Saklı Anılar
Buluşmaya ilk kez geç kalmıştı.Sokak lambasının küçük alanı aydınlattığı loş ışığın üzerinde yağmur damlaları adeta sayılabiliyordu.Islanmamak için altına girdiğim küçük büfenin tentesi rüzgarla birlikte savruluyordu.Tentenin dışarıya bakan kısa geniş tarafında "Kardelen" yazıyordu.60'lı yıllardan beri aynı yerde,aynı göçmen aile tarafından işletilen Kardelen'i semtteki her insan tanırdı.Mutlaka insanların bir buluşmasına evsahipliği yapmıştı.Kimisi fırtınanın soğukluğundan bir fincan sıcak Türk Kahvesi içerek korunurdu,kimisi de yağmurdan kaçmak için Kardelen'in tentesi altına ilişirdi.Tam karşıda duran telefon kulubesinin köşesine sinen kedilerin sesleri yağmur gürültüsünü ara ara bastırıyor,bazen ise yağmurun yağdığını unutturuyordu.Daha sonra hissedilen rutubet kokusu tekrar hatırlamaya yardımcı oluyordu.Paltomun düğmelerini boynuma kadar kapattım,ellerimi ara ara nefesimle ısıtarak beklemeye devam ediyordum.Orada durduğum her dakika sonrasında Ay,biraz daha yerini alıyordu.Eminönü İskelesi'ne yanaşan son vapurun da düdüğünü duyduktan sonra gecenin artık başladığını anlamıştım.
"Kırmızı Kravatlı Adam"
Yüzbaşının kaldığımız koğuşa girip "Uyan!" diye bağırmasıyla açtım o sabah gözlerimi.Uzun zamandır böylesine bir telaş ile kaldırılmamıştık,demirleri pas tutmuş,gacırdayan ranzalarımızdan.10 dakika içerisinde tüm birliğin tepeden tırnağa hazırlanıp silahlarımızla birlikte Yeni Camii Meydanı'nda olmamız isteniyordu.Askerler,ucube avlayan adamlar,veya yol kenarında korkudan ağlayan çaresiz insanların yardımına giden insanlardı.Bizler ayak takımı denilen gruba mensuptuk.Ne olur biter,hiçbirimiz bilmezdik.Yine aynı bilinmezlik psikolojisi ile fırladım yatağımdan.Ne olduğunu bilmiyordum ve buna rağmen vücudumdaki olağanüstü istek ile hazırlanıyordum.Tıpkı bu sabah olduğu gibi apar topar gidilen bir ucube mücadelesinde göğsüme aldığım bir tür büyü yarası haftalardır sarılıydı.
Sargılar oldukça eskimiş,yaranın üzerindeki ilaç kaybolmuştu.Belim ile omzum arasında çapraz şekilde bağlanan bezleri çıkardım,yeniden hazırlamaya vaktim olmadığı o an çok açıktı.Aynanın karşısına geldiğimde yarayı aldığım yerde tuhaf ve bir harfe benzer şekil oluştuğunu farkettim.Üzerinde duramazdım.Neredeyse 5 dakikam vardı.Acilen hazırlanmam gerektiği hatırladım ve hazırlanıp ekipman odasına doğru yöneldim.Silahlanma işini de hallettikten sonra yaklaşık 45 kişilik bir grupla çok gizli denilen fakat suikastçi cinlerin,asalak sürüngenlerin önünde cirit attığı komuta merkezinden dışarı çıktık.Yüzbaşı'nın yanında bu pis yerlerde görmeye alışık olmadığımız bir adam vardı.Orta boylarda,elinde pahalı ve bulunması zor olduğu rahatlıkla hissedilen purosu,hafif grimsi gözlükleri ile kırmızı kravat takan bir adam vardı.Tek eli cebinde bu adam,Yüzbaşı ile bir şeyler konuşuyor,gizemli biri olduğu her halinden belli oluyordu.
----
Boynumu yukarı doğru hareket ettirdiğimde soğuğun daha da bedenime işlediğini hissedebiliyordum.Bu yüzden dakikalarca kafam eğik bir şekilde bekledim,loş ışığın gizeminde;Kardelen'in tentesi altında.Saat biri çeyrek geçtiğinde caddenin aşağı tarafından kasketli,ayak bileklerine yetişen paltolu bir adam belirdi."Nihayet!" dememle birlikte ısınmıştı içim adeta.Bana her saniye daha da yaklaştığında bu tepkimin yerinde olduğunu farkettim.Bir dakika sonra "Yeraltı Mantarı'na dönmüşsün oğlum!" dedi ve elimi sıkarak sağlam bir kahkaha patlattı.Sonrasında sarıldık birbirimize.Paltosunun sol iç cebinden çıkardığı Serkdoryan sigara pakedinin çelimsiz karton kapağını eldivenli elleriyle zar zor açarak içinden iki sigara çıkardı,birini bana uzatıp diğerini de ağzına koydu.Neden bu kadar geciktiğini sorduğumda bana verdiği cevap hiç de şaşırtmamıştı beni.Yıllardır tanıdığım,girdiğim her delikte,sonu belirsiz her işte yanımda olan ender adamlardan biriydi o."Aslında tam vaktinde geliyordum da,baktım karşıda üç beş cin toplanmış,ziyaret etmek olmazdı" dedi.Üzerine sinmiş leş gibi cin kanı kokusu da söylediklerinin ispatı niteliğindeydi."Usulca yolundan yürüyüp gelsen olmazdı zaten,başına bir gün iş gelecek,göreceksin kara cininkini!" dediğim zaman okkalı bir küfür savurdu,bu hırsından yaşına rağmen vazgeçmeyeceği açıktı.En iyisi konuyu kapatmak olduğu kanısına vardım.Etrafımızdaki apartmanların hiçbirinin ışığı yanmıyor,bozuk tesisat borularından akan sular yağmurun dakikalar önce dinmesine rağmen onun sesini aratmıyordu.Attığımız her adım sonrası kafamı çevirip geriye doğru baktığımda daha da uzaklaşıyorduk Kardelen'den.Cesur ışığıyla tek başına yetemeyeceği bir caddeyi aydınlatmaya çalışan sokak lambası teklemeye başlamıştı.Attığımız her ileri adımda bize tepki veriyor gibi bir yanıyor,bir sönüyordu.Her tekrar yanışında ışık daha da loş bir hal alıyordu.Onun yokluğunu kısa bir süre sonra hissetmeye başladım.Geçtiğimiz dar uzun sokak boyunca bir lamba bile yoktu.
"Siyah Senfoni ve 15.Sokak Bekçileri"
Öğle ezanının bitişinden on dakika geçmemişti.Güneş en tepedeki koltuğuna oturmuş,tamamen bulutsuz bir havada kendini iyice belli ediyordu.Alnımdan yavaşça akan terler yolunu bulduğunda iyice boynuma doğru iniyor,haki renk gömleğimin yakalarında bitiyordu.Teşkilat tarafından mensuplara dağıtılan özel güneş koruyucu taktik gözlükleri gözümde iken üniformam daha da belirginleşiyor,sıradanlıktan oldukça uzaklaşıyordum.Sabah dağıtılan plan belgelerinde 15.sokağın ayrıntılı krokisi yer alıyordu.Sıcak çatışmanın yaşandığı alan işte tam burasıydı.Varmamıza birkaç dakika kala kamyonu kullanan Onbaşı Muharrem boğazını yırtarcasına bağırdı."Tuzak,düşman!Düşman! Muharrem'in bu narasının ardından direksiyonu gelişine kırışı ve ardından freni kamyonu takla atmanın eşiğine getirdi.Arka tarafta bulunan bizler önümüzü göremediğimizden dolayı aracın durmasıyla birlikte aşağı atladık.Muharrem ve yanında bulunan Yüzbaşı'nın kaçmaya vakti olmamıştı.Dokuz kişilik arka grup koşarak etrafa dağıldık.Siper görevi görebilecek bir mevzi bulduğum an ileriye baktım ve onları gördüm.Kendilerine "Siyah Senfoni" diyen bir grup Meran'lı yaratık 15.Sokak'ı tamamen kuşatmış,alanda bulunan bir zamanlar acil durumlar adına Teşkilat tarafından klinik haline getirilmiş,son 10 yıldır kimsesiz semt çocuklarının barındırılması amacıyla kullanılan eski binayı büyüleriyle tamamen bir harabe haline dönüştürmüştü.Bölgeye yakın stratejik noktalar olmamasıyla birlikte binlerce yıllık Meran'ların böyle bir yetimhaneyi talan etmelerine anlam verememiştim.Beyin fırtınası yapmama o an olanak yoktu.Birkaç düşünceyle geçiştirdim ve kendimi toparladım.Kendimi çatışmaya hazır hissettiğimde beraberimde bulunan askerlerin de bir köşeye pusmuş olduklarını farkettim.Düşman,Siyah Senfoni,60 kişiden fazlaydı.Kendimizi belli edersek harabe haline gelen binadan bir farkımız kalmayacağı hepimiz tarafından zihinlerde kesinleştirilmişti.GB menşeili özel harekat telsizimi kılıfından çıkardım.Destek istemek ve olan biteni komuta merkezine haber etmek amacıyla anons geçmek istedim fakat Siyah Senfoni Lanetli Büyücüleri tarafından yapılan bir büyünün haberleşme ağımızı yok ettiğini anlamam çok sürmedi.Oracıkta tek başımıza kaldık.Ölmek hiçbirimiz için sorun değildi.Bilmediğimiz,ve hiçbir zaman bilemeyeceğimiz gerçeklerin peşinden gittiğimizi hepimiz biliyorduk.Kamyonumuz infilak etmemişti.Tam tersine insan eli ile durdurulmuştu.Bunu Meran'lar da biliyorlardı.Fakat o andan dakikalar geçmesine rağmen neden bizi bulmak için etrafa bakınmamışlardı?
----
Yirmi beş dakikalık yürüyüş,sohbetimizle iki buçuk saati aratmamıştı.Yıllar önce yaşananlardan söz açılıyor,gözlerimizin önünde bir daha canlanıyordu sahneler birer birer.Sonu belirsiz sokakların tehlikelerine aldırış etmeden daha da ileri adımlar atıyor,her adımla birlikte yeni bir anıya tekrar can veriyorduk.Kaos yaratan her şeyi birkaç yıl içinde deliklerinden çıkartıp temizlemişti Eminönü Teşkilatı.İçlerinde,yıllar boyu Teşkilat hizmetinde bulunmuş adamlar ve toplulukları,hatta Teşkilat varlığından önce kaosa hükmetmek adına kurulan cemiyetlerin ileri gelenleri bile vardı.Adını bilmediğimiz niceleri,akıp gitmişti.Her birinin kendi amacı bulunuyordu.Hoş,kıyamet kokusunun süslediği bu sokaklarda çelimsiz bir sokak kedisinin bile kendine özgü bir amacı bulunmuyor muydu ki? Aynı yola baş koymuş iki kişi arasında bile derinlere inildiğinde uçurumlar beliriyordu.Bunun en iyi örneği daha oluşumuyla birlikte gizli bir suikast ekibi tarafından yokedilen Gaffar Bey'di.Kıyametin baş gösterdiği zamanlar uzun süre kaos hükmedicilerinin en önde gelenlerinden biri olan bu adam yıllar sonra niye her şeyini toplayıp biz kıyamet mücadelecilerine savaş açmıştı? Gariban insanları gasp eden bir çete değildi ki bu adamlar! Kim bilir neler yatıyordu altında,yolun kenarından yavaşça süzülen atık sular gibi,nerden ve niçin geldiği,nereye gittiği belli değildi.
"Bir Profesyonel"
Bizim gibi ayak takımı elemanların haricinde,sadece Teşkilat'ın değil,her oluşumun gözdesi olan sağlam adamlar vardı.Niteliği oldukça yüksek olan bu aykırı adamlar yeri geldiğinde oldukça fazla sorun çıkarmalarıyla da ünlüydüler.Her şeye rağmen birçok operasyonda en çok ihtiyaç duyulan tipte kişilerdi.Suikastçi,avcı,savaşçı gibi halk arasında onlara takılan lakaplar bulunmakla birlikte onlar ve onlara ihtiyaç duyanlar,"Profesyonel" demeyi daha uygun görmüşlerdi.Körü körüne çatışmaya giren ve yine aynı şekilde ölen ucuz ve değersiz insanların aksine bu şahıslar konulara oldukça hakim oluyorlar,çoğu zaman bağlı oldukları oluşumlardan kat kat fazla bilgi ve tecrübe kazanıyorlardı.Hiçbiri gittikleri yerleri görmedi,hiçbiri onlar kadar ileri gidemedi.Bu iş hem bilek hem de oldukça fazla akıl ve cesaret gerektiriyordu şüphesiz.Bizler bu sıfatlardan yoksun muyduk ki? Belki de doğru zamanda doğru yerde olmamız gerekiyordu sadece.Belli bir süre operasyona gönderilmediysek anlıyorduk ki henüz profesyonellerden gerekli bilgi alamamışlar,ya da bizi göndermek için daha dişli ve ölümcül bir şey arıyorlar! Yine istirahat dönemlerimizden birindeydik.İki hafta oldu uyandırılmamıştık boğaz parçalayan bir nara ile.Yüzbaşı'nın ölümünün ardından hemen onun yanında can veren gizemli,kırmızı kravatlı adam meselesi tüm askerler arasında oldukça konuşuluyordu.O gün,Meranlar bizi saklandığımız yerde öldürmemişler,birkaç dakika sonra her ne hikmetse defolup gitmişlerdi.O olayın ardından da komuta merkezine garip tipler sıkça uğrar oldu.Bizim üzerimizden neler çevriliyordu acaba? Çoğumuzun bunu öğrenmek için çaba sarfedeceğine emindim.
----
Yere düşen çakmağını almak için eğildi.Zar zor doğrulabildiğini farkettim.
Onu izlediğimi anlamaması için kalktığı an gökyüzünü izliyor gibi yapıyordum.Uzunca vakit sırtından geçen yüklerin onu yıprattığı apaçık ortadaydı.Ekibe katıldığı günden beri tanıyordum onu.Aslında tek derdi bir zamanlar terketmeye mecbur kaldığı oğlunu bulmaktı.Bu sebepten sayısız deliğe girdi,nice pisliğe elini sürdü.Zihnimde kendisiyle ilgili olguları birleştirmeye çalışırken kolumu tutarak “Hadi,ne bekliyorsun!” dedi.Tekrar yürümeye başladık.Ayazın vurduğu her gece tedirgin olurdu.Bir zamanlar taksi durağı olan,şimdilerde ise sadece küçük bir kulübeden ibaret harabenin önüne geldiğimizde duraksadı ve bana baktı.Ne demek istediğini anlayabiliyordum.Rahmetli eşi ile bu taksi durağında tanışmıştı.Her randevularını burada buluşmak üzere verirlerdi birbirilerine.Nice anısına evsahipliği yapan ufacık kulübenin rutubetli kapısı gözlerinde belki de bir saray kapısı gibiydi.Rutubetin baştan aşağı hırpaladığı,kıyamet çekicinin üzerinden geçtiği birkaç metrekarelik alandan ibaretti orası.Aşınan kapı kolunun gacırtısıyla birlikte içeri girdiğini gördüm.Yangından çıkmış bir ev gibi pusluydu içerisi.Birkaç adımlık yere sığdırılan eski ve tozdan rengi belli olmayan masanın üzerini inceledi.Taksi durağından kalan defterler ve birkaç terkedilmiş giysi ile İngiliz malı antika bir radyodan başka hiçbir şey yoktu içeride.Aradığı şeyi bulamadığı yüzündeki buruk ifadeden açıkça anlaşılıyordu.Durağı terkedişimizden birkaç dakika sonra “Asla vazgeçmeyecek misin?” diye sordum.Gerçek yaşını hiçbir zaman bilmediğim adam,adeta yirmi beşlik bir delikanlı hırsı taşırcasına “Hayır!” cevabını verdi.
Gördüğü,yaşadığı ve tanık olduğu sayısız kaostan,acıdan yılmadığı gibi bu işe olan inancından bir damla kaybetmemişti.Adımlarının hızı her zaman sabitti.”Biraz deniz havası iyi gelir,açar seni.” dedim ve yönümüzü Galata Köprüsü’ne verdik.Yürüyüş boyunca gördüğü her terkedilmiş eve,tortudan pas tutmuş her harabeye dikkatlice bakıyor,kimisinin yanından geçerken küfrediyordu.
“Köprüde Son Yürüyüş”
Kanlı baskınlar son günlerde bizi derinden yaralamıştı.Ardı ardını kesmeyen suikastler ve tuzaklar ekibi yıpratmış,üstlerimizi yeni kararlar aldırmaya sevketmişti.Belki de kökünden değişecekti birçok temel olgu.
Yıllar boyu dahilinde olduğumuz “Bekçi” timi dağıtılmış,bizlere de bir süre tatilde olacağımız söylenmişti.Gerçeği anlamamız çok da zor olmamıştı.Silahından ve zırhından başka bir şeyi olmayan bir avuç adam tek varlıkları ellerinden alınarak kıyamet dolu sokaklara başıboş bırakılmıştı.Tasviye günü aynı zamanda Ali Kemal’in yedinci evlilik yıldönümüydü.İçimizde tek ev bark sahibi kişiydi.Gidecek bir yeri,hayata tutunacak yakınları olan az sayıda insanlardan biriydi acı ve işkencenin kol gezdiği Eminönü’nde.Aynı gün benden olan biteni karısına asla anlatmayacağıma dair söz vermemi istemişti.İstediğini almıştı da.Her evlilik yıldönümlerini kutladıkları gibi yine İdris’in yerinde rakı balık sofrasına oturacaklar,Galata Kulesi manzarası eşliğinde bir gece geçireceklerdi.Herkes eşyalarını toplarken o hazırlıklarını bitirmişti,traş oluyordu.Günlük hayatta Eminönü Sokakları ziyaretçileri için pek de misafirperver değildi.Sayısız tehlike ile her an başbaşa kalınabilirdi.Bunu da en iyi bilenlerden biri de bizlerdik şüphesiz.Eşini evden aldığı vakit ben de arkadan onları izleyecek,İdris’in mekanına kadar gözcülük edecektim.Saat akşam yedi buçuğu gösterdiği vakit hayatımızı feda ettiğimiz,nice acımızı,anımızı paylaştığımız Komuta Merkezi’ne veda ederek oradan ayrıldık.Ali Kemal tasviyeyi tamamen unutmuş,akşamki yıldönümü kutlamasına odaklanmıştı.Yapması gereken de buydu.Yarım saat yürüdükten sonra ben bir köşeye geçerek Ali Kemal’in eve girip eşini getirmesini bekledim.On dakika sonra ikisi aşağıda belirdi.Yürümeye başladılar,ardından ben de yavaş adımlarla eşinin farketmemesini sağlayarak onları izlemeye koyuldum.Gidecekleri yer Galata Köprüsü’nün tam ortasındaki küçük balık lokantasıydı.Kıyamete aldırış etmeden tıkır tıkır işlerdi burası her gece.Hatta insanların hayata tutunmalarında öyle büyük rol oynuyordu ki bir süredir kapısını Jandarmalar beklemekteydi.Köprüye çıkıp yürümeye başlamalarından birkaç dakika geçtikten sonra köprünün tam ortasında mor bir ışık belirdi.İki yıl önce terkedilmiş yetimhanenin orda tanık olduğumuz görüntünün aynısıydı.Işığın derinliklerinden altı Meran aniden belirip Ali Kemal ve eşinin üzerine yürüdüler.Ali Kemal yıllar boyu verdiği hizmetten ona kalan tek hatıra olan GB marka tabancasını çıkararak iki Meran’ın işini bitirse de karısının ölümüne engel olamadı.Oraya vardığımda nefes nefeseydim,sadece Ali Kemal’in hayatını kurtarabilmiştim.
----
Başım bazen yere doğru eğiliyor,Arnavut Kaldırımlarını sayarcasına ilerliyordu.Bazen ise soğuğa aldırış etmeden kaldırıyordum başımı,Ay’ı izliyordum.Bana oğlu hakkında hatırladıklarımı söylememi istedi.Bildiklerim sınırlıydı,ellerim paltomun ceplerinde ısınma çabası içerisinde iken kafamı usulca onun tarafına çevirerek konuşmaya başladım.Eşini kaybettiği gün bambaşka biri olduğunu söyleyemedim.Her şeyini zihninden silip attığını,defalarca intihar girişimlerinde bulunduğunu ona hatırlatmak şimdi iyi gelmeyecekti.Öyle bir bunalımdı ki beş yaşındaki oğlunu bıraktığı Yeni Camii avlusundan yankılanan her akşam ezanı onu daha da batağa sürükler olmuştu.Belki de pişmandı.Havadan yağan yağmurun çamur dolu lağımlara düşmesi kadar pişman olabilirdi.Daha sonra oğlunu hiç aramış mıydı? Elinde onunla ilgili neler vardı ki? Tek bildiği doğduğu gün ona verdiği isimdi.Yavuz’du ismi.Belki şimdi kendisi bile bilmiyordu gerçek adını.Asla Yeni Camii’ye uğramaya cesaret edememiş,yakınından geçmekten dahi kaçınmıştı.Ama gözlerinden uzun süredir yaşamına dair tek amacının o olduğunu hissedebiliyordum.Gözbebekleri kar tanesi kadar soğuk,penceredeki çiğ kadar kısıktı.Şimdi ise belki de onun için gerçek kıyametin yaşandığı yere gidiyorduk.Kendine hakim olamayabilir mi diye geçirmeden edemedim içimden.Yine de artık onu vazgeçirip başka yöne gitmek olmazdı.Bir süredir etraftaki harabelere bakmayı bırakmış,sessizleşmişti.Varlığını sadece attığı adımlardan ve nefesinden anlayabiliyordum.Ben de ona uymaya karar verdim.Sessizce ilerledik her birinin ayrı öyküsü olan terkedilmiş yapıların arasından.Önümüz karanlıktı.
Az buçuk seçilebilen yolda adımlarımız bize rehberlik ediyordu.
“Karanlık Tek Göz Odada Bunalımlar”
Acısının üzerinden aylar,yıllar geçiyordu fakat kendisi aynı günü sürekli baştan yaşıyordu.Tasviyenin ardından eski ekipten görüştüğüm tek kişi oydu.On bir yıllık evinden sadece bir çanta ile ayrılıp tek göz bir odaya yerleşmesiyle birlikte hayatı da tek göz odadan farksız hale gelmişti.Önünü bile göremiyor,kendi ağırlığını taşıyamıyordu.Böylesine vahim bir halde görürken kendini evladı onun için büyük bir yüktü.Kararı kesindi.Yağmurlu bir Ağustos sabahı oğlu Yavuz’un suyuna ilaç karıştırarak onu uyuttu ve Yeni Camii’nin gizemli avlusuna bıraktı.Engellemek için üstün çabalar sarfetsem de hiçbiri işe yaramamıştı.Aynı günün öğleni ondan habersiz gidip baktığımda Yavuz’un ne gören,ne de hakkında bir şey bilen yoktu.Bir gün sonra Ali Kemal oğlunu adeta unutmuştu.İleride sürükleneceği buhranları bile bile,unutmuştu.Artık yaptığı tek şey Sahaf Necmi’den aldığı eski şiir kitaplarını incelemek ve birkaç dize karalamaktı.Oğlunu unutan bir adamdan beni de artık görmesini beklemiyordum.Sadece birkaç ay sonra iletişimimiz tamamen kesildi.Yeraltı bölgesinin reisi diye bilinen Domuz lakaplı gizemli adamın yanında işe girdim,mekanında bana verdiği yerde kalmaya başladım.Onun gizli işlerini üstleniyor,bir zamanlar özendiğim “Profesyoneller” gibi olmaya her gün bir adım daha yaklaşıyordum.Bilinmeyen,duyulmayan derin dehlizlerde geçirdiğim yedi yıl geçmişi unutmama yardımcı olmak konusunda üzerine düşeni layıkı ile yerine getiriyordu.
----
Ağırlığımı her adımımda daha da hissetmemeye başlamıştım.O ise her sokak başı sigarasını tazeliyor,dumanı içine çektikten sonra muhakkak iki ya da üç kez öksürüyordu.Yağmur tekrar çiselemeye başlamıştı.Gözlüğümün camları damlalardan önümü görmez hale geldiğinde paltomun iç cebimden çıkardığım kadife bez ile gözlüğümün camlarını temizledim.Yağmurun devam edişi bu işlemi sıklıkla tekrarlayacağımı işaret ediyordu.O ise hiçbir şeye aldırış etmeden yürüyor,öksürmeye başladığında öfkesi daha da büyüyordu.Neredeyse sabah olacaktı.Galata Köprüsü’ne nihayet varmıştık.Köprünün adım atıldığında titreyen yolunda ilerisini gördükçe içimdeki tedirginlik daha da büyük bir boyuta ulaşıyordu.Acaba o ne hissediyordu? Zihnim öylesine daralmıştı ki birkaç saniye sonra bile ne yapabileceğini kestiremez haldeydim.İdris’in mekanı kapalıydı.Jandarmalar o gece nöbet tutmuyorlardı anlaşılan.Lokantanın renkli ışıklarla süslenmiş bahçesinin önünde durduk.Ona döndüm ve dikkatlice yüzüne baktım.Bana bakmadığı belliydi.Beni görmüyordu bile.Yıllar önce ayak bastığı yolu santimetresine kadar ezberlemişti.Gözleri giderek kısılıyor,ilerdeki karanlık yola odaklanıyordu.”İyi misin?” diye sorduğumda cevap gelmemişti.Beni duymadığını düşündüm.Sıkışmıştım.”Ben bir işeyeyip geleyim.” dedim ve arka tarafa doğru yürümeye başladım.Kafamda binlerce tilki dönüyor,ayak sesleri beynimde yankılanıyor,kan dolaşımımda bile hissediliyordu.Gün ağarmaya başlamıştı.Gecenin karanlığı tıpkı yanan bir sigara gibi gittikçe eriyor yerini alaca bir beyazlığa bırakıyordu.İşimi bitirip geri dönerken duyduğum silah sesi şok etkisi yaratmıştı.Birkaç saniye hareketsiz kaldıktan sonra var gücümle koşarak onun yanına gittim.Geçmişinden,hayatından kalan tek hatırası tabanca ile kalbine bir kurşun sıkmış,yerde can çekişiyordu.Yetmişini çoktan devirmişti.Yere eğildim,başını okşadım.Konuşmak istesem de dilimi yutmuş gibiydim.Tek kelime edemedim.Bu çabamın hemen ardından ağzından çıkan kanların boynunu kapladığı bu adamın ağzından birkaç dize döküldü:
“Besbelli ölümüm sabahleyindir,ilk ışık korkuyla girerken camdan,uzan;başucumda perdeyi indir.Mum olduğu gibi kalsın akşamdan...”
Galata Köprüsü,İdris’in Rakı Balık Lokantası
Selami Kelaynak
Eminönü 19 Kasım 2005
Dostları ilə paylaş: |