YALÇINKAYA, Timuçin ve ÖZSOY, Esin, “Risk Toplumu: Bilgi Toplumunun Evriminde Yeni Boyut”, II. Uluslararası Bilgi, Ekonomi ve Yönetim Kongresi, Kocaeli Üniversitesi İİBF, Kocaeli, 2003
RİSK TOPLUMU: BİLGİ TOPLUMUNUN EVRİMİNDE YENİ BOYUT
RISK SOCIETY: A NEW DIMENSION
IN THE EVOLUTION OF INFORMATION SOCIETY
ÖZET
Uygarlığın evriminde toplumsal yapı günümüze dek çeşitli isimler altında incelenmiştir. Geleneksel toplumdan, sanayi toplumuna geçilmiş; bu toplumsal yapılanma da bilgisayar ve iletişim teknolojileri odağında bilgi toplumuna dönüşmüştür. Bilimden kaynaklanan ve tüm toplumsal alanlara etki eden teknolojik gelişmeler, bilgi toplumunda, sanayi toplumunun teknolojik gelişmelerine kıyasla, daha hızlı ve daha köklü olmuştur/olmaktadır. Sürekli yeniliklerin, yeni teknolojilerin, yeni ürünlerin, yeni paradigmaların ortaya çıkışı; bilgi toplumunda güvenli yaşamın kurulmasına hizmet ederken, öte yandan, sürekli risk ve belirsizlikleri de meydana getirmektedir. Dolayısıyla, bilgi toplumu kendi içinde bir evrim geçirmekte ve risk toplumu yapılanması gündeme gelmektedir.
ABSTRACT
The structure of the society in the evolution of civilization was called several terms. It was called “traditional society” and then “industrial society”. And this structure was transformed into “information society” that is in focus about computer and communication technologies. In information society, technological improvements that arise from scientific improvements and influence all the fields of society, are more quick and more entirely than in industrial society. In information society, appearance of continuous innovations, new technologies, new goods and new paradigms provides creating the confident life. On the other hand, this takes place risk and uncertainty. So, information society is in an evolution process, and the structure of risk society arises.
Giriş
Uygarlık; tarım toplumu, sanayi toplumu, bilgi toplumu, modern ya da post-modern toplum gibi çeşitli adlar altında bugüne dek kimi zaman hızlı kimi zaman da ağır ilerleyen bir evrim geçirmiştir ve geçirmektedir. Statik bir dünya dönem dönem söz konusu olmuşsa da, yüzyıllar dikkate alındığında devrimsel nitelikte yeniliklerin ve gelişmelerin hızlandırdığı bir evrim, dinamik bir dünyayı ifade etmiştir. Bugünkü uygarlık ise, bilgi toplumu adı altında şekillenmiştir/şekillenmektedir. Bilginin eski dönemlere kıyasla daha fazla üretim sürecine girmesi ve bunun sadece ekonomik alanla sınırlı kalmaması, bilgi toplumunun ana özelliğidir. Bununla birlikte, 1990’lı yıllar boyunca gelişmeye başlayan bir başka kavram da, bilgi toplumunun dönüşümüne dikkat çekmiştir: “Risk Toplumu”. Sürekli yenilenen toplumsal bütünün ya da bir başka deyişle, yaşamın, gittikçe “risk-yoğun” bir hâl almaya başladığını ifade eden “risk toplumu” kavramı, bilim ve teknoloji eksenli dünyada son yılların ve hatta daha geniş ölçüde geleceğin başat konularından biri olmaya en büyük aday kavramlardandır.
Bu çerçevede; çalışmanın birinci bölümünde bilgi faktörü ve bilgi toplumu yapılanması ele alınmaktadır. Bilginin ve teknolojiye dönüşümünün yön verdiği bilgi toplumunda emek faktörünün önem kazanması “insan” değerini vurgulamaktadır ve bu bölümde iktisadî ve toplumsal yanlarıyla bilgi ve insan etkileşimi açıklanmaktadır. İkinci bölümde ise, belirsizlik ve risk kavramlarının iktisadî analizlerde devre dışı bırakılmasının yanlışlığı üzerinde durularak, “belirsizlik” ve “risk”in kavramsal açıklaması yapıldıktan sonra “risk toplumu” yapısı incelenmektedir. Son bölümde de, belirsizlik ve risk altında iktisadî karar birimlerinin davranış biçimlerinin nasıl oluştuğu değerlendirilmektedir.
1. Bilgi Toplumu Yapılanması
Uygarlığın evriminde geleneksel toplumdan sanayi toplumu ve son olarak da bilgi toplumu yapılanmalarına doğru geçiş, kimi zaman devrim niteliğinde gelişmelerle söz konusu olurken, kimi zaman da durağanlık göstermiştir. Bilgi toplumu yapısının içerdiği değişimler ise, sürekli ve köklü bir yenilenme ortamında, daha çok devrim denilebilecek türdendir. Bilginin, bir üretim faktörü niteliğini kazandığı ve teknolojiye dönüşerek doğa, emek, sermaye ve girişimcinin verimliliğini etkilediği bilgi toplumu yapısı; hız, kalite ve esnekliğin sürekli değiştiği, ancak bunların gelişiminden bahsetmenin her zaman mümkün olmadığı bir yapıdır. Bilginin pozitif dışsallığı tüm toplumsal sistem için olanaklı olabilmektedir. Ne var ki; negatif yansımaların da bilgi toplumunun işleyişinde gittikçe belirginleştiği, bir gerçektir. Yeni toplum yapısının “bilgi” eksenli olması, geçmişte bilginin olmadığı önermesine yol açmamalıdır. Bilginin, bilimsel ya da metafizik olarak geçmişte de varlığı söz konusu idi. Ancak, bugünün yapısında bilgi, bir üretim faktörü niteliğini kazanmış; ekonomik, sosyo-kültürel ya da politik karar ve davranışların temel dışsal değişkeni olmuştur. Bilgisayar ve iletişim teknolojilerinin, bilginin üretilmesinde, yaygınlaşmasında ve kullanımında bir araç olması da, bilgi toplumunun bir diğer ana özelliğidir.
Geçmişte “zaman” ve “mekân” değerleri maddî değerlerin gerisinde bir öneme sahipti. Oysa, bugünün bireysel, kurumsal ve toplumsal davranışlarında zamanın ve mekânın farklılığı belirleyici bir fonksiyon taşımaktadır. Bu bağlamda, yeni toplum yapısında bilgi; yüksek düzeyde tarihsellik içeren, zaman ve mekân içinde sürekli olarak değişebilen ve farklılaşabilen, “olası”, “göreli” ve “öznel” bir karakterdedir.1
Sanayi toplumunun fizyolojik ihtiyaçlarının yerini bilgi toplumunda sosyal ihtiyaçlar almaktadır. Fizyolojik ihtiyaçların karşılanmasına yönelik gıda ürünleri, tekstil ve konfeksiyon ürünleri vb. mal ve hizmetlerin üretimiyle ilgili olarak bilgi toplumunda bir sorun yoktur. Teknolojik gelişme, bu maddî malların üretimini olanaklı kılmaktadır. Talep yapısının değişmesi, finansal krizler gibi nedenler sabit kalmak kaydıyla bu malların üretimi rahatlıkla yapılabilmektedir. Ancak, bilgi toplumunda sosyal ihtiyaçlar, karşılanması daha çok önem kazanan ihtiyaçlardır. Eğitim, sağlık, sosyal güvenlik, adalet gibi ihtiyaçlar, refah toplumunun günümüzde yeni bir anlam bütünlüğü içinde değerlendirilmesi paralelinde, gittikçe öne çıkmaktadır. “İnsan” değerinin bilgi toplumundaki yeri bu bağlamda kritik önem taşımaktadır. Dolayısıyla, devletin üstleneceği fonksiyonlarda “insan”, faaliyetleri ve bu faaliyetlerin etkinliğini belirleyen baş unsurlardandır. Çalışma konusu “insan” olan, eğitim, sağlık, sosyal hizmetler, sigortacılık, psikolojik danışmanlık gibi sektörler bilgi toplumunun öncü sektörleri olmaya adaydır.
Sanayi toplumunda sürükleyici üretim faktörü olarak “sermaye”nin üstlendiği rolü, bilgi toplumunda “emek” üstlenmektedir. Sanayi toplumunda daha çok fizikî gücü ile önemli olan emek, bu kez fikrî boyutuyla öne çıkmaktadır. Fikrî emek, yenilikçilik-yaratıcılık ve araştırma-geliştirmenin şekillendirdiği toplumsal bütünün itici gücüdür. Küresel düzeyde rekabet gücüne sahip olabilmenin temel unsuru, bilgi toplumunda fikrî emektir. Ancak bu, “bilgi” ile birlikte değerlendirildiğinde daha anlamlıdır. “Bilgi işçisi” ya da “beyaz yakalı” olarak da adlandırılan fikrî emek sahibi, bilimsel ve teknolojik gelişmeleri ortaya koyan faktördür. Öte yandan, fikrî ve fizikî emeğin aynı kişide bütünleşmesi de, bilgi toplumunun evriminde yeni bir eğilimdir. Hem mavi yakalı, hem de beyaz yakalı olma fonksiyonlarının birleştiği “çift yakalılık” söz konusu olmaktadır.2 Diğer tüm üretim faktörlerinin verimliliğini bilgi ve teknolojiyle birlikte olumlu yönde etkileyen emek, makinenin ve doğanın üstünlüğüne bir örtü çekerek “insan sermayesi” kavramı ile klasik sosyalizm söylemlerini adeta haklı çıkarmaktadır. İlginç olan ise, bu kavramsal ve fonksiyonel durumun yine kapitalist düzen içinde yaratılmış olmasıdır. Bu da göstermektedir ki; bilgi toplumu yapılanması içinde ideolojilerin etki alanı dardır ve toplumsal refahın artırılması, biraz da “her yol mubahtır” ilkesini çağrıştırarak ön plandaki amaç olmuştur. Ancak, burada kapitalizmin ahlâkî yanının dikkatlerden kaçması bir tehlikeye işaret etmektedir.
Bilgi toplumunda internet, mobil telefon gibi araçlarla iletişimin ekonomik ve sosyal ilişkilerdeki kritik rolü ve küresel düzlemde serbestleşme eğilimleri, “birey”in önem kazanmasını sağlamıştır. Esnek üretim anlayışının, katılımcı demokrasinin, özel hayatın gizliliği ilkesinin vb. gelişmelerin yaygınlaşmasına zemin hazırlayan bu eğilim, bilgi toplumunun kendi içinde birtakım başka adlarla anılmasında etkili olmaktadır. “Gözetim toplumu” (surveillance society), “kaygı toplumu” (anxiety society) gibi adlar, bireysel-küresel terörizm, dış şoklara açıklık, güvensizlik, belirsizlik gibi olumsuz çağrışımları doğuran ve bireyin duygusal yanının ekonomik ve sosyal faaliyetleri etkilediği bir ortamın eseri olmuştur. Dolayısıyla, geleneksel toplumun metafizik dünyası, bilgi toplumunun bilimsel yanına eklemlenmekte, güvensizlik, belirsizlik ve riskle harmanlanmış toplumsal yaşam biçimleri kurulmaktadır. Bu bağlamda, ilk kez Alman sosyolog Ulrich Beck’in 1992 yılında kullandığı3 “risk toplumu” kavramı da, bilgi toplumunun evriminde bilgi, insan, zaman, mekân değerlerinin şekillendirdiği dünyanın sıkça anılacak olan kavramlarındandır.
2. Bilgi ve Risk Toplumu
2.1. Risk ve Belirsizlik Kavramları
İktisadın bilimsel olarak kurulmaya başladığı dönemler olan 18. ve 19. yüzyıllarda iktisadî açıklamalarda “soyutlama”nın egemen olduğu görülmüştür. Zaman, mekân ve insan farklılıkları göz ardı edilerek iktisadî davranışların kalıplaşmış olduğu, üstü kapalı da olsa belirtilmiştir. Bu soyutlama, iktisadî modellerin ve kuramların anlaşılır olmasında yararlı olmuştur. Ancak, özellikle bugünün dünyasında soyutlamanın yarattığı bir krizden bahsetmek mümkündür. Örneğin; IMF’nin politikalarının her ülkede aynı sonuçları ortaya çıkaracağı gibi bir varsayım, böylesine bir krizi getirmektedir. Benzer şekilde, bireylerin aynı türde desen, renk ya da tasarımı tercih ettiği varsayımı altında tek türde mal sunulması, talep açısından çeşitli sapmalar yaratabilmektedir. Bu türden sapmaların gerisinde yatan nedenlerden biri, belki de bunların en başta geleni; insanın iç dünyasında olup bitenler, algılamalar, düşünceler ve duygulardır. Bu yüzden de, iktisat, sosyoloji ve psikolojinin kesişim alanındaki gelişmelerin çok yönlü değerlendirilmesi gerekmektedir.
Adam Smith’in pek bilinmeyen, “Astronomi Tarihi” (History of Astronomy) adlı eserinin dikkat çektiği konu; bireyin zihinsel dengesinin ya da dengesizliğinin davranışlara nasıl yön verdiğidir. Smith’e göre; başlangıçta dengede olan zihnin dengesi ya da dinginliği, karşılaşılan bir şokla yitirilmekte; birey, zihin zincirinde kopan halkayı onarmak üzere bir arayışa yönelmekte, buluş ve keşif sürecini yaşamaktadır.4 Birey, olumlu ve olumsuz yanları olan bu şokla karşılaştığında, denge amacını gerçekleştirmek üzere davranışlarını değiştirme esnekliği gösterecektir. Bu bağlamda anlaşılmaktadır ki; “belirsizlik” kavramı bireyin yaşadığı bir şoku, sürprizi içermektedir. Bu yönüyle belirsizlik ex-post bir kavramdır. Ancak, belirsizlik, geleceğe dair bir bilgisizlik anlamı da taşımaktadır ki; bu da belirsizliğe ex-ante bir boyut kazandırmaktadır. Belirsizlik kavramı ile iç içe olan “risk” de bu noktada ele alınmalıdır. Belirsizliğin “bilgisizlik” ve “sürpriz” şeklindeki iki boyutu, risk için “tehlike” ve “olasılık” şeklindedir. Risk; bir tehlikenin gerçekleşme olasılığı ile ilgilidir. “Benim hayatım çok riskli” dendiğinde, tehlikenin meydana gelme olasılığı yüksek demektir; söz, “benim hayatım az riskli” şekline dönüştüğünde olasılık düşmektedir. Dolayısıyla, riskin olumsuz bir anlamından bahsetmek mümkündür. Belirsizlik kavramında değerlendirilen sürprizin olumsuz da olabilmesi, riskle bağlantılıdır.
Belirsizlik ve risk olgularının iktisadî ve sosyal davranışların açıklanmasında kullanılması Smith’le başlamayıp, Cantillon ve Condillac’ın yaklaşımlarında da görülmüştür. Ancak, bu konudaki kuramsal analizler ilk kez Smith ile başlayıp, soyutlama yaklaşımının egemen olduğu Ricardo, Jevons, Menger gibi iktisatçıların bakış açısında yer almamıştır. 20. yüzyılın önemli iktisatçılarından Frank Knight, Terence Hutchison ve G.L. Shackle’ın konuya ilişkin yaklaşımları iktisadın evriminde kayda değer açılımlar getirmiştir.
Knight’ın iktisada en büyük katkısı, risk ve belirsizlik arasındaki farkı kesin çizgilerle ortaya koymasında yatmaktadır. O’nun yaklaşımında; risk ölçülebilir ve belirli bir sigorta maliyeti karşılığında kontrol edilebilir olan bir dışsal değişkendir. Belirsizlik ise kesinlikle ölçülemeyen, eksik bilgi anlamını taşısa da, bilgi ile yeri doldurulamayacak olan bir faktördür ve yine dışsaldır.5
Terence Hutchison da daha çok Karl Popper’in yanlışlamacılık felsefesinden yola çıkarak iktisatta belirsizliğin yerini incelemeye çalışmıştır. Hutchison, iktisat teorisinin soyutlama açmazını, her zaman ve her yerde geçerli olan zamansız analizden, belirli zaman ve belirli mekâna taşıyarak ampirik gözlem ve tarihi devreye sokarak çözmek istemektedir. Hutchison, söz konusu faktörleri zamansız bir analiz içinde dondurmanın imkânsızlığını vurgulayarak, tarihî, kurumsal ve mekânsal analize yol açmaktadır.6
Hutchison’ın bakış açısı bağlamında “gözlemcilik” (ampirizm), “akılcılık” (rasyonalizm) karşısındaki bir felsefî yöntem olarak iktisadın soyutlama açmazının aşılmasında önem kazanmaktadır. İktisadî karar birimlerinin her birinin yaşantısı, kendi özelindeki gerçekler ya da doğrular üzerine kuruludur. Her karar birimi için kendi algıladığının şekil verdiği bir bakış açısı ve davranış yapısı söz konusudur. Bu da “görelilik” (relativity) kavramına kapı açmaktadır. Günümüz dünyasının ekonomik, sosyo-kültürel ya da politik düzenlerinde serbestleşme eğilimleri, “birey”in yükselen değerini ortaya çıkarmıştır. Görelilik bağlamında bireyin dünyaya “güvensizlik” penceresinden bakması, bilgi toplumunun sürekli yenilenme ortamında açık bir “şüphecilik” (septizm) akımına yol açmaktadır. Bu, “kaos”tur. Öyle ki; birey, “karmaşık” bir zihin yapısına sahip olmakta, “belirsizlik” ve “risk” altında sağlıklı olduğunu varsaydığı kararının kısa zaman içinde yıkılması sonucuyla karşılaşabilmektedir. Bilgi toplumunda psikolojik faktörlerin toplumsal sürecin işleyişi içinde etkili olması da, kaotik ortamın “paranoya” ve “şizofreni” gibi olumsuz sonuçları içerebileceğine işaret etmektedir. Dolayısıyla, risk toplumunun “şüphecilik” ve “paranoya” ile bağlantısı güçlüdür; ancak, bu olumsuz anlamlar yanında, belirsizliğe ve riske cevap vermenin “yenilik üretme fonksiyonu” yarattığı da gözden kaçırılmamalıdır.
“Zaman” kavramından algılanan şeyin ne olduğu, soyutlamanın aşılmasında bir açılım getirecektir: G.L. Shackle’ın “çizgi zaman” yerine, “kesikli zaman”ı dikkate aldığı yaklaşımı bu bağlamda değerlendirilebilir. Zaman noktasının, başka bir ifade ile ânın kısalığı, uzunluğu, farklılığı yatırım, üretim veya tüketim karar ve tercihi içindeki bireyin zihninde yer almaktadır. Shackle, buna “oluşum içindeki an” ya da “yekpâre an” demektedir.7 Belirsizlik ya da risk ile karşılaşan karar biriminin zihin dengesinin bozulduğunu ve onun için mekanik saatin kaçı gösterdiğinin hiçbir öneminin olmadığını vurgulamaktadır. Onun için, iç dünyasındaki saat önemlidir. Karşılaşılan şeyin yıkıcı etkisi devrededir ve karar birimi sağlıklı düşünme yeteneğini, geçici de olsa yitirmiştir. “Zaman”ın etkisi, sadece içsel saat açısından değil, içinde bulunulan dönemin koşulları açısından da değerlendirilmelidir. Öyle ki; her gelişme kendi özel zamanındaki koşullar ile anlamlıdır.
2.2. Risk Ekseninde Toplum
“Risk toplumu” ifadesi, Ulrich Beck’in 1992 yılında yayımlanan “Risk Society: Towards a New Modernity” adlı kitabıyla terminolojideki yerini almıştır. Beck bu eserinde, 19. yüzyılda “ya, ya da” felsefesinin egemen olduğunu, oysa 20. yüzyılda “ve” felsefesinin geçerli olduğunu vurgulamaktadır. Buna göre; 19. yüzyılda birbirinden kopuk yapılar ya da birimler var olmuştur. “Kopukluk”, “tekdüzelik”, “uzmanlaşma”, “hareketsizlik” gibi ifadelerle kendini bulan bu yapı, taraflar arasında dikotomiyi açıklamaktadır. 20. yüzyılda ise “ve”nin egemenliği; “yan yana olma”, “çok boyutluluk”, “sentez”, “bulanıklık”, “belirsizlik” gibi kavramları ortaya çıkarmıştır. 21. yüzyılda da “ve” felsefesinin yansımaları söz konusudur ve bu yansımalar daha kaotik yapı ve işleyişlere işaret etmektedir.
Küreselleşme sürecinin “serbestleşme” yönü, “ve”nin varlığı ile bütünleşmektedir. Dolayısıyla, internet, mobil telefon, uydu teknolojisi gibi alanlardaki gelişmeler dışa açık bir yapının temelini atmakta; bu da dışsal değişkenlerin etkileme olasılığının artması anlamına gelmektedir. Söz konusu birey, kurum ya da ülkenin diğerleriyle yakınlığı ve etkileşimi, olumsuzluklara da yol açabilmektedir. Bu bakımdan, sınırların kalkması ve yakınlaşmalar, beraberinde korku ve riski getirmektedir. Teknolojik alanda internet, ekonomik alanda ticarî ve finansal serbestleşme, sosyo-kültürel alanda değer yargılarının iç içe geçişi ve politik alanda da Berlin Duvarı’nın yıkılışı; “ve”nin yarattığı risk ortamına kaynak oluşturan gelişmelerdir.
Böylesine bir toplumsal yapının sıkça sözü edilen kavramlarından biri de “risk” olmaktadır. 1967 ve 1991 yılları arasında İngiltere, İskandinavya ve ABD’de çıkan tıp dergileriyle ilgili bir çalışma, “risk” teriminin kullanımında ciddi bir artış olduğunu ortaya koymuştur: Söz konusu dönemin ilk 5 yılında yayınlanmış “risk” konulu makalelerin sayısı bin iken, son 5 yıl içinde bu sayı 80 binin üzerinde olmuştur.8
İlk kez 15. ve 16. yüzyıllarda kullanılmaya başlayan “risk” kavramı, coğrafî keşifler ile birlikte doğmuştur. Deniz-aşırı ülkelere yapılan yolculuklar; yeni yerler, yeni şeyler keşfetme güdüsü ve iktisadî amaçlar ile ortaya çıkmıştır. Bu yolculuklar sırasında korsanların saldırılarıyla, fırtınalarla karşılaşma olasılığı hep vardı. Risk kavramı o dönemde “mekân” anlamı içeriyordu. Günümüzde ise, riske “zaman” boyutu katılmıştır. Özellikle, bankacılık ve sigortacılık sektöründe uzun dönemli döviz kuru, getiri gibi konulara ilişkin olarak “risk yönetimi” sistemleri kurulmaktadır. Günümüzün riskle ilgili eğilimlerinden biri de, “insan” faktörünün riskin gerçekleşmesinde ve algılanışındaki yeridir. Bilgi ya da bilgisayar korsanlığı, bireysel-küresel terörizm gibi gelişmeler riskin “insan” boyutuna dikkat çekmektedir. Gelecekte “bireyselleşme”nin yaygınlaşması ile daha çok önem kazanacak olan bu özellik, toplumları, “mekân” ve “zaman” boyutlarının da dahil olduğu bir sonuca götürecektir.
İlk kullanılmaya başladığı zamanlarda risk kavramı, macera boyutuyla çekici bir anlam taşımıştır. Eskiden “riske girmek” cesaret ve erdem göstergesi sayılırken, bugün riskin olumsuz yanı, yıkıcılığı daha çok vurgulanmaktadır. Ancak, gelişmiş toplumlarda bireysel ve kurumsal düzeyde başarının bir sırrı olarak riskin gösterildiği anlayışlar da vardır. Riske açık yapılar içinde karar birimlerinin faaliyetleri başarıyı ve yenilik üretme yoluyla da yüksek düzeyde rekabet gücünü getirmektedir. Yine de, toplumsal yaşamın hızlı ritmi, olumsuzlukları sıklaştırmaktadır.
Toplumun risk faktörleriyle ilgili kaygıları, örneğin yemek yeme konusunda dikkat çekici bir şekilde belirmiştir. Yemek yeme yaklaşımının değişimi, risk takıntısının yaygın hâle geldiğini göstermektedir. İngiliz BBC televizyonunda yayınlanan bir habere göre; İngilizler yemek yeme ile ilgili yapılan bir araştırmada; Nisan 1947’de, %80 oranında “istediğimi rahatlıkla yiyebilirim”, %20 oranında ise “dikkat ederim” şeklinde görüş bildirmişlerdir. Aynı soru bu kez Nisan 1996’da yöneltildiğinde, %58 oranında “istediğimi rahatlıkla yiyebilirim”, %42 oranında ise “dikkat ederim” sonucu çıkmıştır.9 Yediklerine dikkat eden insan sayısının iki katına çıkması insanların günlük yaşamındaki ciddi bir değişimi yansıtmaktadır. Yaşamın diğer yönleriyle ilgili incelemeler de daha tedbirli yaklaşımlara doğru benzer bir kayma olduğunu göstermektedir.
Bilgi toplumunda risk, büyük bir sektör hâlini almıştır. Şirket yönetimi danışmanları, sigortacılar, siyasî danışmanlar, sosyologlar, psikologlar ve benzerleri, “risk analizi”, “risk yönetimi” ve “risk iletişimi” gibi pek çok başlık altında öneri ve strateji kurguları geliştirmektedirler. Medyanın da konuya ilgisi giderek artmakta, içinde “risk”, “kaos” gibi kelimeler geçen manşetler, haberler, makaleler, programlar sıkça yayınlanmaktadır.
Anthony Giddens’ın sosyal demokrasinin yeniden ele alınışında ortaya koyduğu Üçüncü Yol yaklaşımının risk ve sorumluluk yönü, toplumun kurulmasında önemli bir modeldir.10 Buna göre; bilgiyle yoğrulmuş yapıların egemen olduğu toplumsal yapı, geleneklerin ya da doğanın sabitliğinden kaynaklanan “doğal-dışsal riskler” ile, toplumsal yaşamın işleyişi içinde insan eliyle yaratılmış “yapay riskler” temelinde yükselmektedir. Doğal riskler, deprem, sel, kasırga, salgın hastalıklar gibi dışsal risklerdir. Yapay riskler ise, insanın bilimsel ve teknolojik faaliyetlerinin yön verdiği toplumsal dönüşümün ortaya çıkardığı risklerden oluşur. Küresel ısınma, nükleer atıklar, kitle imha silahları, medya ve internet yoluyla özel hayatın gizliliğinin zedelenmesi, teknolojik işsizlik, beyin göçü, kültürel çatışma, muhafazakârlık, terörizm, ve daha birçoğu... Görüldüğü gibi; yapay risklerin sayısı doğal risklerinkinden oldukça fazladır. Bu da risk toplumunun karakterinin bir sonucudur. “İnsan” değeri ve önemi bunu gerektirmektedir.
Toplumsal bütünün hemen hemen her alanı adeta riskle donatılmıştır. Salgın bir virüs gibi olan risk, insan yaşamının derinlerine nüfuz etmeye başlamıştır. Ancak, bu durum, farklı kültürlerde ve gelişmişlik düzeylerinde olan toplumlarda farklı şekillerde algılanmakta; görece gelişmiş toplumlar riski iktisadî ve toplumsal bir katalizör motif olarak görürken, görece az gelişmiş toplumlar riskten kaçmak adına, içe kapanmaktadırlar. Böyle bir izolasyonun yıkım gücünün, küreselleşme sürecinin durdurulamazlığı karşısında çok fazla olabileceği de başlı başına bir risktir. Bilgi ve teknolojinin toplumsal alanda neden olduğu dönüşüm çeşitli riskler yarattığı gibi, riskin “fırsat” ve “yenilik” üretme fonksiyonlarına da zemin hazırlamaktadır. Dolayısıyla, yeni bilgi ve teknoloji, risklerin yıkımına engel olabilmektedir. Risk toplumunun bireylerinin, sorumluluklarının farkında olan ve inisiyatif kullanabilen bireyler olması, riski yarattıkları gibi, bilgi ve teknoloji üretmelerini de sağlamaktadır. Bu da, “bilgi” ve “risk” arasındaki karşılıklı etkileşimin varlığını açıklamaktadır. Her ikisi de birbirinin hem nedeni hem de sonucudur.
3. Risk Toplumunda İktisadî Davranışlar
Rasyonalizm, iktisadın statik çağı olarak nitelendirilebilecek dönemdeki, özellikle 19. yüzyıldaki iktisadî yaklaşımların aldığı biçimde etkili olmuştur. Rasyonel karar birimi, tam bilgi sahibi olarak tercih ve kararlarında tutarlı hareket etmektedir. Ancak bu, zamanın ve mekânın koşullarını, ki bu koşullar dışsaldır, sabit varsaymak anlamına gelmektedir. Saf akılcı davranış gösteren karar birimi homo economicus, dışsal değişkenleri sabit varsaydığı gibi, geleceğe dair tam bilgi sahibidir. Dolayısıyla, zaman içindeki değişmelerin ne olacağından haberdar olan homo economicus, hata yapmamaktadır. Aldığı tüketim ya da üretim kararında akılcı ve tam bilgilidir.
1990’larla birlikte kavramsal çerçeveye oturtulmaya çalışılan “risk toplumu” yapılanması içinde, karar birimlerinin davranışlarında değişme olmaktadır: Karar birimi, belirsizlik ve risk altında karar almak durumundadır. İktisadın statik karakteri paralelinde “tam bilgi” ve “sabitlik” varsayımları, bilgi toplumunda geçerli değildir. Belirsizlik ve risk, statik analizlerin yapıldığı dönemlerde de var olmuş; ancak, analiz dışında tutulmuştur. Oysa, bilgi toplumunda belirsizlik ve riskin, dolayısıyla sosyolojik ve psikolojik faktörlerin analize dahil edilmesi söz konusudur ve bu durum risk toplumunu açıklamaktadır. İktisadın soyutlama açmazına yol açan rasyonalizm, risk toplumunda tamamen reddedilmeksizin önemli bir işlev üstlenmektedir. O da, bireyin bugüne ve geleceğe dair tam bilgi sahibi olmasını varsaymaması kaydıyla, bireyleri belirsizlikten kurtararak yeniden eyleme, dengeye yönelten motif olmasıdır. Öyle ki; rasyonellik, kaynakların etkin kullanımında bir dayanak noktası oluşturmaktadır.
Belirsizliğin sürpriz boyutu ortaya çıktığında birey geçici bir süre için de olsa, hareket yeteneğini yitirmektedir. Şokun yarattığı korku, söz konusu iktisadî faaliyetin ertelenmesine sebep olmaktadır. Hareket yeteneği kısıtlanan birey, korkuyu üzerinden attıktan sonra, yeniden risk alma ve belirsizliğin içine girme cesaretini gösterebildiğinde eyleme geçebilmektedir. Yenilik doğuran bu eylemin geliştirilememesi durumunda ise, bireyin kuşku dolu düşünce ve duygu dünyası, kararsızlık sürecini getirmektedir.
Belirsizlik ve risk kavramlarının, özleri itibariyle birbirinden farklı olması, risk ya da belirsizlik ile karşılaşıldığında verilen tepki ya da geliştirilen eylemi de farklılaştırmaktadır. Belirsizlik karşısında bireyin ilk tepkisi şaşkınlık ve kararların ertelenmesi olurken; risk karşısında ise birey çoktan pozisyonunu ona göre ayarlamış, belli bir maliyete katlanarak bu faktörü göğüslemiştir.11 Belirsizlik ya da riskin gerçekleşmesi durumunda psikolojik faktörlerin devreye girmesi ve zihin dengesinin bozulması; homo economicus’un tutarlı davranışlarında sapmaya yol açmaktadır. Öte yandan, homo economicus, tam bilgi ekseninde davranışta bulunmaktadır. Ancak, bu varsayım, bilgi toplumuna risk toplumu karakteri kazandıran bir boyut olarak bilgisizlik ele alındığında ortadan kalkmaktadır. Burada dikkat edilmesi gereken nokta; bilgi toplumunda tam bilgi olmadığı gibi, tam bilgisizliğin de olmadığıdır.
Bütün bu çerçevede, risk karşısında karar birimlerinin genel olarak iki tür davranış geliştirdikleri görülmektedir: “Riskten kaçınma” ve “riske cevap verme”.
“Riskten kaçınma”, bireyin dışa açık yapıdan duyduğu korku nedeniyle kendine sınırlar belirlediği ve bu sınırlar içinde kendini güvende hissettiği bir davranıştır. Farklı kültürel değerlere sahip olan uluslar arasında bu tip bir davranıştan bahsetmek mümkündür: Kendi değer yargılarından sapmanın çok da olanaklı olmaması, başka değer yargılarına sahip olanların kabûllenilmesini de güçleştirmektedir. Daha ileri gidilecek olursa; başka kültürlerin etkisinin olumsuzluğu, kısacası, risk gündeme gelmektedir. Günümüzde din temelli olarak yaşanan kültürel çatışmaların böyle bir riskten kaynaklandığını söylemek, yerinde olacaktır. Bu bağlamda, gerek Batı kültürlerinde gerekse Doğu kültürlerinde “muhafazakârlık” (fundamentalizm) akımının yaygınlaşması, hem riskten kaçınma hem de risk yaratma özelliği taşımaktadır.
Riskten kaçınmanın bir boyutu da, “metafizik” alanın yükselen değeridir. Bilgi toplumunda; bilgi sahibi olmak kadar, bilgisizliğin de egemen olduğu bir yapı söz konusudur. Ancak her ikisi de; bilgi de, bilgisizlik de, riske kapı açmaktadır. Özellikle, bilimsel bilgi temelli davranış yapılarının gelişmediği, görece geri toplumlarda riskten kaçınmak üzere metafizik gündeme gelmektedir. Falcılık, büyücülük gibi eğilimlerin öne çıkmaya başlaması, güvenlik sınırlarını belirleme amacıyla ilişkilidir. Düşman olarak görülen bir kişinin büyü ile hareket sahasının daraltılması amaçlanabilmektedir. Böylece, büyü yaptıran, riskten korunmuş olacaktır. Burada dikkat etmek gerekir ki; büyü bir yenilik gibi görünmekle beraber, riskin fırsat ve yenilik anlamı içermesinin pozitiflik yanını barındırmamaktadır.
Kuşku duyma ve bunun paranoyaya dönüşmesi de, riskten kaçınmanın bir başka yönüne dikkat çekmektedir. Riskten kaçınan birey, dışa kapalı hâle getirdiği sistemi içinde kendiyle kalmakta; dışarıda olup bitenlerin yarattığı ve kuşku duymaktan kaynaklanan gerginlikleri yaşamakta; kalıplar içinde sıkışmaktadır. Riskin olumsuz yanı giderildikten sonraki pozitif dışsallığı kavrayamamaktadır.
“Riske cevap verme” ise iktisadî gelişmenin niceliksel ve niteliksel yanına ışık tutmaktadır. Her ne kadar “belirsizlik ve risk” ile “yenilik” arasında “çift yönlü bir nedensellik” varsa da, belirsizliğin ex-post olma özelliği ve riskin gerçekleşmesi olumsuzluğu, analize sonradan eklendiğinde daha anlamlı olmaktadır. Başlangıç noktasına belirsizliği ya da riski koymak yanıltıcı olabilmektedir. Nitekim, bireyin zihni, analizin başlangıcında dingindir ve bu dinginlik “mantıksal zekâ” (IQ) ile “duygusal zekâ”nın (EQ) sinerjisiyle yaratıcılığa ve yeniliğe zemin hazırlamaktadır. Bu, aynı zamanda rekabet sürecinin işleyişinde çıkış noktasıdır. “Yaratıcı-yenilikçi karar birimi”, diğer karar birimlerinin dengesini bozan bir belirsizlik ve risk yaratmıştır. Diğer karar birimlerinin zihinsel dinginliğinin bozulması, onların “içsel öğrenme süreci”ni harekete geçirecektir. İçsel öğrenme yoluyla da diğer karar birimleri “yenilik” geliştirmekte, “kuralları ve kurumları” yaratmaktadır. Bu yenilikler ürüne ilişkin olabildiği gibi, yöntem ya da paradigma ile ilgili de olabilmektedir. İçsel öğrenme yoluyla riske cevap verebilen bireyler yenilik, kural ve kurum yaratmaktadırlar. Ancak, “yaratıcı yıkım”ın pozitif dışsallığının yanı sıra negatif dışsallık da içermesi gözden kaçmamalıdır. Bu negatiflik de, “illegallik”, “ahlâksızlık” ve “irrasyonellik” olarak belirmektedir.
Sonuç
Bilgi toplumunun evriminde risk toplumu olgusu bütün değerlerin yanına, bir yönüyle negatif, diğer bir yönüyle de pozitif anlam içeren risk kavramını eklemiştir. İktisadın evriminde de yeri netleştirilemeyen “risk” ve bununla paralel olarak “belirsizlik” kavramları, bilgi toplumunun yeni boyutuyla da örtüşmektedir. İktisadın zaman, mekân ve insan boyutlarının önem kazanmaya başlaması bu yeni boyutta söz konusu olmuştur. Bilgi toplumu, ürettiği “bilgi” ile riskler doğurmakta; ancak, risklere ve belirsizliklere karşı yöntem geliştirmeyi de bilmektedir. Yeni bilgi, yeni teknoloji, yeni kurallar hep bu risklerin ve belirsizliklerin yarattığı pozitif dışsallıklardır.
Bugün, “ben” ve “öteki” anlayışının yaygın ve egemen olduğu bir dünya düzeni söz konusudur. Sadece politik alanda değil, toplumun her alanında geçerli olan bu düzen; denetleme, gözetleme, çatışma ve hatta savaşmayı çağrıştırmaktadır. Mekanik ve saf akılcı düşüncenin yerine, saygı, hoşgörü, uzlaşma gibi ahlâkî değerlerin yerleştirildiği bir dünya düzeni, refah düzeyinin yüksek olduğu, daha yaşanılabilir bir dünya demek olacaktır. Bilgi ve risk toplumunun rasyonalizmi budur.
Kaynakça
Alada, Dinç, (2000), İktisat Felsefesi ve Belirsizlik, Bağlam Yayınları, İstanbul
Avcı, Nabi, (1999), Enformatik Cehalet, Kitabevi Yayınları, İstanbul
Bayhan, Vehbi, (2002), “Risk Toplumu”, Doğu Batı Dergisi, Mayıs-Haziran-Temmuz 2002, Yıl: 5, Sayı: 19, Ankara
Beck, Ulrich, (1999), Siyasallığın İcadı, Çev: Nesrin Ülner, İletişim Yayınları, İstanbul
Briggs, John ve Peat, David, (2001), Kaos – Yedi Yaşam Dersi, Çev: Sezer Soner, Ege Meta Yayınları, İzmir
Buğra, Ayşe, (1999), İktisatçılar ve İnsanlar, İletişim Yayınları, İstanbul
Drucker, Peter, (1996), Gelecek İçin Yönetim, Çev. Fikret Üçcan, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul
Erkan, Hüsnü ve Erkan, Canan, (1998), Kültür Politikamızda Yeni Boyutlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, Yayın No: 2142-273-5, Ankara
Erkan, Hüsnü, (1997), Bilgi Toplumu ve Ekonomik Gelişme, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul
Fukuyama, Francis, (2000), Güven - Sosyal Erdemler ve Refahın Yaratılması, Çev: Ahmet Buğdaycı, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul
Furedi, Frank, (2001), Korku Kültürü, Çev: Barış Yıldırım, Ayrıntı Yayınları, İstanbul
Giddens, Anthony, (2000), Üçüncü Yol, Çev: Mehmet Özay, Birey Yayıncılık, İstanbul
Güvel, Enver Alper, (2002), “Piyasa Ekonomisine Biyolojik Bir Yaklaşım: Biyonomik”, Piyasa Dergisi, Cilt:1, Sayı:4, Güz 2002, Ankara
Kazgan, Gülten, (2000), İktisadî Düşünce veya Politik İktisadın Evrimi, Remzi Kitabevi, İstanbul
Kumar, Krishan, (1999), Sanayi Sonrası Toplumdan Post-Modern Topluma – Çağdaş Dünyanın Yeni Kuramları, Çev: Mehmet Küçük, Dost Kitabevi Yayınları, Ankara
Popper, Karl, (2001), Daha İyi Bir Dünya Arayışı, Çev: İlknur Aka, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul
Dostları ilə paylaş: |