1329], ı-ı
\A\
Mil
Mehmet Çavuşoğlu
AVNİ ÖMER EFENDİ
(ö. 1070/1659)
Osmanlı devlet adamı ve
kanunnâme müellifi.
L J
Babasının adı Mustafa'dır. Ailesi ve tahsili hakkında fazla bilgi yoktur. Dîvân-ı Hümâyun Kalemi'nden yetişti. İmam Mehmed Efendi'den hat dersleri alarak sülüs ve nesih yazıda maharet kazandı. Dîvân-ı Hümâyun kâtipliği ve reîsülküttâb-
lık yaptı; nişancılık pâyesiyle emekli oldu. Halvetiyye şeyhlerinden Cihangiri Hasan Efendi'ye intisap eden Avni Ömer Efendi'nin İstanbul Kabataş'ta set üstünde inşa ettirdiği bir cami ve mektebi vardır. Mezarı yaptırdığı caminin mihrabı önündedir.
Avni Ömer Efendi Osmanlı toprak sistemi ve taksimatı hakkında Kânûn-ı Os-manî Mefhûm-ı DeÜer-i Hâkanî adıyla bir eser kaleme alarak bunu devrin padişahı IV. Murad'a takdim etmiştir. Sade bir dille yazılan eser mukaddime, asıl metin ve kısa bir hatimeden meydana gelmektedir. Müellif mukaddimede arazi hakkında genel bilgiler vererek kendi zamanında şehir ve köylerde halkın işlediği arazinin hukukî statüsü (öşrî, haracı", mülk, mîrî vb.) üzerinde durmakta, Osmanlı ülkesinde bu statüde olan yerlerden örnekler vermektedir.
Metin kısmında ise Osmanlı ülkesindeki toprakları haslar, malikâne, evkaf, arpalık, ocaklık, zeamet ve timarlar, tekaüt tımarlan, yurtluk timarlar, malikâne timarlar, münâvebe tımarlan, geri hizmet tımarları, canbâzân ve garîbân timarlar], voynuk beyleri ve çeribaşı ti-marları, yund ocaklar, timarlı kale muhafızları, müsellem timarları. hassa av kuşları timarı, ashâb-ı derek timan, der-bendci timarları, atçeken tımarlan, hı-ristiyan tımarlan, baştinalar olmak üzere yirmi beş kısma ayırarak her birinin hangi hizmetlere tahsis edildiği, aralarındaki farklar ve yer yer uygulamada aldığı şekiller hakkında bilgi vermektedir. Ayrıca toprak sistemi ve toprağa tasarruf edenlerle ilgili çeşitli terimleri de açıklamaktadır. Hatimede ise eserin dilinin sadeliğine ve IV. Murad adına yazıldığına temas edilmektedir.
Osmanlı toprak sistemi konusunda önemli bir kaynak olan eserin asıl değeri, XVII. yüzyılda bu konuda yazılmış diğer kaynaklarla mukayese edildikten sonra daha iyi anlaşılacaktır. Eserin bir nüshası Süleymaniye Kütüphanesi'nde (Yahya Tevfik, nr. 1578/278) bulunmaktadır. Uzunçarşılı kendi özel kütüphanesindeki istinsah edilmiş bir nüshayı Bel-leten'üe yayımlamıştır.
BİBLİYOGRAFYA :
Sefînetü'r-rüesâ, s. 35-36; Ayvansarâyî, Ha-dîkatü't-ceuâmi', II, 86; Müstakimzâde, Tuhfe, s. 348; Slcill-i Osmânî, III. 586; İsmail Hakkı Uzunçarşıh, "Kânûn-ı Osmânî Mefiıûm-ı Defter-i Hâkânî", TTK Belleten, XV/59 (1951), s. 381-399; Tahsin Öz. istanbul Camileri, Ankara 1987, II, 33. ı—ı
IsU Mehmet Ipşirli
AVNİYYE
Haricî fırkalarından
Beyhesiyye'nin bir kolu
(bk. BEYHESİYYE).
"I
AVNÜ1-BÂRÎ
Zebîdî'nin et-Tecrîdü's-şarîh adlı Şahîh-i Buhârî
muhtasarı üzerine Sıddık Hasan Han tarafından
yazılmış kısa şerh (bk. et-TECRÎDÜ's-SARİH).
