Resim San'atı'nda Zihinsel ve Bedensel Özürlülüğün Ele Alınışı


II. BÖLÜM 1. YAŞAMIN VE SAN'AT'IN İÇİNDEKİ ÖZÜRLÜLER



Yüklə 488,38 Kb.
səhifə4/14
tarix02.11.2017
ölçüsü488,38 Kb.
#28639
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   14

II. BÖLÜM

1. YAŞAMIN VE SAN'AT'IN İÇİNDEKİ ÖZÜRLÜLER


Onlar doğanın var ettiği, hayatın içinden çıkan yani tamamıyla bu dünyaya ait olan diğer insanlar gibi yaşama hakkına sahip bireylerdir Küreselleşme çabası içinde bulunan dünyaya en iyi biçimde ayak uydurabilmeleri için gerekli olan ortamı onlara sağlamak, toplumun diğer sağlıklı bireylerinin üzerine düşen en büyük görevdir. Çünkü; Ulu Önder Atatürk'ün de dile getirdiği gibi "Toplumların Uygarlık Düzeyi, Sakatlara Verdiği Değerle Ölçülür."Özürlü-özürsüz, her birey, kendine sunulan fırsat eşitliklerinden yararlanmalıdır. Engellerini iradeleri ile ve eğitimle aşmaya çalışan bireyleri her ortamda destekleyici, problemleri en asgari düzeye indirgeyici çabaları onlara sunmak gerekmektedir. Gelişen teknolojinin sunduğu olanaklardan örneğin özürlüler için yapılan yeni ev, araç ve alet gibi düzenlemelerden bire bir faydalanmalarına imkan sağlanılmalıdır. Onların özür yarasını eğitimle kapatma yoluna gidilmelidir. Çünkü, önemli olan kulakla duyulan değil, gönülde duyulandır. Önemli olan gözle görmek değil, akılla ve bilimle gerçekleri bulmaktır. Eğitimle özürlü bireylere bir şeyler öğretip, bağımlılıktan kurtarmak gerekir. Onların azmi ile bizim ilgimiz bir araya geldiğinde problemler biraz daha azalacaktır.

Anayasamızın 42. maddesinde yer alan "Devlet, durumları sebebiyle özel eğitime ihtiyacı olanları topluma yararlı kılacak tedbirleri alır." Hükmünün gereği de budur. Eğitimde ve yaşamda fırsat ve imkan eşitliği aynı zamanda demokratik anlayışın da bir gereğidir. Özürlülere her türlü olanağı sağlamak, onları ailesine ve topluma yük olmaktan kurtarıp, kendisine yeterli ve üretken duruma getirmeyi sağlar. Bundan dolayı toplumun her kesimine önemli görevler düşmektedir. Tüm kapıları açmak için bizi bekleyen birçok görevin var olduğu da bilinen bir gerçektir. Ayrıca şuna da değinmek gerekir ki hiçbir engelli birey isteyerek engelli duruma gelmemiştir. İnsan doğum öncesinden başlayarak hayatının her döneminde engelli olma durumuyla karşı karşıyadır. Bunun için koruyucu ve önleyici tedbirlerin zamanında alınması gerekmektedir.

İnsanlık tarihinden beri, yaşam kadar gerçek olan bu bireyler kimi zaman saraylarda soytarılık yaparak ve kimi zaman da sirklerde gösterilere katılarak eğlence sektöründe de yer almışlar ve h^lâ bu türden işler yapmaktadırlar. Hatta günümüzde fuhuş sektörünün içinde bulunan özürlü bireylerin varlığında gözardı edilemez bir gerçektir. Zaman zaman sinemada (Notre Dame'nin Kamburu, yağmur Adam, Yorum Yok...vb) zaman kliplerde ve moda dünyasında varlıklarına değinilen özürlü bireyler, görünümleriyle ya da otistik birinin zihinsel durumuyla gözler önüne serilmişlerdir. Kimi durumlarda sembolik birer imge olarak kullanıp, meta haline getirilmeye, simgeselleştirilmeye çalışılsalar da onlarda duygulu, duyarlı ve azimli varlıklardır. Her şeyden önce birer insandır onlar.

İşte bütün bunlardan hareketle, bazen menfaatlerimize yönelik olarak kullandığımız bu bireylerin toplumla bütünleşebilmesi, birlikte yaşayabilmesi, kendi kimliğini kazanabilmesi ve korumasında, yerlerinin hazırlanmasında sanatın yeri büyüktür. Bu bireyler tarih boyunca kimi zaman sanatın her dalında konu haline gelmiş kimi zamanda O, sanatı yapmış, sanatçı ünvanını almıştır. Özürlü olup da sanata cânı gönülden bağlı olan, bunu yaşamının dayanak noktası haline getiren çocukları ve bireyleri eğitmek, gerekli imkanı sağlamak yine topluma düşen bir görevdir.



Resim 1 : Serkan TOKMAK, Körfez Anaokulu Eğt. Uyg. Ok. Mes. Eğt. Mrk .İZMİR

Resim 2 : Nazan SEVİM, Etlik Öğretilebilir Çocukları Kor. Derneği Mrk. ANKARA

Bugün görme, işitme vb. özürlü olduğu halde, hayatın her alanında olduğu gibi sanat alanında da dünyaya sesini duyurup kendini kabul ettirmiş birçok müzisyen, ressam vs. örneği mevcuttur.

Yapılan araştırmanın önemi de bu noktadan itibaren belirlemeye başlamaktadır. Resmin, ressamın varolma koşulu kendine özgü bir yaşam felsefesine sahip olmaktan veya kendine özgü bir kimlikten geçer. "Doğum ile ölüm arasında sıkışan günler ve geceler tesbihinin sayılı ve sayısız anlarında, bilinçli ve bilinçsizce yapılan veya yapılmayan sayılı ve sayısız kararların ve kararsızlıkların bileşiminden, sürecinden oluşan bir kimlik"21 Ressam her zaman resim ortamına yeni değerler kazandırma çabası içinde olmuştur.

Doğanın ayrıksı ürünü ressamı çeker: Özellikle de, perspektif sonrasının ressamı için, tıpkı'nın ötesine uzanma yolunda vazgeçilmez bir durak olacaktır. Bosch, Brueghel, Dürer bozuşmuş, farklı, biçimsiz olanı merakla sorgularlar. Tek gövdeli ikizler, sakatlar, yaralı yüzler giderek yelpazeyi kaplar. Sakallı kadınlar, cüzzamlılar, körler de.

Ülkemizde ki sanatçılardan da bu tür yapıtlar sunanları vardır. Örneğin; Nur Koçak, Nuri İzem ve en önemli isim olan Mustafa Horasan'dan bahsetmek mümkündür. Horasan'ın, yarım gövdeli, eksik kol veya bacaklı cüce kahramanlarının çeşitli mahlukatlarla olana ilişkisi, "Çok Se/k/sli Öykülerde" başlayan dinamizm örgüsünün giderek katlanması olarak düşünülebilir. Bu dinamiklik içinde, insanoğlunun bastırılmış dürtü ve eylemlerini açığa çıkartıp, tartışmaya açmakla ve sorunu psikolojik olarak da gözler önüne sermeye çalışmaktadır. Asıl konu olan Avrupa Resim Tarihi'ne bakıldığında ise şu isimlerle karşılaşılmaktadır:

RİBERA; Sakal figürleri tablolarında kullanmıştır. Ressamın atlara karşı düşkünlüğü O'nun kötürüm kalmasına neden olmuştur. Bu tutkusu, kendisinin bir attan düşerek hayatının son zamanlarını özürlü olarak geçirmesine sebebiyet vermiştir.

GOYA; Ressamlık hayatı boyunca karabasanları, kabusları resmeden sanatçı sonunda bir ruh hastası olup, daha deforme olmuş figürleri tüm eksiklik, sakatlık, zaman zaman da çirkinlikleri ile resmetmiştir.

DEGA; Hayatı boyunca çılgınca, hareketli resimlere yönelen sanatçı, ressamlık hayatının son zamanlarında körlük temasına deyinen eskizler yapmıştır. Bunun nedeni gözlerini çok çalışmaktan yitirmeye başladığını farkına varması olmuştur. Dega, hayatının geri kalanını görme özürlü olarak geçirmiştir.

CHAİM SOUTİNE; Minsk yakınında Smilovitsch'te 1893 yılında doğan sanatçı, "gerçekte, tüm yaşamı boyunca büyük ölçüde Ekspresyonist resimler üretmiş tek sanatçıdır."22 Tutkulu bir insanın fırça vuruşlarıyla kıyamet günü doğa görünümlerini, acı çekmeden bozulmuş bir dünyanın resimlerini yaptı. 1921 dolaylarında yaptığı "deli kadın" isimli tablosu en çok ses getiren çalışmalarından biri oldu. Tabloda, duygular baskı altında tutulmuş, gerçekten saptırmalar yumuşatılmış ve resmin yapıldığı alan genişletilmişti. Soutine artık ılımlılığı arıyordu. Sanatçı 1943 'te Paris'te öldü.

Resim 3 : Deli Kadın, Chaim Soutine.

JEAN FAUTRİER; 1898 'de Paris'te doğmuş, 1964 'te Chatenay'da ölmüştür. Sanatçının 1943 'tde tuvale gerili kağıt üzerine yağlı boya tekniği ile yaptığı, e 89 x 116 cm. ebatlarında olan, bugün özel bir koleksiyonda yer alan "Sarah" isimli çalışmasını size sunuyoruz.

Bu resmin düzensiz biçimlendirilmiş kalın dokulu orta bölümü, deforme edilmiş bir kadın figürü yansıtıyor. Yapıt tuvale tutkallanmış kağıt üstüne spatula ile uygulanan kalın boya hamuruyla oluşturulmuş. Fautrier daha sonra bu alanları yüzeye cilayla yapıştırdığı renkli pudrayla kaplamış. Sanatçı çoğunlukla savaşın dehşetini gösteren imgeler yaptığı en yaratıcı döneminde bu özgün yöntemle çalışmaya başlamıştır. Belki de bu çok zaman alan, zor tekniği, dünyanın durumuyla ilgili duygularını daha güçlü iletebilmek için gelişmişti. Serbest fırça işçiliği ve yoğun yüzey dokusu sanatçının Serbest Biçimli Sanat'la bağını ortaya koyar. Fransa'da doğan Fautrier çocukluk yıllarını Londra'da geçirdi. 14 yaşında Kraliyet Sanat Akademisi'ne girdir. Verimli sanat yaşamı boyunca çizimler, aside yedirme baskılar ve heykellerde yaptı.

Resim 4 : Sarah, Jean Fautrier.

OTTO DİX; 1891 'de Kuzey Almanya'daki Unterrihhaus (Gera)'da doğdu. 1969 'da Constance Gölü üzerindeki Hemmenhafen'de öldü. Gera ve Dresden'de öğrenim gördü. Daha sonra savaşa katıldı."23 1937 'deki "Dejenere Sanat" sergisine sokuldu; 260 eseri Müze ve Galerilerden çıkarıldı. Dix'in ünlü yapıtları savaşın dehşetine karşı bir protesto niteliği taşır. Bunlarda çoğunlukla çalışan insanlar, sakatlar ve fahişeler betimlenmiştir. Toplumsal eleştirileri nedeni ile Naziler tarafından yasaklanmıştır. Özellikle de Münih'te Dejenere Sanat Sergisi'nde sergilenen "Savaş Sakatları", savunma ruhunu sabote etmekle suçlanır. 20 Mart 1939 'da Dix'in "Cephe ve Savaş sakatları" adlı resimlerinin de içinde bulunduğu 1.000 Dejenere sanat çalışması yakılır. Ancak sanatçı, II. Dünya Savaşı'ndan sonra tekrar resim yapmaya başlamıştır.

"1927-1928 yılları Dix'in sanatında çok önemli olan Büyük Şehir üçlemelerinin yapıldığı dönemdir. Savaşın acımasız yüzünün gizemli bir yalınlıkla anlatıldığı bir üçlemedir bu resim. Abartılı giyimleri ve danslarıyla bala salonlarında eğlenen insanların, coşkularını gizleyemediği dejenere yaşam kesitleri sergilenir resmin atmosferinde. Sol bölümden resme katılan savaş gazisinin değneklerinin taşlar üzerinde yankılanan sesleri, bu toplumsal felaketin ayak seslerini vurgular."24

"Dix, sanat yaşamı boyunca anlamlı ayrıntıları odak noktası olarak seçmiştir."25

REİNHART HEVINCKA; Kalabalık figürlerin oluşturduğu ortamları tuvallerinde yansıtmıştır. Figürleri genellikle farklı anlamlarla yüklenmiş niteliktedir. Çalışmalarında yer alan bireylere taktırdığı siyah güneş gözlükleri onları ilk bakışta görme özürlü insanlar topluluğu olarak nitelendirmemize neden olur. Ama, sanatçının buradaki amacı çok daha başkadır. Özürlülüğü bir simge olarak kullanmıştır. Eseri ile, izleyiciye sunduğu anlam yüklü, mesajları vardır. Yapıtları, toplumsal bir takım paylaşımlarımıza bir kör gibi yaklaştığımız, görmemezlikten geldiğimizi veya daha açık bir dille söylemek gerekirse görmedim, duymadım, bilmiyorum felsefesinden yola çıkışımızı yerer niteliktedir.

Görüldüğü gibi birçok sanatçı ya yapıtlarında özürlüleri konu edinmiş ya da kendi özrünü resmetmiştir. Bazen özürlü olmak, sanatçı tarafından farklı anlamlar yüklenerek sembol haline getirilmiş bazen de bir zamanlar kendine tema olarak seçtiği zihinsel ve bedensel özürlü olma durumu, yeri gelmiş sanatçının yazgısı olmuştur.

Bütün bu anlatılanlar, araştırmanın ilerideki sayfalarında örneklerini vermeye devam edeceğimiz etkileşim ve ilişki, çağımıza kadar sürmüştür. Sanatçı kendini ve teması olan özürlülük olayını, estetiksel anlamda sunuşunda toplumsal, politik ve siyasal bir takım tepkiler alıp, baskılar altında da kalmıştır. Fakat hiç biri onları yıldırmamış, gerçekleri bu baskıların geldiği yerlerin, adeta gözlerinin içine sokarcasına resimlerini yapmaya devam etmişlerdir.

Bu çabalar yüzyılımızda da kendini göstermektedir. Özürlü Figürlere günümüz Çağdaş Sanatı'nda da yer verilmektedir. Örneğin; ülkemizde 17 Eylül - 30 Ekim 1999 tarihleri arasında düzenlenen 6. Uluslararası İstanbul Bienal'inde bu türden çalışmalarla karşılaşmak imkanı bulduk.

JUAN MUŇOZ, adlı İspanya doğumlu sanatçının yine 1999 'da sıkıştırılmış kağıt ve bıçakla yaptığı bir çalışma izleyiciye sunulmuştur. Aya İrini'de sergilenen bu eser iki bölmeden oluşuyordu. I. Bölmede gerçek bir bıçağı bacağına batıran cüce heykeli, II. Bölmede ise bu gerçek bıçağın, heykelle aynı teknikte yapılmış bir benzeri yer alıyordu.

Resim 5 : Bıçaklı Cüce, Juan Munoz.

Yine Bienal'de yer alan sanatçılardan biri olan DORRİS HARON KASCO "Abidja'nın Delileri Serisi"nden birkaç fotoğraf çalışmasını sergilemiştir. O'nun görüntülediği Abidja'nın Delileri, acımasızca bir gerçekçilik yadsımasına tanıklık ediyorlar.

Dorris Haron Kasco'nun düşkünlük retoriği, çünkü olağanı dışlayan bir resim çiziyor; elbise, saç ve kıllı, perişan olmuş bedenlerden oluşan bir görüntü. Deliliğin izini bıraktığı bu yaşamların kendi ikizlerimiz olduğunu ve bunun bize de bulaşabileceğini, bizi onlardan ayıran çizgiyi geçivermek için hiç denecek kadar kısa bir mesafeyi aşmamızın yeteceğini inkâr etmek mümkün mü?

Resim 6 : Abidja'nın Delileri Serisinden, Dorris Haron Kasco.

Fotoğraflarının gerçek ilgi kaynağını bu "hiç" oluşturuyor; amacı delileri idealize etmek değil ama kayıtsızlık duvarlarını yıkmak. "Kaçıklar onlar ve bu, kimsenin umurunda değil." Diyor Dorris Harron Kasco, her türlü güven verici antropolojik yatırımı yakıp kül eden bir piruetle çizerek. Geriye kalan gerçeklik: parçalanmış, aldatıcı, yalan kaldırmayan. Fotoğraf da acımasız bir tanık olarak, ya onlardan nefret etmemizi sağlıyor ya da onlarla barışmamızı.



Resim 7 : Abidja'nın Delileri Serisinden, Dorris Haron Kasco.

Bütün bu isimleri ve çalışmalardan bazılarını sizlere sunduktan sonra, Avrupa Resim Tarihi'ndeki, konu ile ilgili diğer örneklere de dikkatinize sunulmuştur.

Geçmişte bilinçaltından rastlantıya, düşe, sayıklamaya, cinnete giden alışılmamış ruhsal durumlardan artistik hayaller meydana getiren sanatçılar görüyoruz. Leonardo da Vinci, Botticelli, Blake, Goya bunlar arasında sayılabilir.

Bu örneklerden bazılarının sanatçısı özürlüdür. Bazılarının ise işlediği tema özürlüler olmuştur. Ya da sanatçılar bir takım zihinsel ve ruhsal sıkıntıları tuvallerinde somutlaştırmış ve izleyicilere sunmuşlardır. İşte tarih boyunca çeşitli yüzyıllarda ve akımlarda gözler önüne serilen bu eserlerden bazıları.



2. AVRUPA RESİM SAN'AT'INDA ZİHİNSEL VE BEDENSEL

ÖZÜRLÜLÜĞÜN ELE ALINIŞI

(AVRUPA RESİM TARİHİNDEN ÖRNEKLER ÜZERİNDE ANALİZLER)



Resim 8 : Haphaestus.

Yüklə 488,38 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   14




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin