Önemli kültür bitkilerinin üretiminde Şanlıurfa İlinin Türkiye Üretimindeki Payı;
-
Antepfıstığı % 33
-
Arpa %9
-
Kırmızı Mercimek %31
-
Karpuz %8
-
Buğday %6
-
Pamuk %25
-
Mısır % 2
-
Susam %20
Tarla Ürünleri Üretimi 2007
Tablo : Tarla ürünleri üretimi
Sıra No
|
Ürün Adı
|
Ekilen Alan (ha)
|
Üretim (Ton)
|
1
|
Buğday (Durum)
|
172.750
|
653.936
|
2
|
Buğday (Diğer)
|
175.830
|
703.832
|
3
|
Arpa
|
209.427,5
|
663.583
|
4
|
Arpa (Biralık)
|
27.200
|
89.952
|
5
|
Mısır (Dane)
|
13.150
|
121.704
|
6
|
Mısır (Silajlık)
|
890
|
44.500
|
7
|
Nohut
|
8.550
|
10.700
|
8
|
Kırmızı Mercimek
|
125.046,5
|
203.629
|
9
|
Fığ
|
1.745
|
87.50
|
10
|
Burçak
|
7.621,5
|
9.253
|
11
|
Pamuk
|
189.627
|
869.584
|
12
|
Kimyon
|
5.150
|
3.090
|
13
|
Susam
|
10.395
|
5.466
|
14
|
Soya
|
350
|
860
|
15
|
Kanola
|
412
|
1.030
|
16
|
Yonca
|
465
|
7.475
|
17
|
Kırmızı Biber
|
1.405
|
27.442
|
Sebze Üretimi 2007
Tablo : Sebze üretimi
Sıra No
|
Ürün Adı
|
Ekilen Alan (ha)
|
Üretim (Ton)
|
1
|
Karpuz
|
7509
|
235.562
|
2
|
Hıyar (Sofralık)
|
430
|
7.780
|
3
|
Acur
|
219,5
|
4.390
|
4
|
Patlıcan
|
1.595
|
82.250
|
5
|
Bamya
|
155,2
|
1.225,6
|
6
|
Domates (Sofralık)
|
1.606,5
|
81.100
|
7
|
Domates (Salçalık)
|
1.830
|
88.250
|
8
|
Biber (Sivri+Çarliston)
|
313
|
7.760
|
9
|
Biber (Salçalık)
|
3855
|
86.850
|
10
|
Biber (Dolmalık)
|
1.407,1
|
27.141
|
11
|
Marul
|
105,8
|
1.298,8
|
12
|
Kavun
|
1.198,5
|
19.520
|
13
|
Soğan (Taze)
|
329
|
6.512
| Meyve - Bağ Üretimi 2007
Tablo : Meyve üretimi
Sıra No
|
Ürün Adı
|
Alan (ha)
|
Üretim (Ton)
|
Meyve Veren Ağaç (Adet)
|
Meyve Vermeyen Ağaç (Adet)
|
1
|
Antep Fıstığı
|
77.069
|
25.552
|
10.070.000
|
4.967.800
|
2
|
Üzüm (Sofralık )
|
7.103
|
50.446
|
8750
|
50.446
|
3
|
Üzüm (Kurutmalık)
|
5.431
|
35.646
|
54.410
|
10.910
|
4
|
Üzüm (Şaraplık)
|
|
17.682
|
2.500
|
17.682
|
5
|
Zeytin (Sofralık)
|
1.501,2
|
291
|
23.400
|
238.236
|
6
|
Zeytin (Yağlık)
|
3.337
|
104
|
2.500
|
|
7
|
Dut
|
8,1
|
423,1
|
250
|
720
|
8
|
Badem
|
299,2
|
230,8
|
7.350
|
99.150
|
9
|
Ceviz
|
68,6
|
389,1
|
4.670
|
1.400
|
10
|
Şeftali (Nektarin)
|
31,1
|
170
|
7.500
|
1.100
|
11
|
Şeftali (Diğer)
|
22
|
129,8
|
1.990
|
3.020
|
12
|
Kayısı (Zerdali Hariç)
|
47,6
|
745,1
|
5.335
|
4.635
|
13
|
Erik
|
211
|
1.546,6
|
39.700
|
6.835
|
14
|
Armut
|
7,7
|
74,8
|
700
|
1.150
|
15
|
Nar
|
240,8
|
885,3
|
21.360
|
17.682
|
HAYVANCILIK
İlimiz, 30.365 hayvancılık işletmesinde 107.583 adet büyükbaş , 1.395.250 adet küçükbaş , 10.648 adet tek tırnaklı , 8.611 adet kedi-köpek, 699.238 adet tahmini kanatlı mevcudu ile ülkemizin hayvancılık alanında önde gelen bölgelerinden birisidir. İlimiz büyükbaş hayvancılığında populasyon % 56 yerli, %38 kültür melezi, %6 kültür ırkından oluşmaktadır.
İlimizde hayvancılıkla uğraşan insanların sosyo-ekonomik yapılarının düşük ve hayvansal girdilerin yüksek olmasından dolayı genellikle işletmeler aile tipi işletme şeklindedir.
Tablo : Hayvan üretimi
Cinsi
|
Sayısı
|
Ürünün Adı
|
Üretim Miktarı
|
Kırmızı Et (ton)
|
4766,32
|
Beyaz Et (ton)
|
-
|
Büyükbaş
|
Yerli
|
89.215
|
Yumurta (adet)
|
64.416.750
|
Melez
|
30.890
|
Süt (ton)
|
|
Kültür
|
7.965
|
Bal (kg)
|
64.220
|
Büyükbaş Toplam
|
127.070
|
Yapağı (ton)
|
|
Küçükbaş
|
Koyun
|
1.451.920
|
Deri (adet)
|
|
Keçi
|
132.575
|
Tatlı Su Balıkçılığı (ton)
|
-
|
Küçükbaş Toplam
|
1.584.495
|
Kültür Balıkçılığı (ton)
|
250
|
Tek Tırnaklı
|
12.837
|
Deniz Balıkçılığı (ton)
|
-
|
Kanatlı
|
1.010.246
|
Diğer
|
-
|
Arı Kovanı
|
24.189
|
Diğer
|
-
|
SANAYİ VE TİCARET
Şanlıurfa'nın ekonomik yapısı ağırlıklı olarak tarım sektörüne dayanmaktadır. Gayrisafi Yurtiçi Hasıla içinde tarım sektörünün payı %43, hizmet sektörünün payı %40, sanayi sektörünün payı %11 ve inşaat sektörünün payı % 6'dır. 2001 yılı GSYİH 1 Milyar 850 Milyon Dolar, kişi başına gelir ise 1.300 Dolardır.
GAP ile birlikte ilimizin ekonomik yapısında önemli gelişmeler yaşanmıştır. 1995 yılı itibari ile toplam 59 sanayi tesisi var iken bu rakam 2007 yılı içerisinde 368’e ulaşmıştır.
-
ŞANLIURFA İLÇELERİ
Şanlıurfa'nın ilçeleri ise şunlardır: Merkez, Akçakale, Birecik, Bozova, Ceylanpınar, Halfeti, Harran, Hilvan, Siverek, Suruç, Viranşehir.
Akçakale
Toplam nüfusu 78000 olan ilçenin merkez nüfusu 32100'dür. İlçe halkı daha çok tarımla geçinirler.Pamuk ve buğday en çok yetiştirilen ürünlerdir. Suriye sınırına sıfır noktasındadır. Türkiye'nin en verimli ovalarından biri olan Harran ovasında yer alır. İlçe Şanlıurfa'ya 49 km uzaklıktadır. Eskiden Arapça Tall Abyad (Beyaztepe) olarak anılırdı. Yeni açılan Akçakale ticaret sınır kapısı ile daha da gelişecektir.
Birecik
Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nin Orta Fırat bölümünde Şanlıurfa iline bağlı ilçe merkezi; 46.304 nüfuslu, Fırat ırmağının eskiden sadece doğu kıyısındayken son yıllarda her iki kıyısı üzerinde, deniz yüzeyinden 340 m yükseklikte kurulmuştur. Birecik Şanlıurfa’ya 83, Gaziantep’e 63 km uzaklıktadır. Evler ırmak boyundaki dar bir düzlükte ve bunun gerisinde yükselen dik bir yamaç üzerine yayılır. Bu yamaç üzerinde bir de kalesi vardır. Fırat, Birecik’in bulunduğu noktadan itibaren aşağıya doğru ufak çapta nehir nakliyatına elverişlidir. Bu sebeple Birecik eskiden beri kara ve nehir ulaşımı arasında bir aktarma yeri olarak önem kazanmıştır. Daha sonraki devirlerde İstanbul-Bağdat demiryolunu Birecik’ten değil de biraz güneyden geçmesi ve kervan ticaretinin eski önemini kaybetmesiyle kasaba gerilemeye başladı. Son yıllarda bu noktada Fırat üzerinde büyük bir köprü yapılması kasabanın önemini yeniden artırdı.
Resim Birecik’ten görünüm
Tarihi MÖ 2000 yılına kadar dayanır. Hitit, Asur, Pers, Makedon, Bizans ve Arap egemenliğinin izlerini taşıyan şehir Selçuklulardan sonra türklerin eğemenliğine girmiştir. adını Birto'dan aldığı sanılmaktadır. Birto Asurilerin konuştuğu kadim arami dilinde tepe demektir. Birecik'in en eski yapısı olup 12 burcundan sadece biri ayakta kalan kalenin kayalık bir tepenin üstünde kurulu olması bu olasılığı güçlendirmektedir. İlçe halkı tahıl ve baklagiller tarımıyla meşgul olur. Fıstık yetiştirme de ilçenin ekonomik hayatında önemli bir yer tutar.
Birecik Köprüsü, Birecik İlçesinde Fırat ırmağı üzerindedir. Yakın yıllara kadar Urfa-Gaziantep devlet yolu, Birecik’te kesintiye uğruyor, ırmak bu noktada kayık ve sallarla geçildikten sonra yolculuğa devam ediliyordu. 1952 yılı sonunda burada bir köprünün yapımına başlandı. 1955 yılı sonunda biten Birecik Köprüsü 720 m uzunluğunda ve 10 m genişlediğindedir. Her iki tarafında yayaların geçmesi için birer metrelik kesimler ayrılmıştır. Birecik tarafında 55’er metre açıklıkta 5 kemer, Gaziantep tarafında ise 26'şar metre açıklıkta 14 bölümü vardır.
Kelaynak kuşlarıyla ünlü, Fırat nehrinin çekiciliği ile doğal ve tarihi eserleriyle göze hoş gelen bir mekandır. Birecik köprüsü Türkiye'nin en uzun ikinci büyük ırmak köprüsüdür. Birecik kuzeyinde Birecik Barajı güneyinde ise Karkamış Barajı arasında göl havzasında kalmaktadır. İlçe ekonomisi genelde Antep fıstığı üreticiliği üzerine kuruludur.
Bozova
Şanlıurfa'ya 38 km uzaklıktaki 26000 nüfuslu ilçedir. Yaslıca beldesine 10 km., Atatürk barajına 24 km uzaklıktadır. Atatürk barajı bu ilçe sınırlarındadır. Baziki ovası Harran ovasına rakiptir. Tarım ürünleri kalite bakımından Şanlıurfa'nın en kaliteli mamülleridir. Her sene eylül ayında yelkenli yarışlarının düzenlendiği ilçedir.Bozovanın en güzel köyü kılıçören köyğdür. Kılıçören 1000 nüfüslu köydür. bozovaya 17 km uzaktadır.
Ceylanpınar
Türkiye'nin en büyük devlet üretme çiftliğine sahiptir. TİGEM'e bağlı olan çiftlikte çok sayıda ilçe sakini çalışmakta ve geçimini sağlamaktadır. Alanının büyük bir kısmında çiftlik kurulduğundan dolayı köy sayısı oldukça azdır. Nüfusun çoğu çevre il ve ilçelerden çalışmaya gelen vatandaşlardan oluşmaktadır. 32 köyü ve 17 mezrası vardır.
Resim Ceylanpınar’da ceylan
Halfeti
M.Ö. 855 yılında Asur kralı III. Salmanassar tarafından zapt edildiği zaman Şitamrat adını taşıyordu. Yunanlılar bunu değiştirerek Urima adını vermişlerdir. Süryaniler ise Kal'a Rhomeyta ve Hesna the Romaye adlarını kullanmışlardır. Şehir Arapların eline geçtikten sonra Kal'at-ül Rum adı takılmıştır. II. yüzyılda Bizanslıların eline geçince bu kez Romaion Koyla adını almıştır.
1280 yılında Beysari komutasındaki Memluk ordusu tarafından kuşatılmış, sonuç alınamayınca şehirdeki Hıristiyan mahalleleri beş gün süreyle yağmalandı. 1290 yılında bu kez Memluk Sultanı Eşref tarafından feth edildi. Ve son kez Memlükler tarafından tamir edilen şehre Kal'at-ül Müslimin adı verildi. Yavuz Sultan Selim zamanında Osmanlılara geçen şehir, zamanımızda da kullanılan Urumgala ve Rumkale adlarını alarak 1954 yılında ilçe haline getirilmiştir.
Halfeti ilçesinin il merkezine uzaklığı 120 km'dir. Yukarı Göklü adlı bir kasabası 35 köyü ve 34 mezrası vardır. 2000 yılı Genel Nüfus sayımına göre ilçenin nüfusu 33 bin 467' dir. (İlçe nüfusu 2 bin 608, Köy nüfusu 30 bin 859) Arazisinin büyük çoğunluğu Birecik Barajı suları altında kaldığından ilçenin yeni yerleşim alanı olarak Karaotlak bölgesi tespit edilip ilçe yeniden inşa edilmiş ve konutlar sahiplerine teslim edilmiştir.
Şu anda, Eskihalfeti denen, bir kısmı sular altında kalmış bölge, yavaş yavaş turistik bir bölgeye dönüşmektedir.
Harran
Suriye sınırına yakın olan bir ilçedir. Şanlıurfa'ya 44 kilometre uzaktadır. Türkiye'nin en verimli toprağı bu ilçededir. Ayrıca dünyanın bilim merkezlerinden (atina,mardin şanlıurfa v.s)biridir. Dünyanın ilk üniversitesi buradadır. Şanlıurfa daki harran üniversitesi de adını bu ilçeden almıştır.
Hilvan
Şanlıurfa’ya 55 km uzaklıktaki ilçenin yüzölçümü 1.278 km² olup, 2000 Yılı Genel Nüfus Sayımı sonuçlarına göre; toplam nüfusu 58.411’dir.hilvan nın nüfusu 20.000 bini geçmez
1820 Yılında Hacı Musa isminde bir şahıs aşireti ile birlikte Hoşin (Uluyazı) köyünden göç ederek harabe halinde bulunan Karacürün'e (Hilvan) gelerek yerleşmiştir. Bu aşiret zamanında köy meydanında bulunan Karadibek taşından dolayı bu anlama gelen Karacurun (Curnereş) ismi verilmiştir. Daha sonra çevreden gelen başka aşiretlerin birbirleriyle kaynaşmasıyla büyümüştür. Karacürün Siverek ilçesine bağlı olan Hoşin (Uluyazı) nahiyesine bağlanmıştır. Karacürün'ün konumu itibariyle Uluyazı nahiyesine göre daha çok gelişmesi, nahiye ve köylerin buraya bağlanmasına sebep olmuştur. 1926 yılında Şanlıurfa iline ilçe merkezi olarak bağlanarak Hilvan adını almıştır. Hilvan ismini, Gölcük yoluna 5 km mesafede halen Hilvan olarak anılan ancak yeni ismiyle Balkı olarak bilinen köyden almaktadır. Balkı (Hilvan) köyünde çok eski medeniyetlere dayanan birçok tarihi kalıntı ve harabeler mevcuttur. Ancak bu harabelerin hangi dönemden kaldığı konusunda hiçbir araştırma mevcut değildir.
Siverek
Şehrin nüfusu 2008 yılına göre 110.744'dür. 1973'te 43.000 olan nüfusu 1990'da 63.049'a, 2000'de 126.820'ye çıkmış, 2007'de 108.094'e düşmüştür.
Osmanlı İmparatorluğu'nun son döneminde (1867 sonrası) Diyarbekir Vilayeti'ne bağlı bir kazaydı. Siverek'in bugün bağlı bulunduğu Şanlıurfa ise Halep Vilayeti'ne bağlı bir sancaktı. Urfa Osmanlı'nın son döneminde Halep'ten ayrılarak Vilayet statüsüne yükseltildi. Siverek ise Diyarbekir Vilayeti'ne bağlı bir sancak oldu. Cumhuriyet döneminde vilayetlerin sınırlarının belirlenmesi çerçevesinde Urfa'ya bağlanıncaya kadar Siverek Diyarbakır'a bağlı kaldı. Dolayısıyla idari olarak olduğu gibi sosyo-kültürel olarak da Siverek'in ilişkileri Diyarbakır ile Urfa'dan daha yoğun oldu. Cumhuriyet'e yakın zamanda sancak olmaları nedeniyle Sivereklilerin "il olma" beklenti ve istekleri, başta nüfus olmak üzere bir çok veriyle birlikte, bu tarihsel olguya dayanmaktadır.
Siverek'te, ilçe bazında, "aşiretsel" yapı da çok gelişkindir. Siverek'in belli başlı aşîretleri; Bucaklar, Kırvarlar, İzollar,Bablılar, Kejanlar, Karakeçililer, Karahanlılar, Kalenderler vs.Köylerin büyük çoğunluğu aşiret reisleri ve toprak ağalarına aittir. Bu köylerde tam bir self sinyor ilişkisi yaşanmaktadır. Topraksız köylüler köyde ikamet etmelerine karşılık suhre adı altında hiçbir sosyal güvenceye sahip olamadan bedava çalıştırılmaktadır. Bu köylülerin kaldığı evlerin büyük çoğunluğu toprak olup başta yılan ve fare olmak üzere her türlü böceği ihtiva etmektedir.sivereğin elektirik sorunları başta gelmektedir üst yapısı caddelerin bozuk olması sayın siverekli hemşerilerim sivereği il yapmaya ve düzeltmeye çalışalım.
Siverek'te her yıl yapılmakta olan "Şire Üzüm Festivali" ve "Geleneksel Karakeçi Bahar Şenlikleri" ilçenin başlıca kültürel etkinliklerindendir.
Suruç
Şanlıurfa İl’inin 46 km güney batısında yer aliyor. Suriye ile sınırı teşkil eden demiryolu üzerindeki Mürşitpınar Köyü’ne 10 km uzaklıkta olan tarihi bir ilçedir.Suruç halkının tamamı Kürtler'den oluşuyor.
İlkçağın OSRHONE ülkesinin şehirlerinden, ANTHEMUZİA veya BATNEA’nın yerine geçtiği MATF SUHUNH; İpek Şehri’dir. Bir zamanlar, oradaki ileri ziraatın eseri olarak ipekçiliğin çok geliştiği ve sanayinin kurulduğu şehir, bugünün Suruç’udur.
Kaynaklarda SERUĞ diye geçen bu şehrin İbrahim Peygamberle ile çok yakın ilişkisi vardır. İbrahim Peygamberin babası Azer, dedesi Nahor’un babası SERUĞ’ dur. Tarihte adı SERUĞ olan bu ilçemiz ile İbrahim Peygamberin atası SERUĞ aynı adı taşımaktadır. SERUÇ, bu ilçenin asıl adıdır. Bu yöre, eskiden beri cins at yetiştiriciliği ile meşhurdur. Atların eğeri ile uğraşan ve imal eden kişilere “Saraç” denilmektedir. Suruç bu kelimenin çoğulu olup, İlçenin isminin bu kelimeden geldiği tahmin edilmekte; Saraçlar anlamında, Suruç olarak söylene gelmektedir.
M.Ö. Asya’dan göç eden Sümerler, Mezopotamya’da medeniyet kurmuşlardır. Sümerler ve Akadlar, Saruğ Ova’sında Suruç ilçesini BATNA ismi ile anmışlardır. Daha sonra İskit ve Asurlular, Sümerler ve Akadlar’ı ortadan kaldırarak, Suruç’u, “Tepartip” adıyla Birecik İlçesi’ne bağlamışlardır. Sümerler Mezopotamya’da hakimiyetlerini sürdürürken, Mısır’a akın eden Kiksos geçici bir zaman için buraya yerleşmişlerdir. Roma İmparatoru Büyük Konstantin M.S.35. yılında öteki ilçelerle birlikte Suruç’u da Şanlıurfa (Rüha) İline bağlamıştır. Aradan hayli zaman geçtikten sonra Suruç, bu defa da Kudüs Krallığı’na bağlanmıştır. Tarihi eski çağlardan beri bilinen Suruç İlçesi’ni, Romalılardan, İyat Bin Ganem, barış yoluyla almış ve Abbasilere bağlamıştır (M.S.639). O zaman Suruç, Urfa’dan ayrı bir ilçe olduğu için, Urfa’daki Kürt Kavimleri, Araplara karşı gelerek Suruç’u Abbasilerin elinden kurtarmışlardır.
Çok eski olan bu şehrin yakınında, siyah taş üzerine yapılmış 1 metre eninde, 2 m uzunluğunda 2 adet aslan heykeli bulunmaktadır. Heykellerin bugün bulunduğu yer, Suruç’a 15 km uzaklıkta olan ve halen Suriye Sınırları içerisinde kalan Rıslantaş Köyü’dür. Ziyaret Köyü’nde meftun bulunan Şeyh Mesleme Bin Name Hicri 466 yılında Suruç’u, haçlılardan kurtarmıştır.
Suruç, M.S.1095’te Artuk Oğulları’ndan Sokman’ın eline geçmiş ise de, 6 yıl sonra Urfa Kontu I.Bolvadin’in egemenliği altına girmiştir. M.S. 1090’da Urfa Haçlı Kontu’na (Kudüs Krallığı’na) bağlanmıştır. I. İmadeddin Zengi, 1127 yılında Suruç’u, haçlılardan geri almıştır. Suruç, Timur’un istilasına da uğramıştır. Bölge halkı, istilaya karşı koyduğundan burası Moğollarca yakılıp yıkılmıştır. Kudüs Seferi’ne çıkan Yavuz Sultan Selim 1517 yılında, Suruç’u Osmanlı topraklarına katmıştır. Osmanlı İmparatorluğu döneminde, Halep Vilayeti’nin Urfa Sancağı’na bağlı bir kasaba durumunda olan Suruç, 1918’de İngilizlerin, 1919’da da Fransızların istilasına uğramıştır. Fakat; Suruç halkı, büyük bir milli mücadele örneği göstererek tarihi şehrini 11 Nisan 1923’te düşmandan kurtarmıştır.
Suruç, Cumhuriyetin kurulmasıyla birlikte, 1923 yılında ilçe olmuş ve Şanlıurfa İline bağlanmıştır.
Viranşehir
Şehrin nüfusu yaklaşık olarak 200.000'dir.1973'te 24.000 olan nüfusu 1990'da 57.461'e, 2000'de 121.382'ye çıkmış, 2007'de 100.929'a düşmüştür. Ve son olarak 200.000 olarak tahmin edilmektedir. Doğuda Kızıltepe'ye 90 km, güneyde Ceylanpınar ilçesine 50 km, batısında Şanlıurfa il merkezine 90 km uzaklıktadır. Viranşehir ile Diyarbakır arasında Karacadağ adında sönmüş volkanik dağ vardır. İlçede yaşayanlar geçimini tarım ve hayvancılık sağlar. Pamuk tarımının yapılmasından sonra çırçır fabrikaları kurulmaya başlanmıştır. Bir un fabrikası bulunmaktadır. Kırmızı mercimeği, sabah etli pilavı, çiğköftesi ve ŞELENGO diye tabir edilen bir salatalık türü ünlüdür. Şelengo Viranşehir ilçesine özgü bir sebzedir. Daha sonraları bu sebzenin tohumu diğer çevre şehirlere yayılmıştır.
-
KÜLTÜR-SANAT EL SANATLARI
Şanlıurfa'nın geleneksel el sanatları Gümrük Hanı ve çevresindeki tarihi han ve çarşılarda icra edilmektedir. Bu sanatlardan önemli bir kısmı halen yaşatılmaktadır. Bir kısım sanatlar ise fabrikasyon üretime geçilmesi yada talep olmayışı nedeniyle günümüzde terk edilmiş durumdadır.
ABACILIK
Aba, el mekikli cülha tezgâhında deve yününden dokunan ve elbise üzerine giyilen bol bir giysidir. Aba, biçim olarak kürkü andırmaktadır. Erkek ve kadınlar için ayrı modellerde olan bu giysiler günümüzde kullanılmadığından dokunması da terk edilmiştir.
Harran Kapısı, Kaleboynu, Eyyûbiye mahallelerindeki tezgâhlarda icra edilen bu sanatın en eski ustaları Abacı Mustafa, Abacı İbrahim, Halil Yücetepe, Bakır Yücetepe, Said Baba, Bakır Bostancı, Mehmet Boz ve Mehmet Apaydın'dır.
AĞAÇ OYMACILIĞI
Evlerdeki ve Şanlıurfa Müzesi'ndeki kapı, pencere, dolap kanatlarına, sandık ve ayna gibi diğer ahşap eserlere bakıldığında ağaç oymacılığın Şanlıurfa'da çok eski ve parlak bir geçmişe sahip olduğu anlaşılmaktadır.
Marangozluk sanatı Urfa'da "İnce Neccârlar" ve "Kaba Neccârlar" olmak üzere iki ayrı gruptaki ustalar tarafından sürdürülmektedir. Kaba neccârlar bugünkü Neccâr Pazarı denilen çarşıda halen sanatlarını sürdürmekte, ince Neccârlar ise, Karameydan mevkiinde bugünkü Postanenin yerinde bulunan Halkevi ile Yusuf Paşa Camii arasındaki dükkânlarda çalışırlardı. Buradaki dükkânlar zamanla kapatılmışlardır.
Bugün tamamen terk edilmiş olan ağaç oymacılığı sanatından günümüze kalan ve eski Urfa evlerini süsleyen değerli birer tablo güzelliğindeki süslemeli kapı ve pencere kanatlarını, Şanlıurfa Müzesi'nin toplama çalışmaları olumlu sonuçlar vermiş, ata yadigârı bu eserlerin en güzel örnekleri müzede toplanmıştır.
BAKIRCILIK
Urfa'daki tarihi geçmişi M.Ö. III. VE IV. yy. a kadar eskilere dayanan bakırcılık sanatı 1960'lı yıllara kadar önemini korumuş, Kazancı Pazarı ve Hüseyniye Çarşıları'ndaki dükkânlarda çok sayıda usta tarafından sürdürülmüştür. 1960'lı yıllarda alüminyum, plastik ve daha sonraları çelikten imal edilmiş fabrikasyon türü mutfak gereçlerinin piyasaya hakim olması ile bu sanat önemini yitirmiştir.
1950'li yıllarda 100 iş yerinde 300 usta ve kalfa ile sürdürülen bakırcılık sanatı günümüzde 10 işyeri ve 30 civarında usta ile sürdürülmeye çalışılmaktadır.
Şanlıurfa bakır işleri "dövme çekiç" tekniğiyle ün salmıştır. Urfalı bakırcı ustalarının bu teknikteki maharetlerinin tartışılmaz olduğu söylenmektedir. Son zamanlarda bazı genç ustalar tarafından "Kabartma Çekiç" tekniğine yönelinerek turistik amaçlı, tarihi yerleri ve özel amblemleri konu alan kabartmalı tepsiler, cezveler yapılmaya başlanmıştır.
Eski bakırcı ustalarının büyük bir kısmı Bakırcılık sanatı ile ilgili "Kazancı", "Kalaycı", "Bakır", "Bakırcı", "Örs", "Demirözü" ve "Döğücü" soyadlarını almışlardır.
KEÇECİLİK
Bu tarihi ata sanatı, Şanlıurfa'da Keçeci Pazarı denilen eski çarşıda ve çevresindeki hanlarda sürdürülmektedir.
Eyvana serdim keçe
Nêçe bir ömrüm geçe
Acep o gün olur mu
Yarim elime geçe,
dizeleriyle Şanlıurfa türkülerine konu olan keçe, çocuk oyunlarına da "Ya şundadır, ya bundadır, keçe külah şunun bunun başındadır" tekerlemesiyle geçmiştir.
Fakçı Mustafa, Deveci Abo, Deveci ısa, ısa Karcı adları bilinen ve bugün hayatta olmayan en eski keçeci ustalarıdır. Horasanlı Hacı, Hayati Usta ve Hacı Osman günümüzün yaşlı ustalarıdır.
Şanlıurfalı genç keçeci ustalarından Salih Karcı, bu sanatın mucidinin Ebu Said Libabid2 adında bir zat olduğunu ve keçeyi nasıl icad ettiğini şöyle anlatmaktadır.
"Ebu Said Libabid bugün bizim yaptığımız gibi keçeciliğin bütün işlemlerini yerine getirmiş, ayakla tepme işleminden sonra açtığı keçenin yünlerinin biribirine kaynaşmadığını ve çabuk dağıldığını görmüş. Tepme süresinin az olduğu kanaaatine vararak tepmeye devam etmiş. Ancak bir daha açtığında yünlerin kaynaşmadığını yeniden gözlemiştir. Tepme işine 40 gün devam eden Ebu Said, yine başaramayınca üzüntüsünden ağlamaya başlamış. Hem ağlayıp hem tepmeye devam ediyormuş. Keçeyi açtığında göz yaşlarının düştüğü yerlerdeki yünlerin kaynaştığını büyük bir sevinçle farketmiş ve böylece tepme işlemi sırasında yüne su vermek gerektiğini öğrenmiştir."
KÜRKÇÜLÜK
Hayvan kürklerinin işlenerek giysi haline getirilmesi insanlık tarihinin en eski sanatlarından biridir. Ana rahminde ölen, ya da en fazla 5 aylık iken ölen kuzuların tüylü derilerinden yapılan düz yakalı (yakasız), dış kısmı "Şakaf" denilen siyah kumaşla kaplı aba gibi bolca giysiye Urfa'da Kürk denilmektedir. Urfa'ya has olan bu giysi, Anadolu'da Urfa dışında başka bir yerde yapılmamaktadır. Bilhassa kış aylarında yaşlı ve orta yaşlı kimseler tarafından giyilir. Dükkânlarında camekân bulunmayan esnafın büyük bir kısmı kürklerine sarılarak soğuktan korunmaktadırlar.
SARAÇLIK
"Kösele" denilen kalın deri ve normal ince deri ile hayvan koşum takımları, kemer, silah kılıfı, mermi kılıfı, çanta gibi avcı gereçlerinin yapıldığı sanata Saraçlık, bu işle uğraşanlara da Saraç denilmektedir.
Atçılık ve At'a verilen önem dolayısıyla Saraçlığın eski Türk sanatları arasında önemli bir yeri vardır. Şanlıurfa'da ünlü Arap atlarının yetiştirilmiş olması, saraçlık sanatının önemini arttırmış ve bu sanata büyük ilgi duyulmasına sebep olmuştur.
1650 yıllarında Urfa'yı ziyaret eden Evliya Çelebi, Urfa'daki saraçlıktan bahsederek saraçhanesini şu cümlelerle anlatmaktadır: " .... Saraçhanesi İbrahim Halil Irmağı kıyısındadır. Onun için Bağdat serdabı gibi soğuk su ile sulanmış anayolun iki tarafı ma‘mur ve güzel, mevsiminde türlü çiçeklerle süslü olup geçenlerin içini açar. Oralarda bütün bilgi sahiplerinin toplandığı, dinlendiği yerler vardır."
Evliya Çelebi'nin sözünü ettiği saraçhânenin yeri kesin olarak bilinmemektedir. Bu sanat, günümüzde Hüseyniye Çarşıları yakınındaki "Saraç Pazarı" denilen çarşıda sürdürülmektedir. Eskiden 1520 dükkânın yer aldığı bu çarşıda günümüzde 34 dükkân bulunmaktadır. Bilhassa At'ın toplum hayatındaki yerini kaybetmiş olması Saraçlık sanatının gerilemesine neden olmuştur.
TARAKÇILIK
Şanlıurfa'nın geleneksel el sanatlarından olan tarakçılık, günümüzden 5060 yıl öncesine kadar Eski Arasa Hamamı ile Hoca Abdülvahit Camii arasında kalan çarşıdaki 20 kadar dükkânda icra edilirdi. Fabrika türü plastik tarakların imal edilmesiyle önemini yitiren bu sanatın son ustası Şıh Müslüm Özbal'dır.
Tarakçı Bakır, Tarakçı Mehmet ve Tarakçı ımam, bu sanatın 3040 yıl öncesinin tanınmış ustalarından idi.
Şanlıurfa'da tarak; deve'nin bacak kemiğinden, annep, armut ve iyi cins ceviz ağacından yapılmaktadır.
MÜZİK KÜLTÜRÜ
Yerleşim merkezi olarak 11.000 yıllık bir tarihe sahip olan Şanlıurfa, tarih boyunca birçok medeniyete ev sahipliği yapmış olup zengin bir kültür birikimine sahiptir. Urfalıların müziğe olan kabiliyetleri ve tutkuları sonucunda, tarihi şehrin şöhretinde müziğin de payı olmuştur.
Sıra Geceleri
Şanlıurfa'da müziğin gelişmesi, yaygınlaşması, yaşatılması ve yeni eserlerle yeni sanatçıların ortaya çıkışında en önemli faktör “sıra geceleri”, “oda toplanmaları” ve “dağ yatı geceleri”dir.
Genellikle kış gecelerinde, birbirine yakın yaş grubundaki arkadaş gruplarının, her hafta bir başka arkadaşın evinde olmak üzere, haftada bir akşam, belirli bir niteliğe ve düzene göre sıra ile yaptıkları toplantılara Şanlıurfa’da "sıra gecesi" denilmektedir. Genç yaşından itibaren sıra gecesine katılan Urfalı, bu gecelerde gelenek ve göreneklerini, müzik kültürünü, toplumsal yaşam kurallarını, saygıyı, hoşgörüyü ve dayanışmayı öğrenmektedir.
Adeta "halk konservatuarı" niteliğindeki sıra geceleri, usta-çırak geleneği içerisinde müziğin icra edildiği meşk ortamlarıdır. Enstrüman çalan ve okuyucu kişilerin oluşturduğu “sıralar”da, makam seyri içerisinde sistemli müzik icra edilir. Müziğe ilgi duyan gençler, ustaları dinleyerek müzik bilgisi ve terbiyesini bu gecelerde alırlar. Kulaklar eğitilir, eller eğitilir ve diller eğitilir geceler boyu. Gelenek ve zerafet öğretilir dededen toruna...
“Sıra gecesi” adıyla düzenlenen, mizansen televizyon programlarında; sıra gecesi’ndeki sohbet, geleneksel oyunlar ve müzik gibi bölümlerin tamamı yansıtılmadan, sıra gecesinin sadece “müzik faslı” bölümü ve çiğköfte sunulmaktadır. Bu nedenle sıra gecesi denildiği zaman, yaygın olarak "müzik gecesi" anlaşılmaktadır. Halbuki müzik, sıra gecesinin sadece bir bölümüdür.
Eski bir gelenek olan “dağ gezmeleri ve yatı”ya ise yılın her mevsiminde uzun süreli veya bir-iki geceliğine erkek arkadaş gruplarıyla gidilir. Urfa’nın güneyinde ve batısında yer alan dağlarda bulunan çok sayıdaki mağara bu iş için kullanılır. “Dağ yatı geceleri”nde yemek ve sohbetten sonra sazlar, cümbüşler çalar, gazel, hoyrat ve türküler okunur. Bu “ahenkler”e yaz gecelerinde komşu gruplar gazel, türkü ve hoyratlarla cevap verirler. Heyecanlı, neşeli ve zevkli atışmaların yer aldığı karşılıklı “ahenkler”in sabaha kadar devam ettiği olur.
Urfa'da geleneksel müziğin ustalarından Mukim Tahir, Kel Hamza, Damburacı Derviş, Cemil Cankat, Bekçi Bakır, Tenekeci Mahmut, Ahmet Hafız, Kazancı Bedih, Mehmet Özbek, Seyfettin Sucu, Mustafa Savaş, Bakır Karadağlı ve daha sayabileceğimiz birçok müzisyen bu ortamlarda yetişmiş ve ustalık dönemlerinde de gençler kendilerinden istifade etmiştir.
Düğünde, esbap gecelerinde, eğlencede, dağ yatılarında, sıra gecelerinde ve arkadaş toplantılarındaki müzik icrasına yedisinden yetmişine kadar hemen hemen her Urfalı’nın katılarak türkü, şarkı, gazel ve hoyrat söyleyebilmesi yörede müziğin yaygın olduğunun göstergesidir.
1926 yılında derleme çalışmaları yapmak üzere Dar'ül-Elhan (İstanbul Konservatuarı)'dan Urfa'ya gelen heyette bulunan Ekrem Besim Bey, Urfalı musikişinaslar ve icraları hakkında: ".....Şunu ilave etmek isterim ki, Urfa'da dinlediğimiz zevatın hemen cümlesi, müziğe az çok vakıf insanlardı. Terennüm ettikleri parçaların hangi makamda olduğunu ve seyrini bilerek okuyorlar. Urfalıların sesleri çok temiz ve tizdir. ilk işittiğim vakit erkek sesinin bu kadar yüksek perdelere fennin vesaitinden istifade etmeksizin erişebileceğine hayret ettim" diye yazmaktan kendini alamamıştır.
Duyguların, düşüncelerin, sevginin, ıstırabın, mutluluğun ve hayatın diğer özelliklerinin türkülere, hoyratlara, gazellere ince ince işlendiği Urfa Havaları müzik camiasınca ve geniş kitlelerce sevilmekte ve zevkle dinlenmektedir.
Türk müziği makamlarının birçoğunu, Şanlıurfa ezgilerinde görmek mümkündür. Makam seyrine göre, sanat değeri yüksek ezgilerin; bağlama, kaval, ud, tambur, kanun ve keman gibi sazlarla icra edildiği müzik meclislerinde türküler yanında şarkılar ve gazeller de icra edilmektedir. Rehâvî, Urfa, Urfa-Mahur ve Kılıçlı makamlarının Urfa ile ilişkili olması ise müziğin yörede ne kadar etkin olduğunu göstermektedir.
Sıra gecelerinin yanısıra, 1932-1951 arası “Urfa Halkevi”nde müzik faaliyetlerini yoğun bir şekilde görmekteyiz. 1955-1975 arasında ise “Urfa Musiki Cemiyeti”nde, değerli ustalardan Mahmut Güzelgöz (Tenekeci Mahmut), Karaköprülü İsmail, İzzet Delioğlu (Demir İzzet), Mehmet Şengül, Abdurrahman Savaşan (Camgöz Abe), Neyzen Hafız İsmail Baba (Kıde Hafız), Mehmet Sağlamkol (Kurrik Mahey), İsa Barak, bağlama üstadı Aziz Çekirge ve Ahmet Alaybeyi gibi güzel insanlar yüreklerini açarak, asırlık Urfa türkülerini, gazellerini ve hoyratlarını gençlere öğreterek kültürel mirasın bugünlere gelmesini sağlamışlardır.
Kazancı Bedih
Kazancı Bedih lakabıyla tanınan Bedih Yoluk 1929 senesinde Urfa’nın Hekimdede Mahallesi’nde doğar. Culhacılık yapan babası Halil Usta’nın mesleğinden çocukluk yıllarında ilk sanat zevkini alır. Gençlik döneminde, o yıllarda çok değerli bir sanat olan bakırcılık mesleğine Hasan Diyar Usta’nın yanında başlar ve 15 yıl kadar bu mesleği sürdürür. 1960 lı yıllarda belediyede işe girer ve 26 yıl çalışıp emekli olur.
1960’tan evvelin Urfa’sında, Dergâh-Balıklıgöl ve Hasan Padişah Camisi’nin arasında yer alan Mecmue’l Bahr denilen yer, yazın ve bahar aylarında dinlenilen, sefa sürülen tarihi bir mekandır. Suların toplandığı yer anlamına gelen Mecmue’l Bahr; yeşillikler ve güller arasına konulmuş kerevitlerde çay, kahve, nargile içen insanların sohbet için buluşma yeriydi. Bazı geceler müzikli toplantılarla fasıllar geçilir; Urfa’nın müzik ustalarından Mukim Tahir, Kel Hamza, Tenekeci Mahmut gibi ustalar bülbül sesleri ve su sesleri arasında burada meşk ederlerdi. Genç yaştaki Bedih ise babasıyla gittiği Mecmue’l Bahr’da gramofondan Hafız Burhan, Safiye Ayla, Hamiyet Yüceses, Müzeyyen Senar gibi ünlü sanatçıları ilgiyle ve hayranlıkla dinlerdi.
Kazancı Bedih 17 yaşında Necim Şıhe (Şıhmüslüm Görgün) ile gittiği bir sıra gecesinde öylesine etkileyici bir müzik icrasıyla karşılaşır ki, hayatını etkileyen bir gece yaşar. O geceden sonra müzik meşkleri ve sohbetlerine katılmaya devam eden Kazancı Bedih’in müzik merakı artarak devam eder. Bu yıllarda Necim Şıhe kendisine cümbüş ve tambur çalmasını öğretir. Esasen birer meslek sahibi olup özel zevkleri müzik olan ustalardan; Damburacı Derviş, Hacı Nuri Hafız, Hafız Ahmet Uzungöl, Çulha Hafız, Hafız Şükrü Çadırcı, Tenekeci Mahmut’u müzik meclislerinde ilgi ile dinler ve birlikte olur. Özellikle Tenekeci Mahmut Usta’dan aldığı bilgilerle, müzik meclislerinde kendi tavrıyla okudukça dinleyenlerin beğenisini kazanır.
Nice bir hasret-i dildâr ile giryân olayım
Yanayım âteş-i aşkın ile büryân olayım
Görmedim gül yüzünü ah ü figân etmedeyim
Akıtıp gözyaşımı dert ile nâlân olayım
Doğduğu ve yaşadığı yöre kültürünün Kazancı Bedih’in kişiliği üzerinde etkisi büyüktür. Oluşan müzik birikimi ise yorumunun şekillenmesinde etkili olmuştur. Mensup olduğu “soylu kültür kaynağı”ndan birikiminin beslenmiş olması da “arının çevresindeki çiçeklerden yararlanıp bal üretmesi” misalidir.
Şanlıurfa'da "Takım" adı verilen belirli gruplar kendi aralarında sıra gezerler ve gecelere katılıp müzik icra ederler. Her takım kendi ustasının veya kurucusunun adı ile söylenir. Mesela; Mukim Tahir'in, Kel Hamza'nın, Tenekeci Mahmut’un, Kazancı Bedih'in, Aziz Çekirge’nin, Fazlı Öztop’un, Mehmet Nacak’ın takımları gibi... Bir süre sonra, arkadaşları Mehmet Çelik, Ali Kanun, Hasan Diyar, Necim Şıh (Şıh Müslüm Görgün), Çırçır Mahe, Nacar Celal ve Mustafa Usta ile bir “takım” oluşturan Bedih Usta’nın sesi yankılanır Urfa semalarında...
Ağarmış saçların bir dağ başında kare dönmüştür
O dağın dâmendinde gözlerim enhâre dönmüştür
Toplumun birikiminden beslenen sanatçının, edindiği kültür ve birikim sonucu oluşturduğu eserler toplumu olumlu etkilemektedir. Zaten; “ait olduğu toplumun kültürü, zevki, ruh ahengi, düşünce ve hayat felsefesinden habersiz bir sanatçının veya aydının o insanlara vereceği bir şey yoktur” sözü de bu gerçeği çok güzel ifade etmektedir.
Urfa’da mahalli müzik kayıtları ve kahvehaneler
Büyük makara teyplerin Urfa’ya gelişinden sonra, arkadaşlarıyla birlikte yüzlerce mahalli banda ses kayıtları yapılır Bedih Usta’nın. Bu bantlarla “müzik kültürü mirasımız” bugünlere kadar taşınarak, kutsal bir görev ifa edilir adeta. 1960’lı yılların nezih mekânları olan Urfa kahvehanelerinde mahalli müzik kayıtlarının bantları zevkle dinlenirdi. 1970’li yıllarda, çocukluk ve okul dönemlerimizde kahvehanelere giremediğimiz için buralarda çalan bantlarda Bedih Usta’nın sesini, kapıda bekleyip heyecanla dinlerdik... Ama şimdi çocuklarımız, Usta’nın vcd’sini bilgisayarda dinliyorlar...
Karadan ağa dönüp dersi dilârâ okuruz
Mekteb-i aşka vardık şimdi elifbâ okuruz
....
Tenhâ gecelerde beni eyler müteselli
Baykuş sesini bülbül-i şeydâya değişmem
Urfa'da "Yasin'in Kahvehanesi" denildi mi, akla hemen mahalli müzik bantları gelirdi. Urfa'da kasnak bant çalınan teypler kimsede yok iken, GRUNDIG marka teyple 1965 yılında burada tanışmış meraklılar. Tabi öncelikle Yasin'in müzik merakı bu olguyu oluşturmuş. Müzik icra etmek kadar müzik dinlemeye de düşkün Urfalılar, yıllarca bu tarihi kahvehanede sahibi tarafından kaydedilen mahalli bantları dinleyerek bu ihtiyaçlarını giderirlerdi.
Öyle sermestem ki idrak etmezem dünya nedir
Men kimem saki olan kimdir mey ü sahba nedir
Urfalı sanatçıların da sıkça geldiği bu kahvehaneye komşu illerden bant dinlemek için gelip giden müşteriler de olurdu. Burada bantları çalınan mahalli sanatçılar, zamanla bu sayede tanınmış ve meşhur olmuşlardır. Günümüzde televizyonun ve kasetçalarların yaygınlaşması ile bu tarihi kahvehanede bantlardan müzik dinleme zevki de ortadan kalkmış, eski müşteriler de uğramaz olmuşlardır. Bantların çoğu Yasin'in çocukları tarafından arşive kaldırılmıştır.
Kazancı Bedih’in “Pir” ve “Ustalık” mertebesi
Şanlıurfa’da gazel okuyucularının makam ve edebiyat bilgisine sahip olmaları gerekmektedir. Divan edebiyatının gazel türü şiirleri, müzik meclislerinde çeşitli makamlarda, ustalık gerektiren bir biçimde okunmaktadır. Bu nedenle Urfa’da gazel ve hoyrat okumayı hakkıyla icra edemeyenlere sanatçı gözüyle bakılmaz.
Yıllar geçtikçe Kazancı Bedih sıra gecelerindeki kişiliği, güzel sesi ve icrasından dolayı, çıraklıktan kalfalığa; kalfalıktan, ustalığa giden bir yolda “Pir” ve “Bedih Usta” lakabıyla da anılmaya başlar... “Sıra geceleri bir konservatuardır. Hepimiz o okuldan mezun olduk ne güzel. Yüzlerce türküden, gazelden, mayadan, hoyrattan oluşan dağarcığımız oluştu...” diye özetler her şeyi.
Kazancı Bedih; Fuzûlî, Nâbî, Nezîhe, Nesîmî, Fehîm, Abdî, Lütfî gibi şairlere ait gazelleri okuyarak yeni kuşağın ilgisini Divan Edebiyatı’na çekmiştir. Seslendirdiği eserleriyle bizlere geleneksel müziğimizden esintiler sunan Pir’in mızrabında ve sesinde duygusal ve dokunaklı bir ifade İle kendine has tavır hakimdir. Urfa müzik hayatında, yörenin özelliklerini de yansıtan, “Kazancı Bedih Tavrı” olarak bir tavır oluşmuştur. Onun tavrını yaşatan oğlu, değerli arkadaşım Naci Yoluk da babası gibi ud çalmakta ve gazel tarzını başarıyla sürdürmektedir.
1990’dan sonra, kendisinden bir kuşak sonraki sanatçılardan bağlama üstadı Mehmet Nacak, Abdullah Uyanık, Kazım Çiriş, Abdülkadir Karakuş, Mehmet Öncel, Naci Yoluk, Tahir Gümüş, İmam Karakurt, Kadir Eğlence, Yasin Aslan ile birlikte oluşturdukları “takım”, Urfa gecelerinin ve nezih meclislerin sevilen, sayılan, vazgeçilmez topluluğu olur.
Urfa’da herkes tanırdı Kazancı Bedih Usta’yı. Türkiye’de tanınması ise televizyonlarda “mizansen sıra geceleri’nde gazel okudukça nasip oldu... Mahalli ve Ulusal televizyonlarda bir çok programa katıldı. Yüzlerce mahalli banttan sonra İstanbul’daki yapımcılar tarafından profesyonelce hazırlanan 15 kadar kaset ve cd’si yurt içi ve yurt dışında beğeni kazandı. Şanlıurfa’nın tanıtımına büyük katkıları oldu... 2003 yılında yapılan “Kazancı Bedih ve Oğlu” isimli kaset ve Vcd, Müzik geleneğinin babadan-oğula devamının güzel bir örneği olmuştur.
Mütevaziliği, içtenliği ve sorulara verdiği samimi cevaplarla, tam olarak izah edemese de, yerinin buralar olmadığını çok iyi biliyordu. 2003 Eylül ayında 76 yaşındayken, Bakırcılar Çarşısı’ndaki mesleğine dönme kararı vermesinin de bir anlamı vardı. Belki de Pir, Nezihe Yaşar’ın;
Gül ruhlarını gonca-i zibâya değişmem
Endâm-ı dilârânızı tubâyâ değişmem
Mısralarıyla bunu anlatmaya çalışıyordu. Bazı sanatçıların ekranlarda boy gösterip halk müziği diye saçmalamaları onda burukluk yaratmıştı. Son röportajında, yorulduğunu, kazancılık mesleğini özlediğini, gençlerin yetişmekte olduğunu vurgulayıp dinlenmek istediğini, şöhretin kendisi için önemli olmadığını belirtmişti... Çünkü O halkın gönlünde “Pir”di...
Pir, bir önceki kuşağın son temsilciliğini gururla ifa etmiştir. Bugün genç kuşaktan gazel okuyanlar, Kazancı Bedih’ten feyzalıp etkilenmişlerdir. Yeni kuşaktan ise Mehmet Özbek, Mercan Özkan, Halil Sezgin, Halil Altıngöz, Musa Kaldı, Bakır Karadağlı, Mehmet Güzelgöz ve Bekir Çiçek gazel tarzını başarıyla yaşatmaktadırlar.
Anadolu’da doğan, adını duymadığımız kimileri; türkülerini, ağıtlarını, gazellerini söyleyip “seslerini” bile bir kayıtla bırakamadan göçüp gittiler bu alemden...
Sesi bize yâdigâr kalan Kazancı Bedih’in 60 yıllık müzik hayatında sayısı bilinmeyen kayıtları yapıldı bantlara, cd’lere... Yaşarken çok değerli izler bıraktı arkasında.
Anadolu’nun zengin kültürünün yok edilmeye çalışıldığı yıllarda, Kazancı Bedih gönlü ve diliyle kutsal miras olarak taşıdığı ezgileri Türkiye’ye hediye edip göçtü sessizce...
20 Ocak 2004’te sanat dünyası acı bir haberle sarsıldı. Değerli bir sanatçının, yanına hayat yoldaşını da alarak çıktığı “kahırlı bir yitiklik öyküsü” kaldı geride... “Acaba yaşarken kıymetini bildik mi?” sorusunu sordurdu herkese... Doyumsuz eserlerini bizler de kutsal bir miras gibi geleceğe taşımalıyız... Ruhu şad olsun.
Türküler, gazeller, mayalar, uzun havalar bir kez daha öksüz kaldı sevgili dostlar. Çünkü gidenlerin yerini doldurmak öyle kolay değil. Sadece Şanlıurfa’nın değil bütün Türkiye’nin başı sağ olsun...
MUTFAK KÜLTÜRÜ
Urfalılar asırlardan bu yana damak zevkinin en güzel örneklerini veren zengin çeşitte yemeklerle beslenmesini bilmişlerdir. Yöre yemeklerinin l ezzetleri yanı nda besin değerleri de çok yüksektir. Yemek yapma becerisinin yanında yaptıkları yemekleri misafirleriyle paylaşmak geleneği bütün Anadolu insanına mahsus bir özelliktir. Ancak Urfalıların misafir sevme özelliğinin, hiç bir öğün misafirsiz yemeğe oturmayan Hz. İbrahim (A.S.)'dan geldiği söylenmektedir.
Resim Lahmacun
"Halil İbrahim Sofrası" herkesçe bilinen bir deyimdir. Urfalılar bugün de misafir ağırlamak ve onlara çeşitli yemekler ikram etmekten büyük zevk duymaktadırlar. Yemek kültürü oldukça zengin olan Şanl ı urfa'da Ayran Şorbası, Hamurlu, Pıt Pıt, Sarı Şorba, Çağala Aşı, Pakla Aşı, Hıttı Bastırması, Soğan Tavası, Su Kabağı, Bütün Balcan, Sarımsak Aşı, Kaburga, İsot Çömleği, Bamya Çömleği, Acır Annaziği, Tatlı Bamya, Erik Tavası, Lolaz Dürmüğü, Saca Basma, Döğmeç, Ekmek Aşı, Kenger Aşı, Semsek, Has (Marul) Dolması, Mimbar, Acır Bastırması, Soğan Tavası, Ağzı Açık, Ağzı Yumuk, Pendirli Ekmek, Elma Aşı, Masluka, Lebeni, Boranı, Kuzu Pilav, Meyhane Pilavı, Pilavı, Baklalı Bulgur Köftesi, Aya Köftesi, Köfteli Erik, Tiritli İçi, Duvaklı Pilav, Üzlemeli Firikli Pilav, Ciğerli Bulgur Pilavı, Mığrıbi Pilav, Basma Lıklıkı Köfte, Dolmalı Köfte, Köfte, Yuvalak, Kıyma, Yumurtalı Köfte, Mercimekli Köfte, Frenkli Köfte, Yağlı Köfte, Etli Kebabı, Kemeli Kebap, Tike Kebabı, Kazan Kebabı, Tepsi Kebabı, Kemeli Tas Kebabı, Balcanlı Kebap,Soğanlı Kebap, Müftehi Tas Kebabı, Frenkli (Domatesli) Kebap, Kemeli Cacık, Bostana, Zeytin Bostanası, Koruk Salatası, Pencer Cacığı, Peynirli Kadayıf, Katmer, Daş Ekmeği, Aşır Aşı, Palıza, Haside, Küncülü Akıt, Kuymak, Zingil, Zerde, Kadı Beyni, Peynirli Helva, Un Bulamacı, Palıza geleneksel yöresel yemekler arasında sayılabilir. Urfalılara iki şeyi zor beğendirisiniz biri müzik diğeri yemek ve tatlılardır.
ÇİĞ KÖFTE
Dövülmüş, macun haline getirilmiş yağsız et, kaynatılmış, kurutulmuş buğdaydan çekilerek elde edilen bulgur ve kurutulup dövülerek az miktarda yağ karışımı ile yapılan kuru İsottan (kırmızı biber) meydana getirilen; ayrıca içinde protein, karbonhidrat, mineral maddeler ve vitaminlerce zengin bir düzine kadar gıda maddesi (domates, salça, soğan, sarımsak, karabiber, tarçın, tuz, ve maydanoz) kullanılarak elle yoğrulan, yenilirken genellikle beraberinde ayran içilen otantik bir Şanlıurfa yemeğidir. Genellikle doyumluk değ il, tadımlık yapılır. Daha çok ikram yemeğidir.
Geçmişi Hz. İbrahim (A.S.) peygamber devrine kadar götürülür. Efsaneye göre, Nemrut, şehirdeki yakacakları toplayıp ateş yakmayı yasaklayınca halk ne yapacağını düşünür. Bir avcının vurduğu ceylan etinden, hanımı bugünkü çiğköftenin az karışımlı; et, bulgur ve isottan oluşan ilkel şeklini hazırlar. Kocası beğenir. Bir zaruretten doğan yemeğe 4000 yıl kadar önce böylece başlanır ve geliştirilerek bugünlere gelinir. Halen Şanl ı urfa dışındaki bazı illerimizde, hatta Avrupa ve Amerika'da da tanınmış olmakla beraber Şanlıurfa'da yapılana emsal bulmak zordur. Burada malzemesine ve yoğrulmasına çok özen gösterilir. Urfalı bir kadının kıvrak zekâsı ile bulduğu çiğköfte bugün adeta Urfa ile özdeşleşmiştir.
Resim Çiğ Köfte
İSOT. (ŞANLIURFAYA ÖZGÜ PUL BİBER)
Yeşil ve kırmızıbiberin genel adıdır. Kuru İsot, kırmızıbiberin kurutulup dövüldükten sonra içersine azar azar zeytinyağı katılarak küçük pullar halinde elde edilen bir mamulüdür. Başta çiğköfte olmak üzere yöresel yemeklerin çoğunda kullanılır. Vitaminlerce zengin, iştah açıcı bir biber mahsulüdür. “ŞPB” rumuzu ile patenti alınmış bulunan " Şanlıurfa Pul Biberi " Yurt içinde kullanılmakta, Avrupa ve Amerika'ya ihraç edilmektedir. Biber de bulunan Capcaisin maddesi tıbbın birçok alanında analjezik olarak kullanıldığından Urfa biberi sağlıklı beslenme açısından da önem arz etmektedir.
Resim İsot
EKLER Ek-1 Çiğköfte Hazırlanışı:
Çiğ köfte, bulgur, kıyılmış et ya da yağda kızarmış yumurta, salça, soğan, maydanoz ve baharatların yoğrulup karıştırılmasına dayanan ve sıkılarak genellikle marul yaprağı ile servis edilen, en çok Urfa Ev Ekmeği ile yenilen Urfa yöresine ait bir yiyecektir. Urfa'nın dışında Adıyaman, Gaziantep, Diyarbakır, Mardin, Adana gibi illerimizde de yöresel farklılıklar gösteren çiğ köfteler yapılır. Çiğ köfte muhteviyatındaki bulgurun şişme özelliğinden dolayı bekletilmeden, tazeyken yenmesi gereken bir besindir. Has çiğ köftede çiğ et vardır ama sağlık bakanlığı artık bunu yasaklamıştır.
Çiğ köftenin ilk kez İbrahim peygamberin annesi tarafından, kıtlık döneminde bulgur ve ceylan etini taşla döverek yaptığına inanılır.
Çok çeşitli çiğ köfte tarifleri olmakla birlikte ölçüler genelde 1 ölçek ince köftelik bulgura 1 ölçek özel hazırlanmış yağsız-sinirsiz et şeklindedir.
Resim Çiğ köfte hazırlanışı
Malzemeler - 8 kişilik çiğ köfte için malzemeler
-
4 su bardağı köftelik bulgur
-
500 gram dövülmüş (veya mikserde çekilmiş) yağsız kara et
-
6 yemek kaşığı kuru isot (biber)
-
1 tatlı kaşığı tuz biraz karabiber
-
8-10 adet yeşil soğan
-
1 kuru soğan
-
1 diş sarımsak
-
Yarım limonun suyu
-
1 demet maydanoz
-
1 tatlı kaşığı salça
Yoğrulması
“Yeşil soğan ve maydanoz yıkanıp, incecik doğranarak daha sonra karıştırılmak üzere bekletilir. Daha sonra özel olarak yaptırılmış köfte leğenine, tuz, kuru isot (biber) tarçın, karabiber, salça, et, doğranmış kuru soğan ve sarımsak alınarak yoğrulmaya başlanır. İyice karışıca çiğ köftelik bulgur yavaş yavaş alınarak yoğrulmaya devam edilir. Leğendeki malzemeler, çok az suyla3 yavaş yavaş ama kuvvetlice bastırılarak, bulgur yumuşayıncaya kadar yoğrulur. Kıvamına gelinceye kadar yoğrulan çiğ köfteye daha önce doğranarak hazırlanmış maydanoz ve soğan karışımı eklenir, hafifçe ezilerek toparlanır. Avuç içi halinde sıkım yapılarak tabaklara konulur. Tabağın etrafı marul, salatalık, nane semizotu ve turpla bezenerek servis yapılır.”
Ek-2 En Meşhur Urfa Türküleri
Urfa'nın Etrafı Dumanlı Dağlar
Urfa’nın etrafı dumanlı dağlar
Ciğerim yanıyor aney gözlerim ağlar
Benim zalim derdim cihanı yakar
Gezme ceylan bu dağlarda seni avlarlar
Anandan babandan yardan ayrı koyarlar
Urfa dağlarında gezer bir ceylan
Yavrusunu kayıbetmiş ağlıyor yaman
Yarimin derdine bulmadım derman
Gezme ceylan bu dağlarda seni avlarlar
Anandan babandan yardan ayrı koyarlar
Ceylan senin gibi yüreğim yara
Cihanda derdime aney bulmadım çare
Bir yavru kaybettim gözleri kara
Gezme ceylan bu dağlarda seni avlarlar
Anandan babandan yardan ayrı koyarlar
Urfalıyam Ezelden (1)
Urfalıyam azaldan
Goynüm geçmez güzelden
Göynümün gözü çıksın
Sevmeseydin ezelden
(Bağlantı)
Ağam çiğköfte oldu
Paşam ayranlar doldu
Vur sazının teline loy
Bilmem siye ne oldu
Urfa Urfa överler
Güzelleri severler
Bizde adet böyledir
Hem çalar hem söylerler
Urfalıyam ezelden (2)
Göynüm geçmez gözelden
Göynümün gözü çıksın
Sevmeseydim ezelden
Anam olasan Ömer
Babam olasan Ömer
Bensiz kalasan Ömer
Yetim olasan Ömer
Urfa bir yana düşer
Zülüf gerdana düşer
Bu nasıl baş bağlamak
Her gün bir yana düşer
Anam olasan Ömer
Babam olasan Ömer
Bensiz kalasan Ömer
Yetim olasan Ömer
Urfa dört dağ içinde
Gülü bardağ içinde
Urfayı hak saklasın
Bir yarım var içinde
Anam olasan Ömer
Babam olasan Ömer
Bensiz kalasan Ömer
Yetim olasan Ömer
Dağlardan akan seller
Dökülür sırma teller
Yüreğin daştan mıdır
Bana acıyor eller
Anam olasan Ömer
Babam olasan Ömer
Bensiz kalasan Ömer
Yetim olasan Ömer
RESİMLER DİZİNİ
TABLOLAR DİZİNİ
KELİME DİZİNİ
A
ABACILIK, 29
Abgar Ukomo, 3
Adıyaman, 1, 7, 40
AĞAÇ OYMACILIĞI, 29
Akçakale, 1, 18, 23
Akkoyunlular, 2
Arami, 2
Aran, 15
Assur, 9, 11, 15
Asur, 2, 23, 25
Atatürk Barajı, 7, 16, 48
Aynzeliha, 4, 6
Aziz Petrus, 13
B
Babil, 2, 9, 11
BAKIRCILIK, 29
Balcanlı, 38
balık, 4
Balıklıgöl, 2, 6, 9, 34
Birecik, 1, 23, 24, 25, 27
Birecik Barajı, 24, 25
Bizans, 2, 3, 13, 23
Bozova, 1, 10, 19, 23, 24
Büyük lskender, 3
C
Cabir b. Abdullah, 14
Cabir el-Ensar, 14
Ceylanpınar, 1, 4, 7, 23, 24, 28
Cilalı Taş Devri, 10
Ç
ÇİĞ KÖFTE, 38
D
Diyarbakır, 1, 2, 16, 26, 28, 40
Döğmeç, 38
Dulkadir beyliği, 2
E
Ebul Faraç, 2
Ekmek Aşı, 38
Elyasa, 4, 10
Eyüp, 2
Eyyubi, 2
G
Gaziantep, 1, 23, 24, 40
H
Haçlı Kontluğu, 2, 3
Halep, 2, 13, 26, 27
Halfeti, 1, 23, 25
Halil-ür Rahman, 4, 6
Harran, 1, 2, 5, 7, 9, 10, 11, 14, 15, 16, 18, 23, 24, 25, 29
Has, 38, 40
Hilvan, 1, 7, 10, 23, 25
Hitit, 2, 11, 23
Hurri-Mitanni, 2
Hz. Eyyub, 10
Hz. Fatıma, 14
Hz. lsa, 3
Hz. Musa, 5
Hz. Ömer, 14, 15
İ
İbrahim, 2, 3, 4, 5, 6, 10, 15, 27, 29, 31, 38, 40
İdris, 2
İmam Bakır, 14, 15
İmam Muhammed Bakır, 14
İncil, 2
İsot, 38, 39
İSOT, 39
K
karabiber, 38, 40, 41
Kazancı Bedih, 33, 34, 36, 37
Kebap, 38
KEÇECİLİK, 30
Kemeli Cacık, 38
Kenger Aşı, 38
köftelik bulgur, 40, 41
KURALLAR, ii
Kur'an, 2
KÜRKÇÜLÜK, 31
L
Lolaz, 38
Lut, 5, 10
M
Makedonya, 2, 3
Mardin, 1, 7, 16, 40
Memluk, 2, 25
Mezopotamya, 11, 15, 27
Mimbar, 38
Musul, 6
MÜZİK KÜLTÜRÜ, 32
N
Nemrut, 3, 6, 10, 38
neolitik çağ, 2
Neolitik Dönem, 2
Nuh, 2, 4, 15
P
Paleolotik, 2
Pers, 2, 23
Peynirli Kadayıf, 38
Pıt Pıt, 38
R
Roma, 2, 27
S
Saca Basma, 38
Safeviler, 2
SARAÇLIK, 31
Sarı Şorba, 38
Selçuklu, 2, 3
Semsek, 38
SERUĞ, 27
Sıra Geceleri, 32
Siverek, 1, 7, 23, 25, 26
Soğan Tavası, 38
Suriye, 1, 23, 25, 26, 27
Suruç, 1, 12, 23, 26, 27, 28
Sümer, 2
Süryâni, 13
Ş
Şanlıurfa, 1, 2, 6, 7, 9, 10, 11, 12, 13, 15, 16, 17, 18, 19, 22, 23, 24, 25, 26, 27, 28, 29, 30, 31, 32, 33, 34, 36, 37, 38, 39, 48
Şuayb, 4, 10
T
TARAKÇILIK, 31
Tatlı Bamya, 38
TBMM, 1
Tevrat, 2, 15
Timur, 2, 27
Tonah, 2
U
Urfa, 1, 2, 3, 4, 5, 6, 10, 13, 14, 15, 16, 24, 26, 27, 29, 31, 32, 33, 34, 35, 36, 39, 40, 42, 43
Urfalı milisler, 1
V
Viranşehir, 1, 4, 13, 16, 23, 28
Y
Yakup, 5
Yazı stilleri, i
Z
Zeliha, 6
TEŞEKKÜR
Bu raporu hazırlarken aldığım destekten dolayı google, özgür ansiklopedi Vikipedi ye ve kaynaklarda adı geçen web sitelerine teşekkürleri bir borç biliyorum.
KAYNAKLAR
-
Şanlıurfa, http://tr.wikipedia.org/wiki/%C5%9Eanl%C4%B1urfa
-
Şanlıurfa, http://tr.wikipedia.org/wiki/%C5%9Eanl%C4%B1urfa_(il)
-
S. Sabri KÜRKÇÜOĞLU, Şanlıurfa’da Müzik Kültürü, http://www.turkuler.com/yazi/sanliurfa.asp
-
Şanlıurfa’da Yemek Kültürü, http://www.urfakultur.gov.tr/
-
T.C. Şanlıurfa Valiliği, http://www.sanliurfa.gov.tr/
-
Atatürk Barajı, http://tr.wikipedia.org/wiki/Atat%C3%BCrk_Baraj_G%C3%B6l%C3%BC
-
Türkü Sözleri, http://www.turkudostlari.net
BARTIN ÜNİVERSİTESİ - MESLEK YÜKSEKOKULU
Dostları ilə paylaş: |