Sadece yildizlar şAHİTTİ (roman)



Yüklə 0,52 Mb.
səhifə12/12
tarix09.01.2019
ölçüsü0,52 Mb.
#94134
1   ...   4   5   6   7   8   9   10   11   12

—Sana şükürler olsun ya rabbim! Diye asıl hak edene yakarıp, teşekkür etmişti. Sonra da, İmamı Mehdi’ye yönelmişti minnet dolu yüreği.

—Ey Mevla, Ey gaybet ülkesinin sultanı! Ey iman yüklü yüreklerin umudu, fermanı! Bana sunduğun o mübarek, o iffetli emanete nihayet kavuşuyorum. Ve sana söz veriyorum ki, emanetine, son nefesime kadar sahip çıkıp, onu koruyacağım. Belki beyaz bir gelinlik giydiremeyeceğim ona ama, onu sevgi ve iman dolu yüreğimle saracağıma dair sana söz veriyorum. Bizleri yalnız bırakma ey İmamım, ey umudum.
* * *

Mustafa hoca, namazı kıldırıp, seccadesini topladıktan sonra caminin balkonunda kendisini bekleyen Cafer efendinin yanına vardı. Selam verip yanındaki sandalyeye oturdu.

—Yusuf nerede? Diye sordu.

Cafer Efendi, gayet sevinçli bir halet ile cevap verdi:

—Sabah erkenden kalkıp yine işe gitti.

—Konuştun mu dünkü meseleyi onunla?

—Konuştum, konuştum. Allah’ın izniyle o iş tamamdır. Biraz utandı, çekindi ama o da istiyor Tuba’yla evlenmeği.

—Çok iyi. O zaman hemen hazırlıklara başlayalım. Hayır iştir, fazla geciktirmeğe gelmez.

—İyi de Tuba ne diyor bu işe?

—O da tamam Cafer Efendi, o da istiyor çok şükür.

—Desene bundan sonrası artık bize kalıyor. O zaman bir an önce neler yapacağımızı planlayalım.

—Yo, yo! Burada böyle ayaküstü konuşulmaz böylesine mühim bir konu. Hadi kalk Cafer Efendi. Bize gidelim, şimdi yemek de hazırdır. Önce karnımızı güzel bir doyuralım. Sonra oturur uzun uzun konuşuruz.

Cafer Efendi, yüreğinde fokurdayan coşkuya gem vurmaya çalışarak, oturduğu yerden kalkıp, Mustafa hocanın peşi sıra yürümeğe başladı. İçini olağanüstü bir duygu kaplamıştı. Kısa zamanda gelişen o hayırlı olayın neresindeydi bilemiyordu. Allah’ın inayetiyle aynı zamanda hem gelin sahibi oluyordu hem de damat…

Mustafa hoca, yine Cafer efendiye balkonda yer göstererek içeri geçti. Birkaç dakika sonra Tuba, elinde tepsi balkona dedesinin yanına geldi. Tepsiyi sehpanın üzerine bırakıp, sevinç ve minnet kokan bir sıcaklıkla yaşlı adama sarıldı.

—Nasılsın dedeciğim? İyi ki geldin. Seni bir gün görmesem dahi çok özlüyorum. Daha fazla özletme artık kendini. Sık sık gel olur mu?

—Sen iste yeter ki, benim Zehra kokulum. Benim iman nakışlım. Sen iste her gün şu kapının önünde yatarım. Kurban olsun deden sana. Kurban olsun.

O esnada Mustafa hoca açık olan kapıda belirdi. Tuba hemen toparlanarak, mahcup bir telaşla içeri geçti. Mustafa hoca, biraz mahcup bir haletle:

—Kusura bakmayın Cafer Efendi, kusura bakmayın, diye kekeledi. Herhalde torununuzla muhabbetinizi engelledim. Kızcağız da utandı baksana.

—Yok canım. Siz yabancı mısınız ki sizden utansın. Buyurun buyurun…

Mustafa hoca geçip Cafer efendinin karşısına oturdu. Sonra gayet kararlı bir ifadeyle Cafer efendiye tekrar döndü:

—İçerde hanımla da konuştuk. Biz istiyoruz ki aile arasında sade bir nikâh kıyalım. Daha fazla dallandırıp budaklandırmayalım yani. Zaten Tuba da sade bir nikâh töreninden yanaymış. Siz ne dersiniz?

—Vallahi çok iyi düşünmüşsünüz derim. Eminim ki Yusuf da bu düşüncenizi paylaşacaktır.

—O zaman anlaştık. Şimdi sıra doğru dürüst bir ev ayarlamaya geldi.

—Nasıl doğru dürüst bir ev yani?

—O tek göz evde mi yaşayacaklar? O ev neredeyse harabeye dönmüş. Sonra o evde ne yapar o garipler?

—İşte bu konuda Yusuf sorun çıkarır. Çünkü o eve öylesine bağlıdır ki, başka bir evde oturmayı kabul edeceğini pek zannetmiyorum. Çünkü o ev onun için bir mabet, kutsal bir mekândır.

—Öyle şey olur mu canım. Sıradan bir harabe işte.

—Sen öyle düşünebilirsin ama gerçekten oranın maneviyatından koparıp alamayız Yusuf’u. İstersen bu düşünceyi bir de Tuba’yla paylaşalım. Belki onun fikri belirleyici olabilir. Nihayetinde o evde yaşayacak olan onlar değil midir?

—İyi o zaman, siz oturun ben bir Tuba’yı çağırayım da onunla konuşalım.

Mustafa hoca, açık olan kapıdan seslendi:

—Tuba! Tuba! Az gelir misin kızım…

Tuba, hemen gelip, kapının önünde dikilmişti:

—Buyur dayı! …

—Gel, geç böyle otur kızım. Seninle bir şey konuşacağız.

—Buyurun sizi dinliyorum.

—Bak Tuba! Bizden çekinmene, sıkılmana gerek yok artık. Sana soracağımız soruya lütfen içinden geldiği gibi, çekinmeden cevap ver.

-…

—Bak kızım! Dedenle de oturup konuştuk. Allah’ın izniyle aile arasında yapacağımız sade bir törenle Yusuf’la nikâhınızı gerçekleştireceğiz. Ama bir sorun var. Oturacağınız ev konusunda senin de fikrini almak istiyorduk. Biliyorsun Yusuf’un evi tek göz, yıkık dökük küçük bir evdir. Sizin orada oturmanıza, ne yalan söyleyeyim, benim gönlüm pek el vermiyor. Daha geniş ve ferah bir ev ayarlamak istiyoruz. Bu konuda senin de düşüncelerini almak istiyoruz.



Cafer Efendi hemen araya girdi:

—Bak kızım, Yusuf’un o evden ayrılıp da başka bir evde oturmak isteyeceğini de hiç zannetmiyoruz. İşin bu yönünü de düşünsen iyi olur.

—Hayır! O ev dışında başka bir eve gerek yok. Oturacağımız evin Birden çok odası olsa daha mı maneviyatlı, daha mı huzur verici olacak sanki? Önemli olan oturacağım ev değil, evleneceğim insandır. Sonra o evi daha İran’dayken rüyamda görmüştüm. Sizce bunun bir önemi yok mu? Neden burayı değil de, o evi gördüm? Hayır, dayı o ev benim için gerçekten kutsal bir evdir ve ben o evden başka bir yerde oturmak istemiyorum.

Mustafa hoca, tekrar yineledi:

—Bak Tubacığım! Sakın yanlış anlama. Ben sadece sizin rahatınız için bu fikri ortaya attım. Daha güzel bir evde yaşamanızı istiyorum.

—Yok dayı! Evin güzelliği falan benim umurumda değil. Nihayetinde Hz. Ali ve Hz. Fatıma-tu Zehra kurban olduklarımın oturduğu evden de kötü değil ya. Benim amacım huzurlu ve maneviyatlı bir hayat sürdürmek o kadar. Gerisine Allah kerim…



Tuba’nın verdiği cevap, yeterince tatmin etmişti Mustafa hocayı. Cafer Efendi de, torununun ağzından süzülen sözler karşısında duygulanmış, şükürvari bakışlarını bir an olsun Tuba’dan alamamıştı. Nihayetinde artık bu güzel birliktelik için hiçbir sorun kalmadığına inanılarak, nikâh tarihi belirlenmişti. Bir hafta sonra Cuma günü, namazın akabinde, nikâhlarının kıyılması kararlaştırılmıştı.
* * *
Cuma namazından sonra, Mustafa hoca, Cafer efendi, köyün ileri gelen yaşlılarından birkaç kişi ve Yusuf, Mustafa hocaların evinde, nikâh töreni için toplanmışlardı. Her şey çok sadeydi ve çok çabuk gelişmişti. Birbirlerinin kalbine sevgi tohumlarının atıldığı Yusuf ve Tuba ise, ebediyete kadar süreceğine inandıkları beraberliklerinin mutluluğunu yaşıyorlardı. Öğlen yemeğinin ardından okunan Kuran-ı Kerim ve edilen duaların ardından, Mustafa hoca Yusuf ve Tuba’nın evlenme akitini okumuş, bir daha ayrılmamak üzere o iki yetimin yüreklerini, iman ve aşk duygusuyla bağlamıştı. Artık edilen duaların hasat mevsimi başlamış, ağır emanetler sahiplerine teslim edilmişti.
Nihayet nikâh töreni sona ermiş, küçük bir kalabalık sessiz sedasız o iki genci getirip evlerine bırakmışlardı. Artık o soğuk ve yalnızlık hissiyle donanmış ev, sımsıcak bir duygu esnemesiyle, sarıp sarmalamıştı o iki öksüz yüreği. O ev ki, onların sonsuzluk duygusundan yonta yonta, aşk, bağlılık ve sadakat yeminleri ettikleri, Zehra’nın eviydi. Simsiyah gecede onları bu mübarek evde kutlamaya gelen biri vardı ama. Kır atın üstünde gülümseyen güneş yüzlü İmam… Öyle bir gelişti ki, sessizliğin soluk aralıklarında, esneyen bir güneş demeti gibi sokuluvermişti karanlığın parmak uçlarına. O kutlu ziyarete kimseler şahit olamamıştı. Yusuf ve Tuba bile… Gecenin burcuna doğan o güneşe, sadece yıldızlar şahitti.



Yüklə 0,52 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   4   5   6   7   8   9   10   11   12




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin