• Sade ruhlarımızın yeni ve gerçek bir hayata kavuşmasiyle değil, tekrar cesetlerine dönmesiyle, ruh ve madde içice, ölümden sonra dirileceğiz. Bu akıbet vaad olmak yerine bir tebliğdir ve her türlü «nasıl olabilir?» şüphesinden münezzehtir.
• Böyle bir oluşu imkânsız gören maddeciler, ölülerini yakar, bir avuç kül halinde etiketli kavanozlara yerleştirir ve duvarlara çakarken, binlerce yıl önce, ölülerin yemek yediği zanniyle Firavun, mezarlarına erzak döşeyen putperestlerden daha geri bir anlayışa sahip...
• Vehhâb olan Allah, verdiğini geri almayacak, mükâfatı ve cezâsiyle sonsuzluğa teslim edecektir.
• Bu dünyada kaskatı görünen her mevcut, dumandan bir vehim, öbür dünyada ise her şey en sert gerçek...
• Ölüm hak ve Kıyamet günü dirilmek, emir...
Şeriat
• İslâm, içte ve derinliğine ferdî, dışta ve genişliğine de cemiyeti kuşatıcı bir disiplin, vazife ve kanun manzumesi... Şeriat' de bu manzumenin adı...
• İslâm dışı hiçbir saha düşünülemez. O kendi dışını ve ilgisiz olduğu yerleri ve şeyleri bizzat tâyin eder, doğrular ve o sahalarda işleri selim akla bırakır. Dolayısiyle, alâkasız olduğu sahalar da kendi malı... İslâm ruhunun serbest, mevzuu...
• Demek ki, o, dışı olmayan ve dışında kendisine aykırı bağımsızlık tanımayan mutlak müessese... Allahın kurduğu...
• İnanan ya böyle bir «hep»e inanır, yahut «hiç»de kalır. Yarım inanış «hiç»tir; «hiç»ten bile eksik...
• Allahın yarattığı dünyada onun irâde ve tasarrufu dışında ne olabilir? «Allah bu işe karışmaz!» tarzında tekerlemelerden de abes ne gösterilebilir? Allahı sınırlayanlar «Allah» derken ona inanmayanlardır.
• Şeriat o mukaddes ölçüler çerçevesidir ki, dışından birer şifre, kuru şifre gibi-görünen hükümleriyle ebediyet kasasını açar. Ona ters her şeye de sapıklık gözüyle bakar ve yine ona zıt gerçeklik iddiasını muhal sayar.
• Bu ölçü, şeriatin selim akla mutabık olmadığı ve onun şahitliğini reddettiği mânasına gelmez. Elverir ki, selim akıl tam tecelli etsin ve gerektiğinde yine kendi sınırını öz eliyle çizebilsin... Dince kendisine istiklâl tanınan yerlerde bile İslâmdan vize almayı unutmasın... Bu vize, dışı olmayan İslâm dâiresinin içinde ve ötesinde her işin başı BESMELE'den ibaret... Allahın ismiyle başlayan her iş, İslâmın içinde...
• İslâm, alâkası dışındaki şekillere biçim değil, ruh verir; ve «hakkını tayin şartiyle ne istersen yapmakta hürsün!» dediği iş ve hayat sahalarını göze görünmez ipliklerle sarar.
• «Ben insanı eşya ve hadiseleri zapt ve teshir etmesi için kendime halife olarak yarattım» mealindeki âyet; «hiç ölmeyecekmiş gibi dünya, hemen ölecekmiş gibi âhiret» anlamlı hadîs hikmetini düşünebilen, dinin içini ve dışını kolayca farkeder.
• «Allah ve Resulüne inandım ve Resulün Haktan getirdiği her şeyi bildiğim ve bilmediğim, anladığım ve anlamadığım her noktasiy-le benimsedim!» demekten ibaret iman ve itikad, hiçbir askerî nizamda görülemedik bir disiplin manzumesi halinde her oluşun mizan üssü, namütenahi hassas terazisi...
Sancak
• Ebedî hayat sarayının muhteşem kapısında dört basamak : Kitap (Kur'ân), Sünnet (Hadîs); Ümmetin birleşik hükmü (İcma-i Ümmet), din âlimlerinin kıyası (kıyas-ı Fukaha)... Geliş yukarıdan aşağıya, iniş halinde, gidiş de aşağıdan yukarıya doğru, çıkış şeklinde...
• Kur'ân mutlak, hadîs emin, icma hatasız, kıyas zarurî... Bu basamaklardan ayakla değil, ruh kanadiyle çıkılır.
• İki ana basamak ve onları takip eden öbür iki kademe üzerinde, bütün insanlığın davetlisi olduğu muazzam saray... Dış mimarîsi Şeriat, içteki kabul ve ziyafet salonları da Peygamber batım tasavvuf... Yine şeriat...
• Gökte her yıldızın birbiriyle arasını vasleder ve nisbetini kurarcasına, ilim, vecd, haşyet ve çile dolu kafaların tamamladığı basamaklar kemâl ifadesinin ta kendisidir. Kemâl odur ki, üzerinde ne bir eksik, ne bir fazla kabul edilebilir.
• Hüner şeriati delicesine sevebilmekte, emirlerini yapabilmeyi cana minnet bilmekte ve ona kargı, jandarmaya hesap verircesine asık suratlı olmamakta... Anlamalıdır ki, şeriatın nefse acı gelen lezzeti, İslamın hak olduğuna ayrıca delildir. Mayası küfür olan nefse acı gelen her şey, aslında balların balı tadmdadır.
• «Peygamberlik tavrı aklın verâsıdır» diyen İmam-ı Gazalî'ye selâm olsun...
• Çölde giderken, kalbine «Şeriat ilmi hakikat anlayışına zıttır!» diye bir hatar düşen büyük velinin gaiplerden aldığı cevap: «Bil ki şeriata zıt hiçbir hakikat olamaz; ve olan, sadece sapıklık ve küfür olur!»
• İslamın derinlik buudu tasavvuf başta, şeriate noktası noktasına uymayan ve onu çürütmeye kadar giden hiçbir kemâl yolu veh-medilemez. Bunlar asfalt döşeli de olsa çıkmaz sokaklar...
• Her şeyden önce şunu bildirelim: Dinde asî ve esas, «İbâha»,, mübâhlık, yani müsaade ve serbestliktir. «Yapacaklarımız ve yapmayapmıyacak!arımız» mânasına emirler ve yasaklar tek tek gösterilmiştir. Allah’ın kanununda noksan ve fazla hayâl edilemeyeceğine göre bu kanunda yazılı olmayan veya yazılı olana kıyasî yoldan uygunsuzluk göstermeyen her fiil serbest kalır ve akılla vicdandan başka hakem tanımaz. Kula bırakılmış işlere «mübâh» ismi verilir.
• Mübâh, fiiller üzerinde kıymet ve fazilet hükmü mahfuz kalmak üzere, yapılması veya yapılmamasında herhangi bir günah veya sevap bulunmayan işler...
• Mubahlar kıymet ve fazilet kazandıkça «helâl» e yol açılır ve iş emirlere itaat safhasına girer. Kıymet ve faziletten mahrum «mü-bâh»lar ise, mecburi olmaksızın, terkedilmesi gereken ve insanı Allah ile meşgul olmaktan alıkoyan gaflet fiilleri içinde yer alır.
• Bu sırları kavrayamayıp da her işe günah ve yasak damgasını vuran katı mizaçlara sırt çeviriniz! Onlar kaba softa ve ham yobazlar...
• Emirler, esasta, «farz», «vâcib», «sünnet» olarak üçe, yasaklar da, «haram», «mekruh», «şüpheli» namlariyle yine üçe irca edilebilir. Arada «mendub», «müstehâb» gibi kademeler, emirlerin sünnet bölümü içindedir. Bir de «Kifâye Farzı» var ki, yerine getirenler bulundukça başkalarından sükût eden, yapanı olmazsa, bütün bir şehri ve çevreyi mes'ul tutan mükelefiyetler... Ve «helâl...»
• Helâl, Hakkın kullara hak bağışlama ve bağışlatma ikramı... Yemede, içmede, giyimde, kazançta, vermede, almada kollanacak «iyi, doğru ve güzel» hükmünün miyarı...
• Farz, İlâhî emirle, mutlaka yerine getirilmesi şart, hiçbir indirme ve bindirme kabul etmez, eğilmez ve bükülmez ölçüler... Vacip, farza yakın kıymette olanlar... Sünnet, ibadette ve âdette Resulü örnek alıcı hareket kıstasları...
• Haram, farza mukabil, mutlak yasak... Mekruh, tahrimî ve tanzihî, biri harama ve Öbürü mubaha yakın iki şubesiyle Resulün sevmediği ve kaçındığı haller... Şüphelilerse, ehliyetli kıyasçılarm, üzerlerinde tereddüt gösterdiği meseleler...
• Yasaklara uymanın değeri o kadar büyüktür ki, onlara riâyet, emirlere itaatten daha faziletlidir. Ama emre itaatle yasağa riâyet arasında fark aranmamalıdır. İkisi de emir, ikisinde de birinin yapılmaması ve öbürünün yapılması yasak... Ama ele alınması gereken kıymet hükmü olarak sınıflandırma böyle... Biri «yapacaklarınız.!» emri, öbürü «yapmayacaklarınız!» fermanı...
• Bu anlayışı şiar edindikten sonra şeriatın tâyin ettiği serbestlik sahasında her ân, yeni, doğru, yararlı ve ileriye yol aramak, hattâ emirler manzumesi içinde bir keyfiyet kazanır,
Dostları ilə paylaş: |