Ekler:
Ek 1:
26-27 şubat 1992: «Hocalı Katliamı» Yalanının Anatomisi !
Sarkis Hatspanian
”Ne kadar yalansız yaşarsak o kadar iyi !” Can Yücel
1918’den beri Azerilerle Ermeniler arasında varolan anlaşmazlığı silahlı mukavemete vardıran ilk adım, 12 şubat.1988’de Dağlık Karabağ Özerk Bölgesi Sovyet Parlamentosu’nun, Sovyet Sosyalist Ermenistan Cumhuriyeti Parlamentosu’na yaptığı «BİRLEŞME» isteğinin birkaç gün sonra dönemin politik merkezi Sovyet Prezidyumu’na Moskova’da yapılan resmi başvuruyla atıldı denilebilir.
1923’ten beri Sovyet Sosyalist Azerbaycan Cumhuriyeti’ne bağlı, fakat o yıllarda toplumunun % 95’i, 1989 nüfus sayımındaysa % 75’ine yakını etnik Ermeni olan Dağlık Karabağ Özerk Bölgesi politik yönetimi, bu başvuruyla «ulusların kendi kaderini özgürce kendileri tayin etme hakkından» yararlanarak, artık Azerbaycan’a bağlı olarak yaşamak istemediğini resmen belirtmiş oluyordu. SSCB’nin çöküşünü hızlandıran en güçlü hak ve halk hareketinin yaratılmasıyla tarihe imzasını atan Karabağ Ermeniliği, bu sancılı ulusal soruna Sovyet anayasasına harfi harfine uyan hukuki-politik bir çözüm aramaktayken, 20.şubat.1988 günü başkent Stepanakert’te yapılan ve neredeyse halkının tüm katmanlarının görülmemiş katılımıyla gerçekleştirilen yığınsal mitinge cevap olarak Azerbaycan’ın ırkçı-faşistleri 27.şubat.1988 günü Hazar denizi kıyısındaki endüstriyel Sumgait şehrinde yaşayan Ermenileri hedef alan kanlı saldırılarda bulunarak, Sovyet yönetiminin suçlu sessizliğinden yararlanarak üç gün süren bir pogromla cevap vermeyi yeğlemişlerdi. Hak arama amaçlı pasiv bir mitingine cevaben vuku bulan Sumgait katliamında onlarca Ermeni insanı vahşice öldürüldü, 600’e yakın insan ağır yaralandı, yüzlerce kadın tecavüze uğradı.
Sumgait katliamının akabinde, Sovyet Azerbaycanı’nın değişik şehirlerinde yaşayan Ermenilere karşı aynı türde kanlı saldırılarda bulunulması sonrası (bunlardan en önemlileri başkent Bakü ve ikinci büyük şehir Kirovabat’da yapılanlardır), 1989 ve 1990 yıllarında yaklaşık yarım milyon Ermeni, mal ve can güvenliği bulunmadığından Ermenistan’a göç etmek zorunda bırakılmıştı. Ancak Dağlık Karabağ Özerk Bölgesi’nde yaşayan Ermeniler binyıllardır üzerinde yaşadıkları atatopraklarından uzaklaşmayı kabul etmediklerinden, Bakü tarafından düzenlenen ve giderek daha da vahşi boyutlara vardırılan baltalı-bıçaklı barbarca saldırılarına karşı halkın mal ve can güvenliğini, yani insanca yaşam hakkını savunma amacıyla artık bir direniş hareketinin örgütlenmesi ihtiyacını karşılama çabasına girişmişti.
1990 ilkbaharında temelli olarak yerleştiğim Sovyet Ermenistanı’nda komşu Sovyet Azerbaycanı’nda yaşam güvenliği bulunmadığından zorla yerinden-yurdundan edilmiş yüzbinlerce Ermeni göçmenin acısıyla yüz yüze gelip, sülalemin Der-Zor artığı yaşlılarının 1915 ile ilgili anlattıklarını kendi gözlerimle görme bahtsızlığını da yaşamıştım. 1988 aralığında yaşanan deprem felaketinin ardından, şimdi de hemen hergün Dağlık Karabağ’ın şu veya bu Ermeni köyünde, 24 saat sürekli baskı ve korku altında yaşamaktansa, insanca özgür bir yaşamı yeğlemek dışında başka da hiç bir suçu olmayan 150 binden fazla masum insana karşı yapılan taşlı, baltalı, kılıçlı saldırılarda kaydedilen kayıplara maruz kalmayı sineye çekerek, ortaçağ barbarlığını aratmayan facianın neredeyse günlük bir yaşam tarzına dönüşmesine DUR demek için hem Ermenistan, hem de Karabağ’daki Ermeniliğin «1915:Bir daha asla» ortak hafızasının yeniden canlanması ve ulusal bir uyanışın şafağını hatırlatan o günlerde, biri birinin ardından, kendiliğinden organize edilen, gönüllü paramiliter direniş grupları oluşmaya başlamıştı. Komutanlığını Radyo-Fizik dalında pek namlı bir bilim adamı olan ve dedeleri Kars göçmeni değerli insan Leonide Azgaldian’ın üstlendiği, «Kurtuluş Ordusu» adlı, yaklaşık yüz kişiden oluşan bir grubun gönüllü askerlerinden biri de ben oldum.
1988 kışından başlamak üzere, 1992 kışına kadar geçen tam dört yıllık dönemde neredeyse tek taraflı Azeri saldırılarına maruz kalan Karabağ Ermenileri, sivil toplumun yaşam hakkını savunma amacıyla kurulan bu gönüllü grupların varlığı ve desteğiyle yalnız olmadığını görüp, kardeşçe dayanışmadan moral destek ve güç alarak kendi savunmasını da örgütlemeye başlamıştı. Benim de içinde bulunduğum grup Karabağ’ın en kuzeyinde adını tarihte önemli bir figür olan ve «Kafkasların Lenin’i» olarak tanınan Stepan Şahumyan’dan alan (Dağlık Karabağ’ın başkenti 60 bin nüfuslu Stepanakert de bu yiğit komünistin adını taşımaktadır) ŞAHUMYAN bölgesinde bulunmaktaydı. Orada sadece altı ay gibi kısa bir zamanda Azat, Kamo, Getaşen, Mardunaşen adlı köy ve kentleri Ermeni köylerini kuşatma altına alıp, Ermeni olmak dışında başkaca bir suçu olmayan binlerce insanın silahlı saldırılara nasıl yiğitçe direnmekte olduğunu gördüğüm halde, bölgedeki Sovyet askeri birliklerinin yandaşlığından yararlanarak, tankı-topu olan karşı güçlere karşı ne kadar çaresiz ve umutsuz bir kavga verdiğinin de şahidi oldum. Adını verdiğim bu köyler gibi daha onlarca Ermeni köyü çok kısa bir zaman zarfında binyıllık sahiplerinden boşaltılarak, yaklaşık 40 bin insanın Şahumyan bölgesinden zoraki göçe maruz bırakılma, -kelimelerle anlatılması çok zor- acısını da onların çok uzaklardan gelen bir soydaşı, aslında kader ortağı olarak günbegün yaşadım.
Dağlık Karabağ denilen bölgenin bir ada misali, dört tarafı dıştan zaten Azerilerle çevrili olması yetmiyormuş gibi, içerisi de başta başkenti Stepanakert olmak üzere tüm diğer şehirleri ve önemli kavşak durumunda, stratejik değerdeki hemen tüm yollar mutlaka Azeri nüfusa sahip yerleşim bölgelerinden oluşuyordu. Hocalı denilen yer de Karabağ’ın küçük ama tek havaalanına yapışık küçücük bir köyken 1988-1992 arasındaki kısacık bir zaman zarfında, (buna Azerilerle hiç bir ilgisi olmayan ve orta Asya cumhuriyetlerinden “cennetlik iyi yaşam şartları” sözleriyle kandırılarak temelli göç davetine tabi tutulup kandırılan Meskhetler de dahil olmak üzere) Kuzey Kıbrıs misali, dışarıdan binlerce insanın getirilip yerleştirildiği bir kasabaya dönüştürülen ve Bakü tarafından ileride Karabağ’ın yeni başkenti yapılması arzulanan yerdi. Hocalı, aynı zamanda sadece Ermenilerin yaşadığı başkent Stepanakert’i Şuşi ile beraber iki taraftan abluka altına alarak yerle bir etmeyi öngören haince bir planın aylardan beri gerçekleştirilmesinin merkezi iniydi de !…
Ben 1991-1992 arası iki kez Hocalı’dan arabayla geçmiş biri olarak etraf-tarafta başka da hiçbir yerde görmemiş olduğum çaplarda gerçekleştirilen inanılmaz bir inşaat çalışmasının da şahidi olmuştum, çevre köylerdeki Ermeniler “orada gece-gündüz hiç durmadan çalışıp yeni binalar yapıldığını” anlatırken kendileri için hazırlandığı besbelli bu mezar kazıcılarının giderek çoğalmasından haklı olarak dehşete kapılıyorlardı. Niyet, sözüm meclisten dışarı, «aptala bile malum olan» cinstendi, HOCALI çok yoğun bir Ermeni nüfusun yaşadığı Stepanakert’in celladı olmaya hazırlanıyordu ve bu durum zaten 1991 sonbaharından 1992 kışına dek başkent Stepanakert’in her gün Şuşi ve Hocalı’dan bombardıman altına alınarak tüm halkın korku içerisinde bodrum katlarına sığınarak yaşamaya zorlandığı yıllara mukabil ettiğinden reddedilmez bir gerçek olarak gün gibi ortada duruyordu.
Karabağ Ermenilerinin başlattığı özgürlük hareketinin başarıya ulaşması için Hocalı ve Şuşi’de yığılan askeri cephane ve savaş gücü mutlaka bertaraf edilmeliydi ve ben bu amaca sadece üç aylık bir hazırlık sonrası dört ay gibi kısa bir zaman içerisinde ulaşılmasının iahitlerinden oldum. 1992 yılının, 26 şubatını 27’sine bağlayan gece Hocalı, 8 mayısı 9’una bağlayan sabahı da Şuşi, Ermeni gönüllü birliklerince kurtarıldı. Bu anlatımımı, o zaman zarfında Dağlık Karabağ Özerk Bölgesinde yaşanan durumun Polaroid bir fotoğrafı olarak resmetmenizi öneririm.
Ancak, durumun çok daha iyi anlaşılması için o zaman Azerbaycan’da birkaç yıldan beri gövde gösterisinde bulunan, ırkçı-faşist Halk Cephesi örgütünün kafatasçı başı Ebülfez Aliev (Elçibey) adlı bir Adolf Hitler benzerinin “T.C.” destekli bir darbe girişiminin hazırlıklarını bitirmekte olduğunu da görmek zorundayız. 1988 kışından beri Azerbaycan’ın yığınsal Ermeni nüfusa sahip değişik şehir ve köylerinde her tür saldırı ve katliamı gerçekleştirerek, lafta bile olsa “70 yıl boyunca sosyalist geçinen” bir yönetim zamanında sadece “dostlar alışverişte görsün” diye büfe vitrininde bulundurulan kullanılmaz eşya misali varolan içeriği boşaltılmış «YAŞASIN HALKLARIN KARDEŞLİĞİ» türü ajitasyon ve propagandasından bile payını alamamış, karanlık ortaçağ cahillerinin seviyesinde kalakalmış, ırkçı-faşist ideolojinin arkasına takılmaya hazır bir toplum içerisinde, “yağmur sonrası bitiveren mantar gibi” etraf-tarafta bitmeyi başaranların aslında kimler olduğunun iyice anlaşılması gerekiyor.
Ankara tarafından beslenen bu insanlık düşmanı faşist ideoloji yandaşlarının, Bakü’deki komünist etiketli politik yönetimi devirmeleri için gerekli her türlü sinsi planın bir değil muhtemel birkaç varyasyonlarından biri çerçevesinde gerçekleştirilmesi amacıyla varedilmek istenen yalanların en kuyruklusu «Hocalı katliamı» denen olayda üstlendiği başrolün bilinip-bellenmesi ve iyice anlaşılması çok ama çok önemlidir. Siyasal erki elde etmeye hazırlanan bu ırkçı-faşist örgütlenmenin toplum gözünde meşruluk ve güven kazanması için anlı-şanlı Goebels faşistinin «Yalan söyle, bir daha söyle, daha da inanılmazını söyle ve yay, yayabildiğin kadar yay, yalanının izi mutlaka kalır» diye bildiğimiz ve dünyayı ne tür bir felakete sürüklediği hepimizce malüm denenmiş bu yönteminin “OLMAZSA OLMAZI” olmaya aday bir vukuatın olması, gerçekleşmesi gerekiyordu. Bu olay için hemen her şartın oluşturulduğu en uygun yerin, yani çekilmesi gereken film için planlanan sahneler için en ideal mekanın Hocalı olması aslında hiç de tesadüfi falan değil, iyice düşünülerek seçilmişti. Hocalı’nın geçmişinde onyıllığına bile olsa üzerinde yaşayan yerli bir halkı olmadığı gibi, şimdiki “sakinlerinin” sadece son birbuçuk-iki sene zarfında Orta Asya cumhuriyetlerinden getirilip oraya yerleştirilen Meskhet toplumundan oluşuyor olması, gerçekleştirilmesine hazırlanılan plan için aslında “bulunmaz Hint kumaşıydı” !
1991 ağustos sonu, kaşarlı faşist Ebulfez ALİEV (Elçibey)’in doğum yeri olan Nakhiçevan’ın Ordubat kentinden getirilme, kendisine en sadık ALİEVLER aşiretinin, “T.C.” ordusu subaylarınca üç aylık özel komando eğitimlerinden geçirilerek “alıştırılma Bozkurtlarından” 500’ün üzerinde fanatik iki grubunun, Hocalı ve Şuşi’ye yerleştirilmesiyle başlatılan “İKTİDARA DOĞRU İLK ADIM” operasyonu, kasım ayından şubat sonuna kadar Karabağ’ın başkentini tam dört ay boyunca bombardıman ateşine tutmasıyla, yaklaşık 60 bin Ermeni insanını sürekli abluka altında yaşamaya mecbur etmişti. Başkent halkının herhangi bir yere kıpırdayabilme olanağı yoktu, elektrik, su, en temel gıda maddeleri, tuz, şeker ve en önemlisi ilaç sıkıntısının had safhaya ulaşmış olduğu halde, total abluka altında yaşam savaşı veren bu insanlara yavaş soykırım tatbik edilirken, «SU BAŞINI DEVLER TUTMUŞ» olduğundan, kuzey ve güneye giden tüm yollar Hocalı ve Şuşi’den geçmek anlamına geldiğinden kullanılamaz hale getirilmişti. Baharda yapılması planlanan büyük taarruz planlarını Ulusal Cephe’nin Bozkurtları adına bizzat yönetmek için Azerbaycan’ın üçüncü büyük şehri olan Karabağ’a yapışık Hocalı’dan sadece on kilometre uzaklıkta bulunan Ağdam şehrine üs kuran Ebulfez Aliev Elçibey, “T.C.”-nin hafif eliyle, oraya olağanüstü çaplarda askeri teçhizat ve cephane yığılmasını da örgütleyebilmişti. Eğer herşey planlandığı gibi gerçekleştirilecek olsa «bir taşla iki kuş vurulacak», Karabağ Ermenileri kan ve ateş içerisinde yok edilirken, Bakü’de iktidar «tereyağından kıl çekercesine» bir kolaylıkla, ırkçı-faşistlerin eline geçecekti. Elçibey, iktidara giden yolun Hocalı-Ağdam’dan geçtiğiyle ilgili rüyasını gerçekleştirmek için tüm hazırlıklarını tamamlamış olduğundan, 20 şubattan itibaren Stepanakert’e yapılan Alazan tipi uzun menzilli roket saldırıları, 24 saatlik yoğunlukla hiç durmaksızın sürdürülmekteydi. Eğer panturancı Elçibey’in kafatasçı planları, yani korkunç rüyası gerçekleşebilseydi, ardından her fırsatta bas-bas bağırılan «Bir millet, iki devlet» yerine “T.C.” ile tek vücut, yani «Bir millet, bir devlet» olduklarını beyan etmesi gelecekti !
Sovyetler Birliği’ne saldıran Alman faşistlerinin 1941 eylülünde başlatılarak 1944’ün ocak ayı sonuna kadar abluka altında tuttuğu Leningrad şehri halkının yiğit direnişini daha okul sıralarından bilen Stepanakert şehri ve civarındaki 20’den fazla köyde yaşayan Ermenilerin, 4 aydan fazla bir zaman akılalmaz zorluklara göğüs gererek dayanmaya çalıştıkları gayr-ı insani bu faşist karakterli ablukayı kırıp, planlanan vahşetten kurtulabilmeleri için yapılacak tek şey, maruz kaldıkları saldırı ateşlerinin ocaklarını söndürmek, her ne pahasına olursa olsun tehlikeyi bertaraf etmekti.
Hocalı’da, çoğunluğu Orta Asya’dan getirilme Meskhet göçmenler olmak üzere yaklaşık olarak 2 bin civarında sivil insan ve 600’ün üstünde muhalif Ebulfez Elçibey’in emrindeki Azeri faşistleri bulunmaktaydı. Ermenilerin hazırlandığı kurtuluş operasyonuna katılacak tüm gönüllü birliklerindeki insan sayısı 500’ü bile bulmazken, ellerindeki otomatik tüfeklerle, gerekenin de çok altında kurşun ve cephane yetersizliği sıkıntısından duydukları başka da tasaları yoktu. 24 şubat gecesi bir kolu Stepanakert, diğer kolu Baluca yakınlarından Hocalı’ya giden iki yol üzerindeki kontrolü ellerine geçiren Ermeni gönüllü grupları, aynı zamanda kuzeyden Askeran’dan Ağdam’a giden yolun Azeriler tarafından kullanılmasını da engellemeyi başarmışlardı. Ermenilerin bu kadar az insanla bir karşı atağa geçip, Hocalı’yı neredeyse ablukaya alan bir kuşatmayı becermelerinden paniğe kapılan halk, aylardan beri kendilerinin Stepanakert ve civarı Ermeniliğine uyguladığı kuşatmanın bir benzerine uğramaktan korktukları için köyden uzaklaşmak ve bir an evvel Ağdam’a ulaşmak için alelacele kamyon ve otobüslere doluşmaya başlamıştı bile !…
Sivil halkın korkup paniğe kapılarak Hocalı’yı terketmek istemesinden rahatsız olan Elçibey’in Halk Cephesi’ne ait askeri mangaları, köyden dışarı çıkan dört yol ağzına barikatlarla kurmuş, Ermenilere karşı “kutsal cihada” katılmaktan korkanları alenen kendilerinin infaz edip öldürecekleri tehdidinde bulunup, korkutmaya çalışmışlardı. 25 şubat günü, Ermeni güçleri radyo telsizlerle sürekli olarak Hocalı’da kent sorumlusu yöneticiler ve silahlı grup şefleriyle görüşüyor ve “Sivil halkın sorunsuz olarak şehri terkederek Ağdam’a gitmeleri gerektiği ve bunun için insani bir koridorun açık olduğunu” bildirdikleri halde, karşılığında hakaret ve küfürler duyuyorlardı. Bir taraftan Ermeni güçlerinin ardı arkası kesilmeyen üstelemesiyle, tüm gün boyunca süren görüşmelerde masum insanların kirli savaş nedeniyle mağdur olmasını engelleme yönlü hümanist çabalardaki ısrarı, diğer taraftan aynı zamanda Azerbaycan Parlamentosunda milletvekili de olan Hocalı belediye başkanı Elman Mamedov’un sağduyulu davranma kararlılığı sayesinde, beklenen sonuca ulaşılmıştı. Himayesi altında bulunan sivil halkın can güvenliğiyle ilgili kaygıları sonucu, Bakü’deki merkezi yönetimle ilişkiye girmesinin akabinde, Stepanakert’in önerdiği insani koridordan yararlanılarak sivil halkın kenti terketmeye hazırlanmasında mutabık kalınmıştı. Bakü’deki yönetimin Ermenilerin insani teklifini büyük bir sağduyu ile olumlu ve hümanist bir adım olarak değerlendirerek, Hocalı sakinlerinin kenti terketmesine karar kılınmasına kudurduğu için, sinsi planlarının suya düştüğünü hisseden merkezi yönetim düşmanı muhalif Halk Cephesi’nin ırkçı-faşist militanlarınca silahlandırılan gözü dönmüş fanatikler, gruplar halinde Hocalı sakinlerini encide eden, kışkırtma ve provokasyonlara başvuruyorlardı. Bu esnada Ağdam’da bulunan askeri komutanlıkta görevli bazı üst subayların emirlerine de karşı gelip, itaatsizlik gösteren bu kesimle, halktan insanlar arasında ciddi sorunlar yaşanmış ve halka gözdağı verme kararlısı bu fanatikler zavallı köylülerden kendilerine karşı koymaya cesaret eden birkaç insanı, herkesin gözü önünde kurşunlayarak delik-deşik edip, güç gösterisinde bulunmuşlardı.
Tüm bu olumsuzluklara rağmen, 26 şubat günü onlarca kamyon, otobüs, minibüs ve otomobillerle çoğunluğu yaşlı, kadın ve çocuklardan oluşan birkaç yüz insanın bulunduğu konvoy, Hocalı’dan kuzeyde Ermenilerin Askeran kentinden geçen otoyolunu rahatça kullanarak, yani Ermenilerce bırakılan insani koridordan yararlanarak, Azerilerin ikamet ettiği Ağdam’a ulaşmıştı. Bir gece öncesindeyse, ellerinde beyaz bayraklar taşıyan küçük gruplar halinde yaklaşık kırk kadar Meskhet ve Azeri, Baluca keni tarafındaki tepelerde siperlenmiş Ermeni savunma güçlerine gönüllü olarak teslim olmayı tercih etmiş, Şuşi veya Ağdam’a nakledilmek istediklerini bildirmişlerdi (Stepanakert’e ulaştığım 28.şubat.1992 günü, bu «gönüllü esirlerden» altısıyla şahsen tanışma ve görüşme imkanına sahip olmuş ve 3 mart günü onların da içinde bulunduğu 34 kişilik bir grup insanın Ağdam’a yollanmasının şahidi de olmuştum).
26 şubat sabahı şafak vakti, Hocalı’daki fanatik silahlı grupların Ağdam’a doğru kuşatmayı yarma amacıyla beklenmedik bir saldırıya geçmesine karşılık veren Ermeni özsavunma güçleri ağır kayıplar verdikleri halde, yardıma gelen diğer gönüllü birimlerin de yardımıyla kentin kuzey mahallelerinden birini ele geçirebilmişlerdi. Beklenmedik bu haber her iki tarafı da şaşkınlık içerisinde bıraksa bile, Azerilerden sayıca çok az olan Ermeni gönüllüler için bu başarı büyük bir moral kaynağı olmuştu. Stepanakert’teki askeri özsavunma komitesi, Bakü ve Ağdam’daki devlet yöneticileriyle yeniden ilişkiye girerek, «sivil halkın insani koridordan yararlanarak kenti acilen terketmesi koşulunun hemen yerine getirilmemesi halinde, askeri operasyon gerçekleştirileceğini ve masum halktan olası can kaybı için Azerbaycan tarafının sorumlu olacağını» bildirmiş, hatta Hocalı’nın boşaltılması için «köye yapışık havaalanından yararlanılması, halkın helikopter ve uçaklarla taşınması» önerisinde bile bulunmuştu. Tam dört yıldan beri Azerbaycan ve Karabağ Ermenilerine karşı tek taraflı barbarca saldırılarda bulunmuş Azerbaycan iktidarına yapılan bu uyarıdan sadece dakikalar sonra, Stepanakert şehri güneyden Şuşi, kuzeyden Hocalı olmak üzere aralıksız dört saat süren uzun menzilli roketli saldırı ve top atışına tutulmuştu. Stepanakert’te askeri operasyonları koordine eden merkezi ÖZSAVUNMA KOMİTESİ, üç saat boyunca radyo yayını ve telsizlerle Hocalı’ya taarruzun başlayacağı haberinin olası tüm adreslere bildirilmesinin hemen ardından da saldırıya geçme emrini alan hal-i hazır bekleyen Ermeni gönüllü birlikleri Hocalı’nın kurtuluşu için üç yönden eyleme geçmişlerdi. Kentin en doğusundaki dördüncü yön istikametinde bekleyen birliklerin orada sadece sivil halk için bırakılan insani koridorun denetim altında tutulmasını sağlamak görevi olduğundan, bu operasyona katılması özel bir emirle engellenmişti.
26 şubat akşam saatlerine doğru, köyden çıkarak asfalt yol yerine, köyün hemen yanından geçen çayın öte yanındaki eski toprak yoldan Ağdam’a doğru yollanan binden fazla sivil insanın Hocalı’dan ayrılmakta olduğu haberinin alındığı andan başlamak üzere sadece 9 saat sonra, yani 27 şubat sabahının ilk saatlerinde, köyün en doğusundaki mahallesi dışında hemen tümü Ermeni güçlerinin eline geçmişti. Günün aydınlanmasıyla Azeri tarafının bire beş fazla kayıp verdiği ve insan kaybının 60 civarında olduğu ancak öğle saatlerinde öğrenilebilmişti. Ermeni tarafından değişik ağırlıkta elliye yakın yaralı varken, Azeri tarafındaki yaralı sayısının bilinmemesi, onların son barınağı olan Hocalı’nın doğu mahallesine sığınmış olmalarıyla açıklanabilirdi. Başarılı geçen askeri operasyonun ardından Stepanakert’ten edinilen yeni bir emirle Hocalı doğu mahallesinin sadece ses bombalarıyla taciz edilmesi sayesinde kalanları kaçmaya teşvik etmeye paralel olarak, köye getirilen bir kamyona yerleştirilen hoparlörle, evlerin bodrumlarına sığınmış, korku içerisinde ölümü beklemekte olan masum insanlara, Azerice ve Rusça «bir gün evvel köyü terkedenlerin güvenlik içerisinde Ağdam’a ulaştıkları» söyleniyor ve «bu bilgiyi doğrulamak için Ağdam’dakilerle telefon bağlantısı kurmaları ve gereksiz yere insan kaybına sebep olmamak için köyü acilen terketmeleri» telkin ediliyordu. Ne iyi ki bu propaganda arzulanan meyvesini vermiş ve artık Halk Cephesi’ne ait silahlı cengaverlerin tehditlerine kulak vermeyip, onlara isyan eden köylüler, ellerine geçirdikleri telsizlerle doğrudan Ermenilerle bağlanıp, «önümüzdeki 12 saat için ateşkes yapılması halinde köyde kalanların toplu halde Ağdam’a gideceklerini» belirtilmişti. Bu görüşmelerden sadece bir saat kadar sonra da, Hocalı’nın doğu mahallesine sığınmış olan bu insanlar kendilerinden bir gün evvel, çayın öte tarafındaki eski toprak yolu tercih ederek Orta Asya’dan jkandırılarak getirildikleri bu uğursuz yeri, bir daha geri dönmemek üzere terketmişlerdi.
Bu askeri operasyon sonrası HOCALI köyünden çıkan akılalmaz çaplardaki askeri techizat ve cephane sayesinde, Karabağ Direniş Birliklerinin kurulabilmiş olduğunu neredeyse bir itiraf olarak ifade ederken, Merkezi ÖZSAVUNMA KOMİTESİ’nin o günden sadece 2,5 ay sonra, ele geçirilmesi imkansız sayılan kale şehir Şuşi’yi, 8.mayıs.1992’de akılları durduran bir operasyonla kurtarmasını belirtmek de övgüye değer olmasının yanında çok yerindedir. Bu bağlamda, günümüze dek varolan Dağlık Karabağ Savunma Kuvvetlerinin «asıl kurucusu o dönemde Bakü’deki politik iktidara karşı muhalif olan Halk Cephesi adlı o ırkçı-faşist harekettir» demeye kalksak çok yanılmış olmayız sanıyorum… Hocalı askeri operasyonunun hikayesi işte bundan ibaret olup, Ermeniler açısından düzenli bir savunma ordusu kurulmasının da en önemli temelini teşkil etme özelliğine sahip olmasından dolayı bir o kadar da öğreticidir !
Burada, kısa bir parantez açarak 27 şubat sonrası, Hocalı dışında vuku bulan vahşetten de kısa olarak bahsetmek gerekir düşüncesindeyim, çünkü, 20 yıldan beri Azerbaycan tarafından tüm dünyaya söylenen modern tarihin herhalde en kuyruklu yalanlarından birinin uydurulmasına sebep teşkil eden bu sahtekarlığın temeli, işte o zaman ve Ağdam yakınlarında Azeri askeri güçlerinin kontrolü altında bulunan tepelere kazılı çukurlarda atılmış olduğunu, elini vicdanına koymayı becerebilen her insanın öğrenmesi ve bilmesi bir insanlık görevidir düşüncesinin de inatçı bir savunucusuyum. Bence, tırnak içerisine alarak bahsedilmesi gereken «Hocalı Katliamı» ile ilgili günümüze kadar tüm dünyaya sözümona reddedilmez ispat olarak gösterilen her çeşit fotoğraf ve video filmlerinde görülen en primitif türden bir zaman ve mekan uyuşmazlığı dışında, bahsedilen katliamın mağduru olarak gösterilen kurbanların bazen Hocalı’dan binlerce kilometre ötedeki Bosna, bazen biraz daha yakında bulunan Van, bazen Kosovo, bazen de dünyanın başka bir ülkesinde vuku bulan çatışmalar, doğal afet veya başka bir insani felaketten kopyalanan “Copy-Paste”, yani «KOPYALA-YAPIŞTIR» metoduyla sunulmaya yeltenilen bir yutturmacadan başka birşey olmamasının traji-komikliği bile, o haltı yiyenler tarafından örnek alınan tek değerin, 1933-1945 faşist Almanya’sında Hitler’in yamağı, Halkın Eğitimi ve Propaganda’dan sorumlu Bakanı, totaliter rejimler arası kıyaslamada dahi, dünyanın gelmiş-geçmiş en büyük halk yığınlarının nasıl manipülasyona uğratılması konusunda BİR NUMARALI uzmanı, ne duyulmuş-ne de görülmüş olan her türden demagojilerin «eline su dökülmez» ustası olarak bilinen, Dr. Paul Joseph GOEBBELS olduğu kolayca anlaşılmaktadır. Tarihin çöplüğünü intihar ederek çoktan boylamış olan insanlık düşmanı bu faşistin, «Yalan söyle, tekrarla ve yay… izi kalır mutlaka !» yöntemini örnek alarak, en iyi şekilde uygulayan ülke olmakta Azerbaycan’la kim yarışabilir bilebilmek oldukça zor olsa dahi, o devletle suç ortaklığında bulunmuş “T.C.”-nin «Hocalı katliamı» yalanının beslenip-büyütülmesindeki rolü, 1992 haziranında Bakü’de Halk Cephesi tarafından yapılan darbe sonrası, iktidarı elde etmesi örneğinde olduğu gibi yadsınmaz bir gerçektir.
Ve Dağlık Karabağ’ın Hocalı köyünde işlerine çok geldiği halde, Ermeniler tarafından yapılmasını planlayıp çok arzuladıkları pek kanlı bir katliamın gerçekleşmesini sağlayıp da beceremediklerini anladıktan sonra bile, insanlıkdışı sinsi amaçlarından vazgeçmeyen Halk Cephesi faşistlerinin sağ-salim Ağdam’a varan masum insanları, yedekte sakladıkları daha da iğrenç bir Plan B gereği, kirli oyunlarına alet ve kurban ederek, ellerini soydaş kanına bulamaktan bile çekinmedikleri de bir o kadar gerçektir.
Yukarıda belirtilen iğrençliği açıklayanların Ermeni tarafını temsil edenler kişilerden değil de, o dönem Azerbaycan hükümetinin en sorumlu yerlerinde bulunan politik şahsiyetlerden oluşuyor olması da reddedilmez bir gerçektir. Bu konuda kuşkusu olan herkesin, benim de naçizane katkım olan sadece iki kaynakla tanışmasını / HOCALI: A show of unseen forgery and falsifications ) www.xocali.net ve HOCALI DOKÜMANTASYONU http://www.youtube.com/watch?v=7ef3f5Ngkck / ve asrın sahtekarlığının ne kadar ilkel bir düzmece olduğunu kendi gözleriyle görmelerini öneriyorum. Bu kaynaklarda, Azerbaycan’ın ilk Devlet Başkanı Ayaz Mutalibov, Parlamento Başkanı Yakup Mamedov, Hocalı Belediye Başkanı ve Milletvekili Elman Mamedov, Hocalı Olaylarını Araştırma Komisyonu Başkanı Ramiz Fataliyev, İnsan Hakları Savunucusu Arif Yunusov, “Memorial” adlı İnsan Hakları Merkezi Örgütü’nün 28.mart.1992 Bildirgesi, politik tutuklu ve muhalif gazeteci Eynullah Fatullayev, 26-27.şubat günleri sıradan bir sakini olarak Hocalı’da yaşayan Salman Abbasov ve daha onlarca kişinin şahitliklerini görüp, öğrendikten sonra şapkanızı önünüze koyup da, başkasının değil, kendi vicdanınızın sesini dinleyeceğinize inanıyorum.
Yazıma, değerli şair Can Yücel’den bir sözle başlamıştım, onu yine o değerli insanın «ve herşeyi öğrendiğin kadar bilirsin, bunu da öğren» sözüyle noktalamak isterim. “Her gece iki gündüz arasındadır” doğrusundan hareketle, bu dünyayı hep ve sadece HERŞEYİ ÖĞRENMEK İSTEYEN insanoğlu insanların elleri üzerinde tuttuğuna olan samimi inancımdan zerre kadar geri adım atmadan, hiç ödün vermeden, 21.inci yüzyıl Goebbels’leriyle aynı safta bulunmadığıma şükrettiğime de inanmanızı diliyorum.
Saygılarımla,
Sarkis HATSPANIAN (1991-1994) Karabağ Kurtuluş Mücadelesi Muharibi
26-27.şubat.2012 – DOĞU ERMENİSTAN
P.S.: Yazım, mahpusane yıllarımda kaleme almaya başladığım hatıralarımın «Dağlık Karabağ Gerçeği» yazı serisinin üçüncüsüdür.
Yazar: SarkisHatspanianTarih:28. Şubat 2012
*
Ek 2:
Dostları ilə paylaş: |