da reddedildiklerinde ve herhangi bir iş hususunda kendisine kusur edildiğinde gazaplanır; bu da ateşin dördüncü katındadır. Alimlerden bir kısmı da ilmini ve sözünü artırmak için Yahudi ve Hıristiyanların sözlerini takip edenlerdir. Bu da ateşin beşinci katındadır. Alimlerden bir grubu da fetva vermeye kalkışır ve şöyle der: “Bana (istediğiniz şeyi) sorun.” Oysa bir kelime bile anlamamaktadır ve Allah layık olmadıkları halde bir işin ehliymiş gibi davrananları sevmez. Bu da ateşin altıncı katındadır ve alimlerden bir grubu da ilmî yücelik ve akıl taslamak için edinirler. Bu da ateşin yedinci katındadır.”1

Kuleyni de (r.a) Cami’ul Kafi adlı eserinde kendi senediyle İmam Bakır’ın (a.s) şöyle buyurduğunu nakletmiştir. “Her kim alimlere karşı övünmek, cahillerle tartışmak ve insanların dikkatini çekmek için ilim talep ederse, ateşteki yerini hazırlasın. Şüphesiz, riyaset ve başkanlık sadece ehline layıktır.” 1

Hakeza İmam Sadık’dan (a.s) şöyle nakledilmiştir: “Dünyayı seven bir alim gördüğünüzde onu dini hususunda itham ediniz (dini işlerde ona itimat etmeyiniz); zira bir şeyi seven kimse o sevdiği şeyin etrafında döner.” Ve hakeza şöyle buyurmuştur: “Allah-u Teala Davud’a (a.s) şöyle vahyetmiştir: “Benimle kendin arasında dünyaya aşık olan alimi vasıta kılma ki seni dostluğumdan alıkoyar. Bunlar, Hakk’ı talep eden kullarımın önünü kesenlerdir. Onlara yapacağım en az şey, kalplerinden münacat tatlılığını almamdır.”2

Bu grup içinde sahtekar kimse olmamakla birlikte, bizzat ahiret yolunun yolcusu ve öğretilen makamları elde etme amacında olan kimseler de, bazen yol kesen şeytana aldanmakta, gurura kapılmakta, öğreti ve makamları gerçekten kendilerinin uydurduğu veya başkalarının uydurmasından istifade ettiği bir takım ilmî kavramlardan ibaret olduğunu sanmaktadırlar. Bunlar da ömrünün sonuna kadar gençliğini ve hayatını bir takım kavramları çoğaltma, kitap ve sayfaları kaydetmekte tüketmektedirler. Örneğin Kur’an tefsiri alimlerinden bir gurubu Kur’an'dan istifade etmeyi, sadece kıraat farklılıklarını toplama, kaydetme, lügat anlamalarını, kelimelerin türevlerini ve manevi güzelliklerini, Kur’an'ın icaz şekillerini, örfi anlamlarını ve insanların anlayış farklıklarını kaydetmeye özgü kılmaktadırlar. Onlar Kur’an’ın davetinden, ruhi yönlerinden ve ilahi öğretilerinden tümüyle gafildirler. Bunlar da doktora müracaat eden, ondan reçete alan, ama kendi tedavisini; sadece bir nüshayı kaydetmekte, ezberlemekte, bileşimlerinin keyfiyetinde bilen hastalara benzemektedirler. Bunları bu hastalık öldürecektir. Sonunda reçeteyi bilmek ve doktora müracaat etmek onlar için tümüyle sonuçsuz kalacaktır!

Ey aziz! Bütün ilimler amelidir. Hatta tevhit ilminin bile bir takım kalbi ve zahiri amelleri vardır. Tevhit amel etmektir ve o da kesreti vahdete çevirmektir. Bu da ruhi ve kalbi amellerdendir. Fiilî kesretlerde kaldığın müddetçe, hakiki nedeni tanımadıkça, Hakk’ı gören gözlere sahip olmadıkça, Allah’ı tabiatta müşahede etmedikçe; tabii ve gayr-i tabii kesretleri, kesret yönlerini, Hak ve fiillerinde fani kılmadıkça, Hakk’ın faaliyetinin vahdet sultanı kalbinde hükümran olmadıkça; hulus, ihlas, sefa ve tavsiyeden tümüyle uzak ve tevhitten mahrum kalırsın. Bütün fiilî riyakarlıklar ve çoğu kalbî riyalar, fiilî tevhidin noksanlığından kaynaklanmaktadır. Faydasız ve hiçbir etkisi olmayan çaresiz ve zayıf insanları gerçek alemde etki sahibi gören ve hak memleketinde tasarruf sahibi bilen kimseler, kendisini onların kalbini celbetmekten nasıl müstağni kılabilirler ve amellerini şeytanın şirkinden nasıl tasfiye ve halis kılabilirler? Sen kaynağı berrak kılmalısın ki ondan berrak sular aksın. Aksi taktirde bulanık kaynaktan berrak bir su beklentisi içinde olma. Sen eğer Allah’ın kullarının kalbini, Hakk’ın tasarrufu altında bilir, “ey kalpleri evirip çeviren” cümlesinin anlamını kalbinin damağına tattırabilir ve kalbinin kulağına ulaştırabilirsen, bizzat bütün bu zayıflık ve çaresizliklerle kalpleri avlamanın peşine düşmezsin. Eğer “her şeyin melekutu onun elindedir, mülk onundur ve mülk onun elindedir” gerçeğini kalbine anlatacak olursan, kalpleri celbetmekten müstağni olursun ve kendini bu zayıf yaratığın zayıf kalplerine muhtaç görmezsin. Senin için kalbi zenginlik ortaya çıkar. Sen kendinde ihtiyaç hissettiğin ve insanı da etkili bildiğin için, kalpleri celbetmeye muhtaç olmuş ve kendini kalplerde tasarruf eden kutsallık satıcısı sanmışsın. İşte bu yüzden de riyaya düşmüşsün. Eğer etkili olarak Hakk’ı görecek ve kendini de alemde tasarruf sahibi görmeyecek olsaydın, bu şirklere asla ihtiyaç duymazdın.

Ey benlik iddiasında bulunan müşrik ve ey insan şeklindeki iblis! Sen bu mirası, kendini tasarruf sahibi gören ve “onları aldatacağım”1 feryadını yükselten lanetli şeytandan almışsın. O zavallı ve mutsuzluk içinde çırpınan şeytan; şirk ve bencillik içindedir. Alemi ve kendisini bir gölge değil de bağımsız bir varlık olarak gören, bir köle olarak değil de tasarruf sahibi olarak bilen kimseler iblisin şeytanlığından miras almışlardır. Ağır uykudan uyan ve kalbine ilahi kitabın ve nuranî sahifelerin ayet-i şerifelerini ilet. Bu azametli ayetler beni ve seni uyandırmak için nazil olmuştur. Biz bütün lezzetlerimizi tecvid ve Kur’an’ın zahirine münhasır kıldık. Kur’an’ın marifetlerinden gaflet ettik. Böylece de şeytan bizlere egemen oldu. Bizlere hükmetti ve şeytanın sultası altına girdik.

Konuyu burada hemen bitiriyor ve bu sözü başka bir yere bırakıyorum. İnşallah kıraatın adabı konusunda bu konuyu bir miktar daha açmaya çalışacağız ve Allah’ın izniyle ve başarısıyla Kur’an’dan istifade etme yolunu hem kendime ve hem de Allah’ın kullarına açıklamaya çalışacağım ve’s selam




Yüklə 1,26 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   27   28   29   30   31   32   33   34   ...   68




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin