CUMA NAMAZI
Cuma gününün fazileti; Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Üzerine güneş doğan en hayırlı gün cuma günüdür. Âdem o gün yaratıldı, o gün cennete konuldu ve yine o gün cennetten çıkarıldı. Kıyamet de ancak Cuma günü kopar.”1010
Ebu Lübabe İbnu Abdilmünzir radıyallahu anh anlatıyor: "Rasulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Cum'a günü, (haftanın diğer) günlerinin efendisidir. Allah katında da en mühim olanıdır. O, Allah katında, Kurban ve Ramazan bayramı günlerinden daha mühimdir. Bu günün beş hasleti vardır: Allah, Adem'i bugünde yarattı. Allah Adem aleyhisselam'ı o günde yeryüzüne indirdi. Allah Adem'in ruhunu o gün kabzetti. O günde bir saat vardır ki, kul o saatte Allah'tan haram bir şey talep etmedikçe her ne isterse mutlaka kendisine talebi verilir. Kıyamet de o gün kopacaktır. Bütün mukarreb (Allah'a yakın) melekler, sema, arz, rüzgar, dağ, deniz hepsi o günden korkarlar."1011
İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: "Rasulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Bu (cuma gününü) Allah mü'minler için (haftalık) bayram kılmıştır. Öyleyse kim cumaya gelirse yıkansın. Eğer kokusu varsa ondan sürünsün. Misvak kullanmanız da gerekir."1012
Abdullah İbnu Selam radıyallahu anh anlatıyor: "Rasulullah aleyhissalatu vesselam oturuyordu. Ben: "Allah'ın kitabında (Tevrat'ta) şu ifadeyi buluyoruz: "Cuma gününde öyle bir saat vardır ki, mü'min kul o saati denk getirerek namaz kılıp Allah'a dua ettiği taktirde isteği mutlaka yerine getirilir" dedim.
Abdullah devamla dedi ki: "Benim bu sözüm üzerine Rasulullah aleyhissalatu vesselam: "Yahut bir saatin bir kısmı" diye bana işaret buyurdu. Ben de: "Doğru söylediniz veya bir saatin bir kısmı" diyerek sözümü düzelttim. Sonra sordum: "Bu vakit (cumanın) hangi vaktidir?" Bana: "O, gündüzün saatlerinin sonudur" diye cevap verdi. Ben dedim ki: "Bu saat namaz vakti değildir." Şu cevabı verdi: "Evet, mü'min kul namaz kılar, sonra müteakip namazı beklemek maksadıyla oturursa o, sevap yönüyle aynen namaz kılıyor gibidir."1013
Cumaya erken gitmek; Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Rasulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Kim cum'a günü cenabet guslü ile gusül yapar, sonra cum'aya giderse sanki bir deve kurban etmiş gibi (sevaba nâil) olur. Kim ikinci saatte giderse bir sığır kurban etmiş gibi (sevaba nâil) olur.Kim üçüncü saat giderse boynuzlu bir davar kurban etmiş gibi (sevaba nâil) olur. Kim dördüncü saat giderse bir tavuk kurban etmiş gibi (sevaba nâil) olur. Kim beşinci saatte giderse bir yumurta tasadduk etmiş gibi (sevaba nâil) olur. İmam (hutbeye) çıkınca melekler hazır olur, zikri dinlerler."1014
Cuma günü salavat okumak; Evs İbni Evs radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Günlerinizin en faziletlisi cuma günüdür. Bu sebeple o gün bana çokca salâtü selâm getiriniz; zira sizin salâtü selâmlarınız bana sunulur.” Dediler ki; “Cesedin toprak olmuşken, salatlarımız sana nasıl arz edilir?” Buyurdu ki; “Şüphesiz Allah Teala yeryüzüne peygamberlerin cesetlerini yemeyi haram kılmıştır.”1015
Cuma günü temizlenmek ve kokulanmak; Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Bir kimse Cuma günü gusleder, başını yıkayıp en güzel kokusundan sürünür ve en güzel elbisesini giyerse ve sonra namaza giderse, iki kişinin arasını (omuzlarını) ayırmadan hutbeyi ses çıkarmadan dinlerse, iki cuma arasındaki ve fazla olarak üç günlük daha günahları bağışlanır..”1016
Selmân radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Bir kimse cuma günü boy abdesti alarak elinden geldiğince temizlenir, saçını sakalını yağlayıp tarar veya evindeki güzel kokudan süründükten sonra câmiye gider, fakat orada yan yana oturan iki kimsenin arasını açmaz, sonra Allah Teâlâ’nın kendisine takdir ettiği kadar namaz kılar, daha sonra sesini çıkarmadan imamı dinlerse, o cumadan öteki cumaya kadar olan günahları bağışlanır.”1017
Cuma namazından önce nafile; Nafi’den; İbni Ömer r.a. Cuma namazı (ezanı)ndan önce çokça namaz kılar ve Cuma namazından sonra da evinde iki rekat kılardı. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in de böyle yaptığını söylerdi.”1018
Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) Cuma günü evinden ayrılır, mescitte minbere çıkar, arkasından müezzin ezan okurdu. Ezan bittiğinde Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) hutbe irad etmeye başlardı.1019
Eğer Cumanın farzından önce sünnet bir namaz olsaydı, Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem), sahabelere, ezandan sonra bu namazı kılmalarını emreder ve kendisi de bunu uygulardı. Ancak, Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) zamanında, hatibin hutbe irad etmesinden önce sadece ezan okunurdu.
Eğer, ‘Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem), hutbe irad ederken içeriye giren kimseye iki rekat namaz kılmasını emretmiştir’ dersen, ben de derim ki: Bu kılınan iki rekatlık namazlar tahiyyetul Mescid namazıdır. Çünkü mescide gelen kişi, bu namazı henüz kılmamıştı ve Peygamber de (sallallahu aleyhi ve sellem) kendisine, “Kalk, iki rekat namaz kıl” demişti.
Cumaya hutbede yetişenin tahiyye namazı kılması; Câbir (radıyallahu anh) anlatıyor:"Rasulullah (aleyhissalâtu vesselâm) hutbe verirken bir adam girdi. Rasulullah adama:
"Namaz kıldın mı?'' dedi. Adam: "Hayır!'' dedi. Efendimiz: "Öyleyse iki rek'atini kıl!" diye emretti.''1020
Aişe’den (r.anha) “Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem), Cuma namazından önce evde iki rekat namaz kılardı” lafzıyla merfu olarak nakledilen rivayet uydurmadır.1021
Eğer “Cuma namazı, kısaltılmış öğlen namazıdır, dolayısıyla onun da ilk sünneti vardır” diyecek olursan, ben de derim ki: Bu söz araştırmadan uzaktır ve şu nedenlerden dolayı da yanlıştır:
a. Namazların şeriyyeti hususunda kıyasta bulunmak caiz değildir.
b. Ne Peygamber’in (sallallahu aleyhi ve sellem) kavli ve fiili sünnetinde, ne de hulefa-i raşidinden yapılan rivayetlerde Cumanın ilk sünnetiyle ilgili olarak herhangi bir şey sabit olmamıştır.1022
c. Cuma namazı, cehri oluşu, rekat sayısının iki oluşu ve hutbesinin bulunması gibi yönlerden öğlen namazından ayrı, müstakil bir namazdır.
d. Buhari, Sahih’inde1023, İbn Ömer’den rivayetle şöyle demiştir: ‘Peygamberle (sallallahu aleyhi ve sellem) birlikte, öğleden önce iki, öğleden sonra iki, akşamdan sonra iki, yatsıdan sonra iki ve Cuma’dan sonra iki rekat namaz kıldım.’
Bu, sahabeye göre Cuma namazının, öğle namazından farklı olduğunun bir delilidir. Eğer öyle olmasaydı, yukarıdaki hadiste, öğle namazının şumülüne dahil olacağı için “Cuma” lafzını ve “Cumadan sonra iki rekat vardır” sözünü söyelemezdi. Bu da, Cuma’dan önce sünnet namazın olmadığını göstermektedir.
Bundan dolayı, imamların büyük çoğunluğu Cuma’dan önce vakti ve rekat sayısı belirlenmiş bir sünnet olmadığı hususunda ittifak etmişlerdir. Zaten böyle bir şey, ancak Peygamberin (sallallahu aleyhi ve sellem) kavli veya fiiliyle sabit olurdu, halbuki bu hususta kendisinden herhangi bir kavli veya fiili sünnet varit olmamıştır. Bu, aynı zamanda, İmam Malik, Şafii ve arkadaşlarının da görüşüdür. Ahmed bin Hanbel’in mezhebinde de meşhur olan görüş bu yöndedir.
Uykusu gelenin yerini değiştirmesi; İbni Ömer r.a.’dan; “Mescitte birinizin uykusu gelirse, yerini değiştirip başka bir yere otursun.”1024
Cuma namazının farz oluşu; “Ey iman edenler! Cuma günü namaz için çağrıldığınızda her türlü dünyevi alışverişi bırakıp Allah'ı anmaya yani hutbeyi dinleyip namazı kılmaya koşun. Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır. Ve Cuma namazı kılınıp bittiğinde yeryüzüne serbestçe dağılın ve Allah'ın lütfundan rızkınızı aramaya devam edin ve Allah'ı namaz dışında da daima gündemde tutun ki mutluluğa erişebilesiniz.” (Cuma: 62/9-10)
Ebu Hureyre r.a.’den; Resûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem`den işittim, buyuruyordu ki: Bizler (Ehl-i Kitâb`a nazaran) en sonra gelmişler (ken) Kıyâmet gününde (fazîletce) en başa geçecek olanlarız. Şundan dolayı ki, bizden evvel onlara, (daha sonra bizlere) kitab verildi de Allâh`ın onlara farz buyurduğu gün, bu (cum`a günü) iken onlar ihtilâf çıkar(ıp başka günlere ta`zîm et)diler. Bize ise o güne i`tibâr etmek husûsunda Hak Teâlâ hidâyet verdi. Artık bu babda nâs bizden geri kalmış oludular. Yahûdiler(in ibâdet günü) yarın, Nasârâ (nınki) de öbür gündür.”1025
Peygamber Sallallahu aleyhi ve sellem'in hanımı Hafsa'dan rivâyete göre Peygamber Sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: "Cumaya gitmek ergenlik yaşına gelmiş her müslüman üzerine bir farzdır."1026
İbn Ömer ve Ebu Hureyre'den; Rasûlullah Sallallahu aleyhi ve sellem'i minberin üzerinde şöyle buyururken dinledikleri rivâyet edilmiştir: "Birtakım insanlar cumayı terketmekten ya vazgeçerler, yahutta yüce Allah onların kalblerini mühürleyecek, sonra da onlar hiç şüphesiz gafillerden olacaklardır."1027
Ebu'l-Câd ed-Damrî'den rivâyete göre Rasûlullah Sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: "Her kim önemsemeyerek üç cuma terkedecek olursa Allah o kimsenin kalbini mühürler."1028
Tarık b. Şihâb'ın şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Peygamber Sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: "Cuma her müslümana cemaatle kılınması gereken bir hak ve bir vacibtir. Bundan dört kişi müstesnadır. Köle, kadın, küçük çocuk yahut hasta bir kimse."1029
Cuma namazı ancak sekiz şartı taşıyan kimselere farzdır:
1- Müslüman olmak,
2- Bâliğ olmak,
3- Akıllı olmak, -bu üç şart fer'î hükümlerle mükellef olmanın şartlarındandır-
4- Erkek olmak,
5- Hür olmak,
6- Yolcu olmamak
7- Cemaate katılmamayı mazur gösteren (hastalık, yağmur, soğuk gibi) sebeblerin bulunmamasıdır.
8- Cuma namazı kılınacak yerde ya da ona yakın bir yerde ikamet halinde olmalıdır.
Kâfirin de, delinin de kılacağı cuma namazı sahih değildir. Eğer bunlar bu namazı eda edecek olurlarsa bunlarla cuma namazı akd olmaz. İmam olarakta kıldıramazlar, cemaat arasında da sayılamazlar. Çünkü her ikisi de ibadet ehliyetine sahib kimseler değildir.
Binlerce futbol izleyicisinin Cuma namazına gitmeyişi
Sayıları yüzbinlere ulaşan futbol izleyicisi, müezzinin, kendilerini namaza çağırdığı Cuma saatinde stadyumlarda bir araya gelmektedir. Akılları durmuş, duyguları ölmüş bu insanların, kendilerini Cumaya çağıran müezzinin davetine koşmaları ne mümkün!? Bir de bu aymazlık ne adına yapılıyor? Çeşitli spor takımlarına olan çirkin taassup adına! Biri o takımı, biri bu takımı tutuyor, hatta bir ailenin bireyleri dahi kendi aralarında gruplaşarak farklı takımları destekliyorlar. İş sadece bu takımların desteklenmesiyle kalmıyor, yenilen takım taraftarlarının, galip takım taraftarlarını küçümsemesine, onlarla alay etmesine kadar varıyor. Sokaktaki sevinç turlarının ardından, iki takım taraftarları arasındaki kavga ve çatışma, nihayet yüzlerce kişinin yaralanması veya ölmesiyle son buluyor.
Bu durumun İslam ümmetine faturası ise, ümmetin, düşmanlara karşı yürütülen mücadeleden, ümmetin geleceğiyle ilgili önemli meselelere çözüm getirme faaliyetlerinden alıkonması, büyük servet ve zaman harcamak suretiyle, İslam ümmetinin, sahip olduğu şeref ve izzetinin ortadan kaldırılmasıdır. Halbuki İslam ümmeti bu enerjisini yararlı işlerde ve endüstride harcamış olsaydı, bugün, çeşitli sahalarda ileri ülkelerin arasında yer almış olabilirdi.
Dengelerin bozulmuş olduğu bu zamanda şampiyon, ümmetin izzet ve haysiyetini savunan gayretli kişi değil, kendisi için muazzam miktarlarda paralar harcanan futbol oyuncusu olmuştur. Halbuki İslam, dengelerin bozularak haksızlık edilmesini tasvip etmez. Aksine O, ifrat ve tefrite kaçmadan herkese layık olduğu değeri verir.
Özetlemek gerekirse futbol, günümüzde, İslam ümmetinin düşmanları elinde yıkıcı bir araç haline gelmiş ve bu kesim tarafından hep destek görmüştür.1030
“Siyonist Bilgeler Protokolü”nün onüçüncüsünde yer alan şu ifadeler de, buraya kadar anlattıklarımızı destekler mahiyettedir: “...Halkların, önlerinde ve arkalarında ne olduğunu, kendilerinden ne istendiğini bilmeden sapıklık içinde kalmaları için, bu insanların zihinlerini keyif ve eğlence vesileleriyle, komedi programlarıyla, çeşitli spor türleriyle; zevk ve şehvete hitap eden lehviyatla, şatafatlı villaların ve gösterişli binaların sayısını artırmak suretiyle meşgul etmeye, arkasından da basının, sanatsal faaliyetlere ve spor karşılaşmalarına daha fazla yer vermesini temine çalışacağız...”
Görüyor musun müslüman kardeşim, düşmanların sana ne yapmak istiyor? Senin sapıklık içinde kalmanı ve ebediyete kadar ışıktan mahrum olmanı istiyorlar.
Bazı insanlar da, ‘belirli bir sayıya ulaşma şartı’ gibi, Kuranda ve Sünnette yeri olmayan bir takım şartlara inandıkları için Cuma namazına gitmemektedir. Bu sayının ne olacağı hususunda 15 farklı kanaat bulunmaktadır. Bu görüşe sahip olan insanların ileri sürdükleri yegane delil ise, naklettikleri “ Peygamberle (sallallahu aleyhi ve sellem) birlikte Cuma namazına gelenlerin sayısı şu kadardı” şeklindeki sözdür. Bu, (bir rivayetten) nasıl delil çıkarılması gerektiğini bilen kimsenin kabul edemeyeceği batıl bir istidlaldir. Eğer bu istidlal doğru olsaydı, sahabenin, diğer namazlarda Peygamberle (sallallahu aleyhi ve sellem) birlikte olmalarının da, (sözkonusu namazın) sayısal şartı için bir istidlal anlamı taşıdığına hükmetmek gerekirdi.
Rafizi mezhebinde olduğu gibi, bazı kimseler de, “imamın adil olması” şartı bulunduğuna inandıkları için Cuma namazını kılmamaktadırlar. Tutar tarafı olmayan bu görüşle ilgili olarak imam Şevkani şöyle demiştir: (Ben de derim ki,) bu şartın varlığını destekleyen ilmi bir görüş yoktur. Hatta bu konuda sadece Peygamberden (sallallahu aleyhi ve sellem) rivayet edilenler değil, selef-i salihinden yapılan rivayetler de sıhhatli rivayetler değildir. Artık bu hususta kim lafı daha fazla uzatırsa uzatsın, bu konuda kesinlikle daha yararlı şeyler ortaya koyamayacaktır. Biz de aslı astarı olmayan şeylere cevap vermek için kendimizi yormayacağız. Belki bu konuda şunları söylemek yeterli olacaktır: Bu, Şeriate ait olmayan sözlerdendir. Ona ait olmayan bütün sözler de merduddur. Yani, söyleyene geri iade edilir ve yüzüne çarpılır.1031
Bazıları ise, Cuma namazının kabul olması için “Cami (kapsamlı) Şehir” şartını ileri sürmektedir. Ancak bu şartı ileri sürenler de kendi aralarında ihtilafa düşmüşlerdir. Bir kısmı bu kavramı, “İçinde, Şer’i kuralları ve hükümleri uygulayan bir yönetici ve kadı bulunan belde” olarak anlamış; bazısı ise bunu “İçinde yolları, çarşı-pazarı, zalime karşı mazlumu koruyan idarecisi ve çeşitli mevzularda danışılabilecek bir alimi bulunan belde” şeklinde yorumlamışlardır.
Bütün bu açıklamaların Kur’an’da ve Sünnet’te yeri olmadığı gibi, sahabenin, tabiinin ve tebe-i tabiinin Emevi ve Abbasi Dönemlerinde Cuma namazını terk ettiklerine dair herhangi bir delil de sabit olmamıştır. Halbuki bilindiği gibi, bu iki dönem idarecilerinin tümü, ne ‘adalet’ kriteri ne de ‘mazlumu zalimin elinden kurtarma’ ilkesi bakımından mükemmel insanlar değildi.
Yine söz konusu şarta, sadece şart olduğu için değil, “uygun olacağı için” riayet etmek gerektiğini gösteren herhangi bir delil de bulunmamaktadır. Doğrusu şu ki, Cuma namazı meselesi suistimale fazlasıyla açık hale getirilmiş ve insanı şaşırtacak ölçüde tuhaf yorumlara konu yapılmıştır.
Gerçek şu ki, Cuma namazı Allahu Teala’nın farz kıldığı ibadetlerden bir ibadet, İslam şearinden bir şiar, namazlardan bir namazdır. Her kim Cuma namazı için geçerli olan şeyleri diğer namazlar için de geçerli saymazsa, bu konuda anlatacağı şeyler dinlenmez, dinlenirse bile ancak delil ile anlattığında dinlenir. Ancak bir fark, diğerlerinin aksine Cuma namazında hutbenin bulunuşudur. Hutbe de, kulların nasihat aldıkları bir tür vaazdır. Şu halde, bir mekanda yalnızca iki adam varsa, biri hutbe irad eder, diğeri de onu dinler, daha sonra da kalkıp birlikte Cuma namazını eda ederler.1032
Burada, sayıları milyonları bulduğu halde, oturdukları köylerde kadı, yol, çarşı-pazar gibi unsurlar olmadığı için Cuma namazının kendilerine farz olmadığını zanneden birçok Müslümanın -özellikle de Hint kıtasındakilerin-, bu davranışlarıyla hataya düştüklerini belirtmek gerekir. Bundan daha şaşırtıcı olansa, İslam davetinde Peygamberin (sallallahu aleyhi ve sellem) kullandığı metod için kendilerine başvurulan sözde davetçilerin bizzat bu çirkin davranışı (Cuma namazını terk etme davranışını) sergilemeleridir.
Muhaddis Şeyh Ebu Tayyib Muhammed Şemsu’l-Hak el-Azim Abadi’nin (ölüm: 1329 hicri), son zamanlarda yayınlanan ve yukarıda zikredilen kimselere reddiye mahiyetinde yararlı bir risalesi vardır. Abadi, “Köylerde Cuma namazı kılmanın farz oluşunu kanıtlayan değerli araştırmalar” adını verdiği bu risalesinin son kısmında şöyle demektedir: “İslam dininin en önemli şiarlarından olan Cuma namazının kılınması –ki farziyeti kesin bir nasla sabittir” şehirlerde, kasabalarda ve köylerde mutlaka gereklidir. Cuma namazını, zanni bir delil olmaktan öteye geçemeyen ve sadece birer yorumdan ibaret olan Kerhi ve Belhi’nin yorumlarına dayanarak terk etmek, akıl noksanlığının ve iman zaafının bir delilidir.
Cumanın büyük camilerde kılınması; Aişe r.a’dan; “İnsanlar avali’deki (Medine’ye 4 mil mesafedeki) evlerinden cumaya gelirlerdi.”1033
Vakti; Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: ''Rasulullah (aleyhissalâtu vesselâm), cum'ayı (öğleyin) güneş meyl edince kılardı. ''1034 Buharî nin bir diğer rivâyetinde şöyle gelmiştir : "Rasulullah (aleyhissalâtu vesselâm) soğuk şiddetlenince namazı erken (ilk vaktinde) kılardı. Sıcak şiddetlenince namazı yani cum'a'yı (öğleyin biraz) serinleyince kılardı.''1035
es-Sâib İbnu Yezîd (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullalh (aleyhissalâtu vesselâm), Hz. Ebu Bekir ve Hz: Ömer (radıyallahu anhümâ) devirleride cuma namazının ilk ezanı, imam minbere oturunca okunurdu. Ancak Hz. Osman zamanı olup cemaat artınca, emri üzerine (Medine çarşısında) Zevrâ nâm yerde üçüncü bir ezan daha okundu. (Cum'a ezanı işi) bu şekilde sâbitleşti.''1036
Cumadan sonra kaylule; Sehl İbnu Sa 'd (radıyallahu anh) anlatıyor: "Biz Rasulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'la cum 'ayı kılar, sonra da kaylûle (öğle uykusu) yapardık.''1037
Cuma kılınacak yer; Ebu hureyre r.a.’den; “Ömer r.a.’e Cuma hakkında sormak için mektup yazdılar. O da cevaben; “Nerede olursanız Cuma kılın” yazdı.1038
Hutbede minbere çıkınca selam vermek; Cabir İbnu Abdillah radıyallahu anhüma anlatıyor: "Rasulullah aleyhissalatu vesselam, minbere çıkınca selam verirdi."1039
Hutbe; İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Rasulullah (aleyhissalâtu vessalâm) iki hutbe okurdu. Minbere çıkınca otururdu. (Bu esnada müezzin ezan okurdu). Müezzin ezanı bitirince kalkar ve hutbeyi okur, sonra tekrar oturur ve (bu sırada) konuşmazdı. Sonra kalkar (ikinci defa) hutbe okurdu."1040
Ka'b, Mescide girince Abdurrahmân İbnu Ümmi'l Hakem 'i oturarak hutbe verir görmüş ve derhal müdahale etmiştir:
"Şu habîse bakın hele! Oturarak hutbe veriyor. Halbuki Cenâb-ı Hakk Kitab-ı Mübîn'inde (meâlen): "Onlar bir ticaret, yahud bir oyun bir eğlence gördükleri zaman ona yönelip dağıldılar ve seni ayakta bıraktılar" (Cum'a 11) buyurmuştur."1041
Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Rasulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "İçerisinde teşehhüd bulunmayan her hutbe kesik bir el gibidir. ''1042
Hutbede bidatler; Şeyhu’l-İslâm İbn Teymiye şöyle demiştir: İmamın, minbere çıktıktan sonra dua etmesi dini bir temele dayanmamaktadır.1043
İmamların, Cuma günü hutbelerinin son kısmında hadis olarak şu rivayeti okumaya devam etmeleri de bidattir;
( اَلتَّائِبُ مِنَ الذَّنْبِ لاَ ذَنْبَ لَهُ )
« Günahtan tevbe eden kimse, o günahı hiç işlememiş kimse gibidir »1044
Hutbenin, Kur’an-ı Kerim’de yer alan
( ( إِنَّ اللهَ يَأْمُرُ بِالْعَدْلِ وَ اْلإِحْسَانِ ....إلخ
Ayetiyle ve,
( اُذْكُرُوا الله َ يَذْكُرْكُمْ )
Sözleriyle bitirilmesi.1045
Cuma namazında, birinci ve ikinci rekatlarda farklı surelerden belirli (bütününü değil) ayetler okumak veya bir sureyi ikiye taksim ederek iki rekatta bir tek sure okumak. Bu uygulama sünnete aykırı olmasına rağmen cahil ve bilgisiz imamlar bu tarz okuyuşu hala sürdürmektedir.
Hutbe esnasında veya sultan ve idarecilerin adları zikredilirken, (cemaati heyecanlandırmak maksadıyla) müezzinlerin آمِين آمينveنَصَرَهُ اللهُ وَ أَدَامَهُ gibi bir takım takdir ifade eden lafızlar söylemesi de kötü bir bid’at olup haramdır. Aynı şekilde imam, birinci hutbeden sonra oturduğunda yine müezzinin غَفَرَ اللهُ لَكَ وَ لِوَالِدَيْكَ وَ لَنَا وَ لِوَالِدَيْنَا وَ الْحَاضِرِينَ şeklinde dua okuması da kötü bir bidattır.
Yine müezzinlerin,
( إِذَا قُلْتَ لِصَاحِبِكَ يَوْمَ الْجُمُعَةِ: أَنْصِتْ – وَ اْلإِمَامُ يَخْطُبُ- فَقَدْ لَغَوْتَ )
« Eğer arkadaşına Cuma günü imam hutbede iken “Sus!” dersen, sen de lüzumsuz konuşmuş olursun » hadisini ve imam minbere çıkarken إِنَّ اللًَّهَ وَ مَلاَئِكَتَهُ يُصَلُّونَ عَلَى النَّبِيِّ .... ayetini yüksek sesle okuması da hatadır.1046
İşte bütün bunlar, reddedilmesi gereken bidat davranışlardır. Çünkü bu davranışlar, öğüt almak için susmak ve tefekkür etmek gerektiği bir zamanda sergilenen meşru olmayan zikirlerdir. Huşu hali içinde olmak gerektiği esnada sesini birden yükseltmek, bu suretle orada bulunanların kalp ve huzur birliğini dağıtmak hiçbir fakihin hoş görüp kabullenemeyeceği bir davranıştır. O nedenle, hatibin veya gücü yetebilen kimsenin bu davranışı ortadan kaldırmaya çalışması gerekmektedir.
İmamların hutbe irad ederken işlediği belli başlı hatalar şunlardır:
- Minbere ağır ağır çıkmak1047
- İmamın, آمُرُكُمْ وَ أَنْهَاكُمْ cümlesini okurken yüzünü sağa sola cemaate doğru çevirmesi, Peygambere (sallallahu aleyhi ve sellem) salat-u selam getirirken bir basamak yukarı çıkıp, bunu bitirdiği esnada da bir basamak geri inmesi dinin özüne uygun bir davranış değildir. Bu konuda sünnet olan, hutbenin başından bitimine kadar yüzünü cemaate doğru dönmüş olmasıdır.1048
- Hatibin, dua esnasında ellerini kaldırması. Umâre İbnu Rüveybe (radıyallahu anh) 'nin anlattığına göre, Bişr İbnu Mervân'ı, minberde ellerini kaldırarak hutbe verirken görmüş ve derhal müdahale etmiştir:
"Allah şu iki kısa elin belasını versin. Ben Rasulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı (hutbe verirken) gördüm, eliyle şundan fazla kaldırmazdı '' dedi ve şehâdet parmağıyla işaret etti.''1049
Bu rivayete göre, sünnet olan hatibin hutbe esnasında dua amacıyla elini kaldırmamasıdır. Bu da Malik, Şafii ve diğer ilim ehliningörüşüdür. 1050
Cemaatin, imam hutbede –yukarıda anlatılan şekilde- dua ettiği sırada, ellerini kaldırarak duaya “Amin” diyerek icabet etmesi de yanlıştır. İbn Abidin, bu şekilde davrananların, sahih olan görüşe göre günahkar olacaklarını ifade etmiştir.1051
Zuhrul Ahir namazı bidattir; Cuma namazından sonra öğle namazı kılmak caiz değildir. Zira malum olduğu üzere Allah Teala, kullarına, bir vakit içerisinde iki farz namazını aynı anda şart koşmamıştır. O halde, her kim, içinde Cuma namazı kılınan bir cami veya mescitte bulunuyorsa, Cuma namazını mutlaka orada cemaatle kılmalıdır. Bununla birlikte, bazı şartlar yerine gelmediği için Cuma namazının geçersiz olduğunu düşünüyorsa, bu durumda Cuma namazını kılması caiz değildir. Çünkü bu,–yanlış da olsa- söz konusu kişinin düşüncesine göre meşru olmayan batıl bir ibadete başlamak demektir. Bu da Allahu Teala’ya bir isyandır. Bu kişi, Cuma namazının geçersiz olduğunu bile bile bu namazı kılacak olursa, öğle namazını kılmak, onun boynunun borcu olur ve kılması gerekir. Bu kişinin, Cuma namazı kılmak için başka insanlarla cemaat oluşturması caiz değildir. Çünkü, yaptığı bu iş, kendilerinden önce Cuma namazı kılan Müslüman kardeşleri ile bu kimseler arasını ayırmak anlamına gelir.
Eğer kişi, kıldığı Cuma namazının sıhhatinden eminse, bu namazdan sonra ne münferiden, ne de cemaatle ayrıca bir de öğle namazı kılması caiz olmaz. Çünkü bu uygulama ile O, dinen zaruri (bazı fakihlere göre ise kati) olduğu bilinen bir bilgiye muhalif hareket etmiş olur.
Ne sahabilerden, ne de müctehid selef imamlardan birinin, Cuma namazından sonra öğle namazı kıldıklarına dair herhangi bir rivayet bize ulaşmış değildir. İmam Şafii Bağdat’a geldiğinde, orada birçok cami ve mescit bulunmaktaydı. Ancak Ondan, Cuma namazından sonra öğle namazı kıldığına dair bir rivayet gelmemiştir. Eğer böyle bir rivayet olsaydı bile, kendisinin bu davranışı izlenecek, sünnete uygun bir tutum olmazdı.
Cuma namazından sonra öğle namazını kılan kimseler, “Yaptığımız ilave, namaz gibi hayırlı bir husustadır” demek suretiyle meseleyi önemsememezlik etmesinler. Çünkü bu yaptıkları, Allahu Teala’nın öngörmediği bir ibadeti ihdas etmek anlamı taşıyacağından büyük bir tehlike arz etmektedir. Yegane şâri (kanun ve yasa koyucu) Yüce Allah’tır. Her kim, dinde yeni bir şey ihdas etmeye kalkışırsa, uluhiyet ve rububiyet konusunda kendisini Allah’a ortak yapmış sayılır. Kim de böyle bir davranışı sergileyen kimseyi onaylarsa, onu Allah’a ortak edinmiş olur. Nitekim Allah Teala şöyle demektedir:
( أَمْ لَهُمْ شُرَكَاءُ شَرَعُوا لَهُمْ مِنَ الدِّينِ مَا لَمْ يَأْذَنْ بِهِ اللهُ)
« Yoksa onların, dinden, Allah’ın izin vermediği şeyleri dini kaide kılan ortakları mı var? » (Şura:21)
Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem), Allah’ı bir tarafa bırakan, haham ve rahipleri rabler edinen ehl-i Kitab’ı şöyle tanımlamaktadır:
( أَنَّهُمْ لَمْ يَكُونُوا يَعْبُدُونَهُمْ وَ لَكِنَّهُمْ كَانُوا إِذَا أَحَلُّوا لَهُمْ شَيْئًا اِسْتَحَلُّوهُ ، وَ إِذَا حَرَّمُوا عَلَيْهِمْ شَيْئًا حَرَّمُوهُ )
« Onlar, onlara (Yahudi ve Hıristiyan din adamlarına) tapmıyorlardı. Ancak onların kendilerine helal kıldığını helal sayıyorlar, yasakladıklarını da haram kabul ediyorlardı. »1052
Şeyh Muhammed Şemsu’l-Hak el-Azîm Abâdî şöyle demiştir: Cuma namazı, öğle namazının yerine geçtiğinden, Cumadan sonra ayrıca öğle namazının eda edilmesi caiz değildir. Sahabelerden, tabiinden, tebe-i tabiinden, müctehid ve muhaddis imamların hiç birisinden, Cuma namazından sonra öğle namazı kıldığı veya böyle bir namazı emrettiği yolunda herhangi bir rivayet gelmemiştir. Cuma namazından sonra öğle namazının ihtiyaten kılınması, bu namazı kılan kimseyi günahkar yapan bir bidattir. Kenzu’d-Dekaik adlı eserin şerhi niteliğindeki el-Bahru’r-Raik’ta da görüldüğü üzere, söz konusu bidati, Hanefilerin müteahhir ulemasından bazıları çıkartmıştır.1053
Hutbetul Hace; Hatibin şu hutbeyle başlaması sünnettir.; “Şüphesiz hamd yalnız Allah'adır. O'na hamd eder, O'ndan yardım ve mağfiret dileriz. Nefislerimizin şerlerinden, amellerimizin kötülüklerinden Allah'a sığınırız. Allah'ın hidayet verdiğini kimse saptıramaz. O'nun saptırdığını da kimse doğru yola iletemez. Şehadet ederim ki, Allah'tan başka hiçbir ilâh yoktur. O, bir ve tektir, O'nun ortağı yoktur. Yine şehadet ederim ki, Muhammed Allah'ın kulu ve Rasûlüdür.
"Ey iman edenler! Âllah'tan nasıl korkmak gerekirse öyle korkun ve siz ancak müslümanlar olarak ölünüz." (Al-i İmran; 3/103)
"Ey insanlar! Sizi tek bir candan yaratan ve ondan da eşini var eden, her ikisinden birçok erkek ve kadın türeten Rabbinizden korkun. Kendisi adına birbirinizden dileklerde bulunduğunuz Allah'tan ve akrabalık bağlarını kesmekten de sakının. Şüphesiz Allah üzerinizde tam bir gözetleyicidir." (en-Nisâ; 4/1),
"Ey iman edenler! Allah'tan korkun ve dosdoğru söz söyleyin. O da amellerinizi lehinize olmak üzere düzeltsin, günahlarınızı da mağfiret etsin. Kim Allah'a ve Rasûlüne itaat ederse büyük bir kurtuluşla kurtulmuş olur." (el-Ahzâb; 33/70-71)
Bundan sonra,
Şüphesiz sözlerin en güzeli Allah’ın Kelam’ı, yolların en hayırlısı Muhammed Sallallahu aleyhi ve ve sellem’in yoludur. İşlerin en kötüsü sonradan çıkarılanlarıdır. Her sonradan çıkarılan şey bid’attir ve her bid’at sapıklıktır. Her sapıklık ta ateştedir.”1054
Câbir (radıyallahu anh) anlatıyor: "Rasulullah (aleyhissalâtu vesselâm) hutbe verdi mi gözleri kızarır, sesi yükselir, öfkesi artardı. Sanki bir orduya "Düşmanınız akşama veya sabaha size baskın yapacak!'' diye tehlikeyi haber veren komutan gibi (fevkâlade ciddi bir eda ile):
"Ben size, Kıyamet şu iki parmak kadar yakınlaşmış olduğu bir zaman da peygamber gönderildim '' der ve şehadet parmağı ile orta parmağını birbirine yaklaştırarak gösterir, sözlerine şöyle devam ederdi:
"Emmâ bâd! Bilesiniz, sözlerin en hayırlısı Kitabullah'tır. En güzel yol da Muhammed'in yoludur. İşlerin en şerlisi de sonradan ihdâs edilenlerdir. Her bid'at dalâlettir."1055
İhtiyaç sebebiyle Hutbeyi kesmek; Ebu Rîfâ 'a el-Adevî (radıyallahu anh) anlatıyor: "Rasulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a geldim. Hutbe veriyordu. Ben :
"Ey Allah'ın Resûlü! Yabancı ve dinini bilmeyen bir kimseyim, sizden dinimin ne olduğunu soruyorum! '' dedim. Bunun üzerine bana yöneldi, hutbesini bırakarak yanıma kadar geldi. Kendisine bir sandalye getirildi. Zannedersem ayakları demirdendi. Üzerine oturdu. Hemen Allah 'ın kendisine öğrettiklerinden bana öğretmeğe başladı. Sonra tekrar hutbesine dönerek, sonunu tamamladı."1056
Hutbe esnasında konuşmanın yasaklığı; Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Rasulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Cum'a günü, imam hutbe okurken, sen (yanıbaşında konuşan) arkadaşına: "Sus!" desen boş laf etmiş olursun."1057
Hutbeyi kısa tutmak; Ebu Vâil (radâyallahu anh) anlatıyor:Ammâr bize hitabetmişti. (Konuşmasını) veciz ve beliğ yaptı. Minberden inince:
"Ey Ebu'l- Yakzân beliğ ve veciz konuştun! Keşke biraz daha nefesleseydiniz (uzatsaydını)!'' dedik. Bize şu cevabı verdi:
"Ben Rasulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı dinledim, şöyle buyurmuştu:
" Kişinin namazının uzunluğu ve hutbesinin kısalığı onun fıkhının (ilminin) alâmetidir. Öyle ise, hutbeyi kısa tutun, namazı uzun. zira, beyanda sihir var."1058
İzdihamda namaz; Ömer r.a.’den; Çok kalabalık olduğunda, sizden biri kardeşinin sırtına secde etsin.”1059
Cuma ile Bayram aynı güne rastlarsa; Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Rasulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Şu gününüzde iki bayram bir araya geldi. Dileyene (bayram ) cum'a için de yeterlidir. Biz her ikisini birleştiriyoruz."1060
Hulasa; - Cuma günü gusletmek, temiz elbise giyinmek güzel koku sürünmek ve misvak kullanmak Rasulullah’ın sünnetidir.1061 Cemaate katılacak kim-selerin soğan, sarımsak vb. kötü kokulu şeylerden yememesi gerekir.1062 Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bunu şiddetle yasaklamış, bu kötü kokulardan hem insanlar hem melekler rahatsız olurlar1063 buyurmuştur. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) zamanında bu bitkilerden yiyip insanları rahatsız edenler mescitten dışarı çıkarılırdı.1064 Oysa cemaatın önemi insanları barıştırması, kaynaştırması gayesine dayanır. Birbirinden hoşlanmayan, birbirinden rahatsız kimselerden oluşan kalabalıklara cemaat denmez. Cemaate erken gelmeli,1065 insanlara eziyet etmeden bir yere oturmalı1066, mescitte her zaman aynı yeri seçmemeli,1067 ve hutbeyi konuşmadan dinlemelidir.1068 Yanındakine sus demek bile hoş değildir.1069 Rasulullah bu gibi durumlardan sakındırmıştır. Rasulullah (sal-lallahu aleyhi ve sellem) minbere yaklaştığında oradakilere selam verir, minbere çıkınca insanlara yüzünü çevirdiğinde onlara da selam verir, sonra otururdu.1070 İmam minberin üzerinde iken okunan ezanı, hem imam, hem de cemaat tekrar eder.1071 Hutbeyi kısa namazı uzun tutmayı da tavsiye ederdi.1072 Rasulullah hutbede iken dua için ellerini kaldırmazdı,1073 yağmur duası müstesna. Rasulullah (sallal-lahu aleyhive sellem) Cuma namazlarında, Secde, Dehr, Cumua, Münafikun, A’la, Ğaşiye surelerinin her birini bir rekatta okurdu. Bir sureyi iki rekata paylaştırmazdı.1074
- Seferde Cuma namazını kişi dilerse kılar, değilse öğle namazını kılar. Seferde olan kimse öğlenin yalnız iki rekat farzını kılacağı gibi cumanın da sadece iki rekat farzını kılar.
- Ramazan veya Kurban bayramı Cuma gününe denk geldiği zaman, bayram namazı Cuma namazına bedeldir. Bayram namazını kılan kimse, Cuma namazını kılabilir, dilerse Cuma namazını kılmayıp öğle namazını kılar.1075
Dostları ilə paylaş: |