Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi Dersleri Kaldırılmalıdır
Şakir KEÇELİ
“Küçük çocuğun bir şey ezberlemesi taşa yazılan yazıya benzer…….”
Hz. Muhammed [S.A.V] 3
Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi dersleri sadece Alevî/ Bektâşîlerle Sünnilerin sorunu değildir. Başka bir anlatımla Türkiye’de sadece bu iki gurup yaşamamaktadır. Bunların dışında laik düşünceden asla vazgeçmeyecek olan Atatürkçüler ve de asla azımsanmayacak miktarda, 4 ateistler de yaşamaktadır bu ülkede…
Çok isabetli bir toplantının yapılmasına öncülük ve ev sahipliği eden Sayın Devlet Bakanlığımızın yurttaşlarımızın önemli bir bölümünü ihmal etmesi ve Alevî/ Bektâşî dostların kendilerini dünyanın merkezi olarak görmesi, Fakîr’e göre anlaşılır bir tutum değildir. Çünkü bu sorun Alevî veya Sünnîleri ilgilendirdiği kadar, Alevî – Sünnî olmayanları da ilgilendirir.
I-I Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi Derslerinin 7- 12 Yaşlarındaki Çocuklara Verilmesi Çocuklarımızın Ruh Sağlığını Bozar ve İyi Bir Yurttaş Olmalarını Engeller. 9-10 yaşındaki [İlk Okul 4. Sınıf] bir çocuğa Allah’tan korkmayı öğretmek 5 veya aynı yaştaki öğrenciye “kıyamet günü kulakların, gözlerin ve kalbin ve öteki organların işlediklerin günahları birer birer Tanrı’ya anlatacak” demek,6 Acaba çocuklarda psikolojik bozukluklara neden olur mu?
Bu telkin ve terbiye ile yetişen çocuk iyi ahlâklı ve doğal insan olabilir mi? Bu sorulara yanıt vermek için çocuk psikolojisi uzmanlarının birkaç gözlemini buraya aktarmakta yarar görüyoruz:
"…. 3 yaş 10 aylık bir erkek çocuk ailenin 'tik' diye tanımladığı bir belirtiden şikayetle getirildi. Çocuk çok sık aralıklarla içinde bulunduğu faaliyete ara veriyor ve vaziyet alıp baş eğerek selam veriyordu. Oyun odasında oyuncak dolabını karıştırırken kendisi ile bir süre oyuncaklar hakkında konuşulduktan sonra şöyle bir konuşmaya girildi:
Doktor : Kiminle beraber bulunmayı seversin?
Çocuk : Anneannemle
Doktor : Onun yanında neler yapabilir, neler yapamazsın?
Çocuk : Yaramazlık yapmamı istemez.
Doktor : Yaramazlık yapmanı başka kim istemez?
Çocuk : Allah baba istemez. O tavandadır benim oyunlarımı seyreder (Bu sırada vaziyet aldı selâm verdi.)
Doktor : Kimi selâmlıyorsun?
Çocuk : Bilmiyorum.
Doktor : Yoksa Allah babayı mı selamlıyorsun?
Çocuk : Evet.
Doktor : Selamlamasan ne olur?
Çocuk : Hemen tüfeği aldı ve 'kimi öldüreyim' dedi.
Doktor : Kimi istersen.
Çocuk : Düşmanları
Doktor : Belki de Allah babayı öldürmek isterdin?
Çocuk : Ben istemiyorum da düşmanlar onu öldürmek istiyorlar, dedi ve büyük bir zevkle tavana ateş etmeye başladı.
