Zorunlu Din Dersi Sorunu ve Çözüm Önerilerinin Değerlendirilmesi
Doç. Dr. Yüksel METİN
I. Giriş
Din, 21. yüzyılın en önemli konularından birini oluşturmaktadır. Dinle ilgili sorunların önemini kaybettiği düşüncesi ve bundan dolayı da okullarda okutulan din dersinin önemsiz hale geldiği yargısı doğru değildir. Toplumun modernleşmesiyle birlikte toplumun sekülerleştiği ve bunun bir sonucu olarak dinle ilişkili sorunların ortadan kalktığı bir yanılgıdan ibarettir. Din, eskiden olduğu gibi, bugün de, insan yaşamının ve toplumsal hayatın en önemli boyutlarından biri olarak varlığını sürdürmektedir.
Son zamanlarda din ve eğitim, diğer birçok ülkede olduğu gibi, ülkemizde de tartışılmaktadır. 1990’ların ikinci yarısından bu yana devam eden ve Avrupa Birliği sürecinde ivme kazanan demokratikleşme süreci diğer birçok konuda olduğu gibi, din ve eğitim tartışmalarının da itici güçlerinden biri olmaktadır. Son yıllarda bu tartışma daha da canlanmıştır. Özellikle yeni bir anayasanın hazırlanması yönündeki girişimler, Milli Eğitim Bakanlığı’nın “Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi” dersi öğretim programında değişikliğe gitmesi, ulusal yargı organlarının verdiği kararlar ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin “Hasan ve Eylem Zengin/Türkiye” kararı, konunun gündemde kalmasını sağladığı gibi, soruna yeni boyutlar da katmaktadır. Gelinen nokta da, zorunlu din dersi sorununun enine boyuna tartışılması ve bir çözüme bağlanması gerekmektedir. Belirtmek gerekir ki, sorunun çözümü için, Türkiye’nin önünde çok da fazla bir zamanı bulunmamaktadır.
II. Din Özgürlüğü ve Okullarda Dinsel Tarafsızlık
Çağdaş, laik, demokratik hukuk devleti, dinsel açıdan tarafsız olmalıdır. Devletin herhangi bir din veya mezhebi kayırması kadar, ona karşı tutum alması da laiklikle bağdaşmaz. Lâiklik, özgürlüklerin güvencesi, devletin tarafsızlığı ve inançlar ile inançsızlıkların devlet karşısında eşitliğidir. Devlet, İsviçre Federal Yüksek Mahkemesi’nin bir kararda belirttiği gibi, çoğulcu bir toplumda var olan dini veya felsefi inançlara tarafsız ve eşit şekilde davranmak durumundadır. Devlet özellikle kamu hizmetlerini yerine getirirken dinsel düşüncelerle hareket etmemeli, çoğulcu bir toplumda kişilerin özgürlüklerini ihlal edebilecek eylem ve işlemlerden kaçınmalıdır. Devlet okulları da kamu kurumu olarak bu temel ilkeyle bağlıdır. Ancak somut olarak bu ne anlama gelmektedir? Bundan dinin devlet okullarında tamamen uzaklaştırılması sonucu çıkar mı? Veya devlet okulları belirli koşullar altında din dersine yer verebilir mi? Yoksa din dersine yer vermek devletin bir görevi midir?
Tarafsızlık ilkesi hukuk düzeninde oldukça muğlâk şekilde tanımlanmaktadır. Bundan dolayı bu ilkenin somut yansımalarını tam olarak öngörmek güçtür.
Din özgürlüğü hem Anayasada hem de insan haklarına ilişkin uluslararası sözleşmelerde güvence altına alınmıştır. Uluslar arası sözleşmeler içerisinde AİHS’nin ayrı ve özellikli bir konumu bulunmaktadır.
III. Din Dersi İle İlgili Düzenlemeler
A. Türk Hukukundaki Durum
1924 Anayasası’nda din eğitimi ile ilgili bir düzenleme yoktur.
Okullarda din dersleri konusu, 1948-49 öğretim yılına kadar uzanmaktadır. İlk kez bu dönemde, ilkokulların 4. ve 5. sınıflarında ancak çocuğun velisinin isteğiyle katılması koşuluyla kabul edilen din dersleri, kısa bir süre sonra velinin rızasının katılmama konusunda alınması biçimine dönüştürülerek üstü kapalı mecburilik niteliğine kavuşturulmuştur.
1961 Anayasası ise md. 19’da, “din eğitim ve öğrenimi ancak kişilerin kendi isteğine ve küçüklerin de kanuni temsilcilerinin isteğine bağlıdır” demek suretiyle 1948’de kabul edilen esasa dönmüş, fakat daha sonra 1982 Anayasası ile ilk ve orta öğretimde “zorunlu din dersi” esası kabul edilmiştir.
1982 Anayasası'nın 24. maddesine göre Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersi ilk ve ortaöğretimde zorunlu bir derstir.
Anayasanın 24. maddesi “Din ve ahlâk eğitim ve öğretimi Devletin gözetim ve denetimi altında yapılır. Din kültürü ve ahlâk öğretimi ilk ve ortaöğretim kurumlarında okutulan zorunlu dersler arasında yer alır. Bunun dışındaki din eğitim ve öğretimi ancak, kişilerin kendi isteğine, küçüklerin de kanunî temsilcisinin talebine bağlıdır” hükmünü getirmiştir.
Danışma Meclisi Anayasa metninde bu ders “din ve ahlak” adı altında geçiyordu. Milli Güvenlik Konseyi, “din kültürü ve ahlak” şeklinde ifade etmiştir. Ayrıca, Danışma Meclisi Anayasa metninde yer alan “İslam dinine mensup olmayan kişilerin din derslerini takibi isteklerine bağlıdır” hükmü, Konseyde madde metninden çıkarılmıştır. Belirtelim ki, din derslerinin zorunlu olması esası, Anayasa Komisyonu metninde yoktu.
Madde gerekçesi şöyledir: “Üçüncü fıkra hükmüne göre, istismar ve suistimali önlemek amacıyla, din ve ahlak eğitim ve öğretimi devlet denetimi ve gözetimi altına alınmıştır. Keza bu eğitim, ilk ve orta öğretimde zorunludur. Gayrı Müslimler, bu zorunlu eğitim dışında bırakılmışlardır.”
Milli Güvenlik Konseyi Anayasa Komisyonunun Değişiklik Gerekçesi ise şöyledir: “…Maddenin dördüncü fıkrasında yer alan “Din ve ahlak eğitim ve öğretimi ilk ve ortaöğretim kurumlarında zorunlu olup, Devletin denetimi ve gözetimi altında yapılır. İslam dinine mensup olmayan kişilerin din derslerini takibi isteklerine bağlıdır” şeklindeki hükmü “Din ve ahlak eğitim ve öğretimi Devletin gözetimi ve denetimi altında yapılır. Din kültürü ve ahlâk öğretimi ilk ve ortaöğretim kurumlarında okutulan zorunlu dersler arasında yer alır. Bunun dışındaki din eğitim ve öğretimi ancak, kişilerin kendi isteğine, küçüklerin de kanunî temsilcisinin talebine bağlıdır” şeklinde değiştirilmek suretiyle din eğitim ve öğretiminin Devletin denetimi ve gözetimi altında olmak kaydıyla kişilerin kendi isteğine, küçüklerin ise kanuni temsilcisinin talebine bağlı olduğu ancak, din kültürü ve ahlak öğretiminin ilk ve ortaöğretim kurumlarında, okutulması gerekli zorunlu dersler arasında yer alacağı gösterilmiştir.”
1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanununun 12. maddesi ise, “Türk milli eğitiminde laiklik esastır. Din kültürü ve ahlak öğretimi ilkokul ve ortaokullar ile lise ve dengi okullarda okutulan zorunlu dersler arasında yer alır” hükmünü getirmiştir.
Din ve vicdan özgürlüğünü tanımak insan haklarının ve laikliğin bir gereğidir. Laik bir devlette, din eğitim ve öğretiminin özgür olması gerekir. 1982 Anayasası’nın başlangıcından ve Diyanet İşleri Başkanlığı ile ilgili 136. maddesinden ilk bakışta resmi din benzeri bir durumun var olduğu izlenimi edinilebilir. Başlangıçta kutsal olduğuna işaret edilen dinin ne olduğu açıkça belirtilmemişse de bununla Sünni İslam’ın kastedildiği sistemin genel yapısından ve uygulamadan çıkarılabilir.
Anayasa resmi bir dinden açıkça bahsetmemekle beraber, kendi genel felsefesine ve sistemine uygun bir din tanımı yapmakta ve bunu bir ölçüde kayırmaktadır. Bu durum, ilk bakışta zannedilebileceği gibi, Sünni Müslümanlar lehine bir avantaj oluşturmamaktadır.
Resmi din modeli sadece bu dine mensup olmayanlar için değil, bizatihi resmi dinin mensupları için de özgürlük kısıtlamasıdır. Devlet Sünnilerin dinini kendine göre yeniden tanımlamakta ve devlet denetimi dışında bir dini hayata da müsaade etmemektedir.
Anayasada din, bireysel vicdanlarda kalan bir mesele olarak algılanmaktadır. Laikleştirilmiş bir İslam’ın devletin koruması altında olduğu söylenebilir.
Müslümanların din özgürlüğüyle ilgili en büyük kısıtlama din eğitim ve öğretimi özgürlüğünün anayasa ve yasalar tarafından tanınmamış olmasıdır. Anayasa genel olarak eğitimi ve bu arada din eğitimini bir sivil hak (özgürlük olarak hak) şeklinde düzenlememiş, açıkçası böyle bir hakkı tanımamıştır. AY m. 42, eğitim ve öğretimi bir sosyal hak olarak düzenlemekle beraber, kişi ve grupların kendi dini doktrinlerini sivil öğretim kurumları kurarak öğretmelerine izin vermemektedir. AY m. 24’deki zorunlu din kültürü dersi özel din okullarının kurulamamasını bir ölçüde telafi edici olmakla beraber, bunun uygulanmasında da ciddi özgürlük sorunları ortaya çıkmaktadır. Bu ders altında fiilen din eğitimi yapıldığı ve ayrıca bunun sadece belli bir din ve mezhebin eğitimi şeklinde gerçekleştiği yaygın şikâyetler arasındadır.
Uygulamada bu dersler din ve ahlak kültürü hakkında bilgi vermekten çıkıp belli bir din ve mezhebin aşılanması ve pratiğinin öğretilmesi niteliğine büründükçe problem doğmaktadır. Böyle bir uygulama hem ana-babanın ve çocuğun inanç özgürlüğüne müdahale, hem de laik devlet anlayışıyla bağdaşmayan bir durumdur.
B. Karşılaştırmalı Hukuk
Avrupa’da dini eğitim, laik eğitim ile sıkı bağlar içindedir. 46 Avrupa Konseyi devletinin 43’ünde, devlet okullarında din eğitimi verilmektedir. Sadece Arnavutluk, Fransa (Alsas ve Moselle bölgeleri hariç) ve Eski Yugoslavya Makedonya Cumhuriyeti bu kuralın dışındadırlar. Slovenya’daki devlet okullarında ise, son sınıfta belirli bir inanca yönelik olmayan (non-confessional) bir ders verilmektedir.
46 Devletten 25’inde (Türkiye de dâhil), din eğitimi zorunludur. Bununla birlikte, bu yükümlülüğün her devlete göre değişen bir kapsamı vardır. Türkiye, Finlandiya, Yunanistan, Norveç, İsveç gibi beş ülkede, din derslerine girmek zorunludur. Öğretilen dini inanca sahip tüm öğrenciler, kısmen ya da tamamen dersleri takip etmek zorundadırlar. Ancak 10 devlet çeşitli hallerde muafiyete olanak tanımaktadır. Bu devletler Avusturya, Kıbrıs, Danimarka, İrlanda, İzlanda, Liechtenstein, Malta, Monako, San Marino ve İngiltere’dir. Bu ülkelerin çoğunda din eğitimi belirli bir inancın öğretimine yöneliktir.
Diğer 10 devlet ise, öğrencilere zorunlu din eğitimi yerine geçen bir ders seçme fırsatı vermektedir. Bu durum Almanya, Belçika, Bosna Hersek, Litvanya, Lüksemburg, Hollanda, Sırbistan, Slovakya ve İsviçre’de geçerlidir. Bu ülkelerde belirli bir inancın öğretimine yönelik bakanlıklarca düzenlenen müfredatta yer almakta olup, öğrenciler önerilen diğer dersi seçmedikleri takdirde bu derse girmekle yükümlüdürler.
Buna karşılık 21 Üye Devlet, öğrencilere din eğitimi derslerini izlemeyi zorunlu tutmamaktadır. Din eğitimi okul sistemi içinde genel olarak düzenlenmektedir; fakat öğrenciler sadece talepte bulundukları takdirde derse girmektedirler. Bu durum, şu geniş Devlet grubunda bulunmaktadır: Andora, Ermenistan, Azerbaycan, Bulgaristan, Hırvatistan, İspanya, Estonya, Gürcistan, Macaristan, İtalya, Letonya, Moldova, Polonya, Portekiz, Çek Cumhuriyeti, Romanya, Rusya, Ukrayna. Son olarak üçüncü bir grup devlette, öğrenciler din eğitimi ya da muadili dersi seçmek zorundadırlar, fakat her zaman laik dersi seçme hakları vardır.
Avrupa’daki din eğitimine ilişkin bu genel yaklaşım göstermektedir ki, çeşitli öğretim yöntemlerine rağmen, hemen tüm üye devletler öğrencilere din eğitimi derslerine katılmamayı sağlayacak en az bir yol sağlamaktadırlar (Bir muafiyet mekanizması veya muadili bir derse girme seçeneği sağlayarak veya öğrencilere din eğitimi derslerine girip girmeme hususunda tercih yapma hakkı vererek).
C. AB Hukuku
AB müktesebatında din eğitimi ve öğretimiyle ilgili üye ülkeleri bağlayıcı herhangi hukukî bir düzenleme yok. Hatta 1999 yılında yürürlüğe giren Amsterdam Sözleşmesi ile 'üye ülkelerdeki din-devlet ilişkilerindeki statüye saygı duyulur' denilerek bir anlamda din eğitiminin her ülkenin kendi gerçekleri doğrultusunda uygulanacağı hükme bağlanmıştır. Kamuoyunda "AB, din dersine karşıdır" düşüncesi bilgi eksikliğinden ileri gelmektedir. Fransa hariç bütün ülkelerde din dersi zorunlu, seçmeli ya da isteğe bağlı olmak üzere bulunmaktadır. Azımsanmayacak sayıda AB ülkesinde, örneğin; Almanya, İngiltere, Romanya, İsveç, İrlanda ve Yunanistan'da din dersi zorunlu bir derstir. AB ülkelerinde uygulanan mevcut tek bir modelden söz edemeyiz.
D. Uluslararası Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi
Uluslararası Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi’nin 18. maddesinin ilgili fıkrası şöyledir:
“4. Bu Sözleşmeye taraf Devletler, anne-babalar ile mümkünse vasilerin kendi inançlarına uygun biçimde çocuklarına din ve ahlak eğitimi verilmesini isteme özgürlüğüne saygı göstermeyi taahhüt ederler.”
Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komitesi, 18. maddenin 4. paragrafı devlet okullarında, genel din ve ahlak tarihi konulu derslerin verilmesinin ancak tarafsız ve objektif şekilde olması kaydıyla mümkün olabileceğini belirtmektedir. 18. maddenin 4. paragrafında belirtildiği şekilde ana babaların ve yasalarca saptanmış vasilerin çocuklarına kendi inançlarına uygun bir dinsel veya ahlaki eğitim verme özgürlükleri, 18. maddenin 1. paragrafında belirtilen herkesin istediği dini ya da inancı öğretme özgürlüğünün güvence altına alınmasıyla ilgilidir. Komite, devlet okullarında verilen sadece belirli din veya inancın gereklerini öğretme şeklindeki bir eğitimin, ailelerin veya vasilerin taleplerine cevap veren ayrımcılık teşkil etmeyen muafiyet imkânları veya alternatifler sunmaması halinde Sözleşme’nin 18. maddesinin 4. paragrafına aykırı bir durum oluşacağını belirtmektedir.
E. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde Din Özgürlüğü
1. Sözleşme’nin 9. Maddesi45
Sözleşme’nin 9. maddesi iki paragraftan oluşmaktadır. Birinci paragraf din özgürlüğüne ilişkin genel ilkeleri düzenlemekte, ikinci paragraf ise dini açıklama, açığa vurma özgürlüğüne yönelik sınırlandırma nedenlerine yer vermektedir.
9. Madde, inanç özgürlüğüne ilişkin iki alanı korumaktadır. Birincisi, herkesin “düşünce, vicdan ve din” özgürlüğüne mutlak olarak sahip olduğu içsel alan (forum internum), ikincisi ise bu hakkın dışa vurulması sonucu ortaya çıkan ve sınırlı olan dışsal alandır.
Kişinin içsel alanının korunması pratik bir değer taşımakta mıdır? İç dünyanın ihlal edilemezliği büyük ölçüde doğru olmakla birlikte, buna yönelik koruma tamamen de pratik değerden yoksun değildir. Zira bu koruma, kişinin din, inanç ve düşüncelerini açıklamaya veya değiştirmeye zorlanamaması, bunlardan dolayı kınanamaması ve baskı altında tutulmamasını da kapsamaktadır. Ayrıca bu koruma taraf devletlere belli bir dini veya inancı insanlara dayatmama, endoktrine etmeme yükümlülüğünü de yüklemektedir. Ancak devletin belli şartlar altında din derslerini zorunlu kılması, 9. maddeye aykırı uygulama olarak görülmemektedir.
9. maddenin 2. paragrafında belirtilen nedenlerle sadece kişinin dinini veya inançlarını açığa vurma özgürlüğü sınırlandırılabilir.
9. maddedeki “din veya inanç” ifadesi sadece geleneksel dinleri değil, aynı zamanda marjinal dinleri, dinsel olmayan inançları ve azınlıkta kalan çoğu düşünceyi de kapsamaktadır.
2. 1 Nolu Protokol’ün 2. Maddesi
Sözleşmede din özgürlüğüne ilişkin hükümler 9. madde ile sınırlı değildir. P1-m. 2’de din eğitimine ilişkin düzenleme yer almaktadır. Madde metni şu şekildedir:
“Hiç kimse eğitim hakkından yoksun bırakılamaz. Devlet, eğitim ve öğretim alanında yükleneceği görevlerin yerine getirilmesinde, ana ve babanın bu eğitim ve öğretimin kendi dini ve felsefi inançlarına göre yapılmasını sağlama haklarına saygı gösterir.”
Mahkemeye göre, P1-m. 2’deki iki cümle hem birlikte okunmalı, hem de Sözleşme’nin 8, 9 ve 10. maddeleri ışığında değerlendirilmelidir. P1- m. 2 c. 2, eğitim hakkının unsurlarından birisi olarak anlaşılmaktadır.
P1- m. 2 c. 2, taraf devletlere, eğitim programlarında ana-babanın dini veya felsefi inançlarına saygılı olma yükümlülüğünü yüklemektedir. Bu yükümlülük bir yandan anne babanın çocuklarına din eğitimi vermelerinin engellenmemesini, diğer yandan da okullarda derslerin planlanmasında ve içeriklerinin belirlenmesinde ebeveynin dini ve felsefi kanaatlerinin dikkate alınmasını gerektirmektedir. Ayrıca, ebeveynin içeriklerini veya yöntemini dini inançlarına ya da felsefi kanaatlerine aykırı buldukları dersten çocuklarının muaf tutulmasını isteme hakları vardır.
“P1- m. 2 c. 2, devletin eğitim ve öğretime ilişkin yüklendiği fonksiyonları yerine getirirken, müfredata dahil edilen bilgilerin objektif, eleştirel ve çoğulcu bir şekilde öğrencilere iletilmesi noktasında dikkatli olmasını gerektirir. Devletin, ebeveynin dini ve felsefi inançlarına saygı gösterilmediği değerlendirmesine fırsat verecek şekilde bir aşılama (endoktrinasyon) amacı gütmesi yasaktır. Aşılmaması gereken sınır budur” (Kjeldsen, Busk, Madsen ve Pedersen/Danimarka kararı, par. 53).
IV. Yargı Kararları
A. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararları
1. Folgero vd./Norveç Kararı (Büyük Daire, 29.06.2007, No: 15472/02)
Dava Konusu Olay:
Bu davada başvurucular, çocukları ilköğretime devam eden Norveç İnsani-Ahlaki Birlik üyesi kişilerdir. Norveç’te Protestan kilisesi devlet dinidir ve nüfusun %86’sı bu dine mensuptur. 1998 tarihli Temel Eğitim Kanunu, öğrencilerin ilköğretimde Hıristiyanlık eğitimi almalarını öngörmektedir. Din dersi, “Hıristiyanlık, Din ve Felsefe” adı altında verilmektedir. Söz konusu yasaya göre (m. 2-4), bu derste İncil ve Protestanlık ile ilgili temel bilgiler yanında diğer dinler ve inançlar hakkında bilgilerde öğretilmektedir. Ayrıca bu ders kapsamında insani değerlere saygı ve başka dinlere mensup kişilerle diyalog kurma yeteneği öğretilmektedir. Yasa, açıkça Hıristiyanlık, Din ve Felsefenin dersin konusunu oluşturduğunu ve dersin benimsetme (aşılama) şeklinde olmayacağını öngörmektedir. Anne-baba bu dersi kendi dini veya inancı açısından bir başka dinin uygulaması olarak görüyorlarsa, ebeveynin yazılı başvurusu üzerine öğrenci dersin bir kısmından muaf tutulabilmektedir. Bu, dua veya dinsel metinlerin ezberlenmesi gibi dinsel uygulamalarla ilgili durumlarda olabilir. Böyle bir başvurunun gerekçeli olması zorunludur ve mutlaka hangi uygulamaların bir başka dinin uygulaması olarak görüldüğü açıklanmalıdır.
2000 yılının Ekim ayında Eğitim Bakanlığı din dersinin mevcut şeklinin geliştirilmesine dair iki rapor yayınlamıştır. Raporda dersten kısmi muafiyet sisteminin gözden geçirilmesi tavsiye edilmektedir. Ebeveynler dini uygulamalardan muafiyeti sağlamayı zorlaştıran birçok pratik engellerle karşılaşmaktadırlar. Aileler dersin içeriği ile ilgili detayları çoğunlukla bilmemektedirler.
Çocukları ilköğretimde okuyan sekiz aile iç hukukta çocuklarının din dersinden tamamıyla muaf tutulması amacıyla dava açmışlar, ancak sonuç alamamışlardır. Bunun üzerine AİHS’nin 9. maddesindeki vicdan ve din özgürlüğünün ve 1. Protokol m. 2’deki eğitim hakkının ihlal edildiği iddiasıyla AİHM’ne başvurmuşlardır.
Eğitim Hakkının İhlal Edildiği İddiası
Başvurucular çocuklarının “Hıristiyanlık, Din ve Felsefe” dersinden tamamen muaf tutulmamasını eğitim hakkının ve din özgürlüğünün ihlali olarak görmektedirler. Başvuruculara göre, din dersi, ne nesnel, ne eleştirel ne de çoğulcu bir içeriğe sahip.
Mahkemeye göre, başvuru, 1 Nolu Protokolün 2. maddesinde düzenlenen eğitim hakkı kapsamına girmektedir. Bu maddeye göre, “Hiç kimse eğitim hakkından yoksun bırakılamaz. Devlet, eğitim ve öğretim alanında yükleneceği görevlerin yerine getirilmesinde, ana ve babanın bu eğitim ve öğretimin kendi dini ve felsefi inançlarına göre yapılmasını sağlama haklarına saygı gösterir.”
Genel İlkeler
Anne ve babanın eğitim ve öğretimin kendi dini ve felsefi inançlarına göre yapılmasını sağlama hakkı, 2. maddedeki eğitim hakkının temel unsurlarından biridir. 1 Nolu Protokolün 2. maddesinin 2. cümlesi, eğitimde çoğulculuğu sağlamayı amaçlamaktadır. Çoğulculuk ilkesi, demokratik toplumun sağlanmasında çok önemli bir işleve sahiptir. Her şeyden önce devlet okullarında bu amaç gerçekleştirilmek zorundadır.
1 Nolu Protokolün 2. maddesi, din dersi ile diğer dersler arasında ayrım yapılmasına izin vermez. Bu madde, devleti, devlet okullarındaki bütün ders programlarında anne babanın dini ve felsefi inançlarına saygı gösterme yükümlülüğü altına sokmaktadır.
Öğretim planlarının oluşturulması ilke olarak taraf devletlerin işidir. 1 Nolu Protokolün 2. maddesinin 2. cümlesi, derslerde dini veya felsefi konularda bilgi verilmesine engel değildir. Madde hükmü, anne babaya, öğretim planında böyle bir dersin konulmasına karşı çıkma hakkı tanımaz. Aksi halde okullarda okutulacak her dersin pratik olarak verilememesi tehlikesi ortaya çıkar.
Öte yandan 1 Nolu Protokolün 2. maddesinin 2. cümlesi, devleti, eğitim ve öğretim alanındaki görevlerini yerine getirirken, ders müfredatında yer alan bilgilerin nesnel, eleştirel ve çoğulcu olmasını sağlama yükümlülüğü altına sokmaktadır. Devlet, anne babanın dini veya felsefi inançlarını göz ardı ederek endokrine etme amacı güdemez. Bu nokta aşılmaması gereken bir sınırdır.
Eğitim Hakkına İlişkin Düzenlemenin Dava Konusu Olaya
Uygulanması
Mahkemenin karara bağlayacağı sorun, davalı devletin, öğretim planında yer alan Hıristiyanlık, din ve felsefe dersi kapsamındaki bilgilerin nesnel, eleştirel ve çoğulcu bir şekilde olup olmadığı veya devletin endokrine etme amacı güdüp gütmediğidir.
Söz konusu yasadaki düzenlemeler çerçevesinde “Hıristiyanlık, Din ve Felsefe” dersinin konulmasında başta gelen amaç, öğrencilerin sosyal, dini veya etnik kökenine bakılmaksızın Hıristiyanlık ve diğer dinler ve felsefi inançların birlikte öğretilmesi yoluyla okulda açık ve birleştirici bir çevre yaratmaktır. Bu amaca göre okul, bir endoktrinasyon veya misyoner faaliyet alanı değildir. Aksine farklı dini ve felsefi inançların buluşma noktasıdır. Mahkemenin görüşüne göre, bu amaç, P1 m. 2’ de yer alan çoğulculuk ve nesnellik ilkeleriyle uyum içindedir.
1998 tarihli kanunun 2-4. maddelerinin metninde görüldüğü üzere, yalnızca Hıristiyanlık ile ilgili bilgiler değil, aynı zamanda diğer dinler ve felsefi inançlar hakkında da bilgiler verilmektedir. Dersin konusu, bütün öğrencileri bir araya getirmek ve aşılama yönteminden uzak şekilde öğretmektir. Kanunun hazırlık çalışmaları açıkça göstermektedir ki, kanunda mezhepçiliğin önlenmesi ve kültürlerarası diyalogun güçlendirilmesi amacına tamamen veya kısmen muafiyet karşısında bütün çocukların birlikte ders yapmasıyla daha iyi ulaşılacağı düşüncesi bulunmaktadır. P1 m. 2/c. 2, anne babaya, çocuklarının din ve felsefi inançlar konusunda bilgisiz kalmalarını sağlama hakkı tanımaz. İlköğretimin alt sınıflarının ders müfredatında Hıristiyanlıkla ilgili konulara diğer dinler ve felsefi inançlardan daha fazla yer verilmesi gerçeği, Mahkemenin görüşüne göre, tek başına çoğulculuk ve nesnellik ilkelerinden uzaklaşma olarak değerlendirilemez. Bu Hıristiyanlığın davalı devletin tarihinde ve geleneğindeki yeri nedeniyle devletin takdir alanına girmektedir.
Ancak Mahkeme, 1998 tarihli kanuna göre, dersin çıkış noktasının Hıristiyanlık eğitimi verme amacı olduğuna dikkat çekmektedir. Ayrıca yasa, İncil ve Hıristiyanlık hakkındaki temel bilgilerin Protestan-Lutherci Hıristiyan anlayışıyla verilmesini öngörmektedir. Diğer dinler ve felsefi inançlar konusunda ise, temel bilgilerin verilmesi amacı yoktur. Bu farklılık öğretim planına da yansımıştır. Örneğin ders içeriğinin yarısı Hıristiyanlıkla ilgilidir, diğer yarısı ise geriye kalan dinler ve inançlarla ilgilidir.
1998 tarihli kanun, öğrencilerin özellikle dua etme, ilahi söyleme, dinsel metinleri ezberleme ve dinsel tiyatro oyunlarına katılma gibi, dini aktivitelere katılmasını öngörmektedir. Gerçi bu aktivitelerin Hıristiyanlıkla ilişkili olduğu açıkça öngörülmüş değildir, ancak öğretim planının Hıristiyan ağırlıklı olması doğal olarak dini aktivitelerin seçimine de yansımaktadır. Özellikle küçük çocukların bu aktivitelerin en azından bazılarına katılımı, öğrencileri P1 m. 2 açısından sorun teşkil edecek şekilde etkilemeye elverişlidir.
“Hıristiyanlık, Din ve Felsefe” dersinin konularının içeriği ve amacı ile ilgili bu bulgular (hem nitelik hem de nicelik açısından Hıristiyanlığa ağırlık verilmesi), sonuçta genel olarak Hıristiyanlık eğitiminin amaçlandığını göstermektedir. Bu farklılık nedeniyle farklı inançlara sahip insanlar arasında anlayış, saygı ve diyalogun sağlanması yönündeki amaca nasıl ulaşılacağı belli değildir.
Hıristiyanlık ve diğer dinlere verilen farklı önemin öğrencilerin bu dersten kısmen muaf olma imkanına sahip olmasıyla P1 m. 2’ye göre kabul edilebilir bir düzeye gelip gelmediği sorunu ortaya çıkmaktadır.
Kısmen muafiyet sisteminin işleyebilmesi için ailelerin ders planının detayları hakkında yeterince bilgi sahibi olması gerekmektedir. Bu sistemin işleyişi oldukça karmaşık ve aileler ve öğretmenler bakımından zahmetlidir.
Ayrıca kısmi muafiyetin olabilmesi için ailenin objektif gerekçelere dayanan bir yazılı dilekçe vermesi gerekmektedir. Anne ve babanın kendi dini veya felsefi inançları hakkında ayrıntılı bilgi vermeye zorlanması Sözleşmenin 8. ve 9. maddesine aykırılık oluşturabilir.
Mahkeme, kısmi muafiyet sisteminin anne baba için ağır bir yük getirdiği, özel yaşamın hukuka aykırı şekilde açıklanması tehlikesini doğurduğu ve bundan dolayı da ebeveynlerin dilekçe vermekten kaçınacağı tespitinde bulunmaktadır. Belli durumlarda, özellikle dini nitelikli aktivitelerde, kısmi muafiyetin kapsamı, farklılaştırılmış dersler yoluyla daha da sınırlandırılmıştır. Bu durum, 8. ve 9. maddelerin ışığında yorumlanan P1 m. 2 anlamında anne babanın kendi dini veya felsefi inançlarına uygun eğitim yapılmasını sağlama hakkıyla bağdaşmaz.
Hükümetin ileri sürdüğü, anne ve baba isterse çocuklarını özel okula gönderebilir savunması, devleti herkese açık devlet okullarında çoğulculuğu sağlama ödevinden kurtarmaz.
Sonuç olarak davalı devlet, ders planında yer alan bilgilerin nesnel, eleştirel ve çoğulcu olmasını sağlama ödevini yeterince yerine getirmemiştir. Bundan dolayı P1 m. 2’deki eğitim hakkı ihlal edilmiştir. Mahkeme kararı 9’a karşı 8 oyla almıştır.
