S. D.Ü. İLÂHİyat fakültesi GÜNÜMÜz aleviLİĞİnde eğİTİM Çaliştayi


Hasan ONAT: Biz teşekkür ederiz. Efendim listeyi devam ettiriyorum. Şenol Bey. Şenol KALUÇ



Yüklə 1,05 Mb.
səhifə14/17
tarix09.01.2019
ölçüsü1,05 Mb.
#93913
1   ...   9   10   11   12   13   14   15   16   17

Hasan ONAT: Biz teşekkür ederiz. Efendim listeyi devam ettiriyorum. Şenol Bey.

Şenol KALUÇ: Şimdi önce haddim olmadan burada bu kadar akademisyenle, değerli bilim adamıyla birlikte konuşmaktan dolayı özür dilerim. Konu, “Günümüz Aleviliğinde Eğitim Çalıştayı” dedik. Fakat yine her zamanki gibi genelde Alevilikle ilgili toplantılarda düşülen hatalardan birisine düşüldü. Aleviliğin tanımı, ne olduğu üzerine veya nasıl bir şey olduğu üzerine konuşulurken burada eğitimin fetişleştirildiğini gördüm. Biraz aykırı yaklaşacağım ben olaya. Dini eğitimin devlet okullarına verilmesi, cumhuriyetin başından beri ulus devlet projesi çerçevesinde belli bir hedefe göre hazırlanmış programlar var. Bu programların Alevilik gibi bir derdi hiçbir zaman olmamıştır. Hatta Sünnilik diye de bir derdi de olmamıştır. Çünkü devlet kendi kabul ettiği resmi dini topluma dayatmıştır. Aleviliğin -Şakir Baba’nın dediği gibi- Aleviliğin ya da Bektaşiliğin okulda öğretilmesi ritüeli itibariyle neredeyse mümkün değil. Çok az şeyini öğretebiliriz; ama Aleviliğin ya da Bektaşiliğin yaşatılabilmesi için yaygın eğitimin ön plana çıkarılması lazım. Çünkü okullarda Alevilik öğretilmeye kalktığında otomatikman şöyle bir sorun ortaya çıkartacaktır: Devlet, Aleviliğini üretmeye çalışacaktır. Kimin Aleviliği? Dün de gördük Ali Kenanoğlu’nun Aleviliğini mi, Doğan Bermek’in Aleviliğini mi yoksa Dursun Bey’in Aleviliğini mi, Şakir Baba’nın Aleviliğini mi? Yani ciddi bir problem oluşacaktır.

Hasan ONAT: Yok canım, bu konuda anlaştılar.

Şenol KALUÇ: Ben dışarıdan anlaşılamadığını çok iyi gördüm. Eğitim konusunda bir de şöyle bir problem daha var. Althusher der ki “Devletin en önemli ideolojik ayrılıkları kilise, okul ve tiyatrodur”. Burada herkes iki gündür ısrarla -birkaç kişiyi tenzih ederim- okula rol verilmesini istiyor. Okula rol verdiğimiz zaman devlet kendi Alevilerini yaratır, yani bizi. Ben Alevi olarak şöyle düşünüyorum. Benim Aleviliğimi kimse şekillendirmesin. Ama benim Aleviliğimin önündeki problemi kaldırsın. Sadece basit bir örnek vereceğim. Sayın valimizle bugün burada beraberiz. Bir zamanlar Alaca kaymakamı Çorum’da halk pazarını -biliyorsunuz köylerde Cuma pazarı kurulur- ilçede Cuma pazarını Perşembe gününe kaydırdı. Bu olay 90’larda yaşandı. Gerekçesi şuydu. Kızılbaşlar şehre iniyormuş, Cuma namazında Müslümanların namazını bozuyormuş, sakat ediyormuş... Kavga çıktı bunun üzerine. Çünkü Alevi köyleri Perşembe günü gitmek istemediler. Cuma günü gitmek istediler. Çünkü herkesin orada olduğu zamanda malını satmak istiyordu ve sonra kavga gürültüyle tekrar Cuma gününe geri alındı. Ama bu davranış oradaki birkaç kişi, Diyanetteki birkaç kişinin edepsizliği yüzünden ortaya çıkmıştı. Evet Çorum’da Aleviler ile Sünniler arasında bir gerginlik vardır, ama hiçbir zaman bu gerginlik kavga noktasında değildir. Yani dışarıdan birileri müdahale etmediği zaman ve özellikle akil adamlar dediğimiz kanaat önderi dediğimiz kişiler müdahale etmediği sürece kavga çıkmaz. Bu noktada ben Yılmaz hocamın dediğine katılıyorum. Üniversitelerde Alevilik ile ilgili kürsüler kurulmalı. Alevi gençleri oraya gitmeli. Ama örgün eğitim içerisinde Alevilik dersleri hatta din dersleri bile başlı başına bir problemdir. Bu sadece Alevilerin değil, Sünnilerin de problemi olduğuna inanıyorum. Teşekkür ediyorum.

Hasan ONAT: Ben teşekkür ederim. Cemal Şener Bey. Önceki listeyi tamamlayayım. Biraz sonra alacağım sizi.

Cemal ŞENER: Hocam, birinci konuşmamın biraz yanlış yorumlandığımı düşünüyorum. Sorular da o yönde geldi. Olay şöyle. Son elli yılda ülkemizdeki toplumsal gelişmelere baktığımızda Alevilere yönelik yoğun bir ayrımcılık var. Bu hayatın her alanında var. Yani neredeyse doğuştan mezara kadar çeşitli alanlarda bu ayrımcılığı görmek mümkün. Bunlardan bir tanesi, özellikle bürokrasi içinde çalışanlar bunu çok daha yoğun yaşıyorlar. Benim anlattığım örnekte, dayım Erzincan’dan Sivas’a karayolları müdürü olarak görev almıştı. Tabi Suşehri Sünni yoğunluklu olan bir ilçe. Ramazan geldiğinde davul çalınıyor biliyorsunuz. Gidip evleri kontrol ediyorlar. Dayımda kara yolları müdürü olduğu için. Lambası yanıyor mu yanmıyor mu? Lamba yanmıyorsa hapı yuttuk. Tabi dayımın annesi her akşam ramazan davulu çalınca lambayı yakıyor, ama sahura kimse kalkmıyor, bu, bir sene, iki sene, üç sene, beş sene yavaş yavaş bu sefer kendisi sahura başlıyor. Arkasından gelin başlıyor, arkasından çocuklar başlıyor, derken on beş sene sonra gelinlerimle karşılaştığımda hepsi oruçluydu. Şimdi konu bu yine ayırımcılığa yönelik, yapılan kamu hizmetlerinin buna endekslenmesine yönelik çok çarpıcı örnekler var. Yani bugün Alevi köyü kalkıp yol istediğinde, su istediğinde elektrik istediğinde, okul istediğinde karşılarına cami çıkıyor. Cami önce masum bir talepmiş gibi, masum bir olaymış gibi sunuluyor. Tamam ama okulunuz yok, suyunuz yok, yolunuz yok. Önce cami masum bir gerekçeyle yapılıyor. Arkasından imam atanıyor. İmam atanınca, imamla birlikte arkasında namaz kılınması için cemaat oluşturulması gerekiyor. Bu cemaatin yaşlıları önce kibarlık olsun diye önce Cuma namazlarına gidiyorlar. Cemaat oluşması için biliyorsunuz 3-5 kişinin olması gerekiyor. O 3-5 kişi arkasından 5-10 kişi oluyor. Sonra süreç içerisinde dedeye diyorlar ki: sevgili dedeciğim artık zahmet edip buralara kadar gelmeyin. Biz camide bu işi yapıyoruz. Bu çok yoğun bir alan. Yani bir tek köyde değil. Mesela bir dedenin bana anlattığına göre, iki yüz köye giderken, artık şimdi yirmi köy kaldı. Böyle bir asimilasyonun yaşandığı bir dönemi takip ediyorum. O yüzden bu konulara samimi yaklaşmak lazım. Bu hassasiyetleri göz önünde bulundurmak lazım. Yoksa buradaki masanın başında olsun, bunun dışında olsun, bu konuya emek veren, bu konuda yoğun fikir üreten herkese Alevi toplumu saygıyla sevgiyle yaklaşıyor, ama bu kaygıları yaşayarak bu sorunu çözemeyiz. Bu konuda karşılıklı tarihsel olarak olumsuz örnekler olmuş. Baktığımızda sicilimizin çok temiz olmadığını görüyoruz. Karşılıklı iyi niyetle, bu sorunlar kanunlarla değil, bürokrasiyle değil, iyi niyetle çözülebilir. Yoksa sabahleyin- diğer hocalarımızın anlattığı gibi- hocalarımızın şu ya da bu şekilde gündeminde yer alabilir. Kaymakçı hocamın dediği gibi şu ya da bu şekilde yer alabilir. Yeter ki bu konuda iyi niyet olsun. Ülkemizde Aleviler ile Sünniler arasında çözülemeyecek bir sorun yok. İyi niyet olduktan sonra bunun üstesinden çok kısa sürede gelinebilir. Saygılar.

