A
A, Türk ve Sâmî alfabesinden türemiş birçok alfabenin ilk sesli harfi. Kalın geniş-düz, orta damak seslisi.
Eski Mısır, Sümer, Akad, Sâmîlerden kalma hiyeroglif sistemlerde A harfini gösteren bir çok işâret vardı. Sâmî hiyografilerinde öküzü A harfi işâretiyle gösteriyorlardı. Bunlardan Fenikeliler almışlar ve buna Alf, onlardan da İbrâniler alarak Aleph (Alef) demişlerdir. Arap dilinde “Elif”, Yunanca’da Alpha olmuştur. Sâmî alfabesi ünsüz (konson) olduğu için A ünlüsü Arap dilinde hareke ile, yâni fetha ile gösterilir. Elif harfi ise tek ünlü harf olan hemzeden türemiştir. Araplardan “Alpha” olarak Yunanlılar, onlardan da Romalılar almışlardır.
Orhun-Yenisey, Uygur, Peçenek gibi eski Türklerin kullandıkları alfabelerde de, A harfi çeşitli şekillerde yazılmıştır. Göktürk alfabesinde Z işâreti ile gösterilen A harfi, kelime sonlarında mutlaka gösterilmiş, kelime içinde ise çok az yazılmıştır. Uygurlarda ise A harfi Arapçada olduğu gibi başta, sonda farklı yazılırdı. Pehlevî olan bu yazı Arâmî aslından gelmektedir. Daha sonraki Uygurların kullandığı Nasturî, Manihaî alfabeleri de hep Arâmî asıllıdır. A harfi Uygur alfabesinde şekil olarak değişik tarzlarda yazılmıştır. Arap harfleri ile  sesi bâzan medli, bâzan medsiz, bâzan ayın harfi ile gösterilmiştir. Cumhuriyetin îlânından sonra kabûl edilen Latin alfabesindeki A harfi ile Türkçe A sesi karşılanmaya çalışılmış, ancak uzun A’lı (Â) olan kelimelerin yeni harflerle yazılması konusu tartışılmıştır. "Asmaktan", âsar ile asar (eserler) kelimesi birbirinden nasıl ayrılacaktır? Bu şimdilik halledilememiş bir meseledir. Bu konuda kabûl edilmiş herhangi bir kâide yoktur. Yazı yazan kimseler istedikleri gibi yazmakta, bâzısı iki A harfi yazmakta, bâzısı hiç koymamakta, bâzısı da bâzan yazmakta, bâzan yazmamaktadır. Bu durum yazıların anlaşılmasını güçleştirmektedir.
A harfi bir orta damak ünlüsü olup, ön taraftan, e, i, arka taraftan o, u harfleri arasından telaffuz edilir. A harfi tabii olarak telaffuz edildiği zaman, ses yolu gerilmez, bu yolun açık olmasından dolayı yedinci dereceye varır. Ağız biraz açılır, küçük dil geniz yolunu kapar, dil hafifçe öne kayarak soluğa yol verir. Solukta hiçbir maniyle karşılaşmadan ağız kovuğunda A sesi meydana getirilir. A harfine ağzın çeşitli durumlarına göre husûsiyetler kazandırılır; alçak, ince, düz, açık vb.
AB-I HAYAT
Alm. Lebenselexier Lebenswasser (n), Fr. Eau de Fontaine de jouvence, İng. Elixir of life. Dirilik suyu. Ayrıca ab-ı hayvan, ab-ı Hızır, ab-ı cavidani, ab-ı zindegi, ab-ı İskender, ab-ı cüvan ve aynü’l -hayat da denilmektedir. Bazı rivayetlerde bu suyu, karanlıklar ülkesinde rastlayarak içen Hızır ile İlyas aleyhimesselamdır. Hızır aleyhisselamın ruhu, bazı velilere feyz vermiştir. Öldükten sonra, ruhu insan şeklinde görünüp, gariplere ve darda kalıp sıkıntıya düşenlere yardım etmektedir. Ab-ı hayatın kaynağı karanlıklar içindedir ve nerede olduğu bilinmemektedir. Hızır aleyhisselamın teyzesinin oğlu olan İskender-i Zülkarneyn de bu suyu karanlıklar ülkesinde aramış, fakat bulup kavuşamamıştır. Dünya tarihinde üç İskender’e rastlanmaktadır. Bunlardan birincisi İskender-i Zülkarneyn olup peygamber veya veli olduğu bilinmektedir. Yafes’in soyundan olan bu zat, Yemen’de yaşayan Münzir İskender ile Aristo’nun talebesi olan Makedonyalı İskender’den önce yaşamıştır. İbrahim aleyhisselamla birlikte haccetmiş, Hızır’ı kumandan yapmış ve dünyayı şirk ehlinden temizlemiştir.
İslami kaynaklarda, canlılık veren ve diriliğe sebeb olan başka bir sudan da bahsedilmektedir. Musa aleyhisselam genç arkadaşı ile (Yuşa aleyhisselam) ile birlikte Hızır’ı (aleyhisselam) iki denizin kavuştuğu yerde aramaya gitmiştir. Hızır’ı bulmasına alamet olarak da Allahü teala ona, zenbil içine tuzlanmış bir balık koymasını ve balığın canlanıp denize aktığı yerde o zatı bulacağını bildirmiştir. Bunun üzerine yolculuğa çıkmışlar, iki denizin birleştiği mevkide konaklamışlar ve dinlenmek için başlarını yere koyup uzanmışlardır. Bu anda sepetteki balık canlanıp bir yol bulup, denize gitmiştir. Bir rivayette Yuşa aleyhisselamın abdest suyundan damlayan sular bu canlanmaya sebep olmuştur. Yuşa aleyhisselam bunu unutmuş, tekrar yolculuğa başlamışlar daha sonra hatırlayınca geriye dönerek konakladıkları yerde hazret-i Hızır’ı bulmuşlardır. Artık hazret-i Musa ile Hızır aleyhisselamın arkadaşlığı başlamıştır. Hızır aleyhisselam, hazret-i Musa’ya Allahü tealanın kendisine bir ilim verdiğini bunu onun, bilmediğini; Musa aleyhisselamdaki bilgileri de kendisinin bilmediğini ve sabır etmesini söylemiştir. Hızır aleyhisselamdaki bu ilim ledünni bilgidir. Bu sebeple tasavvuf ehlinin ıstılahında Hızır bast-ı kalb, yani kalb genişliğinden kinaye olduğu için Ab-ı hayat da ilm-i ledün yerinde kullanılmıştır. Bunun için bir mürşidin (rehberin) sözleri ve nasihatları insanları hak yola çağırmada mühim rol oynar. Böylece ölü kalbler dirilmiş olur. Velilerin batınları yani kalbleri de ab-ı hayattır. Bunlardan bir damla nasibi olan ebedi hayatı bulmuş ve saadete kavuşmuş olur.
Bundan başka olarak, yine tarikat ehline göre, hakiki aşk ve gerçek sevgi de ab-ı hayattır. Çünkü kalpler aşkla dirilmiş ve Hakk’a yönelmişlerdir.
Şairlere göre ise, sevgilinin ağzından çıkan sözler de ab-ı hayatı andırır. Bu sözler, tıpkı mutasavvıflardaki gibi, ister mecazi (gerçek olmayan), ister hakiki aşkta olsun; saf, nazik ve latiftir. Aşık bu sözlerle dirilir.
Coğrafyada da ab-ı hayata yer verilmiştir. Bu durumda, Katip Çelebi ve Ebü’l - Fida’ya göre İbn-i Battuta Çin’deki Buzun veya Puzine (Wosung) Çayı için Ab-ı hayat veya Aynü’l-Hayat demektedir. Bu çayın kaynağı Pekin şehri yakınlarındaki Büzüne (Maymun) veya Kurt Dağıdır.
ABA
Alm. Aba, Dicker Wollstoff, Fr. Bure, Etoffe de laine, İng. Aba, Stout Coarse Woolen cloth. Yünden dokunan, sonra dövülerek veya tepilerek yapılan, kalın, kaba bir kumaş. Bugün memleketimizde pek rastlanmaz. Bazı yörelerimizde çobanlar tarafından giyilen yünün serilip dövülmesiyle yapılan kalın keçe ise kepenek yapımında kullanılır. Kepenek, sırtta taşınan, başlıklı, kalın, paltoya benzeyen kolsuz bir giyecektir. Soğuk ve yağmur geçirmediği ve sıcak tuttuğu için çobanlar tarafından tercih edilir.
Eskiden abadan cübbe, hırka, çakşır ve terlik gibi giyecek de yapılırdı. Bazı tarikatlarda sabır makamında olan dervişlere aba giydirilirdi. O tarikatın mensupları arasında aba giyen dervişin sırtına el ile vurulurdu. Onu her gördükleri yerde sırtına vururlar, o da hareketlere sabr ederek zamanla olgunlaşır, başına gelen çeşitli sıkıntılara katlanarak, sabrı ve razı olmayı öğrenirdi. Bunun için “vur abalıya” sözü meşhur olmuştur.
Aba, fereci sıkıntılardan kurtulmak için giyilir. Bu durum peygamberlerde de vardır.
Hazret-i İbrahim ateşe, hazret-i Yusuf da kuyuya atılırken gömlek giymişler ve sıkıntıdan kurtulmuşlardır. Buna aba yani fereci denmiştir.
Dostları ilə paylaş: |