İKİNCİ BÖLÜM
Kayın pederinin evden ayrılmasıyla iyice keyiflenen ve Recep’i iyice avucunun içine alan Serap, ın keyfine diyecek yoktu artık. Her hafta sonu arkadaşlarına partiler vermeğe, evinde özel günler düzenlemeğe bile başlamıştı. Üstelik evinin mobilyalarını da baştanbaşa kendi zevkine göre değiştirmiş, evin duvarlarını süsleyen siyah beyaz fotoğrafları kaldırtarak pahalı tablolar asmıştı. İlginç olan ise, o astığı astık kestiği kestik, her dediğinin kusursuz yapılmasını bekleyen, kendi istek ve arzuları dışında hiçbir isteği dikkate değer görmeyen Recep’in, bu olanlar karşısında sessizliğini koruması, üstelik Serap’ın istek ve düşüncelerini büyük bir itinayla desteklemesiydi. Özellikle anne ve babasının duvarda asılı duran fotoğraflarını kendi elleriyle kaldırıp çöpe atması, onun nasıl bir karaktere sahip olduğunun ve Serap’ın tuzağına ne denli körü körüne düştüğünün göstergesiydi.
Akşam işten döndüğünde, salonda hazırlanmış mükellef bir sofrayla karşılaşan Recep, büyük bir iştahla sofraya saldırdı. Elinde tepsilerle mutfaktan çıkan serap:
—Lütfen ama hayatım! Diye seslendi. Üstünü bile değişmemişsin. Hadi kalk koca bebek. Kalk da üstünü başını değiştir. Biraz rahatla. Öyle paldır küldür sofraya oturulmaz.
—Elin dert görmesin karıcığım! Vallahi kurtlar gibi acıkmışım. Böyle otursam olmaz mı?
—Olmaz olmaz! Hadi üşenme. Üstüne rahat bir şeyler giy, ben diğer sürprizleri diziyim masaya.
—Daha başka sürprizler de mi var? Aman Allah’ım! Cennete mi düştüm ne?
—Hadi hadi! Çabuk ol yemekler soğumasın.
Recep, şuursuz ve toy bir âşık edasıyla Serap’ın gözlerinin içine bakarak, yukarı yatak odasına çıktı. Üstünü alelacele değiştirip aşağı salona indiğinde, gözlerine inanamadı. Serap bütün şeytani güzellikleri düşünmüş, ışıkları söndürmüştü. Yemek masası yanan mumlarla aydınlanıyor, loş ve kışkırtan bir ortam sunuyordu gözlerine. Hele mum ışığında parlayan şampanya dolu kadeh iyiden iyiye aklını başından almıştı. Serap ise giydiği dekolte elbisesiyle, şeytani bir arzu uyandırıyordu şehvani hislerinde.
Minnet dolu bakışlarını karısının gözlerinden ayıramadan geçip masaya oturdu. Nefsi ve şeytani dürtüleri zevkten kuduruyordu adeta. Hiçbir şey umurunda değildi o anda. Dünya sanki sadece onların evinde dönüyor, onlarsa tam dünyanın merkezinde kenetlenmiş, mermerden heykelciklerdi.
Zevkin doruklarında geçen bir gecenin ardından, uykuları sabırsız çalan saatin sesiyle bölündü. Yataktan ilk kalkan her zaman olduğu gibi Serap’ tı yine. İşine gösterdiği hassasiyet ve kariyer edinme sevdasıyla, dört elle sarılmıştı iş kadınlığına. Öyle ki, hastalanıp yatağa dahi düşse, bir iki günden fazla evde kalmamaya özen gösterirdi. Recep’in de bu işe bir diyeceği yoktu. Onun umurunda olan tek şey paraydı. Karısı da azımsanmayacak kadar güzel bir kazanca çalışıyordu.
Serap yataktan kalkıp, horul horul uyuyan Recep’i dürtüklemeğe başladı.
—Hadi kocacığım kalk. İşe geç kalacaksın yine. Ben aşağı, kahvaltı hazırlamaya iniyorum. Hadi kalk.
Recep, zoraki yataktan doğrulabildi. Başını ovuşturarak aşağı indi. Önce mutfağa geçip karısına bir günaydın busesi kondurduktan sonra, duş almak için banyoya geçti. Banyodan çıktığında kahvaltı hazırdı. Serap kahvaltı masasına oturmuş kendisini bekliyordu. Geçip masaya oturdu ve:
—Amma da içmişim yahu, diye keyifli keyifli mırıldandı. Soğuk duş bile fayda etmedi. Başım çatlayacak sanki.
—Ne yapayım içmeseydin o kadar. Sen de içki gördün mü, kaybediveriyorsun kendini mübarek.
Sonra Serap, kendinden emin bir tavırla, sözlerine devam etti:
—Bu akşam benim misafirlerim var hayatım.
—Hayrola! Kim gelecek?
—Bizim Tuğçe’ler gelecek canım. Bu hafta bizde toplanacaktık ya ne çabuk unuttun.
—Ha Şu konken partisi…
—Evet canım. Yoksa istemiyor musun?
—Yok canım niye istemeyeyim? Neticede bu ev benim olduğu kadar senin de evin. Tabi ki istediğini yapmakta özgürsün.
—Sağ ol canım. Hadi bana müsaade. İşe geç kalmayayım. Akşama görüşürüz.
* * *
Bayanlar salonda, beyler ise oturma odasında, derin bir sessizlik içinde oturmuşlar, sadece önlerinde ha bire el değiştiren iskambil kâğıtlarına odaklanmışlardı. Sanki hayat durmuşçasına birbirlerini dahi farkında değillerdi. Odaya sinen ağır içki ve sigara kokusu, adeta beyinleri uyuşturuyor, insanın düşünce yetisini köreltiyordu.
Oyun ilerledikçe odada bulunanlar geriliyor, ortam gerildikçe içki kadehleri dolup dolup boşalıyordu. Ortamın gergin havasından ve sessizlikten sıkılmış olacak ki Tuğçe, Serap’a dönerek:
—Vallahi şekerim senden korkulur, dedi. Kayın pederi ne edip şu evden gönderdin ya, helal olsun. Büyük kadınsın vallahi.
—Ne yapayım güzelim. Ben bu eve bakıcı olarak mı geldim. Vallahi çekemem. Evimin hanımı olmak istiyorum artık.
—İyi de adamcağız nerede ne yapıyor, bir haber alabildiniz mi?
—Ne yaparsa yapsın. Derdi bana mı kaldı? Sonra emekli maaşı da var. O başının çaresine bakar. Siz merak etmeyin.
—İyi de birkaç hafta sonra kalkıp geri gelse…
—Geleceği varsa göreceği de var. Gerekirse yediği içtiği şeylere fare zehri katar ebediyen kurtulurum vallahi.
Serap’ın söylediği son sözler, neşeli bir kahkaha tufanına neden olmuştu. Masanın diğer başında oturan Gülay söze karıştı bu defa:
—Tamam da Serapçığım, bu olanlara Recep nasıl tepki verdi? Babasının evden ayrılmasına karşı çıkmadı mı?
—Yok canım. O benden de istekliymiş meğer babasının evden gitmesi konusunda. Benden önce o açtı zaten konuyu.
—Niye? Aralarında bir problem mi vardı?
—Olmaz olur mu şekerim. Adam cimri mi cimri. Huysuz mu huysuz bir adamdı. Yok, canım bu niye böyle oldu da, benim fikrim niye sorulmadı da… Daha neler neler… Neredeyse adam yatak odamıza bile karışacaktı.
—O zaman eline sağlık. Vallahi iyi yapmışsın.
—Tabi canım! Bir gardiyanla yaşamaya mı geldim ben bu eve. Ne hali varsa görsün şimdi. Şimdi boş verinde bu sıkıcı konuyu. Şuradan şarabı uzatın da, biz keyfimize bakalım. Hadi kızlar hadi gece daha yeni başlıyor. Biraz canlanın.
Dostları ilə paylaş: |