Cevap
Evvela bu dua açık bir şekilde şu gerçeğe delalet etmektedir ki Allah’ın Ehl-i Beyt için bu temizliğe oranla iradesi tekvini bir iradedir; teşrii bir irade değildir. Zira Allah’tan istenilen bu temizlik ve pisliğini giderilmesi şüphesiz teşrii bir husus değildir. Peygamber’in duası kesinlikle müstecaptır. O halde bu mezkur dua tathir ayetinin içeriğini teyit etmektedir.
İkinci olarak ismet ilahi bir hediyedir. Allah-u Teala hayatın her anında onu seçtiği kimselere bağışlamaktadır. Zira onlar diğer varlıklar gibi her an Allah’a ihtiyaç duymaktadır. Bir anlık ifaze ve hediye onları diğer anlardaki ifaze ve ihsandan müstağni kılamamaktadır.
Bu şu gerçeğe benzemektedir ki Peygamber (s. a. a.) Sürekli olarak, “Allah’ım bizleri doğru yola ilet” diye ifade etmektedir. Allah’tan sürekli olarak hidayet talep etmektedir. Oysa Peygamber (s. a. a.) Bu hidayete sahiptir ve en kamil mertebesinde bulunmaktadır. Ama buna rağmen bu hasıl olan bir şeyi tahsil etmek anlamında değildir. Aksine kulun her zaman hangi makamda olursa olsun zatı gereği farklı ve Allah’a muhtaç olduğunu göstermektedir. Kul böylece ihtiyaçlarını Allah’a arz etmekte ve Allah’tan diğer anlarda da lütuf ve ihsanlarını talep etmektedir. Bu da bizzat kul için bir kemal sayılmaktadır.
Gelecekte Allah’ın bu ihsan ver hediyeyi kendilerine vereceği hakkında ilim de duaya engel değildir. Nitekim Allah Ulul Elbab’ın duasını beyan etmektedir ki onlar şöyle demişlerdir: “Rabbimiz! Bize, peygamberlerin vasıtasıyla vaat ettiklerini de ikram et ve kıyamet gününde bizi rezil-rüsvay etme; şüphesiz sen vâdinden caymazsın!” 1
Allah’ın müminlere verdiği vaatlere rağmen onlar yine de bu şekilde dua etmektedirler.
Peygamber’in (s. a. a.) Duası hususunda da aynı şey geçerlidir. İlahi masuniyet ve teharet her ne kadar tahakkuk etmişse ve gelecekte de tahakkuk edecekse de ama bu dua bu Ehl-i Beyt’in her ne kadar yüce makamlı da olsa sürekli olarak Allah’a muhtaç olduğuna delalet etmektedir. Dolayısıyla Allah da her an bu büyük ve değerli ihsan ve lütfünü onlara sunmaktadır.
Dolayısıyla Peygamber’in duası gerek tathir ayetinin nüzulünden önce ve gerekse de nüzulden sonra onların ismetiyle hiçbir çelişki içinde değildir.
Sekizinci Soru
Peygamber’lerdeki ismet vahyi koruma sebebiyledir. Peygamber’lerden başkası için ismet makamına sahip olduğuna inanmanın zarureti nedir?
Cevap
Evvela teşeyyu inancına göre imamet nübüvvetin bir uzantısı hatta dengidir ve ondan daha üstündür. 1
İmam vahiy dışında Peygamber’in (s. . A) taşımış olduğu rolün aynısına sahiptir. Bu açıdan imameye şiasına göre imamda ismet sıfatı akli ve nakli deliller esasınca şarttır ve gereklidir.
İkinci olarak ismet için akli bir gerektirici bir faktörün olmayışı var olmadığının delili değildir. Bunun açıklaması da şudur ki Peygamber ve imam hakkında akıl onların ismet sahibi olması gerektiğine hükmetmektedir. Onlardan gayrisi hakkında akıl bu hükmü vermemektedir. İsmet Allah’ın salah gördüğü kimseye bağışta bulunduğu bir bağıştır. Peygamberler ve imamlar hakkında onların ismet sahibi olduklarına dair akli deliller vardır onlardan gayrisi dışında ise eğer masum olduğuna dair nakli bir delil varsa bu durumda ona da inanmak gerekir. Tathir ayeti Peygamber’in (s. a. a.), imamların ve Hz. Fatıma’nın (s. A) delili konumundadır.
Dokuzuncu soru
Sakaleyn hadisinde Sahihi Müslim’in rivayet ettiğine göre1 Peygamber’in (s. a. a.) Ashabından biri olan Zeyd b. Erkam Peygamber-i Ekrem’in (s. a. a.) Şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: “Ben aranıza iki değerli şeyi bırakıyorum. Bunlar Allah’ın kitabı ve değerli Ehl-i beytimdir.” Zeyd b. Erkam’a şu soru sorulmuştur: Peygamber’in Ehl-i Beyt’i kimlerdir? Acaba kadınlar da Peygamber’in Ehl-i Beyt’inden sayılmakta mıdır? O, “hayır” diye cevap verdi. Bunun üzerine kendisine, “O halde Peygamber’in Ehl-i Beyt’i kimlerdir?” Di, ye sorulunca o cevap olarak şöyle demiştir: “Peygamber’in Ehl-i Beyt’i kendisine sadaka vermenin haram olduğu kimselerdir. Onlar Al-i Abbas, Al-i Cafer ve Al-i Akil’dir. O halde Peygamber’in Ehl-i Beyt’inin Al-i Aba’dan beş kişi olduğunu veya on dört masuma özgü olduğunu söylemek mümkün müdür?
Cevap
Evvela bu hadis Peygamber’in (s. a. a.) Eşlerinin Ehl-i Beyt’in dışında olduğuna delalet etmektedir.
İkinci olarak bu hadis sahip olduğu bir çok yollara rağmen Yezid b. Hayan adlı kimseye ulaşmaktadır. Bu hadis ayetin içeriği ve sayısız hadislere karşı koyacak bir salahiyete sahip değildir.
Üçüncü olarak sabit olduğu varsayılsa bile bir sahabiden nakledilen bir içtihat konumundadır ve de hüccet olamaz.
Dördüncü olarak sakaleyn hadisi bir çok değişik yollardan Zeyd b. Erkam’dan nakledilmiştir ve bu hadiste şu cümle de yer almaktadır: “Eğer onlara sarılacak olursanız ebedi olarak sapmazsınız şüphesiz o ikisi (Kur’an ve Ehl-i Beyt) havuzda yanıma gelinceye kadar asla bir birinden ayrılmazlar. Bu da Ehl-i Beyt’in önderliğini ve Kur’an'dan ayrılmazlığını beyan etmektedir. Zeyd b. Erkam’dan mezkur tefsirle hiç bir şekilde uyum içinde değildir. Zira mezkur tefsir esasınca Abbas oğulları halifeleri bütün zulüm ve cinayetleriyle Ehl-i Beyt’ten sayılmıştır ve bu da sakaleyn hadisinin içeriği ile asla uyumlu değildir.
Onuncu Soru
Bazı hadislerde yer aldığına göre Ümmü Seleme, “Ben de Ehl-i Bet’ten miyim?” Veya “Beni de o zümreye kat” diye söylediğinde Peygamber (s. a. a.) Ona şöyle buyurmuştur: “Evet inşallah” veya şöyle buyurmuştur: “Sen benim ehlimdensin” bu esas üzere Peygamber’in Ehl-i Beyt’inin beş kişiye mahsus olduğu söylenemez.
Cevap
Nakledilen bir çok hadislere göre Ehl-i Beyt kavramı özel bir anlam ifade etmektedir. Al-i aba’dan sadece beş kişiye özgüdür onlardan başkasını kapsamamaktadır. Dolayısıyla şöyle söylenebilir ki soruda söz konusu edilen bu hadislerde yer alan “ehl” veya “Ehl-i Beyt” kelimeleri lügavi anlamda olup bu anlamda Peygamber’in eşlerini de kapsamaktadır.
Sorulan hadisler hakkında Ehl-i Sünnetin hadis ve fıkıh imamlarından biri olan Ebu Cafer Tahavi’nin sözünü aktarmak istiyoruz. Tahavi tathir ayetindeki Ehl-i Beyt’in beş kişiye ait olduğunu ve Peygamber’in (s. a. a.) Eşlerinin ayet-i kerimenin kapsamının dışında kaldığını söyleyen bir kimsedir. Müşkül’ül Asar1 adlı kitabında bir hadis nakletmiştir ki bu hadise göre Ümmü Seleme şöyle demiştir: “Beni de onların (Ehl-i Beyt’in) arasına kat.” Peygamber (s. a. a.) Şöyle buyurmuştur: “Sen benim ehlimdensin.”
Tahavi bu konuda şöyle diyor: “Peygamber’in maksadı Ümmü Seleme’nin Ehl-i Beyt’ten, yani Peygamber’in (s. a. a.) Eşlerinden olduğu söylenebilir. Şüphesiz Peygamber’in eşleri Peygamber’in ehli sayılmaktadır.”
Tahavi daha sonra şahit olarak sekiz hadis nakletmektedir ki Ümmü Seleme tathir ayetinde Ehl-i Beyt’ten sayılmamıştır.
Tahavi daha sonra şöyle diyor: Bu ayetler Ümmü Seleme’nin tathir ayetinde belirtilen Ehl-i Beyt’ten olmadığına delalet etmektedir. Tathir ayetindeki Ehl-i Beyt’ten maksat sadece Allah Resulü (s. a. a.), Ali (s. A), Fatıma (s. A), Hasan ve Hüseyin’dir (a. s.). 2
Tahavi’nin verdiği ihtimallerden birine göre ise, “Sen benim ehlimdensin” ifadesinden maksat şudur ki sen benim dinime uyduğun sebebiyle benim ehlim sayılmaktasın.” Nitekim Hz. Nuh kıssasında da, Nuh Peygamber’in oğlu olmaktan çıkartılmış ve kendisine şöyle denilmiştir. “Allah buyurdu ki: Ey Nuh! O asla senin ailenden değildir. Çünkü onun yaptığı kötü bir iştir. O halde hakkında bilgin olmayan bir şeyi benden isteme! Ben sana cahillerden olmamanı tavsiye ederim.”1
Buradan da anlaşılmaktadır ki iman ve Salih amel sahibi olan kimseler onun ehlinden sayılmaktadır.
Tahavi bu ihtimali vasile hadisini beyan ettikten sonra açıklamaktadır. Vasile de “kesa hadisi”ni rivayet eden sahabilerden biridir. Rivayet ettiği hadiste bu beş kişinin huzurunu ve bir örtünün altında karar kılınmasını hatırlatmaktadır. Sonra da Peygamber’in (s. a. a.) Şöyle buyurduğunu nakletmektedir: “Ey Allahım! Bunlar benim Ehl-i Beyt’imdir, Ehl-i Beyt’im daha layık ve müstahaptır.” Daha sonra şöyle diyor: “Ben Allah resulüne şöyle sordum: “Ey Allahın Resulü ben de Ehl-i Beyt’inizden miyim?” Peygamber şöyle buyurdu: “Sen benim ehlimdensin.”
Tahavi daha sonra şöyle diyor: “Vaile Peygamber’e (s. a. a.) Ümmü Seleme’den daha uzaktır. Zira Vaile (Peygamber’in (s. a. a.) Hizmetçilerinden biri) Leys oğullarından bir kimsedir. Kureyş’ten sayılmamaktadır. Peygamber’in eşi olan Ümmü Seleme ise Kureyş’tendir aynı zamanda Peygamber’in (s. a. a.) O şahsa şöyle dediğini görmekteyiz: “Sen Ehl-i Beyt’imdensin ve bu bana karşı sahip olduğun din ve iman sebebiyle bizim zümremize dahil bulunmaktasın”
Beyhaki de es- Sünen’ül Kübra2 da Vaile’nin hadisini nakletmekte ve şöyle demektedir: “Adeta Vaile bu hadiste Peygamber’in Ehl-i Beyt’ine teşbih babından ehil hükmünde karar kılmıştır; Ehl-i Beyt’in gerçek mısdakı ve örneği değildir.”
Bu yüzden Ehl-i Beyt’e özgü sayısız hadislerin delaleti hususunda hiçbir engel yoktur.
On Üçüncü Soru, “Şüphesiz Allah irade eder” ayeti de şu ayet gibidir: “Allah size herhangi bir güçlük çıkarmak istemez; fakat sizi tertemiz kılmak ve size (ihsan ettiği) nimetini tamamlamak ister”1 Hakeza, “Şüphesiz Allah irade etmiştir” ayeti de şu ayete benzemektedir: “Sizi temizlemek, şeytanın pisliğini (verdiği vesveseyi) sizden gidermek için…”2
Eğer tathir ayeti ismeti dile getiriyorsa mezkur iki ayet esasınca sahabeden bir çoğunun masum olmasına iman etmek gerekir.
Dostları ilə paylaş: |