AVNÜ'l-MA'BÛD
Ebü't-Tayyib el-Azîmâbâdî tarafından Ebû Davud'un es-Sünen'ine
yazılan şerh (bk. es-SÜNEN).
AVRAT PAZARI
Osmanlilar'da
alıcıları da satıcıları da
kadın olan pazar,
kadınlar pazarı.
L J
Osmanlı döneminde, özellikle XIX. yüzyıl sonlarında rağbette olan avrat pazarları, ev kadınlarının haftalık ihtiyaçlarını karşıladıkları bugünün semt pazarlarına benzer alışveriş yerleridir. Çevre yerleşim merkezlerinden gelen kadınların getirdikleri sebze, meyve ve hayvancılık ürünleri ile kendi yaptıkları el işlerinin satıldığı bu pazarların benzerlerini halen Anadolu'nun bazı bölgelerinde görmek mümkündür. Bunlar genellikle küçük ilçelerde, köylerden gelen kadınların kurdukları pazarlardır ve alıcıları da kadınlardır. Tarlalarda daha çok kadınların çalıştığı Doğu Karadeniz bölgesinde bu pazarları nâdir olarak erkeklerin kurdukları da görülmektedir (Akçaabat salı pazarı gibi].
Osmanlı avrat pazarlarının en ünlüsü, Cerrahpaşa'daki Kocam ustafa paşa caddesinin Yağhane ile birleştiği yerde kurulan avrat pazarıdır. Kaynaklardan, bu pazarın ilk defa Kanunînin zevcesi Haseki Hürrem Sultan'in (ö. ]558) desteğiyle, kendisine ait olan Haseki Dârüşşi-fa ve İmareti'nin yakınında, Roma devrine ait Arcadius sütununun önündeki Forum Arcadii'nin yerinde kurulduğu öğ-
renilmektedir. XIX. yüzyılın sonlarında Haseki Avratpazan'nda, Şehzadebaşı'n-daki Direklerarası'ndan daha küçük bir direkli çarşının mevcut olduğu ve 1905 yılında direklerle çatının kaldırılarak dükkânların değişik bir şekle sokulduğu bilinmektedir.
BİBLİYOGRAFYA:
İstA, III, 1356-1357; TA, IV, 272.
Özkan Ertuğrul
AVRET
Vücutta dinen örtülmesi gereken ve
başkasının bakması haram olan yerleri ifade eden
bir fıkıh terimi.
L J
Avret Arapça'da "eksik, gedik, açık; açılıp görünen şey; korkulacak, zarar gelecek yer" gibi mânalara gelir. Ayrıca küçük kale üstlerinde, sınır boylarında ve cephede ordu saflarında bulunan ve düşman saldırısına imkân veren gedikler, dağlarda bulunan yarık ve çatlaklar da bu kelimeyle ifade edilir. Göründüğünde utanılan ve örtülmesi gereken her gizli şeye. özellikle insanın mahrem yerine de avret denir ki kelime daha çok bu anlamda kullanılagelmiştir. Fıkıh terimi olarak avret, insan vücudunda görünmesi ve gösterilmesi günah sayılan, namazda ve namaz dışında örtülmesi farz ve başkalarınca bakılması haram olan yerlerdir.
Avret kelimesi sözlük anlamında Kur'-ân-ı Kerîm'de iki defa ve aynı âyet İçinde tekil şekliyle geçer: "Gerçekten evlerimiz (düşmana) açıktır (avret) derler; oysa evleri açık değildi" (el-Ahzâb 33/ 13). Ayrıca terim anlamına çok yakın bir mânada iki yerde çoğul olarak kullanılmıştır; bunlar, "... sizin açık bulunabileceğiniz üç vakit ..." (en-Nür 24/58) âyeti ile "kadınların mahrem yerleri (avrat)..." (en-Nür 24/31) âyetidir. Kelime, âyetlere nis-betle hadislerde daha çok geçer ve genellikle terim anlamında kullanılır.
Vücutta örtülmesi emredilen yerler erkek ve kadına göre değiştiği gibi erkek ile kadının avret yerlerinin sınırları konusunda İslâm âlimleri arasında teferruatta bazı görüş ayrılıkları vardır.
Erkeğin avret yeri Hanefî, Mâlikî, Şafiî ve Hanbelîler'in oluşturduğu cumhuru fukahâya göre göbekle diz kapağı arasıdır. Ancak Haneffler diz kapağının da avret yerine dahi! olduğunu ve bunun
125
ihtiyat ve takvaya daha uygun olacağını kabul ederler. Bu konudaki görüş ayrılığına mesnet teşkil eden deliller daha çok hadislerdir. Çünkü âyet-i kerîmelerde avret yerinin sınırını açıkça belirleyen bir hüküm yoktur. Âyetlerde geçen sev'e (el-A'râf 7/26) kelimesiyle "galiz avret" denilen tenasül organları kastedilmekte ve örtülmeleri gereken diğer yerlerin sınırları konusunda etraflı bilgi verilmemektedir. Hadisler ise bu konuda daha açık hükümler getirmektedir. Hz. Peygamber bir hadisinde, "Müslüman erkeğin uyluğu (diz kapağı ile kalçası arası) avrettir" buyurmaktadır {Müsned, III, 478]. Diğer bir hadiste de erkeğin örtülmesi farz, bakılması haram olan yerlerinin "göbeği ile diz kapağı arası" (Ebû Dâvûd. "Libâs", 37; Dârekutnl, 1, 230, 231] olduğu belirtilmiştir. Buna göre erkeğin göbeği ile diz kapağı arasında kalan yerleri açması haram olduğu gibi, eşi hariç diğer bütün erkek ve kadınların onun göbek ve diz kapağı arasına -zaruret olmaksızın- bakmaları da haram sayılmıştır. Bununla birlikte Hz. Peygamber'in uyluğu açık olarak oturduğuna, yanına girmek isteyenlere bu haliyle izin verdiğine, eteğini uyluğu görülecek şekilde yukarı çektiğine dair hadisler de rivayet edilmiştir (bk. Buhârî, "Şalât", 12; Müslim, "Fezâ'i-lü'ş-şahâbe", 26; BeyhakI, II, 231; Şevkâ-nî, II, 71). Zahirîler ve bazı Ehl-i sünnet alimleri bu rivayetlere dayanarak uyluğun avret sayılmayacağını söylemişlerdir (bk. İbn Kudâme, 1, 578; Makdisî, 1, 456; İbn Rüşd, Bidâyetul-müclehid, 1, 99; Ebıi'l-Velîd b. Rüşd, XVIII, 277; İbn Hazm, III, 210-213). Buhârî de Şahîh'möe ("Şalât", 12) Resûlullah'ın uyluğunun açık olduğunu bildiren Enes hadisinin sened yönünden daha kuvvetli olduğunu, uyluğun avret sayıldığını bildiren Cerhed hadisinin ise dinî konularda ihtiyatlı davranma prensibine daha uygun düştüğünü kaydederek söz konusu rivayetleri uzlaştırma yoluna gitmiştir.
Kadının örtmesi gereken yerleri Hanefi, Mâlikî ve Şafiîler'le Hanbelîler'deki hâkim görüşe göre elleriyle yüzü dışındaki bütün vücududur. Hanbelî mezhebindeki diğer görüşe göre el avret sayılırken Hanefî mezhebindeki bir görüşe göre ayak da örtülmesi gereken yerlerin dışında tutulmuştur. Mâlikîler erkek ve kadının avretini galiz ve hafif avret olarak ikiye ayırırlar. Onlara göre erkeğin galiz avreti tenasül organları ile oturak yeridir. Bunun dışında kalan göbekle diz kapağı arasındaki diğer yerler ha-
126
fif avrettir. Kadının göğsü, bunun hizasında bulunan sırt kısmı, kolları, boynu, başı ve dizden aşağısı hafif avrettir. Galiz avreti ise bunlar dışında kalan yerleridir. Mâlikîler'in bu şekildeki ayırımı, bu yerlere bakmaya olmasa bile namazda örtünme ile ilgili hükümlere tesir eder. Buna göre hafif avret sayılan yerleri açık olarak namaz kılan bir kimsenin namazı bâtıl olmaz, fakat bu davranışı mekruh sayılır. Diğer taraftan Şafiî ve Hanbelî mezheplerinde kadının namazda örtmesi gereken yerlere ayak da dahil edilirken Hanefî mezhebinde kadının ayağı açık olarak namaz kılması caiz görülmüştür. Bu görüş ayrılıklarının sebebi, "Onlar (kadınlar), kendiliğinden görünenler hariç, ziynetlerini göstermesinler" (en-Nûr 24 / 31) âyetindeki "kendiliğinden görünenler hariç" ifadesiyle ilgili farklı yorumlardır. Ancak Hz. Peygamber'in şu hadisi bu konudaki hükme açıklık getirmektedir: Hz. Âişe'nin rivayetine göre Esma bint Ebû Bekir, üzerinde ince bir elbise olduğu halde Resûlullah'ın huzuruna girdi. Resûlullah ondan yüzünü çevirdi ve şöyle buyurdu-. "Ey Esma, kadın âdet yaşına ulaşınca şurası ve şurası müstesna artık onun -yabancılar tarafından- görülmesi doğru olmaz". Hz. Peygamber bunu söylerken ellerini ve yüzünü işaret etti (Ebû Dâvûd, "Libâs", 34). Bu hadis, kadının elleri ve yüzü dışındaki bütün vücudunun avret olduğunu ortaya koymaktadır.
Cariyenin avret yeri erkeğinki gibidir; ancak buna karnı, sırtı ve yan tarafları da dahildir. Zâhiriler'e göre ise câriye de bu konuda hür kadınlar gibidir.
"Avret yerini örtmek" anlamına gelen setr-i avret namazın şartlarından biridir. Kişi örtünme imkânı bulur da örtünmeden namaz kılarsa namazı sahih olmaz. Namazın bozulmasına sebep olan açık yerin miktarı konusunda âlimler farklı görüşler ileri sürmüşlerdir (bk. SETR-i
AVRET).
Gerek erkek gerekse kadının avret yerlerini örtmesinin farz ve başkalarının avret yerlerine bakmanın haram oluşu konusunda birçok âyet ve hadis vardır (bk. el-A'râf 7/26; el-Ahzâb 33/13; en-Nûr 24/ 58; Müslim, "Hayz", 74,78; İbn Mâce, "Ce-nâV', 8; Ebû Dâvûd, "Cenâ'iz", 32, "Ham-mâm", 2, 3; Tirmizî, "Edeb", 38, 39). İslâm hukukçularının çoğuna göre bu âyet ve hadisler, örtülmesi gereken yerleri örtmenin farz, açmanın ise haram olduğunu ifade etmektedir. Bununla beraber bu hükümlerin de bazı istisnaları vardır.
"Zaruretler yasakları mubah kılar" [Mecelle, md. 21) kaidesine göre doğum, sünnet gibi olaylarda, ayrıca tedavi vb. maksatlarla bakılması zaruri olan yerlere ilgililerce bakılabilir (bk. tesettür).
Karı ile kocanın birbirinin vücutlarına bakmaları konusunda herhangi bir sınırlama yoktur. "Onlar, eşleri ve cariyeleri dışında, mahrem yerlerini herkesten korurlar; doğrusu bunlar yerilemez-ler" (el-Mü'minûn 23/6) âyeti ile, "Eşinle sahip olduğun cariyeler dışında diğer insanlardan avretini gizle" (Tirmizî, "Edeb", 22) hadisi bu konuda esas alınan şer'î delillerdir.
Erkek, erkeğin avret yeri dışında ka-İan yerlerine, kadınlar da -erkeklerde olduğu gibi- birbirlerinin göbekle diz kapağı arası dışında kalan yerlerine bakabilirler. Banyo ve benzeri yerlerde yalnız başına kalındığı zamanlarda avret yerinin örtülmesi tavsiye edilmiştir. Bu konuda bir hadîs-i şerifte, "Allah haya edilmeye insanlardan daha lâyıktır" (Buhârî, "Ğusül", 20; İbn Mâce, "Nikâh", 28; Tirmizî, "Edeb", 22, 39) buyurulmuştur.
Kadın oğlu, babası, dedesi, kardeşi, amcası, dayısı, kayınpederi ve damadı gibi kendisine nikâhı ebediyen haram olan mahremleri yanında, ziynet yeri sayılan saçını, başını, boynunu, gerdanını, dirsekten aşağı kollarını, ayaklannı ve bacaklarının diz kapağından aşağı kısmını açık bulundurabilir. Bakılması mubah olan bu yerlere sözü edilen mahremlerin dokunmaları da mubahtır.
BİBLİYOGRAFYA:
Lisârtü'l-'Arab, "cavr" md.; Ezherî, Tehztbü'l-iilğa, "cavr" md.; Cevherî, eş-Şıhâh, "cavr" md.; Müsned, III, 478; Buhârî. "Ğusül", 20, "Şalâl", 12; Müslim, "Hayız", 74, 78, 341, Feza'ilü'ş-şa-hâbe, 26; İbn Mâce. "Cenâ'iz", 8, "Nikâh", 28; Ebû Dâvûd, "Cenâ'iz", 32, "Libâs", 34, 37, "Hammâm", 2, 3; Tİrmizr, "Edeb", 22, 38, 39; Dârekutnî, es-Sünen, ], 230, 231; Beyhaki, es-Sünenü'l'kührS, II, 231 ; Cessâs, Ahkâmü'i-Kur'Bn, III, 30, 315; İbn Hazm. el-Muhailâ, III, 210, 213, 218; Serahsî. et-Mebsüt, X, 146-147, 149, 151-153, 156-157; Ebû Bekir İbnü"l-Ara-bf. Ahkâmul-Kur'ân, III, 1368-1369; VII, 182, 190; Kâsânî, Bedâ'T, V, 119-120; İbn Rüşd. Bidâyetü'i-müctehİd, Kahire, ts. (el-Mektebe-tü't-Ticâriyyetü'1-kübrâ), I, 98 vd.; Ebü'l-Velîd b. Rüşd. el-Beyân oe't-tahşîl, Beyrut 1956, XVIII, 277; İbn Kudâme. el-Muğnî, Rİyad 1401/1981, ], 578, 601, 602, 604; İbn Kudâme el-Makdisî, eş-Şerhu'i-kebîr {el-Muğnî içinde), I, 456; Kur-tubî. Tefsîr, VII, 182, 190; İbn Kesîr. Tefsîr, III, 283; Şevkânî, Neylü'l-eutâr, II, 71; Mecelle, md. 21 ; Cezîrî, et-Fıkhcaie'l-mezâhibi'l-erbaca, Kahire, ts. (Dârü'l-Kitabi'1-Arabî), I, 188-189; Zü-haylî. el-Fıkhü'l'lsl&mî, I, 579-595; Seyyid Sabık, Fıkhü's-sünne, Beyrut 1985, I, 125-127,
H Mehmet Şener
AVRUPA
Okyanusya'dan sonra dünyanın ikinci küçük kıtası.
I. FİZİKİ ve BEŞERÎ COĞRAFYA II. TARİH III. KITADA İSLÂMİYET
Tamamı kuzey yan kürede, 72° kuzey (Norveç'in kuzeydoğusundaki Nord Kapp Burnu) ile 36° kuzey (İspanya'nın güneyindeki Tarifa Ucu) enlemleri ve 10° batı (Portekiz'in batısındaki Roka Burnu) ile 60° doğu (Ural dağları hattı) boylamları arasında yer alır. Asya'nın kuzeybatıya doğru yarımada şeklinde uzanan bir parçası görünümündedir ve bu sebeple Asya kıta-sıyla birlikte Avrasya adıyla anılır. Yüzölçümü 10 milyon km3 olup yeryüzündeki toplam karaların 1 /15'ini teşkil eder. 1989 tahminlerine göre nüfusu 700 milyon civarında ve nüfus yoğunluğu da yaklaşık 70/km2'dir. Kuzeyden Kuzey Buz denizi, batıdan Atlas Okyanusu, güneyden Akdeniz, doğudan Ural dağlan, Em-ba nehri, Hazar denizi. Kura ve Ryon ırmakları, Karadeniz, Marmara denizi ve Ege denizi ile sınırlandırılabilir. İzlanda'nın batısındaki Danimarka Boğazı ile Kuzey Amerika'dan, Akdeniz i!e Afrika'dan, Ural dağları ile Asya'dan aynlırsa da bazı coğrafyacılar doğu sınırını Sovyetler Birliği'nin batı sınırı ile birleştirirler.
Kıtanın adı, Grek mitolojisindeki Fenike Kralı Agenor'un kızının adı olan Euro-pe'den alınmıştır. Grekçe olmadığı bilinen kelimenin Sâmî dillerde "güneşin batışı, akşam" anlamını taşıyan erebden geldiği ve Yunaniılar'a Fenikelilerden geçtiği sanılmaktadır. Bu isim uzun süre yalnız Ege denizinin batısında kalan ülkeler için kullanılmış olup ancak yakın çağlarda bugünkü anlamını kazanmıştır.
I. FİZİK! ve BEŞERÎ COĞRAFYA
1. Yüzey Şekilleri. Avrupa kıtası, Öteki
büyük kara kütlelerinde olduğu gibi bazı eski kara çekirdeklerinin yeni oluşmuş kara parçalarıyla birleşmesi, bunların kenarlarına daha yeni parçaların eklenmesi, sonra da daha yakın yer hareketleri sırasında bazı kısımların ayrılması ile günümüzdeki şeklini almıştır.
Avrupa'nın yüzey şekillerinin oluşmasında en önemli yer hareketleri, üçüncü zaman ortalarında Alp kıvrımlarını meydana getiren hareketlerdir. Bu hareketlerin öncüleri ikinci zamanda başlamış ve üçüncü zaman ortalarında en yüksek şiddetine erişmiştir. Alp kıvrımları, bu
devirlere kadar iki eski kıtayı (kuzeyde Hersinyen Avrupası, güneyde Afrika-Arabis-tan kütlesi) birbirinden ayıran deniz alanında birikmiş tortulların yanlardan ge-ien basınç sonucunda sıkışıp katlanması ile meydana çıkmıştır. Avrupa'da daha eski kıvrılmalarla meydana gelmiş olan dağlara bugün dağınık parçalar halinde rastlandığı halde, Alp kıvrımlarının yükselttiği dağlar uzun mesafeler üzerinde yekpare sıralar halinde görülmektedir. Bu kıvrılmaların yükselttiği sıralar, harita üzerinde yay şekilleriyle hemen göze çarpar. Alp dağlan kuzey ve güney kanadı olmak üzere iki kanada ayrılır. Bu iki kanat, İtalya'nın kuzeyindeki asıl Alp dağları alanında birleşik olduğu halde doğu ve batı uçlara doğru birbirlerinden ayrılırlar ve güneyde Di-narid, kuzeyde Alpİd sıralarını meydana getirir. Güney kanat, biri Alpler'in doğu ucundan ayrılan Dinar-Toros sıraları, diğeri batı ucundan ayrılan Tiren yayı olmak üzere iki koldan teşekkül etmektedir. Dinar-Toros sistemi önce Dalmaç-ya kıyılarında Dinar, sonra Arnavutluk ve Yunanistan'da Pindos dağları ile devam ederek Balkan yarımadasının batı kıyısı boyunca uzanır; daha sonra ise Mora yarımadası ve Girit adası üzerinden Anadolu'ya geçerek güney kıyılarını izleyip Toros dağlarını oluşturur. Alpler'in batı ucundan ayrılan Tiren yayı da Apenin dağları ile İtalya'yı baştan başa geçerek Sicilya'nın kuzeyinden Afrika'ya atlar. Afrika'da Atlas dağlarını meydana getiren bu yayın başka bir kolu da Batı Akdeniz kıyılarını Rif dağları ile takip ettikten sonra yeniden Avrupa'ya dönerek İspanya'nın güneyindeki Betik dağlarını meydana getirir. Bu yay, Akdeniz üzerindeki Balear adaları ile tamamlanır. Alpler'in kuzey kanadı ise Pi-reneler'i, Karpatlar'ı ve Balkan dağlarını içine alır. Alp dağlan kıvnlırken bunları meydana getiren hareketler, uzun süreden beri aşınıp peneplen haline gelmiş bulunan birtakım eski kütleleri de yeniden oynatıp gençleştirmiştir. Bunlara örnek olarak İspanya Mesetası, Balkan yarımadasının ortasındaki Makedonya kütlesi, Fransa'da Massif Central, Almanya'da Schwarzwald (Karaorman) kütleleri, Fransa ile İsviçre arasındaki Vos-ges dağlan, Orta Almanya dağları ve Bohemya kütlesi gösterilebilir. Bu sayılan dağlık alanlar, Hersinyen kıvrılmaları ile oluştukları sıradaki durumlarını artık hatırlatmamakta, kırıklarla parçalanmış ve farklı yüksekliklere çıkmış parçalar
halinde görünmektedirler. Yükseklikleri az olan bu dağlar pek ender olarak 2000 metreyi aşarlar. Hemen hepsi, kendilerini yerlerinden oynatmış bulunan Alp hareketleri basıncının geldiği tarafta fazla yükseldikleri için asimetriktirler. Bu yüzden bir taraflarında dik yamaçlarla gerçek dağlar gibi yükselirken öte taraflarında hafif eğilimlerle ova ve havzalara doğru inerler.
Avrupa'nın dağlarındaki çeşitlilik düzlüklerinde de görülür. Bu kıtada çok geniş düzlükler olduğu gibi dağ kütleleri arasına sıkışmış küçük ovalar da vardır. Bazı düzlükler gerçek ova, bazı düzlükler ise vadilerle yarılmış plato görünü-şündedir. Avrupa'nın en geniş düz alanları Doğu Avrupa'da bulunur. Bunlar bütün doğu yarıyı kapladıktan başka Orta Avrupa'nın da büyük bir kesimine sokulurlar. Kıtanın İç kesimlerinde daha çok çöküntü ovaları, özellikle Akdeniz'e komşu alanlarda da alüvyonlu birikim ovalan görülür.
2. İklim ve Bitki Örtüsü. Avrupa büyük
bir kısmıyla orta iklim kuşağında bulunur; yalnız kuzeydeki küçük bir kesimi soğuk iklim kuşağına girer. İklimin esas çizgilerini kıtanın yer küre üzerinde bulunduğu kuşak belirlemekle birlikte denize olan uzaklık, yükseklik, dağ sıralarının kıyıya paralel olup olmaması gibi coğrafi sebepler yüzünden Avrupa'da oldukça önemli iklim farklılıkları görülür.
Genel olarak kıta batısındaki Atlas Ok-yanusu'nun etkisi altındadır. Bu okyanustan gelen batı rüzgârları, dağ sıralarının genellikle kıyıya paraiel olmaması yüzünden içerilere doğru fazlaca sokulur. Okyanustan gelen bu hava yazın serin, kışın ılık ve her mevsimde nemlidir. Okyanusun etkisi kıtanın doğusuna doğru azalır ve Batı Avrupa'nın ılık ve nemli iklimine karşılık Doğu Avrupa düzlüklerinde şiddetli bir kara iklimi hüküm sürer. Kıtanın güneyinde ise dar bir şerit üzerinde kışları ılık ve yağışlı, yazları kurak ve sıcak geçen Akdeniz İklim tipi görülür.
Avrupa kıtasında yüzey şekillerinin ve iklimin çeşitliliğinin bir sonucu olarak doğal bitki örtüsünde de çeşitlilik görülür. Girit adasından Rusya'nın kuzeyine kadar 37. enlem derecesi boyunda, hemen hemen tropikal bitkilerden başlayarak orta iklim kuşağının çeşitli bitki şekillerine ve kutup bitkilerine kadar birçok tipler sıralanır. Bu çeşitli bitki örtüsü tipleri tundra sahası, orman alanları, steplerle çayır alanları ve Akdeniz
127
bitkileri olmak üzere dört ana grupta toplanabilir. Cılız kutup bitkilerinin yaşama alanı olan tundra sahası, Asya ve Amerika'nın kuzeyindekiler kadar geniş yer tutmayıp dar bir kıyı şeridi üzerinde uzanır. Bu şerit batıda Kola yarımadası kıyıları boyunda pek dar, Beyaz denizin doğusunda ise biraz daha geniştir. Bir çeşit soğuk step olan tundralar-daki başlıca özellik ağaçsızlıktır ve bu-raiarda en çok görünen bitkiler likenlerle yosunlardır; ayrıca bunlar arasında boyu bir insanın diz boyuna varamayan söğüt ve cüce huş (betula nana) ağaççıkları da buiunur. Kıtanın büyük bir kesimi orman örtüsü taşımaktadır. Kuzeyde tundra alanı sınırında başlayan ormanlar güneye doğru genişleyerek Rusya'nın kuzeyini, Finlandiya'yı, İskandinav yarımadasının büyük kısmını kaplar ve 60. paralel dairesine kadar uzanır. Daha çok iğne yapraklı ağaçlardan meydana gelen bu ormanlara "Kuzey ormanları" adı verilir. İğne yapraklı ormanların güneyinde, Orta Rusya'dan başlayıp İskandinav yarımadasının güneyini de içine alarak Avrupa'nın büyük bir kesimini kaplayan karışık (iğne ve yayvan yapraklı) ormanlar uzanır. Bu ormanlar içinde yayvan yapraklı ağaçlar güneye ve batıya doğru gittikçe artar. Baltık denizi kıyısında Vistül ırmağı ağzından Karadeniz kıyısında Varna'ya doğru çekilecek bir çizginin doğusunda daha çok saplı meşe ve ıhlamur ağaçlan, batısında ise çeşitli türde meşelerle beraber kayın ağaçlan karışık ormanlar sahasının tanıtıcı elemanları olurlar.
Doğu Avrupa'daki orman kuşağı güneye doğru yerini step görünüşündeki alanlara bırakır. Önemli step alanları Ukrayna'dan güneybatıya doğru uzanarak Aşağı Tuna ovalarına, Bulgaristan'a ve Balkan yarımadasının ortasındaki çukur
ovalara girer, özellikle de Macar ovalarında genişler. Bunlardan başka kıtanın Akdeniz havzasında da denizden dağlarla ayrılmış step görünümünde ovalar ve platolar bulunmaktadır. Bunların başlı-caları Doğu Trakya'nın Ergene havzası. Yunanistan'da Selanik ovası ve Tesalya havzası, İtalya'da Sicilya'nın iç kesimleri. İspanya'da Ebro havzası ile Eski ve Yeni Kastilya yaylalarıdır.
Avrupa'nın güney kıyısı boyunda uzanan ince bir şerit üzerinde de Akdeniz bitki örtüsü bulunur. Akdeniz bölgesinde kış şiddetli olmadığından bitkilerin faaliyet devresi soğuk sebebiyle pek duraklamaz. Yazların kurak ve sıcak geçmesi ise bu bölgelerde susuzluğa dayanan bitkilerin hâkim durumda olmasına yol açmıştır. Akdeniz ormanları en çok yaprak dökmeyen ağaçlardan meydana gelir; fakat denizin çevresinde gerçek ormanlar fazla yer tutmaz. Bunda Akdeniz çevresinin Avrupa'da en erken iskân edilen yerlerden olması ve buraya uzun zamandan beri yerleşmiş bulunan insanların ormanları tahrip etmiş olmalarının da rolü bulunmaktadır. Bu yüzden ormanlar, ilk görünüşleri hemen her yerde bozulmuş olarak daha ziyade yükseklerde serin ve sapa kalmış bölgelerde tutunmuşlardır. Dağ yamaçlarının alçak kesimleri ise maki adı verilen, kışın yapraklarını dökmeyen ve bazı elverişli yerlerde insan boyunu ancak aşabilen bodur çalılıklarla örtülmüştür. Akdeniz çevresindeki maki alanı içerisinde Akdeniz ikliminin asıl tanıtıcısı olan zeytin ağaçlan yer alır. Zeytin ağacı bölgenin kuru iklimine çok iyi uymuş ve deniz kıyısından itibaren dağ yamaçlarına pek yükseklere çıkmayacak şekilde gelişmiştir.
3. Akarsular ve Göller. Avrupa'da yüzey şekillerinin durumu ile akarsuların boy-
lan arasında dikkat çekici bir ilişki vardır. Yüzey şekilleri daha parçalı olan Batı Avrupa'da akarsular, doğuya doğru uzanacak yer bulabilen Tuna hariç çok uzun boylu değildirler ve havzaları da fazla yer kaplamaz. Buna karşılık Doğu Avrupa'da daha büyük ırmakların uzanmasına elverişli alanlar mevcuttur. Meselâ Volga'nın uzunluğu 3500 kilometreyi, Ural ırmağınınki ise 2500 kilometreyi aşar. Halbuki tamamı Batı Avrupa'da bulunan ırmakların en büyüğü olan Ren'in (Rhein) uzunluğu ancak 1325 kilometredir. Avrupa kıtasında akarsu ağı genellikle sıktır ve akarsuların çoğu boylarına göre fazla su taşır. Cebelitarık Bo-ğazi'ndan Urai dağlarının orta kesimine doğru çekilen bir çizginin batı ve kuzey tarafında bulunan sular Atlas Okyanusu, Kuzey denizi, Baltık denizi ve Kuzey Buz denizine akarlar. Bu çizginin güney ve doğu tarafında kiler ise Akdeniz, Karadeniz ve Hazar denizine boşalırlar. Bütün bu akarsuların havzaları, genellikle birbirlerinden yüksek dağlarla ayrılmamış olduğundan, birçokları açılması kolay kanallarla birleştirilmiştir. Birleştirilen bu akarsular aynı zamanda yavaş akışlı ve düzenli bir rejime sahip bulunmaları sebebiyle kıtanın ulaşım sistemi içinde de Önemli rol oynarlar.
Dostları ilə paylaş: |