Çocukla ilk görüşmede, ritüel bir özellik taşıyan ve durduramadığı bu hareketlerin de, Allah'a kızma duygu ve düşüncesinin neden olduğunu bunu da bilinçdışı bir etken olan Allah korkusunun geliştirdiği ortaya çıktı. Allah'a her fırsatta kendisini cezalandıracağı için kızan çocuk, bu duygusundan korkup, telafi edebilmek için onu selamlama davranışları geliştirmişti. Aile ile bu 'Allah korkusu' konuşulduğunda dedesinin çocuğun her istenmeyen davranışını Allah'tan korkutarak önlemek istediği ve çok sık dini masallar anlattığı öğrenildi"7
Bir Başka Olay:
"... Yatılı Kur'an kursuna giden 11 yaşında bir erkek çocuk, bayram tatilinde eve gelir. ilk gün ani ve şiddetli bir anksiyete nöbeti (iç sıkıntısı, yerinde duramama, huzursuzluk, bilmediği korku duygusu) başlar. Aile hiçbir sebep göremez. Yapılan ruhsal muayenesinde, elde edilen sonuç şu: Çocuk sabah babası ile çarşıya inmek istediğini belirtir. Baba söz verir, fakat giderken çocuk evde olmadığından onu almadan gider. Çocuk eve gelip, babasının kendisini beklemediğini görünce, ona öfke duyar fakat belirtmez. Sonra babaya duyulan öfke duygusunun günah olduğu korkusu ile paniğe girer ve anksiyete nöbeti başlar" 8
Üçüncü örnek
"20. yüzyılda insanların yaşantıları ile dinin telkin ettiği yaşantının bağdaşıp bağdaşmayacağı ve bağdaştıramayanların durumlarını (şu olay) büyük bir açıklıkla ortaya koymaktadır:
Yatısız Kur'ân kursuna giden 14 yaşında bir kız çocuk kafasına takılan kötü düşüncelerden ve bunların uyandırdığı korkulardan şikayetle geldi. Muayenesinde 'göz zinasından' korktuğu, bu yüzden evde televizyon izleyemediği, fakat aklının orada kaldığı, sokakta açık saçık davranışlar gördüğü zaman suç işlediğinden korktuğu, fakat gördüklerini kafasından, düşüncesinden atamadığı, bundan da çok suçlandığı anlaşıldı" 9
Psikologlar, çocuklukta öğrenilen ve zaman zaman da yaşanılan korkuların "büyük bir çoğunluğu iz bırakmaktadır." "Kişinin yakasını bırakmayan korkuların yüzde yirmi yedisi çocukluktan kalan en yoğun korkular olup, yüzde 28'i 'ilk hatırlanan' korkudandır." demektedir.
İşte bir örnek daha; “(...)
"Yapışkan korkuların büyük kısmı hayvanlardan korkma şeklinde görülüyor. yaygın hastalık,boğulma gibi vücuda zarar veren tehlikeler bunu izliyor. Doğaüstü güçler, karanlık ve yalnızlık korkuları üçüncü sırayı alıyor" 10
"... din eğitimi ile birlikte gelişen, ölüm ve cehennem ateşi tehdidi şeklinde görülen bir bırakılma korkusu daha vardı (belki bugün bile vardır). Günahlarının karşılığı olarak cehenneme gideceğini duyan çocuk, dışarıda karanlığa bırakılmış gibidir. Cehennem, kurtuluşu, kaçışı olmayan, ana-babanın elinin eremeyeceği kadar uzakta (ana-baba zaten cennete giderler, cennetle cehennem arasında kimsenin aşamayacağı uçurum vardır) ve bir çocuğun hayal edebileceği korkuların en büyüğünü yaratabilecek nitelikte bir yerdir. Eğer büyükleri, böyle bir yerin var olduğunu kendisine söylemişlerse, çocuğun korkusu büsbütün boş hayale de dayanmamaktadır" 11
"Eğer bir çocuk, kendisini, bırakılmış hissediyorsa, diğer insanlarla arasındaki boşluğu hayalgücü ile tamamlamak eğilimindedir" 12
Bizim Din Kültürü kitapları, gelişme çağını tamamlamamış çocuklarımıza, odunu insan olan cehennemi anlatmaktadır.
Bu yapışkan, yani asla silinmeyecek olan korku onlarda psikolojik bunalımlar yaratmaz mı?
Korku içinde kıvranan bu çocuk büyüyünce, nasıl sosyal bir varlık olur? Korku içinde yaşayan çocuklarımız büyüyünce, insanları, doğayı, hatta kendisini sevebilir mi?
A. Din Kültürü Dersleri Anlak (Zekâ) Gelişimi açısından d sakıncalıdır.
İsviçreli Piaget çocuğun zihinsel gelişimi konusunda tüm dünyanın kabul ettiği bir otoritedir. Piaget’e göre çocuk zekası somuttan soyuta göre gelişim gösterir.
Bilindiği üzere, dinsel kavramların tamamı, somut olmayıp soyut kavramlardır. Yani bu kavramlar gündelik yaşamda elle tutulmaz, gözle görülmez hatta varlıkları bile hissedilmez kavramlardır.
Piaget’e göre din eğitimi somut düşünme döneminde [yani 0-12 yaş arasında] verilemez. Acaba neden verilemez?
“…… dünyaya gelen insan yavrusu 0-7 yaş arasında duyusal- motor dönemindedir. Yaşamı duyu organları ile tanımaya ve anlamlandırmaya çalışır. ….. Gözünün önündeki nesneyi betimlemekte güçlük çeken bu dönemde dinle ilgili olgu ve olayları anlamlandıramaz. Bu nedenle de anlamlandıramadığı, üstünde düşünemediği için kendisini kötü hisseder……Bir çok çocuk; bu dönemlerini yaptıkları ve yetişkinlerden olumlu dönüt alamadıkları her davranışlarının bedelini ağır şekilde ödeyeceklerini duyumsadıkları yoğun bir korku içinde geçirirler. “ Şeytan tarafından cezalandırılmak”, “ cehennemde cayır cayır yanmak”, “ Allah tarafından taşa dönüştürülmek”, “ Allah tarafından sevilmemek” bunlardan bazılarıdır. Hiç kimsenin çocuğa bu duyguları yaşatmaya hakkı olmamalıdır…..”
Çocuk 7-11 yaş arasında somut işlemler dönemindedir. Sınıflama yapmada ustalaşmıştır. Ama bu somutlama çoğunlukla somut olgu ve olaylar üzerindedir. Basit soyutlamaları anlayabilir, ama bu soyutlamanın karşılğı olması gerekir…… bu yaşta verilmemesi gereken ama verilen din eğitimi, anlayamadığını ezberlemeye yönetir çocuğu…. Bizim eğitim sistemimizdeki temel problem olan ezbercilik hastalığının kökleri de, dinsel eğitimle başladığını düşünüyorum. Çünkü, o eğitim sürecinde, insan bilmediği bir dilde olanı, anlayamadığı için ezberlemeye çalışır. Somut işlemler döneminde din eğitimi verilmemelidir. Bu dönemde somut olgu ve olaylar üzerinde düşünülebilen birey, din gibi soyutun soyutlaması bir olguyu anlamlandıramaz. SOYUT İŞLEMLER DÖNEMİ PİAGET’E GÖRE 11- 12 yaşından itibaren, yani ergenlikle başlar” 13
Piaget 11- 12 yaşından itibaren İSTEĞE BAĞLI OLARAK DİN EĞİTİMİ VERİLMESİNDE BİR SAKINCA GÖRMEMEKTEDİR.
Hemen çocuk sahibi her aydının okuduğu Prof. Dr. Atalay Yörükoğlu’da 11- 12 yaştan önce din eğitimi verilmesinin şiddetle karşısındadır. 14
600-700 yıldan bu yana [Cumhuriyet dönemi Türkiye'si ve Atatürk dönemi hariç] halkının çoğunluğu Müslüman olan ülkelerden, insanlığa ve onu yücelten uygarlığa katkıda bulunmuş insan sayısı, parmakla sayılacak kadardır.
Bu tür ülkelerden yetişen kendisine "allame" sıfatı verilen insanlar İslâmın ilk üç yüz yılında yetişen bilginlerin kötü bir kopyacısından başka bir şey değildir. Üstelik bunların bazıları da, hicretin 3. yüzyılına dek yazılmış yapıtları, kendi kalemlerinden çıkmış gibi, okuyucuya sunma açıkgözlülüğünü gösterebilmişlerdir. Acaba bu kısırlığın sebebi nedir?
Bunun en önemli sebebi, çocukların ezberci, şüpheciliği ve araştırmacılığı yasaklayan, deneme sınama ve doğrulama yöntemine önem vermeyen eğitimdir. Bilindiği üzere, çocukların zeka gelişimi 0-17 yaşları arasında sağlanır. Türkiye’de on sekiz yaş reşit olma yaşıdır. Çocuklar, 0-12, 13 yaşlar arasında, fark ve temyiz gücüne [erginliğe] sahip olamadıklarından, en ağır suçları işleseler bile ya cezalandırılmamakta yada hükmolunan cezalardan olağanüstü indirimler yapılmaktadır.
Bu yaşlar arasındaki çocuğa; Sübhaneke duası, 15 İhlâs Sûresi, 16 Kevser Sûresi, Fatiha Sûresi, 17 Rabbenâ Âtina duası 18 Kunut duaları 19 ve Fil Suresi 20 ezberletmek onun yaratıcılığını köreltmektedir. Çünkü bilim adamları bu konuda şunları söylemektedir: "Eğer zihinsel eğitimin amacı, belleği tıka basa doldurmak yerine, zekâyı (anlağı) geliştirmekse, eğer amaç yalnız üretmek değil, zihni keşifler için hazırlanan insanlar yetiştirmekse, geleneksel eğitim, ciddi bir eksikliğe sahip olmak gibi bir suç işlemektedir" 21
"Çocuğun önünde bir deney, bir gösteri yapmak ve çocuğun bunu bizzat yapmasına izin vermemek, eylemle sağlanan bilgiye olanak bırakmamak, böylece de bilginin hem bilgi değerini, hem de yetiştirme değerini yadsımaktır [ J. Piaget’ten aktarılmıştır]"
Hem vahşete son veren İslâm dini 22 ve hem de çağdaş hukuk devleti, kişiye kendisini ve yakınlarını öldürme veya akıl hastası olma hakkı vermemiştir. Devlet bu sakıncalı sonuçların oluşmaması için önlem almakla yükümlüdür.
Bu nedenle Fakîr 12-13 yaşlara değin din eğitimi verilmemesi gerektiği kanısındayım.
O yüzden de, Temel eğitimden din dersleri kaldırılmalıdır.
I-II. Bu Dersler Kaldırılmıyor İse Zorunlu Olmamalıdır.
Çünkü İslâm Dini, zorunluluğu değil, tebliği buyurmaktadır.
İslâm dini bir barış dinidir. Şüphesiz her din ve hatta her ideoloji gibi İslâm dini de, tüm insanların kendisinden olmalarını, yani Müslüman olmalarını istemiştir.
Ama o kendisinin cebirle, şiddetle yayılmasını değil, tebliğ esası ile yayılmasını buyurmuştur. İşte birkaç örnek:
3. Âl-i İmrân Sûresi 20. âyetinin son bölümünde şunlar buyurulmaktadır;…. Unutma ki senin görevin sadece mesaj iletmektir. Zira Allah yarattıklarını[n kalplerindeki her şeyi] görür”.
5. Maide Sûresi 67. âyetinde ise, şu buyruk yer almıştır: “ Ey yüce Elçi! Rabbinden sana indirileni tebliğ et….”
Aynı sûrenin 92. âyetinde de, “…… Bizim elçimizin görevi [ kendisine emanet edilen] mesajı apaçık tebliğ etmekten ibarettir” denilmektedir.
6. En’âm Sûresi 107 . âyetin sözleri de aynı doğrultudadır: “ Eğer Allah dilemiş olsaydı onlar O’ndan başka hiçbir şeye İlâhlık yakıştırmazlardı. Biz seni onların bekçisi yapmadık ve sen onların yaptıklarından da sorumlu değilsin”.
13. Ra’d Sûresi 40. âyetinin son bölümü daha açık ve kesin buyruk vermektedir: “……Sana düşen ancak mesajı tebliğ etmek, duyurmaktır. Hesabı görmek ise, bize aittir”.
Artırılması olanaklı olan bu Tanrı buyrukları, İslâm’ın barışı esas aldığını ve zorunluluğu ret ettiğini göstermektedir.
Kur’an-ı Kerim’de 2. Bakara Sûresi 256. âyetinde “dinde zorlama olmadığı” ifade edilirken, aynı konu Kafirûn suresinde şu sözlerle yinelenmektedir:
“ (1) Diyesiniz ki: “ Kâfirler, karanlıkta kalanlar? (2) O taptıklarınıza, tapmam ben, asla, zinhâr!/ (3)Tapanlar değilsiniz, siz benim taptığıma,/ (4) Ben tapıcı değilim sizin taptığınıza./ (5) Tapıcı değilsiniz siz taptığıma benim!/ Sizin dininiz size, dinim de bana derim” 23
Sayfalarca artırılması olanaklı ilâhî buyruklar, İslâm’ın din eğitiminde, propaganda ve telkininde zorlama bulunmadığını kanıtlamaktadır.
Bunca Tanrı buyruğuna karşın neden zorunlu din eğitimi?
I-III Zorunlu Din Eğitimi Tabi’i Hukuk Kurallarına aykırıdır. Bu nedenle Böyle Bir Uygulama Avrupa İnsan Hakları Mahkemesince İptal Edilir.
İnanç özgürlüğünü düzenleyip güvence altına alan ve ortak insanlık hukukuna kaynaklık eden, uluslararası hukuk düzenlemelerini; yani tabii hukukun kaynaklarını, tarih sırası ile, şöyle sıralarız:
12 Haziran 1776 tarihli Virjinya insan hakları bildirisinin 16. maddesi.
Fransız insan ve yurttaşlık hakları bildirisinin 10. maddesi.
1948 İnsan hakları evrensel bildirgesinin 26. maddesinin üçüncü fıkrası.
20 Kasım 1959 tarihli çocuk hakları bildirgesinin ilke başlığını taşıyan bölümü.
1960 tarihli eğitimde ayrımcılığa karşı sözleşmesinin 18/4 fıkrası
1966 tarihli kişisel ve siyasal haklar uluslar arası sözleşmesinin beşinci maddesi.
1981 tarihli din yada inanca dayalı her türlü hoşgörüsüzlük ve ayrımcılığın kaldırılması bildirgesinin 5. maddesi
Bu sözleşmeler, Avrupa insan Hakları Sözleşmesi ile de desteklenmektedir.
Birer birer saydığımız uluslar arası hukuk metinlerinin ortak özelliği şudur:
“Devletler ve topluluklar, çocuğun anne, baba yada yasal velisinin iznini almadan çocuğa dinsel eğitim verilemez [ ve de din eğitimi zorunlu olamaz]”.
Uluslararası hukukun bunca açık buyruğuna karşın zorunlu din eğitiminde ısrar etmek, “ olmayacak duaya amin demek”ten başka bir şey değildir. Çünkü bu doğrultudaki her düzenleme ulusal yargı veya uluslar arası yargı tarafından iptal edilecektir. Bu iptal ise, hem devletimizi ve hem de zorunluluğu savunan din adamlarını müşkül durumda bırakacaktır.
Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi Kitaplarında, Alevîlik/ Bektâşîlikle Sünnîlik, Birlikte İşlenebilir mi?
Bazıları Alevîliği şöyle tanımlamaktadırlar:
“ Eğer Alevîlik Hz. Alî’yi sevmekse biz de Alevîyiz”.
Şüphesiz Velîler Şâhı Hz. Alî’nin Alevîlikte üstün bir yeri vardır. Onun yol ve soy evladı Pir Sultan Abdâl’ın anlatımıyla: “ Alî sevilmez mi/ Deli misin sen ?” yada “ Derdim var deyip te gene ağlarsın/ Alî’yi sevenin derdi mi olur?/ Derdinden şikayet kime edersin/ Alî’yi sevenin derdi mi olur?” 24
Ama, insanlığın en yüce evlatlarından biri olan Alî, asla bir put değildir. Hz. Alî’yi sevmek demek; O’nun yolunu sevmek ve bu yola sıkıca sarılmak demektir.
Peki nedir Alî Yolu ?:
Hz. Ali bir dörtlüğünde [rubaisinde], Hz. Muhammed’in; “ Nefsini bilen Rabb’ını da bilir “ buyruğundan hareketle, yolunu şöyle tanımlamıştır: “ Derman sende fakat senin haberin yok/ Derdin senden fakat sen görmüyorsun/ Kendini küçücük bir beden sanıyorsun, / oysa koskoca âlem dürülmüş içinde senin, / Öylesine apaçık, apaydın bir kitapsın ki,/ Gizli şeyler onun harfleri ile meydana çıkmada, / dışarıya bir ihtiyacın yok senin/ Gönlünde yazılmış yazılar, her şeyden haber verir sana”.
On ikinci yüz yıldan sonra Bektâşîlik adını alan Alî yandaşlığı [yani Alevîlik]; insanı dört kapı kırk makamdan geçirir ve Evrenin En Büyük Sevgilisi ile buluşturur.
Hadis-i Kudsî’nin anlatımı ile, Yüceler Yücesi Sevgili Âşık’ın “ gözü, kulağı, kolu olur”.
İşte budur Bektâşîlik/ Alevîlik…
Bir insanın Alevi, öteki adı ile Bektâşi olabilmesi ise, terki terk etmesi ile olanaklıdır.
Nedir Terki terk etmek?
Bu soruya bu Fakîr değil Kutbu’l-Aktab diye anılan ünlü İslâm Mutasavvıfı Ebû Said-i Ebu’l- Hayr adına yazılan Esrâru’t-Tevhîd Fi Makalâtı’ş-Şeyh adlı kitap yanıt versin:
“ ….. Su kenarında bir mescide inip abdest aldık ve iki rekat namaz kıldık. İhtiyar bize yemek getirdi. Yemegi yedikten sonra ihtiyar kasap sordu: Bir sorum var cevap verecek biri var mı içinizde? Beni işaret ettiler. İhtiyar sordu: Kulluğun şartı nedir? Ücretle amel etmenin şartı nedir? Aradaki fark nedir? Biz bu soruya şeriat ilmine göre cevap verdik. İhtiyar sordu başka diyeceğin var mı? [ Tarikata ve meşayihin sözleri ile cevap verdim. Yine: Başka söyleyecek bir sözün var mı, dedi.] Biz ise susmuştuk ve ona bakıyorduk. İhtiyar, heybetli bir şekilde bize dönüp, Bana o mutallakadan [boşanmış kadından] söz etme dedi. Şunu anlatmak istemişti: Sen zahir ilmini (şeriatı) boşamış bulunuyorsun. Sana soru sorunca önce şeriata göre cevap verdin. O ilmi boşadığına 25 göre bir daha ona dönme”. 26
Terki terk etmeyi böyle anlatıyor ,” Medrese ve minare viran olmadan/ Şu kalenderilik işi mamur olamaz/ İman küfür, küfür de iman olmadan/ Hiçbir kul gerçek Müslüman olamaz” 27 diyen Ebu’l- Hayr…
Tırnak içinde sunduğumuz sözleri, şeriatı geçemeyen öğrenciye anlatmak hem doğru değil ve hem de olanaklı değildir. Çünkü bunu anlattığımız anda o çocuğu dinden uzaklaştırmış oluruz. Oysa amacımız ona İslâmı öğretmek ve benimsetmektir. Kaldı ki bu sözleri herkese açmak ta İslâm kurallarına aykırıdır. Çünkü dinimiz “ emanetin ehline verilmesi gerektiğini” buyurmaktadır. Bu nedenle bir kitapta hem Alevîliğin ve hem de Sünnîliğin anlatılması hem sakıncalı ve hem de olanaksızdır. Ama Alevîliği Hz. Ali ve Ehl-i Beyt sevgisi ile sınırlıyorsanız sorun yoktur. O zaman aynı kitapta hem Alevîliği ve hem de Sünnîliği anlatabilirsiniz. Ama Alevîliğin böyle tanımlanması Alevileri çok çok rahatsız edecektir.
Alevî/Bektâşî inançlı olan öğrenciler için ayrı bir kitap yazılamaz mı? Şüphesiz böyle bir kitap yazılır. Ama bu kitap çağlar boyunca kardeşçe yaşamış halkımızın çocuklarını böler ve sürtüşmelere neden olur.
IV- Çözüm Nedir?
Fakire göre sorun üç şekilde çözümlenebilir. Bunları şu şekilde sıralayabiliriz:
Öğrenciler lise 1. sınıfına değin Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi derslerini görmezler. Bu ders lise birden itibaren, isteyenlere verilebilir. Bunda hiçbir sakınca yoktur. Lise ikinci sınıflarında, Felsefe dersleri içinde, İslâm tasavvufunu da öğrenirler. Tasavvufu kavrayan öğrenci hem Alevîlik/Bektâşîlği ve hem de Sünnîliği en iyi şekilde öğrenir ve özümser.
Geçmişte liselerde felsefe dersleri vardı. Bu gün de çağdaş bütün toplumlarda bu dersler okutulmaktadır. Öğrencilere lise birinci, ikinci ve üçüncü sınıflarda felsefe dersleri okutulmalı ve bu derslerin içinde İslâm Tasavvufu ve İslâm’ın tasavvufî yorumu olan Bektâşîlik/ Alevîlik inanç ayrımı yapılmaksızın tüm öğrencilere öğretilir.
Fakîr’i dinleme zahmetine katlandığınız için de sizlere ayrı ayrı teşekkür ederim.
Dostları ilə paylaş: |