3 - Allah Hakkında Caiz Olan Şeyler :
Her mümkün olanı yapması - yapmaması, sevap - ceza vermesi âhirette zât-ı cemâlini göstermesi, peygamberler gönderip insanlara iyilik etmesi, onları islâh etmesi...
Allah’u Teâlâ mahlûkâtı küfür ve imândan uzak olarak yaratmış, sonra âkil baliğ olunca, emr ve nehylerle muhâtab kılmıştır. Küfreden bizzat kendi fiili, inkârı ve reddiyle —Allanan da ona yardımımını terketmesiyle— inkâr etmiş; imân eden de kendi fiili, ikrarı ve tasdikiyle —Allah’ın da O'na tevfik ve yardımıyla— iman etmiştir. Allah hiç kimseyi küfre ve imana zorlamamıştır. Küfür ve imân anlatılan şekliyle kulların işidir.
Allah Âdem (a.s.) 'in zürriyetini O'nun sulbünden çıkarmış, akıl verip, onlara hitap etmiş, emirler ve nehiyler vermiştir. Onlardan bir kısmı Allah'ın Rab olduğunu ikrar etmişler, bu, onların imanı olmuştur. Ki, insanlar o fıtrat üzere doğarlar. Teklif çağında inkâr ederJere imânlarını değiştirmiş, imân edenler ise, imanları üzere sebat ve devam etmiş olurlar. Âlimlerin, Allahın sıfatlarını farsca zikretmeleri caizdir. Ancak «yed» kelimesinin farsca söylenmesi caiz değildir.
Allah'ın yakın-uzak olması, mesafe uzaklığı-yakınlığı kabilinden değil, ikrama ve bir takım sırlara mazhar kılmak, rezil-rüsvây etmek demektir. O'na itaat eden, keyfiyetsiz olarak O'na yakın, isyan eden, keyfiyetsiz olarak O'ndan uzaktır. Yakınlık-uzaklık ve duâ edene yönelmesi, Cennette komşu olması, huzurunda durmak keyfiyetten uzak bir şekilde vuku bulur.
2- Bölüm 1- Peygamberler Hakkında Vâcib Olan Sıfatlar
Sıdk emânet, fetânet, ismet, nezâfet, insanlara tebliğ etmekle emroiundukları bütün şeyleri tebliğ etmek, insanların ve şeytamn şerrinden korunmuş olmak.
2- Peygamberler Hakkında Muhal Olan Sıfatlar
Bu sıfatların zıddı olan sıfatlar.
3- Peygamberler Hakkında Caiz Olan Sıfatlar
Peygamberlerin yüksek mertebelerine noksanlık vermeyen beşerî haller; hasta olmak, yemek, içmek ve gerekiri, uyumak, nikahlamak, alıp-satmak, mubah ticaret, binmek, yolculuk, cihad...
O'nlar bir takım âfetlere, değişikliklere, acılara, hastalıklara maruz kalmışlar, sıcak ve soğuğa duçar olmuşlar. Açlık-susuzlukla karşılaşmışlar gazaplanmışlar, canları sıkılmış, yorulmuşlar, zayıflık yaşlılık durumuna düşmüşler, zehir ve sinirin tesiri altında kalmışlardır. Onlardan bazıları, pek büyük belâlalara uğradılar: Kötü biçimde öldürülenler, ateşe atılanlar, testereyle kesilenler oldu. Bazılarını da Cenâb-ı Hak, bazı vakitlerde vikaye buyurdu. Bazılarını da her zaman: peygamberimiz (a.s.) gibi.
3- Bölüm 1- Melekler Hakkında Vâcib Olan Sıfatlar
Allah'ın emrine itaat ve daima O'na itaat içinde amel etmek, erkeklik-dişilik olmamak, yiyip-içmemek, küçük-büyük abdest yapmamak, sümkürme ve yellemeden uzaklık, açlık-susuzluk, şehvet ve hevesten azadelik, hastalık, zayıflık, ihtiyarlık, âfet, ahlâksızlıktan berî olmak; uzuv, karışım ve rükünden uzak olmak. Melekler işte bu gibi sıfatlardan uzak, nurânî cevherdirler.
2- Melekler Hakkında Muhal Olan Sıfatlar
Biraz önce zikrolunan sıfatların zıdları
3- Melekler Hakkında Caiz Olan Şeyler :
Muhtelif şekillerde bulunmak, Allah ile Peygamberleri arasında elçilik yapmak, mü'minlere duâ ve istiğfar etmek. Onlar bileşik olmayan, kudsî ve şehvet karanlıklarından münezzeh nûrâni varlıklardır. Yemekleri tesbîh, içmeleri takdisdir. Sevinmeleri, korkmaları Allah-dandır. Karargâhları O'nun geniş âlemidir. O'nun yakınında ve vahyine muntazırdırlar. Taat onların tabiatıdır. O hal üzere yaratılmışlardır. Onun dışına çıkmazlar.
Mâturîdî İtikadının Açıklaması
İmanın esasları : Allah'a Meleklerine, Kitablarına, Peygamberlerine, Âhiret gününe, Kadere yani hayır ve şerrin Alîah'dan geldiğine inanmaktır.
Kur'ân Allah'ın kelâmıdır, mahlûk değildir. Mushaflarımızda yazılı, kalblerimizde ezberlenmiş, dillerimizle okunmakta ve kulaklarımızla duyulmaktadır, yalnız Allah kelâmı (zikrettiğimiz) yerlere hulul etmez. Büyüklük ve fazilet bakımından bütün Kur'ân âyetleri müsavidir. Ancak bazısının hem zikir, hem de mevzûunun fazileti vardır: Âyet'ül-Kürsî ve İhlâs gibi. Bazısının da sâdece zikr fazileti vardır; Kâfirler ve fâcirlerin anlatıldığı âyetler gibi.
Allah'ın isimleri ve sıfatları da, büyüklük ve fazilet bakımından müsavidir. Aralarında hiçbir fark yoktur. Kur'ânda, peygamberler, sâlihler, İblis, Fir'avn ve bu ikisi gibi diğer kimselerden bahseden Kur'ân âyetlerinin hepsi de Allah kelâmı olup, Onlardan haber vermektedir, onların sözü değildir.
Allah'ın gözle görüleceği aklen câizi naklen sabittir. Allah mekândan, cihetten uzak, yüzyüze olmak, ışık, mesafe, teşbih, keyfiyet ve kapsam söz konusu olmadan görülecektir.
Cüz'leriyle, sıfatlarıyla âlem ve kulların hayır-şer işleri sonradan olmuştur. Allah'ın yaratması, takdiri, ilmî, iradesi, meşiyyeti, kaza ve kaderiyle vuku' bulmuştur. Ancak kulların bir takım ihtiyarî fiilleri vardır ki, onlara göre, sevab alır, cezalandırılırlar. Küfür-iman, itâ-at-isyân, hareket-sükûn, hayır-şer, tuğyan v.s. her ne varsa, kulların bütün işleri, mecaz, ikrah, zorlama söz konusu olmaksızın kendi kisbleridir, ancak, bunların yaratıcısı yalnız Allah'dır. Bütün bunlar, O'nun dilemesi, bilmesi, kaza ve kaderi, hükmü ve Levh-i Mahfûz'a yazmasıyla meydana gelir. Allah'ın yazması vasıf itibariyledir, hüküm olarak değil. Onlardan itâatla ilgili olanlara itaat vaciptir ve bunlar O'nun mahabbeti, rızâsı, meşiyyeti, irâdesi, kaza ve hükmü, ilmi, yaratması ve tevfikıyla olur. Ma'siyetler de O'nun ilmi, kaza ve takdiri, meşiyyetiyle —mahabbeti, rızası ve emri olmamakla beraber— meydana gelir. Fakat O, yardım etmediği halde, yine bunlar da O'nun yaratması ve hükmüyle olabilir.
Nafileler Allah'ın emri değildir. Fakat yine de O'nun mahabbeti, rızâsı, meşiyyeti, irâdesi, kazası, ilmi, yaratması, tevfiki ve hükmüyle olur. Sevâb Allah'ın bir fazlı, lutfu; İkâb, adaletidir. Bu hususta ne Allah buna mecburdur, ne de bu, O'na gereklidir. Ne de kulun hakkıdır. Allah kullarına lütfeder, kulun hak ettiğinin kat kat fazlasını, va'dine binâen, fazlu kereminden verir.
İstitaat (işi yapmağa gücü yetmek) : Bir işi yaparken mevcut olan kudrettir. Sebepler ve vâsıtaların selâmetine, teklifin sıhhatma denir. İnsan, iktidarı dâhilinde olmayan şeyle mükellef kılınmaz.
Dövdükten sonra dövülende meydana gelen ızdırap, insanın kırması neticesinde husule gelen kırılma, öldürülme akabinde ölüm ve benzeri bütün hâdiseler Allahın mahlûkudur. Onları yaratmada kulun hiçbir payı yoktur. Kul işleriyle, amelleriyle, yapmasıyla, ikrarıyla, ma'rifeti ve tasdikiyle mahlûktur. Bir şeyin vücuda gelmesinde, Allah-dan başka hiçbir müessir yoktur. Kulun irâdesine göre yaptığı işlerde meydana gelen kudrete de tesir eden bir şey yoktur. Bu, ister tutup yakalamak, dövmek, kırmak gibi doğrudan doğruya, isterse anahtarın hareketi, elem ve kırılma gibi bilvasıta ortaya çıkan hadiselerde olsun. Kâinatta hiçbir şeyin, ne tabiatmdaki ne de kendisine konulan bir kuvvetle tesir icra etme kâbiliyyeti vardır. Ateşin yakma, pişirme, ısı vs. tesiri yoktur, ne tabiatından ne de kendisine konulan bir kuvvetle... Aksine, Allah’u Teâlâ, işler vücuda geleceği zaman bunu halk eder, bu, o varlıklar ve o işlerde bizzat mevcud değildir. Bu meseleye kıyaslayabilirsin: Bıçaktaki kesme, açlıktaki elem, yemekteki doyma, suya kanma, sudaki nebat bitirme, güneş-lamba ve bu ikisinin dışındaki ışık; duvar, ağaç vs. nin gölge, elbisenin sıcaktan-soğuktan koruma, örtme; bir şeyin zıddıyla soğuması-ısmması ve daha sayılamayacak benzeri şeylerin hasseleri... Kesin olan bir şey varsa bunların hepsi de vasıtasız Allah'ın mahlûkudur, bu işlerin vukuunda ne başında ne de devamında o işlerin tesiri yoktur. Allah'ın tevfikine maz-hariyyet itâatta, yardımından mahrûmiyyet mahiyettedir.
Öldürülen kendi eceliyle ölür, ölünün başına gelen ölüm hâdisesi Allah'ın mahlûkudur. Kulun onda ne yaratma, ne de kazanma bakımından bir dahli vardır. Ecel birdir.
Haram da nzıkdır. Her insan, halâl olsun haram olsun kendi rızkını alır, yer. Ne O, başkasının, ne de başkası O'nun rızkını yer.
Allah dilediğine hidâyet eder, dilediğini de dalâlete düşürür. O' nun dalâlete düşürmesi demek, O'na yardım etmemesi demektir. Kul lehine en yararlı olanı yaratmak, Allah'a vâcib değildir.
Sekerâtu'lmevt, kabir sıkıştırması, kabirde bir bütün yahut bir parça hâlinde cesede ruhun iadesi hakdır. Kâfirler ve bir kısım âsî mü'minler için kabir azabı, Allah'ın bilgisi ve iradesiyle, itaat ehlinin kabirde nimete nail olması, Münker-Nekîr'in suâli hakdır. Öldükten sonra diriltilme, amellerin tartılması, kitap verilmesi, sorgu-suâl, havz, sırat hakdır. Peygamberlerin ve iyi kimselerin, büyük günâh sahiplerine ve diğerlerine şeefâatı hakdır.
Cennet, Cehennem hâlen var olup bakîdirler, yok ta olmayacaklardır. Cennet Cehennem ehli de öyle. Allah’u Tealanın Cennet ehli için haber verdiği Huriler, köşkler, nehirler, ağaçlar meyvalar; Cehennem ehli için haber verdiği zakkûrn kızgın ve irinli su, zincirler, bukağılar hakdır. Allah’ın ıkâbı da, sevabı da asla fânî olmaz.
Peygamber (a.s.)m uyanık halde, ruh ve bedenle, Mescid-i Haram'dan Mescid-i Aksâya, sonra Semâya, daha sonra da Allah’u Teâlâ’nın istediği yükseklere miracı (çıkması) hakdır.
Peygamber (a.s.)'m Büyük kıyamet alâmetleri cümlesinden olarak haber verdiği; Deccâl'm çıkması, Dâbbetü'1-Arz, Ye'cüc . Me'cüc, İsâ (a.s.)'ın nüzulü, güneşin batıdan doğması, Doğuda, Batıda ve Arap yarımadasında yer batması, Duhân (duman çıkması) ve en nihayet; Yemen'den bir ateş çıkarak insanları mahşere sürüklemesi, Kur’anın göğüslerden ve sahifelerden kaldırılması ve Ka'benin yıkılması hakdır. Küçük kıyamet alâmetlerinden olarak da, âlimlerin Ölümüyle ilmin kalkması, ortalığı cahilliğin kaplaması, zina ve içki içilmesinin yaygınlaşması, erkeklerin ölüp kadınların kalması, camilerin çoğalıp cemâatin azalması, yüksek binalar yapılması, faiz yenmesi, gıybetin çoğalması, iyiliğin terkolunması, kötü kimselerin başa geçmesi, erkeklerin erkeklerle meşgul olması, kabirlerin şaşaalı yapılması, fâsıkm şerefli, müminin zayıf kabul edilmesi, adaletin satılması, kan dökülmesi, akrabayı taallukâtı ziyaretin yapılmaması, Kur’anın bir kazanç kaynağı haline getirilmesi, çalgı âletlerinin çok değer verilir duruma gelmesi hakdır.
Büyük günah mü'mini imândan çıkarmaz, küfre sokmaz, ebediy-yen cehennemde kalmasına sebeb olmaz. Amellerini iptal etmez, ondan imanı gidermez. O'na hakikatan mü'min deriz. O'na fâsık mü'min demek caizdir. Mü'mine günahlar dünyâda da, âhirette de zarar verir deriz. Mürcie gibi iyi amellerimiz kabul, kötü amellerimiz de mağfiret olunur demeyiz. Deriz ki: Kim bütün şartlarını hâiz, ifsâd edici ayıplardan uzak olarak iyi bir amel işleyip onu iptal etmez ve dünyadan mü'min bir halde göçerse, şüphesiz ki Allah’u Teâlâ O'nun amelini zayi etmez, kabul eder. Şirk ve küfür dışında kalan kötü amellere gelince, bu amelleri işleyen kimse tevbe etmemiş bir mü'min olarak vefat etmişse, bu, Allah'ın dilemesine kalmıştır. Allah kendisine şirk koşulmasını mağfiret buyurmaz ama bu günâh dışındakiler! affeder.
Bir amele riya karışırsa o amelin ecrini iptal eder, kendini beğeen-mek te böyledir.
Büyük günâhlardan çekinmiş olsa da, küçük günahdan dolayı cezalandırılma caizdir. Helâl saymadıkça, tevbe etmeden ölmüş olsa bile, büyük günahın afvedilmesi, kıyamet gününde, hesaplaşma yoluyla hasımlar, arasında kısas; haksızın hasenâ.tı yoksa, haklının seyyiâtının onun aleyhine geçirilmesi hakdır. Allah’u Teâlâ, kıyamet gününde, kullarını, aralarında hiçbir vâsıta olmaksızın hesaba çekecektir. Allah dualara icabet eder, kullarının ihtiyaçlarını istemeseler de, kendi lütfundan, giderebilir. Kâfirin duasının kabul olunacağını söylemek caiz değildir. Kâfire dünyada nimet verilir. Şüphesiz kâfir Cin de, Cehennemde azâb görecektir. Günahkâr nıü'minlerin azabı, günâhları mik-tarmca Cehennemde azaba maruz kalmaları şeklinde olacaktır. Şey-tanîarm, insan oğullan üzerinde etkisi vâkidir.
İman ve islâm birdir, aralarındaki fark lügat bakımındandır. Karınla sırt birbirinden ayrılmadığı gibi bu ikisi de birbirlerinden ayrılmaz. Bu ikisine ve bu ikisinin esaslarına din denir. İman, peygamber (a.s.)'ı, getirdiği bizzarûre bilinen şeylerde tasdik ve ikrar etmektir. Ameller imânın hakikatma dahil değildir. Bu iki esâs kendisinde mevcûd olan kişinin: «Ben mü'minim» demesi doğrudur, «İnşâallah, ben mü'minim» demesi uygun değildir.
İman ve tevhid bakımından mü'minler birbirleriyle müsavidirler, amel noktasından farklıdırlar. Tevhid ve imân edilen şey cihetiyle,
göklerd ekil erin ve yerdeküerin imanı, dünyâda ve âhirette ne artar, ne eksilir. Ancak, tasdik, ma'rifet, yakın, tevekkül, mahabbet, mâ, havf-recâ yönünden artar, eksilir.
Allah’u Teâlâyı, kendini Kur'anda vasfettiği gibi, bütün sıfatları ve isimleriyle gerektiği gibi biliriz. Hiçbir kimse, Allah'a, onun lâyık olduğu şekilde, ibâdet edemez. Fakat O'nun emrine uyarak, O'nun emrettiği gibi ibâdet eder.
Sa'id şakı, şakı sa'id olabilir. Değiştirme, said ve şaki olmaktadır. Said yapma, şaki kılmada değildir. Çünkü bu iki sıfat Allah'ın sıfat-larmdandır. Allah ve sıfatlarında kesinlikle hiçbir değişme olmaz. O, kaîbe ihtiyaç duymadan bilir. Herhangi bir uzuv olmaksızın yakalar, hiçbir âlet olmadan yaratır, uzuvlar söz konusu olmayarak iş yapar. Peygamberler ve resuller gönderilmesinde büyük bir hikmet vardır. Allâhu Teâlâ, insanlara, müjdeleyici, korkutucu, ve muhtaç olduk- -lan dünyevî-uhrevî işlerini açıklayıcı insan peygamberler göndermiş, onları, indirdiği kitaplarla, olağanüstü mu'cizelerle te'yîd etmiştir. Onlar mutlak surette küfür, büyük günâhlar ve yalan söylemekten, bir lokma çalmak, çok küçük bir zerre miktarı eksik ölçmek gibi nefret veren küçük günahlardan, peygamberlik geldikten sonra da, nefret ettirici olmayan küçük günâhlara yönelmekten münezzehtirler. Köle, kadm peygamber olmaz. Asla görevden ayrılmaz, kaçmazlar. Peygamberlerin evveli Âdem (a.s.), sonuncusu ve en faîletlisi Allah'a en yakın olanı Muhammed (a.s.)'dır. O, peygamberlerin sonuncusudur, bütün insanlara ve cinlere gönderilmiştir. îmamyla, ameli sâlihiyle âlemi nurlandırmıştır. Allah O'nun dinini bütün dinlere üstün kılmıştır. O'nun şeriatı her asırda, Kıyamete kadar bakidir. Peygamberlerin sayısı kesin olarak bilinmemektedir. Hernekadar şeriatları nesh olunsa da, ölümleriyle, peygamberlikleri kaldırılmaz. Nesh işinde, kullara şefkat, hafifletme ve rahmet vardır. Peygamberimizin şeriatı asla nesh olunmayacaktır. İsâ (a.s.), peygamberimizin şeriatı üzere inecek ve insanları peygamberimizin ümmetinin âlimlerinden biri olarak ifâ edecektir. Peygamberlerden bazısının bazısına üstün tutulduğu —genel bir hükümle— kesindir. Peygamberler, meleklerden daha faziletlidir. Melekler, Rahmanın mükerrem yaratıklarıdır. O'nun sözünden dışarı çıkmazlar. O'nun emriyle iş yaparlar, ma'siyet işlemezler, erkeklik, dişilik, yemek-içmek ve bunların gerekli kıldığı hallerden uzaktırlar. Meleklerin peygamberleri, insan nev'inin avamından; insanların avamı da, meleklerin avamından daha faziletlidirler.
Allah peygamberlerine kitaplar göndermiş, emrini, nehyini, va'dini ve va'idini onlarda açıklamıştır. Uzeyr, Lokman, Zü'lkarneyn (a.s.) in peygamberliği hususunda kesin bir şey söylenmemiştir.
Dostları ilə paylaş: |