Hasan ONAT: Çok teşekkür ediyorum. Gerçekten her şeyin başı iyi niyettir. Onun için konuşmama başlarken “amacımız üzüm yemek” dedim, bağcıyı dövmeye hiç niyetimiz yok. Şimdi altıncı sırada Ali Bey var.

Ali YAMAN: Şimdi önemli bir şeyle başlamak istiyorum. Daha önce Devlet Bakanımız, “Alevilere bir elbise diktik. Bu elbise olmadı. Şimdi yeniden bir elbise dikeceğiz”, dedi. Bu, tabii şu anda burada bulunmamızın da bu elbise olayına umarız katkısı olacak diye düşünüyorum.

Hasan ONAT: Ama onunla alakası yok. Daha doğrusu böyle bir amaç için burada değiliz.

Ali YAMAN: Ama bütün bu konuşmaların hepsi bu konudaydı. Yani burada biz bu açılım meselesinin dışında olan başka bir konu konuşmuyoruz.

Hasan ONAT: Hayır. Gündemde bu konular var ama burada biz doğrudan salt bilimsel kaygılarla buradayız.

Ali YAMAN: Ben bununla ilgili bir makale yazdım. Bu konu çok önemli. Bakın bu eğitim meselesi sadece din dersi, yüksek lisanslarla ilgili değil. Mesela Açık Lise ders kitapları var. Ben bütün din dersi kitaplarını, şu ana kadar olanlarını taradım. Şu anda cezaevlerinde, mesela din eğitimiyle ilgili bir kişi dini bilgi almak amacıyla bir öğretmen talep edebilir mi? Ama bu talep edeceğiniz kişi, yine Sünni inanç ve kültürle yetişmiş bir insan olacaktır. Gelip size bunu anlatacak. Bu konuda makalelerde var. Siz de görmüşsünüzdür. Çok kapsamlı bir mesele. Yani burada açık lise, normal lise, cezaevleri, diğer sosyal kurumlar, medya… çok kapsamlı bir durum var.

Ben şunu söylemek istiyorum. Bir defa bu kitaplarda mezhepler üstülük konusunun, sorununun olduğunu kabul edelim lütfen. Şimdi bakın Alevilik-Bektaşilik düşüncesi diye başlık var. Yani din dersi kitabında. Sünnilik düşüncesi diye bir başlık atılabilir mi? Doğru mudur atılması? Yanlış. Şimdi Alevilik-Bektaşiliğe geldiğimizde düşünce diyeceğiz. Cem diyeceğiz. Tören diyeceğiz. Yani buralarda lütfen mezhepler üstülük olduğunu söyleyelim. Yani mesela, XI. sınıf dersi kitabında Şiiliğe yönelik bir iddia vardı, biliyorsunuz. Bu kaldırılmış yeni baskıda. Ben görmedim. Dolayısıyla bu iddialarla bu kitapların mezhepler üstülük iddiası olamaz. Onun için muhafazakar, tutucu, statükocu olan bu kitapları gerçekten mezhepler üstü yapacaksak yapılsın. Ben bunun altını çizerek tekrar tekrar vurgulamak istiyorum.

Camiyi bilmeyen, camiye gitmeyen bir insandan caminin kaderiyle ilgili bir görüş nasıl alabilirsiniz? Caminin kaderini belirleyecek fikirleri ondan nasıl bekleyebilirsiniz? Şimdi aynı şeyleri cem evi için yapmaya çalışıyoruz. Cem evi nedir bilmiyor. Aleviliği tanımıyor. Alevilik “işte şöyle bir yoldur”, diyor. Belki öyle bir yol olarak öğrenmiş. Ama biz, o insana, cem evleriyle ilgili görüşüne veya ondan çıkan başka bir görüşe nasıl güvenelim? Ben buralarda büyük soru işaretleri olduğunu düşünüyorum. Bu şekilde olmaz. Yani caminin kaderi için bir Alevi, “böyle olacak”, diyemezse; cem eviyle ilgili konuda da Alevi ön planda olmalıdır, arka planda değil. Bu çok önemli.

Şimdi, camiye gitmeye, cem evine gitmeye çekinmeyelim. Hocalarımız bu konuda söyledi. Şimdi en başta Diyanet İşleri Başkanımız bir cem evini ziyaret etmeye çekiniyor gerçekten. Bir dedeyle Diyanet İşleri Başkanımızın fotoğrafını göremiyoruz. Bu çok acı bir şey. İşte papazlarla, hahamlarla medeniyetler arası diyalog toplantılarında Diyanet İşleri Başkanımız çıkıyor, medeniyetler arası diyalog toplantılarına katılıyor. Ama ne yazık ki aynı medeniyetler arası diyalogu Alevi toplumuyla gerçekleştirme yönünde bir iradesini göremiyoruz. Bu çok üzücü yani bu çok üzücü ve konumuzla doğrudan bağlantılı. Çünkü o insanlarla beraber bu iş çözülecek. Bu çok üzücü ve doğrudan konumuzla bağlantılı. Çünkü o insanlarla beraber bu iş çözülecek, onların görüşleri burada önem taşıyor.

Son olarak vurgulamak istiyorum, 2005 senesinde Almanya’nın Manheim kentine gittim. Orada 15 – 20 gün gençlerle bir çalışma yaptık. Alman okullarında insanlar hala bugün “mumsöndü, Yezid, Kızılbaş” şeklinde çocukların kavga ettiklerini anlattılar. Ben şunu soruyorum: “Bunu kim öğretiyor, bu çocuklara?” Bunun araştırılması gerekir. Diyanet İşleri Başkanlığının görevi aslında bu karşılıklı ön yargıların giderilmesi için çalışmaktır. Din dersleri meselesinde de bunu noktaların üzerinde durulması gerekir. Aslında çeşitli konuların ayrıntılı anlatılmasından çok daha önemli bu konu. Yani biz eğer birbirimizle ilgili ön yargılara sahipsek, sınıfta yan yana oturan Alevî, Sünnî çocuk birbiriyle ilgili ön yargılara sahipse, bunlar bir yerlerden pompalanıyorsa, kusura bakmayın, siz o kitaplara ne yazarsanız yazın, onun hayata geçmesini beklemek sorundur. Bence, ayrımcılığı körükleyen düşüncelerin kaynaklarının kurutulması gerekiyor. Bu kurutulma olayında da dinle uğraşan kurumların gerçekten büyük vebali vardır, diye düşünüyorum, teşekkür ediyorum.

Hasan ONAT: Evet, ben de Ali Bey’e teşekkür ediyorum. Efendim, aslında sabahki oturumun devamını şu anda bitirmiş oluyoruz. Bundan sonraki süreçle alakalı herkese söz vermeye çalışacağız imkanlar nispetinde. Ama bir önerim var işin başında. Şimdiye kadar konular farklı farklı boyutlarda enine boyuna tartışıldı. İstirham ediyorum. Çözüm olarak da yürüyelim. Yani işte bu noktada genel bilinen şeyler yerine, kendi hissiyatımızı dillendirmek yerine birazcık sağlıklı bir çözüm için kapı arayalım, beynimizi biraz zorlayalım istiyorum. Ve ilk sözü Hıdır Bey’e vereceğim.

Hıdır AKBAYIR: Çok teşekkür ediyorum. Gerçekten iki günden beri çok yararlı bir çalıştay izlemekteyiz. Bundan da son derece yararlandığımı peşin olarak söyleyebilirim. Kapanış bölümünde ve ben söz almak istedim. Ben kendi konularımı üç başlık altında toplamak istiyorum. Biraz da Hasan Hocamın belki söylediğine de yakın bir şeyler söylemeye çalışacağım.

Birincisi işin sosyal boyutu. Yani bu ülkede insanlar Alevîsi, Sünnîsi veya varsa diğer inançlardaki insanlar hep beraber yaşıyoruz. Hep beraber yaşamanın getirdiği ortak sorumluluklar var ve bunların da en başında toplumun birbirini doğru tanıması, tanıması değil, doğru tanıması. Doğru tanımayla da şunu kastediyorum: bütün değerleriyle, folkloruyla, inancıyla, diniyle, geleneğiyle her şeyiyle doğru tanıması. Çünkü mesela Doğu Anadolu’daki bir gelenek, Batı Anadolu’da yoktur. Aynı şekilde inançsal noktada da, örneğin bizim Alevî kesiminde Doğu Anadolu’daki bir ritüel Batı Anadolu’da farklı olabiliyor. O zaman, önce, insanların birbirini çok doğru tanıması lazım. Doğru tanıdıktan sonra, bence sorunu çok daha rahat hallederiz. Şimdi, Ahmet Bey arkadaşımız konuşmasında öğrencilerinin kendisine bir soru sorduğunu söylemişti. “Hocam bize mum söndüyü anlatır mısın” diye ve “ne olduğunu açıklar mısınız” diye. Ben bunun daha farklı bir örneğini vereyim size. Üniversitede bir Doçent arkadaşım bana sordu bunu, öğrenci değil, bir Doçent. Gerçekten özür dileyerek, sıkılarak “aman hocam bana mum söndüyü anlatır mısınız,” diye sormuştu. Neden, çünkü toplum birbirini hala tanımıyor. Geçen hafta sayın hocamızın da bulunduğu bir toplantı vardı ve mesela orada özellikle, şimdi, bilim adamlarına da çok büyük görevler düşmekte. Bilim adamları meseleyi doğru kaydetmezse, topluma doğru mesajlar verilmezse umarım ki emekler de boşa gider. Neydi orada ısrarla vurgulanmak istenen, hatta orada bir hocamız şöyle bir tabir kullandı “efendim biz Alevîleri ikna edemedik”. Şimdi kimse kimseyi ikna etmesin. Herkes kendisini olduğu gibi kabul etsin ve birbirine saygı göstersin. Yani bunun tersini düşündüğümüz zaman “biz Sünnîleri ikna edemedik” gibi bir yaklaşım ne kadar yanlışsa “biz Alevîleri ikna edemedik” yaklaşımı da aynı şekilde yanlıştır ve sosyolojik olarak da bir sonuca varmaz. Hiçbir şekilde de toplumda barışı sağlama imkânımız da yoktur. Ve yine bu doğrultuda arasında sabah konuşmasında Sayın Şakir Baba bir konuya değinmişti. Oradan aklıma bir, daha çarpıcı bir örnek geldiği için onu size arz etmek istiyorum. Gerçekten bilgilerin çok doğru verilmesi lazım. Sakarya’da, bundan dört – beş sene önce, bir Kur’an kursu öğrencisi, kız öğrenci, intihar etmişti ve geride bıraktığı mektupta şu not vardı: “Daha fazla günah işlememek için buradan gidiyorum” diye. Yani topluma, ister din adına ister ne adına olursa olsun bilgiler yanlış verildiği zaman sonuçlar böyle dramatik oluyor.

Şimdi, ülkemizdeki sorunlar bu tanımama ile birlikte bazen farklı dayatmalar ve biraz da hukuksal olarak var olan haklarda pek uygulamada göremiyoruz. Yani Anayasada var olan hükümler, diğer yasalarda, örneğin 2008 Temmuz ayında yayınlanan “Elektrik Yasası” diye bir yasa var. Bu yasanın bir maddesinde şöyle bir hüküm var : “Halkın ibadetine açık ve ücretsiz girilen yerlerin aydınlatma ücreti Diyanet İşleri bütçesine konulan, konulacak ödenekten karşılanır”. Şimdi Cem evleri hepimizin bildiği gibi halkın ibadetine açıktır. Hatta mesela ben Yenibosna Cem evini örnek vereyim, sadece Alevîler değil diğer bütün cemaatin %25’i yani dörtte biri Sünnîdir. Ve oraya gerçekten müdavim olan Sünnî dostlarımız da var, her zaman da geliyorlar. Ve biz gelenlere Sünnî misin, Alevî misin diye de sormuyoruz zaten. Yani halkın ibadetine açık, ücretsiz giriliyor, yasadaki tanıma tam uyduğu halde bütün cem evlerinden yine elektrik parası alınmaya devam ediyor. Yani yasa var ama uygulama yok. Bu toplumsal barışı zedeler, devlete olan güveni zedeler. Veya Anayasanın 10. maddesindeki açık hükme rağmen hala birçok ayrımcılıklar vardır ve olmaya devam etmektedir. İşte bunlar ne zaman kalkarsa yani Alevî yurttaşlar bu ülkede “biz eşit yurttaşız” diyebiliyorlarsa, diyebildikleri noktada sorunlarımızı daha çabuk halledebiliriz. Ayrımcılıklara tâbi tutulmadıklarında, bu ayrımcılık sadece inanç noktasında değil, piyasada iş yapmadan tutun, devlet kademelerine kadar birçok şeyi sayabiliriz ama burada bir seferde saymak istemiyorum. Bu ayrımcılıklar ortadan kalktığı zaman sorunlarımızı çok daha rahat, işte o tanışıklıkla beraber, ikinci kademede de yasal eşitliği sağladığımızda yine çok rahat çözeriz.

Son olarak, bunlarla ilgili olarak hemen önerilerime gelmek istiyorum. 21. yüzyıl, hepimizin bildiği gibi bilgi çağıdır ve bilgi çağında mutlaka eğitim gerekiyor. Eğitim olmadan sorunları çözmemiz de mümkün değildir. O nedenle, okullarda yalnız Alevîliğin de bulunduğu din dersleri değil, bununla birlikte her ne kadar onu Şakir Baba kabul etmese de, Dede-Baba okullarının da açılması, ancak işin kemalat boyutu, tabiî ki ayrıdır, ama mutlaka başlangıçta bir eğitimin olması lazımdır. Eğitim olmadan hiçbir zaman olmaz. Ancak buradaki bir tek sorun yapılan araştırmalarda, hocalarımız dünden beri de dile getirdiler, öğretmenlerin yani bu dersi verecek öğretmenlerin çok iyi yetiştirilmesi lazım. Bu sadece düz bir eğitim de değildir; gerçekten terminoloji çok önemlidir. Yani, bir Alevî “öldü” demez, “Hakka yürüdü” der. Bu çok önemlidir, bunun gibi. Ali Bey’in belirttiği gibi “cem töreni” denmez, yani “cem ibadeti” denir. Bu bilgilere sahip öğretmenler tarafından verilirse inanıyoruz ki bu sorunu daha rahat halledebiliriz. Çok teşekkür ediyorum.



Hasan ONAT: Ben teşekkür ediyorum. Aslında çözüm odaklı olunca daha estetik boyutu yüksek oluyor en azından onu söyleyeyim yani. Mesele bu. Evet Doğan Bey…

Doğan BERMEK: Hocam iki gündür gerçekten gayet başarılı bir toplantı oldu. Hem ben biraz da konumum gereği, yanılmıyorsam 2004’ten bu yana bu tür toplantılara katılıp duruyorum. Ve geçtiğimiz yıl içerisinde zannediyorum, saymadım ama bu tür altı – yedi tane toplantıya katıldım. Şimdi, gördüğüm şu: Akademik kadro artık Türkiye’de din eğitimi konusunda neler yapılması gerektiğine çoktan karar verdiler, bu konuda ciddi de bir mutabakatımız var, kendi aramızda mutabakatımız var; fakat devlet bizim sesimizi duymadığı için biz durmadan aynı şeyleri tekrar etmekle uğraşıyoruz. 2004 – 2005 yıllarında biz İstanbul’da Eğitim Reformu Geliştirme bünyesinde, Halis Ayhan’ın, Çağrıcı, İstanbul Müftüsü’nün, Diyanet kanadından katılımın olduğu, çok sayıda profesörün, çok sayıda üniversitenin katıldığı çalışmalar yapmıştık, uzun çalışmalar... Bir süre sonra o çalışmalara sayın Kaymakcan da katıldı. Biz o zaman da mutabakatlara varmıştık, 2005’te, sözleşme de imzalamıştık bu iş böyle olmalı diye. Şimdi buralarda da hep oraya varıyoruz. Yani din eğitimi nereye varmalı dediğimiz zaman, bizim bugün burada vardığımız sonuçlara 2005’te varmıştık biz. 2000 ya da 2005’in hemen sonrasında, değil mi? Eğitim reformları girişimlerinde ortak imzamız var. Şimdi durmadan bu sempozyumları yeniliyoruz, yineliyoruz. Devlet reaksiyon vermedikçe bir daha toplanıyoruz. Biraz da enerji tüketiyoruz diye düşünüyorum. Ben, bu konularda daha önce yapılmış çalışmalar da, bu çalışmaların artık bütünleştirilmesi gerektiği ve devlete karşı sadece böyle sempozyum yapanlar gibi falan değil, “7 tane sempozyumun ortak sonucudur bu kardeşim” diye bu mesajın daha geniş bir ölçekte topluma verilmesi gerektiğine inanıyorum. Mesela sağımda oturan İştar hanımın Tarih Vakfı için yaptığı bir çalışma var. “Din derslerinin insan hakları açısından incelenmesi”, diye. Ben aldım, okudum, 20 -25 sayfalık bir çalışma, hakikaten çok değerli bir çalışma. Şimdi biz burada inanç açısından inceliyoruz, onlar orada insan hakları açısından incelemişler, biraz önceki Doçent arkadaşımız hukuk açısından inceledi. Bütün bu açıları birinin birleştirmesi lazım ve devlet bunu yapmıyor, yapmamakta da ısrar ediyor açıkçası veya etti bugüne kadar. Şimdi, bizim artık buralardan belki çalışma grupları oluşturarak, yapılmış olan çalışmaları örtüştürme, bu çalışmalardan daha toplumsal bir konsensüs çıkartma, daha toplumsal bir sonuç çıkartma gibi bir adımı da atıyor olmamız lazım, diye düşünüyorum. Yoksa yoruluyoruz yani hep aynı şeyleri burada Sönmez Bey’le birkaç seferdir beraber oldum, sizinle beraber oldum, diğer arkadaşlarımızla da bir çok yerde olduk. Geçtiğimiz hafta Recep Bey’le İstanbul’da, hepimizin çok, Ensar Vakfı’nın hazırladığı bir sempozyum yaptılar, orada da buna benzer sonuçlar çıktı, değil mi? Çok ayrıntılı bir şeyler çıkmadı yine Ensar Vakfı’nın da yaptığı çalışmada. Şimdi demek ki toplumda bir konsensüs var ama devlete bunu yansıtamıyoruz, siyasete yansıtamıyoruz. O zaman bu konsensüsü daha geniş bir ifade yolu aramamız lazım diye düşünüyorum. Bu bir. İkincisi…

Hasan ONAT: Bununla alakalı ben, sözünüzü unutmayın, küçücük bir söylemek isterim. Aslında bu hala ihtiyacın var olduğunu gösteriyor. Şu açıdan, yavaş yavaş bu toplumda artık konsensüs topluma da yansımaya başladı. Siyasiler ondan sonra mesajı alacaklar.

Doğan BERMEK: Ama efendim dün ben hep bunu sorguladım, kendi kendime. Yani ben bundan iki – üç ay önce işte Şenol Beyler’in Konya’da bir toplantısı vardı, bir ay kadar önce İstanbul’da vardı, Eskişehir’de vardı yani o kadar çok toplantıya girdim ki son birkaç senedir, aynı soruya cevap arıyoruz. Hep aynı cevabı da buluyoruz. Kimse aykırı bir cevap da vermiyor, aklın yolu bir. Ama bunu duyuramıyoruz. Bunu duyurmanın çarelerini aramamız lazım, yoksa vardığımız sonuç hep aynı yere gidiyor.