2. Hasan ve Eylem Zengin/Türkiye Kararı (K.T. 09.10.2007)
Dava Konusu Olay
Başvurucular, Alevi bir baba ve İstanbul’da bir devlet okulunda 7. sınıfta okuyan kızıdır. Başvurucu 23 Şubat 2001’de, kızının din kültürü ve ahlak bilgisi derslerinden muafiyetini sağlamak için İstanbul İl Milli Eğitim Müdürlüğüne başvurmuştur. Başvurucu, zorunlu din kültürü ve ahlak bilgisi derslerinin laiklik ilkesi ile bağdaşır olmadığını iddia etmiştir. Milli Eğitim Müdürlüğü 2 Nisan 2001’de, muafiyet verilmesinin mümkün olmadığı cevabını vermiştir. Başvurucu, Milli Eğitim Müdürlüğünün ret kararının ardından, İstanbul İdare Mahkemesine iptal davası açmıştır. Başvurucu, zorunlu din kültürü ve ahlak bilgisi derslerinin esasen Hanefi İslam’ın temel kuralları üzerine kurulduğunu ve kendi inancına ilişkin hiçbir şey öğretilmediğini iddia etmiştir. Başvurucu diğer konuların yanı sıra, dersin zorunlu niteliğine de itiraz etmiştir. İdare Mahkemesi 28 Aralık 2001 tarihli kararında başvurucunun talebini reddetmiştir. Danıştay, 14 Nisan 2003 tarihli kararı ile temyiz başvurusunu reddederek, ilk derece mahkemesinin usule ve yasalara uygun bulduğu kararını onamıştır.
Muafiyet hakkında 9 Temmuz 1990 tarihli 1 sayılı karar
18. 9 Temmuz 1990’da Eğitim ve Öğretim Yüksek Kurulu, din kültürü ve ahlak bilgisi derslerine ve bu derslerden kimlerin muaf tutulabileceğine ilişkin şu kararı almıştır:
“Milli Eğitim Bakanlığının teklifi üzerine; azınlık okulları dışında kalan ilk ve orta öğretim okullarımızda öğrenim gören TC uyruklu Hıristiyanlık ve Musevilik dinlerine mensup öğrencilerin; bu dinlerden birine mensup olduklarını belgelendirmeleri kaydıyla, Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Dersine girmelerinin zorunlu olmadığı, ancak bu derse girmek istedikleri takdirde velilerinden yazılı dilekçe getirmelerinin gerekli olduğu hususunun kabulü kararlaştırıldı.”
Hükümet duruşmada, muafiyet usulünün ateizm gibi diğer dini ve felsefi inançları da kapsayabileceğini belirtmiş, ancak buna ilişkin somut örnek sunmamıştır.
Karar Gerekçesi
Tarafların Beyanları
Başvurucular, din kültürü ve ahlak bilgisi derslerinin tarafsız, eleştirel ve çoğulcu bir anlayışla verilmediğini ve bu nedenle Birinci Protokol’ün 2. maddesinin yorumlanması bağlamında Mahkeme’nin tanımladığı ölçütleri yerine getirmediğini ileri sürmüşlerdir. Müfredatın bu öğretimi tamamen dini bakış açısıyla vermesi ve İslam inancı ve geleneklerinin Sünni yorumunu övmesi, Sünni İslam’ın geleneksel ayinlerini açıklayan ders kitaplarıyla birlikte ele alındığında, bu öğretimin objektiflikten yoksun olduğu çok açıktır.
Hükümet, Mahkeme’nin de içtihatlarında kabul ettiği gibi Devletin tasarrufunda olan düzenleme yapma yetkisine dayanarak, din ve ahlak öğretiminin, istismarları engellemek için Devletin denetimi altında yürütüldüğünü belirtmiştir. Devlet bu alanda takdir yetkisini kullanmaktadır. Bu bakımdan Hükümet, 19 Eylül 2000 tarihinde kabul edilen kararda ortaya konulan ilkelere atıf yapmış ve söz konusu derslerin farklı altyapılardan gelen öğrenciler arasında anlayışı, hoşgörüyü ve saygıyı geliştirmek amacıyla ve her bir bireyin kimliğine, Türkiye’nin ulusal ve tarihi değerlerine ve diğer dinlere ve hayat felsefelerine yönelik saygı ve anlayışı geliştirmek için hazırlandığını vurgulamıştır.
Hükümet Milli Eğitim Bakanlığı tarafından hazırlanmış olan dersin içeriğinin Anayasanın 24. maddesi ve 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Yasasının 12. maddesi uyarınca, laiklik ilkesine uygun olduğunu ve kesinlikle mezhepsel bir eğitim içermediğini vurgulamıştır. Bu bağlamda Hükümet, dini konular hakkındaki bilgilerin İslam’ın Sünni anlayışı üzerine kurulu olduğuna ilişkin başvurucuların iddialarına karşı çıkmıştır. Din kültürü ve ahlak bilgisi derslerinde belirli bir dinin öğretisi ve ayinleri hakkında hiçbir özel bilgi verilmemiştir; çeşitli dinler hakkında genel bilgiler verilmiştir. Buna ilaveten, dersin zorunlu niteliği, sadece çocukların derse katılma zorunluluğunu ifade etmiştir.
Mahkeme’nin değerlendirmesi
Genel ilkeler
Ana ve babanın kendi dini ve felsefi inançlarına saygı gösterilmesini isteme hakkı, birinci cümledeki bu temel hak üzerine şekillenmiş olup; birinci cümle, ikinci cümle gibi, devlet eğitimi ve özel eğitim arasında ayrım yapmamaktadır. Kısacası, 2. maddenin ikinci cümlesi, eğitimde çoğulculuğu güvence altına almayı amaçlamakta olup, bu imkan Sözleşme’nin tasarladığı şekliyle “demokratik toplum”un korunması için asıldır. Modern devletin gücü göz önüne alındığında, devlet eğitimi vasıtasıyla bu amacın gerçekleştirilmesinin gerekliliği her şeyin üstündedir.
Birinci Protokol’ün 2. maddesi, eğitimde dini konular ile diğer konular arasında bir ayrım yapılmasına izin vermemektedir. Bu madde devlete, ister dini ister felsefi olsun, eğitim programının tamamında ana ve babanın inançlarına saygı göstermesini emretmektedir.
Çocuklarının “eğitim ve öğretimi”nden öncelikle sorumlu olan ana babaların çocuklarına karşı doğal görevleri olduğundan, ana babalar devletten kendilerinin dini ve felsefi inançlarına saygı göstermesini isteyebilirler.
Ancak, müfredatın oluşturulması ve planlanması, ilke olarak Sözleşmeci Devletlerin yetkisi içindedir. Bu iş esasen, çözümü Mahkeme’nin görevi olmayan ve haklı olarak ülkeye ve zamana göre değişen amaca uygunluk meselelerini içerir (bkz. Valsamis kararı, parag. 28). Ayrıca Birinci Protokol’ün 2. maddesinin ikinci cümlesi, devletlerin devlet okullarında verilen öğretim aracılığıyla doğrudan veya dolaylı olarak dini veya felsefi türde objektif bilgiler yaymasını engellememektedir. Bu hüküm, ana ve babanın bu tür öğretim veya eğitimin okul müfredatına eklenmesine karşı çıkmasına da izin vermemektedir; zira aksi takdirde tüm kurumsallaşmış öğretimin işleyişi tehlikeye girer.
Diğer yandan 2. maddenin ikinci cümlesine göre Devlet, eğitim ve öğretim konusunda üstlendiği işlevleri yerine getirirken, müfredatta yer alan bilgilerin bir dinin telkininden uzak sakin bir ortamda, öğrencilerin din hakkında eleştirel düşünce geliştirmelerine imkân verecek şekilde objektif, eleştirel ve çoğulcu bir tarzda iletilmesine özen göstermelidir. Devletin, ana ve babanın dini ve felsefi inançlarına saygısızlık olarak değerlendirilebilir nitelikte belli bir fikrin aşılanması amacını gütmesi yasaktır. İşte aşılmaması gereken sınır budur.
Mahkeme, çoğulcu bir demokratik toplumda dini inançların meşruluğuna veya bu inançların açıklanma şekillerine ilişkin devlet tarafından yapılacak her tür değerlendirmenin, devletin çeşitli dinler ve inançlar karşısında tarafsızlık görevine aykırı bulunduğunu vurgular.
Mahkeme, “din kültürü ve ahlak bilgisi” dersinde verilen öğretimin objektiflik ve çoğulculuk kriterlerini ve ayrıca başvurucunun kendi özel durumunda, Eylem Zengin’in Alevi inancına sahip babasının ki ders içeriğinde bu konu açıkça eksiktir, dini ve felsefi inançlarına saygılı olma gereğini karşılar nitelikte görülemeyeceği sonucuna varmaktadır.
Mahkeme başlangıçtan beri, söz konusu öğrencilerin kategorisi ne olursa olsun, ana ve babanın kendi çocuğunun söz konusu derslerden muaf tutulması için okullara kendilerinin Hıristiyanlık veya Musevilik dinine mensup bulundukları hakkında bir ön bildirimde bulunmaları zorunluluğunun, Sözleşme’nin 9. maddesine göre de bir sorun ortaya çıkarabileceği görüşündedir.
Eğitim ve Öğretim Yüksek Kurulu Başkanlığının kararı sadece iki kategori Türk vatandaşı öğrenci için muafiyet imkânı sağlamaktadır; bunlar da ana ve babaları Hıristiyanlık veya Musevilik inancına mensup olan öğrencilerdir. Mahkeme’ye göre bu durum, bu konuda verilen eğitimin bu kategorideki öğrencilerin, okulda verilen dini eğitim ile ana ve babalarının dini veya felsefi inançları arasında çelişkilerle karşılaşmalarına yol açabileceğini göstermektedir. Irkçılık ve Hoşgörüsüzlüğe Karşı Avrupa Komisyonu gibi Mahkeme de, bu durumun eleştiriye açık olduğunu değerlendirmektedir; zira “eğer bu ders gerçekten farklı dini kültürler hakkında ise, bunu yalnız Müslüman çocuklar için zorunlu tutmaya bir sebep bulunmamaktadır. Bilakis, eğer ders esas olarak İslam dinini öğretmek için hazırlanmış ise, bu takdirde ders belirli bir din hakkında olduğundan, çocukların ve onların ana ve babalarının din özgürlüklerinin korunması için zorunlu tutulmamalıdır.”
Sonuç olarak Mahkeme, muafiyet usulünün uygun bir yöntem olmadığı ve bu usulün öğretilen konunun okul ile ana ve babanın değerleri arasında bunlara bağlılık yönünden çocuklarda çelişkiye yol açabileceğini haklı olarak düşünen ana ve babalara yeterli bir koruma sağlamadığı görüşündedir. Bu özellikle de Sünni İslam dışında bir dini veya felsefi inanca sahip ana ve babaların çocukları için uygun bir seçenek bulunmayan durumlarda böyledir; bu durumda muafiyet prosedürü, ana ve babayı ağır bir yük altına sokabilir ve çocuklarının din derslerinden muaf tutulması için kendi dini veya felsefi inançlarını ifşa etmek zorunda bırakabilir.
Bu gerekçelerle mahkeme oybirliğiyle,
1. Birinci Protokol’ün 2. maddesinin ihlaline;
2. Sözleşme’nin 9. maddesi bakımından ayrı bir meselenin doğmadığına karar vermiştir.
Türkiye savunmasında, bu dersin herhangi bir dini ya da mezhebi esas almayan bir kültür dersi olduğunu ve herhangi bir inancın benimsetilmeye çalışılması gibi bir amacın olmadığını savundu.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, kararında "din kültürü ve ahlak bilgisi" dersinin tarafsızlık, çoğulculuk, dinî ve felsefî inançlara saygı kriterlerini karşılamadığını belirtti.
Kararın gerekçesinde dersin daha katılımcı, eleştirel ve programın daha eşitlikçi olması gerektiğinin altı çiziliyor. Sure ezberletilmesi ve ibadetler konusuna ayrıntılı yer verilmesi de kararda eleştirilen noktalar. Türkiye'ye yönelik doğrudan dersin hukukî statüsüne yönelik bir değişiklik isteği yok. "Müfredatını gözden geçir, eksiklikleri tamamla" diyor.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararında özetle; Türkiye' de ilk ve ortaöğretim kurumlarında verilen din kültürü ve ahlak bilgisi öğretiminin rehber ilkelerinin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine aykırı bir yönünün olmadığı, ancak eğitim sisteminde, din dersleriyle ilgili tarafsızlık ve çoğulculuk koşullarının yerine getirilmemesi ve ebeveynlerin inançlarına saygı gösterilmesini sağlayacak uygun bir yöntem sunulmaması nedenleriyle, sistemin yetersiz olmasından ötürü Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin ihlal edildiği belirtilmiştir.
B. Danıştay Kararları
Danıştay’ın zorunlu din dersine ilişkin 2007 ve 2008 yıllarına ait iki kararı bulunmaktadır. Danıştay’ın zorunlu din dersi ile ilgili 2000 yılına ait bir kararı daha bulunmaktadır. Ancak yayınlanmadığı için bu karara ulaşmak mümkün değildir.
2000 yılında Danıştay 8. Dairesi bir velinin bu ders ile ilgili itirazına cevaben bu dersin amacının temel bilgiler yanı sıra öğrenciye "kültür" kazandırmak olduğunu belirtmiş ve laiklik açısından bir sorun olmadığını açıkça dile getirmiştir.
Danıştay 8. Dairesinin 28 Aralık 2007 tarihli kararında dava konusu uyuşmazlık; davacının, İlköğretim Okulu 7. sınıf öğrencisi olan çocuğunun, zorunlu din dersi eğitiminden muaf tutulması yönündeki 16.02.2005 tarihli başvurusunun reddine ilişkin 8.3.2005 gün ve 611 sayılı İstanbul Valiliği İl Milli Eğitim Müdürlüğü işleminin iptali isteminden kaynaklanmaktadır.
Dava konusu uyuşmazlıkta, ilk ve ortaöğretim kurumlarında verilen öğretime ilişkin müfredatın "din kültürü ve ahlak öğretimi" mi yoksa "din eğitimi" mi olduğunun tespiti gerekmektedir.
Devletin, eğitim ve öğretimle ilgili olarak üzerine düşen görevleri yerine getirirken, müfredatta yer alan bilgilerin nesnel ve çoğulcu bir şekilde aktarılmasına dikkat etmesi ve ebeveynlerin dini ve felsefi kanaatlerine saygı göstermesi gerekmektedir.
Anayasanın 24. maddesine göre din kültürü ve ahlak öğretiminin ilk ve ortaöğretim kurumlarında okutulan zorunlu dersler arasında olduğu kuşkusuzdur. Ancak, bu öğretimin Anayasanın öngördüğü amaca uygun bir müfredatla verilmesi gerektiği, içeriğinin nesnel ve çoğulcu olması, kişinin dininin bir ayrım ve eşitsizlik unsuru olarak kullanılmaması ve devletin dinler karşısında tarafsız kalarak, bütün dinsel inançları eşdeğer görmesi gerekmektedir. Öğretimde uygulanan müfredatın belirli bir din anlayışını esas alması durumunda, bunun Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersi olarak kabul edilemeyeceği ve din eğitimi halini alacağı açıktır. Nitekim Avrupa İnsan Hakları Mahkemesince öğretime ilişkin müfredatta yapılan ve kararımızda hüküm kurmaya yeterli görülen tespitler uyarınca, ülkemizde çoğulculuk anlayışı içerisinde, nesnel ve rasyonel bir şekilde din kültürü ve ahlak bilgisi öğretiminin verilmediği sonucuna ulaşılmıştır.
Bu durumda, Anayasanın 24. maddesinde, din kültürü ve ahlak bilgisi öğretiminin zorunlu olduğunun belirtilmesi, ilk ve ortaöğretim kurumlarında verilen öğretimin adının din kültürü ve ahlak bilgisi olmasına rağmen, içerik olarak din kültürü ve ahlak bilgisi öğretimi olarak kabul edilemeyeceği açık olduğundan ve din eğitiminin de ancak kişilerin kendi isteğine, küçüklerin de kanuni temsilcisinin talebine bağlı olması karşısında, Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersinin bu içeriği ile zorunlu tutulmasında hukuka uyarlık bulunmamakta olup, aksi yöndeki Mahkeme kararında hukuki isabet görülmemiştir.
Danıştay 8. Dairesinin 29 Şubat 2008 tarihli kararında da aynı gerekçeye yer verilmiş ve Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersinin bu içeriği ile zorunlu tutulması hukuka aykırı bulunmuştur.
V. Çözüm Önerileri
A. Özbudun Taslağı
Taslakta din dersi konusunda alternatif iki öneri sunulmaktadır:
Alternatif 1 :(4) “Devlet, eğitim ve öğretim alanındaki görevlerini yerine getirirken, eğitim ve öğretimin ana ve babanın dinî ve felsefî inançlarına göre yapılmasını isteme hakkına riayet eder. Din eğitim ve öğretimi, kişinin kendisinin, küçüklerin ise kanunî temsilcisinin talebine bağlıdır. Devlet bu taleplerin gereğini yerine getirmekle yükümlüdür.”
Alternatif 2: (4) “Devlet, eğitim ve öğretim alanındaki görevlerini yerine getirirken, eğitim ve öğretimin ana ve babanın dinî ve felsefî inançlarına göre yapılmasını isteme hakkına riayet eder. Din kültürü ve ahlâk öğretimi, ilk ve ortaöğretim kurumlarında okutulan zorunlu dersler arasında yer alır. Bu dersten muafiyet, kişinin kendisinin, küçüklerin ise kanunî temsilcisinin talebine bağlıdır.”
Taslağın genel gerekçesinde önerinin gerekçesi şöyle açıklanmaktadır: “Din ve inanç hürriyeti yeniden düzenlenmiş ve lâiklik ilkesinin anlam ve özüne uygun olarak, 1982 Anayasasında zorunlu olan din kültürü ve ahlâk dersleri, din eğitimi ve öğretimi olarak düzenlenmiş ve 1961 Anayasasında olduğu gibi, isteğe bağlı hale getirilmiştir.”
Madde gerekçesi ise şöyledir:
“Maddede yer verilen en önemli hükümlerden biri, Devlete çocukların eğitimi alanında ebeveynin dinî ve felsefî inançlarını dikkate alma yükümlülüğü getiren düzenlemedir. Bu hüküm, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine ek 1 Nolu Protokolün 2 nci maddesine paralel olarak düzenlenmiştir.
Alternatif 1’in Gerekçesi
Dördüncü fıkrada din kültürü ve ahlâk öğretimi ilk ve ortaöğretim kurumlarında okutulan zorunlu dersler arasından çıkarılarak, 1961 Anayasasında olduğu gibi din eğitimi ve öğretimi isteğe bırakılmıştır. Ancak, 1961 Anayasasından farklı olarak, devlete kişilerin ya da küçüklerin kanunî temsilcilerinin din eğitimi ve öğretimi konusundaki taleplerinin gereğini yerine getirme yükümlülüğü yüklenmiştir. Bu düzenleme, bir yandan 1982 Anayasasının 24 üncü maddesinde yer alan zorunluluğu ortadan kaldırması, diğer yandan da sadece bu eğitimden yararlanmak isteyenlerin talepte bulunmalarını gerektirmesi sebebiyle hem lâik düşünceyle, hem de hürriyetçi bir zihniyetle bağdaşmaktadır.
Alternatif 2’nin Gerekçesi
Dördüncü fıkrada, din kültürü ve ahlâk bilgisi öğretiminin, ilk ve ortaöğretim kurumlarında okutulan zorunlu dersler arasında bulunmasına yönelik düzenleme korunmakla birlikte, isteyenlerin bu derslerden muaf tutulacakları belirtilmiştir. Bu şekliyle, fıkra Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesiyle de uyumlu hâle getirilmiştir. Zira Strasbourg organları, muaf tutulma yollarının açık olması ve derslerde “Devletin, ebeveynin dinî ve felsefî inançlarına saygı gösterilmediği değerlendirmesine fırsat verecek şekilde bir aşılama (endoktrinasyon) amacı gütmemesi” durumunda zorunlu din dersleri uygulamasını Sözleşmeye aykırı bulmamaktadırlar.”
B. TBB Anayasa Önerisi–2007
2007 tarihli TBB Anayasa Önerisinin “Vicdan ve din özgürlüğü” başlıklı 29. maddesinin 4. fıkrası şöyledir: Din eğitim ve öğretimi devletin gözetim ve denetimi altında yapılır. Din eğitim ve öğretimi, kişilerin kendi isteğine ve küçüklerin de kanuni temsilcilerinin yazılı isteğine bağlıdır.
Önerinin gerekçesi şöyledir: “Dördüncü fıkrada din eğitim ve öğretiminin devletin gözetim ve denetimi altında yapılacağı belirtildikten sonra din eğitim ve öğretimi kişilerin kendi isteği ve küçüklerin ise kanuni temsilcilerinin yazılı isteğine bağlı kılınarak 1961 Anayasası hükmü benimsenmiştir.”
C. DİSK Anayasa Raporu–2009 (Özgürlükçü, Eşitlikçi, Demokratik ve Sosyal Bir Anayasa İçin Temel İlkeler)
Her ne kadar Anayasa’da “din kültürü ve ahlâk öğretimi” deyimi kullanılmış ise de, zaman içersinde uygulamanın gösterdiği gibi amacın dinler hakkında genel bilgi vermekten ibaret olmadığı ve İslâm dininin, hatta Sünni yorumunun aşılanması ve uygulanmasına yönelik olduğu görülmüştür. Böyle bir uygulamaya zemin oluşturan bu düzenleme, öncelikle aynı maddede yer alan “açıklamaya zorlanamama” şeklindeki yasakla çeliştiği gibi Anayasa’nın 2. maddesindeki “lâiklik ilkesi” ile de bağdaşmaz ve bu nedenle anayasaya aykırı anayasa normu niteliği taşır. İHAM’ın Kjeldsen ve diğerleri v. Danimarka kararında işaret edildiği üzere, “eğitimsel çoğulculuk ilkesi çocuğun ana-babasının dinsel ve felsefi inançlarına saygısızlık sayılabilecek bir aşılama (endoctrinement) amacı güdülmesini yasaklar”. Kararda, eğitimde dini ayırımcılığa yol açabilecek uygulamalara da yer verilmemesi gereğine işaret edilmiştir. Öte yandan Anayasa Mahkemesi de, 1961 Anayasası döneminde Milli Nizam Partisi’nin lâikliğe aykırılık nedeniyle kapatılmasına karar verirken, bu partinin “din dersini zorunlu ve yaygın hale getirme isteği”ni de göz önünde bulundurarak, bunun Anayasanın lâiklik hükmüne aykırı olduğu gerekçesine de dayanmıştır. Ayrıca İHAM, 9 Ekim 2007 günü vermiş olduğu Hasan ve Eylem Zengin v. Türkiye kararında, Anayasa md. 24’te yer alan zorunlu din dersini İHAS md. 9’a aykırı bulmuştur.
Yapılacak yeni anayasada, zorunlu din dersine yer verilmemeli; fakat din kültürü ve ahlâk bilgisi dersine mutlaka yer verilecekse, bu durumda 1961 Anayasasının konuya ilişkin düzenlemesi temel alınmalıdır. Dersin içeriği, dinler bilgisi ile sınırlı olmalı; ancak kişinin kendi isteğine veya çocuğun kanuni temsilcisinin açık isteğine bağlı olduğu kabul edilmelidir. Ayrıca, kural olarak yalnızca dersi almak isteyen bireylerin taleplerinin işleme konması, anayasal hükme bağlanmalıdır.
D. Eğitim Reformu Girişimi’nin Önerisi
Eğitim Reformu Girişimi’nin hazırladığı, Eylül 2005 tarihli “din kültürü ve ahlak bilgisi: ortak ilkeler ve öneriler” raporunda yer alan öneriler şu şekildedir:
1. Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı tarafından sürdürülen öğretim programları yenileme çalışmaları kapsamında Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretim programı ülkemizdeki inanç çeşitliliğini yansıtan katılımcı bir süreç içerisinde uzmanlar tarafından hazırlanmalıdır.
2. Hazırlanacak olan Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretim programlarını uygulayacak öğretmenlerin tümüne hizmet-içi eğitim verilerek kendilerine yeni öğretim programını yetkinlikle uygulayabilmeleri için gerekli tutum ve beceriler kazandırılmalıdır.
3. Hazırlanacak yeni Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretim programlarının pratikte uygulamaya geçirilmesini sağlamak için gerekli destek ve izleme mekanizmaları oluşturulmalıdır.
4. Buna ek olarak, yapılan çalışmalarda ülkemizde ailelerin çocuklarına kendi dini inançları doğrultusunda “din eğitimi” verilmesi yönündeki talepleri de dikkate alınmış ve bu talebin nasıl karşılanabileceği yönünde tartışmalar yapılmıştır. Tartışmalar sonucunda üzerinde fikir birliği sağlanan ilke ve öneriler aşağıdaki gibidir:
• Din eğitimi isteğe bağlı olmalıdır. Zorunlu veya seçmeli ders olarak okullarımızda okutulmamalıdır. Aksi takdirde, yukarıda belirtilen ilkelerin ruhuna ters bir durum ortaya çıkacaktır.
• İsteğe bağlı din eğitimi, örgün eğitim çerçevesi içinde planlanmalıdır.
• İsteğe bağlı din eğitiminin içeriği Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersinin içerik ve felsefe boyutuyla çelişmeyecek şekilde tasarlanmalı ve uygulanmalıdır.
• İsteğe bağlı din eğitimi üniversite mezunu, pedagojik formasyon almış ve din eğitimini yukarıda yazılı ilkeler doğrultusunda uygulayabilecek din bilgisi öğretmenleri tarafından verilmelidir.
• İsteğe bağlı din dersi veren öğretmenlerin maaş ve ücreti için devlet bütçesinden herhangi bir pay ayrılmamalıdır.
• İsteğe bağlı din dersinin uygulaması ile ilgili olarak örgün eğitim kurumları, ibadet yerleri ve Halk Eğitim Merkezi gibi farklı uygulama alanları, yaz kursları veya televizyon gibi farklı uygulama modelleri önerilmiştir. Tartışmalarda her önerinin avantaj ve dezavantajları olduğu ortaya çıkmıştır. Bu alternatiflerin ülkemizdeki inanç çeşitliliğini yansıtan katılımcı bir süreç içerisinde uzmanlar tarafından tartışılması ve kabul edilebilir, uygulanabilir ve sürdürülebilir bir öneri geliştirilmesi gerekmektedir.
VI. Devlet Okullarında Din Dersinin Okutulması Lehine Argümanlar
A. Çocukların dinle ilgili soruları ciddiye alınmalıdır.
Çocuklar, dine ve hayata dair birçok konuyu merak eder ve sorar. Dünya nasıl oluştu? Ölüm nedir? Hayatın anlamı ve amacı nedir? Gerçek saadetin yolu nereden geçer? İyi ve kötü nedir? Tanrı var mıdır?
Din, yaşamın bir parçasıdır. Ateist bir aile ortamında yetişen bir kimse bile, günlük yaşamında dini sembollerle, yapılarla, ritüellerle, yaşam şekilleriyle ve inançlarla karşılaşır. Din, içinde yaşadığımız toplumu siyaset, ekonomi veya bilim kadar etkiler. Hoşgörüsüzlüğün ve fanatizmin zararlı sonuçları bilinmekle birlikte, kayıtsız kalınmakta ve önemsenmemektedir. Din dersi, çocukların hoşgörü ve uzlaşma yeteneği kazanmasında önemli katkı sağlar.
B. Din, Beşeri Medeniyetin Ayrılmaz Bir Boyutudur
Bugün tarih ve kültür, dinlerden bağımsız bir şekilde anlaşılamaz. Günümüzde küreselleşen dünyada, çok kültürlü ve çok dinli bir toplum yaşamında din eğitimi daha da önemli hale gelmiştir.
C. Din Dersi, Din Özgürlüğüne Katkı Sağlar
Özgürlükçü ve demokratik bir hukuk devleti, dinlere ve inançlara karşı tarafsız olmalıdır. Bu niteliklere sahip devlet, kendini belirli bir din veya mezheple özdeşleştiremez. Aynı şekilde dinsizliği veya dine karşı olmayı da benimseyemez. Devlet, din eğitimi ve dinsel uygulamalar anayasanın temel değerleriyle çatışmadığı sürece, dini veya felsefi sorunlar konusunda karar vermekten kaçınmalıdır.
Ancak devletin dinler karşısındaki tarafsızlığı, kendine yeten bir amaç değildir. Devletin tarafsızlığı, bireylerin vicdan ve din özgürlüğünü gerçekleştirmelerine hizmet etmelidir. Bu temel hak, yalnızca bireylerin dinsel kanaatlerine saygı gösterilmesini talep etmez, aynı zamanda dinin gereklerini serbestçe yerine getirebilmek için gerekli hukuki koşulların sağlanmasını da içerir. Okullarda okutulacak din dersi, öğrencilere din ve vicdan özgürlüğünü kullanma yeteneği kazandırır.
D. Din Dersi, Okulların Eğitimle İlgili Görevlerinden Biridir.
Eğitim kurumlarının temel görevi, kişilerin özgür ve sorumlu davranmasını sağlamak ve geliştirmektir. Bunun sağlanabilmesi için de çocukların fen ve sosyal bilimlerle ilgili bilgiler yanında dini sorunlar konusunda da bilgi sahibi olması gerekir. Her ne kadar dini konular diğer dersler kapsamında işlenebilirse de, kapsamlı ve sistematik bir şekilde verilmesi daha doğrudur.
Bunların dışında ileri sürülen diğer argümanlar şöyle sıralanabilir:
-
Din dersi öğrencilerde ve aynı şekilde öğretmenlerde, okulda ve ailede olumlu etkide bulunur.
-
Din dersi, dini ve ahlaki yetilerin gelişmesine olumlu katkıda bulunduğu gibi, bunların dışında kalan diğer yetilerin gelişmesine de katkıda bulunur.
-
Din dersinin konulması, devlet okullarının ve dini topluluklarla işbirliği yapması gereken özgürlükçü demokratik devletin bir görevidir.
-
Din dersi, okul eğitiminin niteliğinin ve yaratıcı özelliğinin gelişmesine katkıda bulunur.
Sonuç
Zorunlu din dersi sorunun çözümünde çeşitli olasılıklar akla gelmektedir.
-
Anayasa ve yasa değişikliğine gidilerek bu ders tamamen kaldırılabilir.
-
Anayasa ve yasa değişikliği ile 1961 Anayasası sistemine dönülebilir. Yani ders zorunlu olmaktan çıkarılır, dersi almak isteyenler bu dersi seçebilir. TBB Anayasa önerisi, Özbudun Taslağındaki 1. alternatif ve DİSK’in önerisi bu şekildedir.
-
Anayasa ve yasa değişikliğine gidilerek, din kültürü ve ahlâk öğretimi, ilk ve ortaöğretim kurumlarında okutulan zorunlu dersler arasında yer almaya devam eder. Bu dersten muafiyet, kişinin kendisinin, küçüklerin ise kanunî temsilcisinin talebine bağlı tutulur. Özbudun Taslağında yer alan ikinci alternatif öneri bu doğrultudadır.
-
Anayasa ve yasa değişikliğine gidilmeksizin dersin içeriği ve veriliş şekli AİHM ve Danıştay kararlarına uygun hale getirilir ve zorunlu ders olma özelliği devam eder.
Görüşümüz: Sorunun çözümünün iki yönünün bulunduğu göz ardı edilmemelidir.
Din öğretimi bakımından dersin içeriği ve veriliş şekli AİHM kararı doğrultusunda değiştirilmeli, dini veya inancı ne olursa olsun istisnasız bütün ilköğretim öğrencileri için ders zorunlu olmalıdır. Ancak yine de anne baba, kendi dini veya felsefi inançlarını gerekçe göstererek çocuğunun dersten muaf olmasını istiyorsa bu mümkün olmalıdır.
Din eğitimi bakımından anne babaya çocuğuna istediği şekilde ve istediği zaman din eğitimi aldırma hakkı tanınmalı, bununla ilgili mevzuatımızdaki kısıtlamalar kaldırılmalıdır.46
Dostları ilə paylaş: |