Hasan ONAT: Efendim sayın valimize teşekkür ediyoruz. Aslında sempozyumun çok harika bir değerlendirmesi oldu, hayatın içinden bir değerlendirmesi oldu. İnşallah yüce Yaratıcı nice hayırlı hizmetlere, nice böylesine sağlıklı, moda tabirle sözde olmayan özde olan açılımlara damga vurmanıza izin verir. Çünkü bu son derece önemli bir hadise.
Ali Haydar ÖNER: Yalnız hocam, bir meseleyi tavzih etmeyi kendime bir vazife sayıyorum. Lütfen izin verir misiniz?
Hasan ONAT: Lütfen sayın Vali’m.
Ali Haydar ÖNER: Said Yazıcıoğlu Bey’le ilgili kasdı aşan bir ifadesinden dolayı bir değerlendirilmede bulunuldu. Said Yazıcıoğlu Bey’in o söylemi Alevilere yeni bir rol biçme anlamında bir ifade değil. Said Yazıcıoğlu Bey’i yakinen tanıyan biriyim. Aleviler kültürel ve inanca yönelik taleplerinin hepsinin kabulünden yana olduğunu bilen biriyim. Kasdı aşan ifadeler oluyor zamanında, benim ilçemde de bir gün bir şoför savcıyı korkutmak için omzuna vuracak olmuş, tabii sakınayım derken kafasına gelmiş. Bu gerçekten yaşanmış bir olaydır. Kastı aşan bir durum. Said Yazıcıoğlu Bey’in bu söylemi Alevilere yeni bir rol biçmek, hocamın ifadesi de yeni bir Alevilik inşa etmek değil, yani bu durumu çözelim yaklaşımının bir şeyi. Niyet halis ama ifade kasdı aşmış. Bir de Recep Yazıcıoğlu’yla ilgili bir şey söyleyeyim. Recep rahmetli benim çok yakın dostumdu, Akçakoca kaymakamıyken, ben Karasu kaymakamıydım. Sonra Recep, Tokat Valisi oldu ben Aydın Germencik kaymakamlığına atandım. Germencik 3. sınıf ilçe bir milletvekiline metresine rapor almada yardımcı olmadım diye benim sınıf hizmetleri içinde Germencik’ten Erbaa’ya sürdüler. Öyküsü vardır, ikili anlatırım, fazla zaman almayayım. Bu defa vali-kaymakam münasebeti içinde olduk. Beni şikâyet edenlere vali olacak biri varsa Ali Haydar Öner’dir, gidin işinize derdi. Ertesi gün bir yolunu bulur Erbaa’ya gelirdi. Ali Haydar Öner’in Erbaa kaymakamı olması, Erbaa için bir şanstır, der, nutuk çeker giderdi. Sonra Allah kısmet etti, iki komşu ilin valileri olarak görev yaptık. Ama asıl söyleyeceğim bu değil. Erbaa’da bir yatılı kız Kuran kursu temeli atıyoruz. Müftümüz çıktı bir şeyler söyledi. Ben çıktım kişiler inançlarıyla, toplumlar ortak değer yargılarıyla yaşarlar dedim. Anne toplumun en büyük öğretmenidir, eğiticisidir. İslami inanç içine giren yanlış düşünceler, öncelikle anneler tarafından arındırılabilir. Burada yetişen çocuklarımız iyi bir öğretiyle yetiştirilirse geleceğimize daha güvenle bakabiliriz, dedim. Hamdi Mert hocamız, Diyanet İşleri Başkanvekiliydi. Konuşmasını benim konuşmam üzerine inşa etti. Ama Recep bir çıktı. Geçende imece usulüyle okulunu yapıyor dedi. Dede de yönlendiriyor, şöyle yapın, böyle edin. “Dedeye yanaştım” dedi: “Dede, dede biz Hz. Ali efendimizin yolundan gidiyoruz, namaz kılıyoruz da siz niye kılmıyorsunuz dedim”, dedi. Dede bana ne dese beğenirsiniz, “arkadaşlar” dedi. “siz size hakaret edilen yere, iftira edilen yere kardeşinizin evi de olsa gider misiniz?” Biz Alevi kardeşlerimize çok haksızlık ettik, çok iftira ettik, camilerden uzaklaştırdık. Camilere giden Aleviler de var, gitmeyenler de var. Ama artık bu haksızlıklara son verelim, dedi. Bazı hemşerilerimiz de ilçe emniyet müdürümüzün ifadesine göre “vali gene kudurdu, kudurdu” falan demişler. Efendim, yani, Recep’te, kardeşi Said Bey, Recep’in küçüğüdür. Hatta o dönem Diyanet İşleri Başkanlığına adaylığı söz konusuydu. Said Bey fevkalade mütevazı kişiliğinden dolayı ben o göreve hazır değilim düşüncesiyle sakınıyordu. Sonra Mustafa Amca rahmetli, babaları Söke eski müftüsü, gran-tualet, beyaz giysili, kravatlı, fötr şapkalı, bastonlu, çok şık bir beydi. Onun telkiniyle kabul etti, biriniz Diyanet İşleri Başkanlığı yapsın, biriniz vali olacak. Said Bey’le ilgili bu kasdı aşan ifadeyi düzeltme fırsatı bulduğum için bahtiyarım. Teşekkür ederim.
Hasan ONAT: Evet, Sayın Valimize teşekkür ediyoruz. Said Bey, gerçekten kendine özgü, naif ve dürüstlüğü olan hem iyi bir akademisyen... Değişik alanlarda hizmet vermiş; bizim, Ankara İlahiyat Fakültesi’nin eski dekanıdır. Efendim iki gün boyunca burada pek çok konuyu konuştuk. Ortaya çıkan ana başlıkları şöyle bir özetleyelim.
Hepimizin üzerinde ittifak ettiği hususlardan birisi, bilgi olmadan hiçbir şey olamayacağı gerçeği. Bu ortada olan ve hayatın içinden de doğrulanan bir gerçekdir.
Toplumların insanların birbirlerini anlamalarını önleyen nitelikte Alevilik-Bektaşilik konusunda çok yönlü ön yargı var. Bu önyargılar tek taraflı değil. Rahmetli Süleyman Sarıtaş, kendisi Amasyalıydı. Onun ağzından dinlediğim bir şey. “Çocukken bir gün sordum babama, “baba” dedim; “bu Sünnilerin kuyrukları pantolonlarının içinde mi gizli?” bize hep dediler ki, “bu Sünniler kuyruklu”. Bunu unutamam. Keza aynı şekilde Sünni çevrelerde var olan önyargılar. Bir Alevinin Müslüman olması önce Hıristiyan olması, Yahudi olması ya da ayağının altındaki tuğla eriyinceye kadar yıkanması gibi benzeri laflar Alevilik İslam içinde mi, dışında mı tartışması aslında çok yönlü bu önyargıları besleyen bir arka plan unsuru var.
Şimdi burada şu gerçekle yüzleşmek durumundayız. Allah’ın affetmeyeceği bir tek günah vardır, kendisine eş koşulması. İnsanın affetmeyeceği bir tek şey vardır, onuruyla oynanması. Zannediyorum bu ifade pek çok şeyi anlamamıza imkân sağlıyor. Öyleyse, bu konularda tarihten gelen tortuları, önyargıları ancak bilginin aydınlığında aşabileceğiz. Toplumlar birbirini tanıdıkça, değerlerden birçok ortak olduğunu fark ediyor ve bu yüzden böyle tadını kaçırırcasına ortak payda lafını kullanmaktan haz alıyorum. Niye? Birbiri işte Alevilik-Bektaşiliği, Sünniliği vb bu toprakların insanları birbirlerini tanımadıkları için birbirlerini çok farklı gözle algılıyorlar. Ama birbirlerini tanıdıkça aralardaki böyle çok büyük dağ gibi görünen yerlerin çok küçük engeller olduğunu, yapay, sanal engeller olduğunu görebiliyor. O zaman ortak paydalar ortaya çıkıyor.
Bize lazım olan nedir? Öncelikle İslam söz konusu ise burada İslam denildiğinde hiç birimiz, İslam’ın herhangi bir yorumunu anlamıyoruz, ya da onu kastetmiyoruz. Amaç ne Sünniliktir, ne Şiiliktir, ne Hariciliktir, ne Aleviliktir. Bunlar yokken İslam vardı. Peki, var olan İslam neydi? Bir insanın Müslüman olabilmesi için herhangi bir mezhebe, meşrebe, tarikata bağlı olması gerekmiyor. Bunların hepsi daha sonra ortaya çıkan oluşumlar, beşeri oluşumlardır. Bunların benzer beşeri oluşumlar olduğunu fark ettiğimizde zenginlik olabilecek niteliktedir. O zaman orada var olan bir insanın kim olduğu sorusuna en temel konularda; Allah’a inanıyorsa, Ahiret Gününe, Hz. Muhammed’in peygamberliğine inanıyorsa aslında genel çerçeve içerisinde çok sorunlu olduğunu, zannediyorum hiçbirimiz söyleyemeyiz. O zaman bu insan Müslüman’dır ve İslam dairesi içerisindedir. Yani bir Sünni de, Alevi de bu gerçeği bilerek buradan hareket ettiği zaman sanıyorum önyargılar çoğu kırılmış olacak.
Sözü fazla uzatmak istemiyorum. Burada sorunlar konuşuldu. Çözüm önerileri vermek kadar daha çok temenni niteliğinde ortaya çıktıysa da daha sonraki çalıştaylarda, bunun akabinde sempozyum gelecek, zannediyorum. Çünkü bu çalıştayımız baştan açılış konuşmalarında ifade edildi. Türkiye’de çok az uygulanan bir ilki gerçekleştiriyoruz biz burada. Sempozyum öncesi bir çalıştayla hem sempozyuma hazırlık, hem de fikirlerin berraklaşmasını sağlamak. Verim elde edilebilmesi için muhteşem bir şey. Dolayısıyla orada ortaya çıkacak. Sempozyumda konuşulacak, bunlar önemli adımlar. Bu sebepten şu ayetle sempozyumu kapatmak istiyorum. Ahkâm Suresi’nin 13. Ayet. Ben bunu bazen sıklıkla dillendirmekten hakikaten özel keyif alıyorum. Bana bir İlahiyatçı olarak deseniz ki ya hocam şu İslam dinini birkaç cümleyle özetle. Ben bu ayeti hatırlatırım. “Kalu Rabbün Allah sümme’s-tekâmû…” İslam’ın özü bu; diyor ki: “Rabbimiz Allah’tır deyip, dosdoğru olanlara, istikamet üzere olanlara korku yoktur. Onlar asla üzülmeyeceklerdir.” Benzer bir ayette, “Rabbimiz Allah’tır deyip, dosdoğru olanlar, cennetliklerdir. Onların cennetlik olduklarını müjdelemek için gökten melekler iner,” buyruluyor. Aslında bu ayet, iki şeyi ortaya koyuyor. Birincisi Allah’ın affetmeyeceği tek günah Allah’a eş koşulması. Kuran onun da gerekçesini ortaya koyuyor insanın gurur ve kibri. İkincisi: dosdoğru olmak, aslında insanların istediği en temel şey bu. Çünkü bütün amellerin, iyi işlerin özünü, omurgasını bu dosdoğru olmak oluşturuyor. Biz eğer ilkeli olmayı başarırsak, ilkel tutum ve tavırlardan kolaylıkla kurtulabiliriz diye düşünüyorum.
Ve sempozyumu düzenleyen arkadaşlarımıza, katkıda bulunan herkese, emeği geçenlere ve dışarıdan gelen ve burada katılan, burada gerçekten emek harcayan tüm dostlara, sempozyumu nadir görülen bir idareci özelliğiyle takip eden sayın valimize, sayın dekanımıza gönül dolusu teşekkürler. Hepinize saygılar sunuyorum.
Sayın dekanıma sözü bırakıyorum. Buyurun sayın dekanım.
Kemal SÖZEN : Bende bu güzel temenniler için sayın hocamıza teşekkür ediyorum.
Sayın Valim, değerli Misafirler, güller ve göller diyarı Isparta’mızda ve Isparta’nın incisi Eğirdir’de, Eğirdir’in bu mekânında iki gündür bir iş şöleni atmosferi birlikte yaşıyoruz. Bu bakımdan son derece kıvançlıyız mutluyuz. Öncelikle hemen ifade edeyim ki bu çalıştayımıza başından itibaren ve bütün oturumları takip etmek suretiyle bizlere destek veren sayın valimize şükranlarımı arz ediyorum. Gerçekten bunun destek ve …. Bizim için son derede anlamlı bunu da burada sizinle paylaşmak istiyorum. Bir diğer hususa işaret etmek istiyorum. Daha açılış konuşmasından, kapanış konuşmasına kadar bu konuşmaların özüne baktığımızda böyle bir çalıştay konusunu seçmenin son derece isabetli olduğunu da algılamaktan son derecede mutlu olduğumu ifade etmek istiyorum. Bir diğer mutluluğumuz ise, özellikle uzaktan ve yakından çalıştayımıza katılmak suretiyle burada engin bilgi birikimlerini, bir takım anekdotları, yaşanmış tecrübeleri bizimle paylaşan siz değerli katılımcılara şu anda aramızda olmayan ve ayrılmak durumunda kalan tüm katılımcılara gerçekten şükranlarımızı arz ediyoruz.
Dün açılış konuşmasında da ifade ettiğim gibi biz daha önce birinci uluslar arası Bektaşilik ve Alevilik Sempozyumunu düzenlemiştik. Program yürütücüsü Saffet Bey’in de ifade ettiği gibi bir takım sebeplerden dolayı ikincisi aksadı. Ancak hocam (H. Onat) da bizden bir tarih verilmesi noktasında haklı olarak talepleri var. Biz bu sempozyum öncesinde böyle bir çalıştayla, bir alt yapı oluşturmak amacıyla bu çalıştayı gerçekleştirdik. Gerçekten burada ortaya konulan problemler ve çözüm önerileri bize bir yol haritası verdi. Bu bizim için son derece önemli. Özellikle problemler ortaya konuldu. Burada bir şeyi çok samimiyetle ifade etmek istiyorum. Her şeyden önce karşılıklı diyalog içersinde birbirimizle paylaşarak, birbirimizi anlayarak, birbirimizi dinleyerek geçmişte birlikte yaşam tecrübesine sahip olan siz değerli katılımcıların bu sempozyumda ortak bir noktada birleşmeleri bizim açımızdan son derece sevindirici bir gelişmedir.
En azından vurgulanan nokta şu bu problemin, Alevilik olgusu probleminin temelinde eğitimsizlik yatmaktadır. Her halde en temel nokta da bu olarak karşımıza çıkıyor. O zaman burada teorik olarak ortaya konulan problemlerin mutlaka artırılması gerekiyor. Ancak hemen pratikten başlandığı takdirde elbette ki bu bir sonuç vermeyecektir. Biz aydınlar olarak, akademisyenler olarak problemi teorik çerçevede tartışmak, bir takım kavramları yerli yerine oturtmak, problemi analiz edip sonra sentezleyip oradan pratiğe gittiğimiz takdirde her halde daha sağlıklı daha kalıcı bir bilimsel atmosfer veya bir bakış açısı geliştirmiş oluruz diye düşünüyoruz.
İkinci uluslar arası Bektaşilik ve Alevilik Sempozyumunun özellikle tarih olarak Aşure Gününe denk gelen günde gerçekleştirmeyi arzuluyoruz. Buradaki temel amacımız da şu özellikle Süleyman Demirel Üniversitesinde bir Aşure Günü geleneği başlatmak. Bizim kültürümüzde var olan bu geleneği üniversite boyutuna taşımak ve bu şekilde bir Aşure Gününe denk gelen bir süreç içerisinde bu sempozyumu gerçekleştirmek istiyoruz. Tabi bu bizim temennimiz. Ancak, şayet bu sempozyum programı ile çakışacak olursak hemen şunu belirteyim her halükarda böyle bir Aşure Günü geleneği üniversitemizde başlatmak istiyoruz. Sayın Rektörümüzle de istişare edildi konu ki Sayın Rektörümüzün de arzuları bu şekildedir.
Yine Sayın Rektörümüz Azerbaycan’da olması sebebiyle, yurtdışında olması sebebiyle tabi toplantımıza katılamadı. Çok arzuluydu. Bunu da burada belirtmek istiyorum. Tabi bu çalıştayın düzenlenmesinde emeği geçen fakülte personeli var. Müsadenizle onlara teşekkür etmek istiyorum. Yani işin mutfak kısmında olan arkadaşlarımıza. İşte program yürütücümüz Sayın Prof. Dr. Saffet SARIKAYA, yine bu düzenleme kurulunda yer alan Doç. Dr. Necmettin BARDAKÇI beyefendi, yine Yrd. Doç. Dr. Yılmaz SOYYER, Dr. Nejdet DURAK ve Araştırma Görevlileri Kamile ÜNLÜSOY ve Muhammed ÖZDİL’e gerçekten özverili bir şekilde çalıştılar. Diğer taraftan fakültemizin idari personeli olarak fakülte sekreterimiz Ahmet AYDOĞDU Bey’e ve ekibine çok çok teşekkür ediyoruz. Eğer burada bu iki gün içersinde bir eksiğimiz bir kusurumuz varsa bunların hepsi bana aittir. Ancak şunu belirteyim, elbette ki hatalar, kusurlar olur. Bu noktada hoşgörüyle bizi karşılayacağınızı ümit ediyoruz. İnşallah düzenleyeceğimiz sempozyum da yine tekrar bir araya gelmek, birlikte olmak, problemleri paylaşmak, birbirimizi anlamak ve en azından dostluklara vesile olmak dilek ve temennisinde olduğumu da belirtmek istiyorum. Bu çalıştayımızın ülkemizin birlik ve beraberliğine, insanlarımızın dostluk ve kardeşliğine vesile olmasını diliyorum. Tekrar görüşmek ümidiyle, hepinize saygılar sunuyorum. Hepinize ayrı ayrı teşekkür ediyorum. İnşallah bir başka programda, bir başka toplantıda görüşmek üzere. Hepinizi selamlıyorum.
Doğan BERMEK: Aşure 29 Aralık bu sene, ve biz Aşure Günü pek gelemeyiz. Nevruz yapalım bu işi, Hepimiz burada olacağız. Aşure tam yılbaşına denk geliyor. Nevruz’dan bir hafta önce olsun.
Kemal SÖZEN: Sizin bu temennilerini, dileklerinizi dikkate alalım.
Doğan BERMEK: Teşekkürler, çok teşekkür ederim.
Dostları ilə paylaş: |