Sayın Onat’ın giriş konuşmasında söylediği özgüven ve kimlik bulma meselesine gerçekten yürekten katılıyorum. “Kendini bilenin Rabbini bildiği” gibi kendini bilen her şeyi de önünde buluyor. Ve bu durumda bizim Anadolu tarihinde veya kendi İslam tarihimizde çok değerli kaynaklar olduğunu biliyorum, görüyorum, inanıyorum. Ama bu kaynakları bir türlü topluma mal edemiyoruz. Onun topluma mal edilebilmesi için çok çalışmamız gerektiğine ve farklı düzeylerde yani akademik olmayan düzeylerde çalışmamız gerektiğini düşünüyorum. Sayın İlyas Üzüm Diyanet’in çalışmalarından bahsetti: 1600 toplantı, 800 hutbe falan filan gibi. Diyanet bu çalışmaları, bu düşündüğümüz anlayış içerisinde yürütürse aslında oralarda çok soruna cevap bulunabilir. Sayın Soyyer’in söylediği doktora meselesi bizim programımızda. Biz AVF (Alevi Vakıfları Federasyonu) olarak şu an iki tane yüksek lisans bursu verdik. Birisi Balıkesir’de edebiyat; diğeri Kütahya’da sosyolojide. Edebiyat, sosyoloji, antropoloji gibi sosyal bilimlerde doktora ve master tezleri yaptırmaya çalışıyoruz; ancak para bulamıyoruz. Ben şimdi İlahiyat Fakültesi temsilcilerinden rica edeyim bize ayarlasınlar, bir veya iki tane burs bulsunlar. Bizim de insanımız var, iş yapmak isteyen, çalışmak isteyen…



Hasan ONAT: Bu sefer parayla satın alıyorsunuz, derseniz ne yapacağız

Doğan BERMEK: Yok canım, bursları bize verirsiniz biz satmış oluruz. Bizim bir burs fonumuz var. Bize bizim burs fonumuza para veriliyor. Biz o burs fonundan arkadaşları yönlendiriyoruz. Orası sana burs verdi, burası sana burs verdi olmuyor. Ama bizim bu konularda eksikliklerimizin olduğunu biliyoruz, bilincindeyiz. Lisansüstü burslar veriyoruz sadece ve lisansüstü burslarımızı da sosyal bilimlerden veriyoruz. Hepinizin bu konuda desteğine gerçekten ihtiyacımız var. Aslında Türkiye’ye destek oluyor.

Bir tek şeye değineceğim, sonraki konuşmalardan sayın başkanın söylediği, evet bugün kentlere gelmiş olan Aleviler artık kendi ocakları ile ilişkileri koptuğu için bulunduğu mahaldeki ceme katılıyor. Dolayısıyla adam, talip-dede ilişkisi değil orada bir ibadet ilişkisi var. Yani haftalık ceminin, 48 perşembesi bulunduğu yerdeki dede ile yapıyor ama kendi mürşidi geldiği zaman yine görgü cemlerini yapıyor. O görgü cemlerinde toplanıyorlar, yılda bir veya iki kere, talip- dede kendi görgü cemini yine aynı cem evlerinde ama farklı günlerde ve farklı saatlerde yapıyor. Mesela bizim Yenibosna cem evinde işte Cumartesileri, her Cumartesi neredeyse, bir köyün görgü cemi olur. Ama her Perşembe de halka açık bir cem olur. Yani bu ibadet sorununda Ahmet Taşgın’ın dediği gibi eskisi gibi köyde tâlibi ile beraber yaşamadığı için dede, artık o cem evinden hizmet almak durumundasınız. Yani biraz daha anonimleşti cem evi ve cem ibadeti. Teşekkür ediyorum. Hepinize de çok teşekkür ediyorum ayrıca katkılarınız çok güzeldi, çok şey de öğrendik. Sağolun.



Yüklə 1,05 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   9   10   11   12   13   14   15   16   17




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin