1921: SAVAŞ YÖNETİMİ VE ve YÖNETİMİN MERKEZİLEŞMESİ
Fatma Eda Çelik*
“Millet hâkimiyetini almıştır ve isyan ederek almıştır. Alınmış olan hâkimiyet hiçbir sebep ve suretle terk ve iade edilemez, başkasına tevdi edilemez. Bu hâkimiyeti tekrar geri alabilmek için, almak için istimal edilmiş olan vesaiti kullanmak lâzımdır.”1
Mustafa Kemal Paşa, 1 Aralık 1921
1921 yılı iktidar mücadelesinin keskinleştiği yıldır. Büyük Millet Meclisi Hükümeti, 1920 yılında ilan ettiği iktidarını gerçek bir hâkimiyete dönüştürme mücadelesi vermiştir. Mücadeleyi keskinleştiren, ilanın gerçekleştiği gün yeni bir iktidarın mümkün olduğunun görülmesidir. Bu, Anadolu’da yeni iktidar arayışlarını körükleyen ve Büyük Millet Meclisi Hükümeti’nin iktidarını korumak için şiddetli bir mücadeleye girişmesine neden olan asıl noktadır. 1920 yılında kendini hissettirmeye başlayan bu mücadele, 1921 yılında Büyük Millet Meclisi Hükümeti’nin aldığı karşı önlemlerle keskinleşecektir.
Ankara Hükümeti’nin de bir parçası olduğu bu ortamı en iyi özetleyen İngiliz belgeleri olmuştur. 1921 yılına girilirken İngiliz kaynakları Türkiye’nin tarihinde hiç olmadığı kadar karışık ve kaygan bir zeminde olduğunu belgeliyordu. İngiliz Yüksek Komiseri Sir Horace Rumbold’un, İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Curzon’a sunduğu 1920 yılı raporunda Türkiye, “son iki yıl içinde sayısız kişinin her düzeyde aktif rol üstlendiği, koşulların nerdeyse kimsenin inanç ve fikirlerinde direnemeyeceği kadar karışık ve kaygan olduğu ve kimin daha istikrarlı davranarak kontrolü eline alacağının kestirilemediği” bir ülke olarak tasvir ediliyordu.2
Mücadelenin bir boyutunu, Büyük Millet Meclisi Hükümeti’nin, iktidarını ilan ederken doğrudan karşısına aldığı İngiltere başta olmak üzere emperyalist güçler ve İstanbul Hükümeti oluşturmaktadır. 1921 yılı boyunca Türkiye’yi sürekli Sevr Anlaşması temelinde bir uzlaşmaya zorlayan İtilâf Devletleri, Anadolu’daki mevcut dengenin Orta Doğu’daki çıkarlarını zedeleyecek yönde gelişmesini önlemeye çalışmışlardır. Dengeyi bozacak unsur, Orta Doğu’da toprak bütünlüğüne sahip ve egemenlik hakları tanınmış “hür ve müstakil” bir Türkiye’dir.3 Yunanistan, Anadolu’daki fiili işgalci güç olmasına karşın, İtilâf Devletleri’nin desteklediği oranda, onların programı dahilinde hareket edebilme kabiliyet ve gücüne sahiptir. Dolayısıyla, cephede verilen savaş aslen Büyük Millet Meclisi Hükümeti ile emperyalist güçler arasındaki mücadelenin sıcak tezahürü ve pazarlık kozudur. Yunanistan işgalinin destekleyicileri arasında Pontus Rum Devleti’nin kurulmasından yana olan Rumlar da vardır. Ancak, bu güçler Türkiye’nin yönetimine talip olmak yerine ayrı bir devlet olmayı veya Yunanistan’la birleşmeyi düşünmektedirler. Mondros Mütarekesi sonrası Türkiye’nin işgaller altında parçalanması taraftarı olan unsurların son halkası olarak kabul edebileceğimiz Pontus Rum Devleti taraftarları, İtilâf Devletleri’nin, Türkiye’nin işgallerle paylaşılmasının mümkün olmadığının görülmesi üzerine güçlerini kaybedeceklerdir. Ancak, 1921 yılında Pontusçuların özellikle Karadeniz sahil şeridinde hala güçlerini korudukları söylenebilir. İstanbul Hükümeti ise, özellikle İstanbul’daki İtilâf Devletleri Yüksek Komiserlerinin etkisi arttıkça silikleşmesine rağmen, Batı dünyasının tanıdığı tek hükümettir. Büyük Millet Meclisi, Ankara’da toplandığı gün saltanat ve hilafetin ehil ellerde olmadığı için esir alındığını ve Türkiye’nin kurtuluşu ile Misâk-ı Milli sınırları içinde toprak bütünlüğünü sağlayacak tek güç olarak hilafet ve saltanat makamının bütün görev ve yetkilerini kendinde topladığını ilan etmiştir. Ancak, Kanuni Esasi’ye göre, makamın doğal sahibi sultan ve halifenin hala İstanbul Hükümeti’nin başında olması İstanbul’daki iktidarın devamını sağlayan bir unsurdur.
Mücadelenin ikinci boyutunu ise, Anadolu’daki diğer iktidar odakları oluşturmaktadır. Bunların bir kısmı, Anadolu’daki bağımsızlık mücadelesini, kuvayı milliye mücadelesini kendi önderliği altında birleştirmek isteyen güçlerdir. Anadolu sınırları içinde Çerkez Ethem, dışında ise Enver Paşa bu güçlere örnek gösterilebilir. İkinci unsur, sosyalist veya Sovyetler Birliği yanlısı bir kuruluşun mümkün olduğunu düşünen kişilerin oluşturduğu iktidar odağıdır. Gizli Türkiye Komünist Fırkası, Türkiye Halk İştirakiyun Fırkası ve Yeşilordu Cemiyeti bu odağın bir parçasıdır. Üçüncü unsur, Büyük Millet Meclisi Hükümeti’ne karşı özerklik talebinde bulunan Kürt aşiretleridir.
Büyük Millet Meclisi Hükümeti, kendisi dışındaki bütün bu iktidar odaklarına karşı mücadelesinde önceliği bağımsızlık mücadelesinin tek elden yönetilmesine vermiştir. 1920 yılında başlayan Birinci Kuvayı Seyyare Kumandanı Ethem Bey’e bağlı kuvvetlerin isyanı 22 Ocak’ta kuvvetlerin dağıtılması ile son bulmuştur. Böylelikle, hem bağımsızlık mücadelesinin belkemiğini oluşturan silahlı kuvvetlerin, Büyük Millet Meclisi’ne bağlı düzenli bir ordu altında toplanmasının son adımı atılmış hem de güçlü bir iktidar odağı tasfiye edilmiştir. Büyük Millet Meclisi Riyaseti, bağımsızlık mücadelesinin ülke genelindeki siyasi temsilcileriyle bağını kuvvetlendirmeye ve hatta onları doğrudan kendine bağlamaya çalışmıştır. Mustafa Kemal Paşa, Büyük Millet Meclisi Reisi ünvanıyla, 21 Mart’ta vilayetlere ve mutasarrıflıklara çektiği telgrafta Riyasetle bağlantının arttırılması için Müdafaai Hukuk Cemiyeti Merkez Kurulu üyelerinin isim ve ünvanlarının bildirilmesini istemiştir. Ayrıca, 21/22 Mart gecesi gerçekleşen İcra Vekilleri Heyeti’nde Müdafaai Hukuk Cemiyeti’nin “vatanperver kişilerden” oluşturulmasının sağlanarak ihya ve ıslah edilmesine karar verilmiştir. Bu karar, iktidar mücadelesinin kazanılmasında ülke genelinde teşkilâtlanmış Büyük Millet Meclisi’ne bağlı güçlü kadrolara ihtiyaç duyulduğunu göstermektedir.
Bağımsızlık mücadelesinin siyasi, ideolojik ve idari hattının belirlenmesinde kontrolün Büyük Millet Meclisi’nden çıkması olasılığına karşı şiddetli tasfiyeler gerçekleştirilmiştir. 2 Ocak’ta Resmi Türkiye Komünist Fırkası’nın yayın organı Yeni Dünya Gazetesi’nin matbaası tahrip edilmiş; 8 Ocak’ta yaklaşık bir ay sürecek komünist tevfikâtı başlamış; 28-29 Ocak gecesi gizli Türk Komünist Fırkası yöneticileri Mustafa Suphi ve arkadaşları Trabzon açıklarında öldürülmüştür. (tasfiye hareketleri BMM emriyle – kimler eliyle –kimler tarafından yapılıyor? Burayı nasıl söylesek?) Erzurum Müdafaai Hukuk Cemiyeti’nin unvanına “Muhafaza-i Mukaddesat” ifadesinin eklenmesi üzerine, 11 Nisan’da Mustafa Kemal Paşa, Kâzım Karabekir Paşa’dan bu unvanın çıkarılması için cemiyet yöneticileriyle görüşmesini istemiştir.
Büyük Millet Meclisi Hükümeti, ikinci önceliği bağımsızlık mücadelesinde muhatap bulmaya vermiştir. 21 Şubat-12 Mart 1921 tarihleri arasında gerçekleştirilen Londra Konferansı’na katılmaya karar vermesi ve İtilâf Devletlerine kendini davet ettirmesi buna örnek gösterilebilir. Ancak, Büyük Millet Meclisi, muhatabının, öncelikle kendi kabul ettiği program çerçevesinde hareket etmesini gözetmiştir. Mustafa Kemal Paşa, 1 Mart’ta Londra Konferansı Murahhas Heyeti Başkanı Hariciye Vekili Bekir Sami Bey’e çektiği telgrafta, İngilizlerle uzlaşmacı bir barış anlaşması yapma önerisine karşı İngilizlere aldanmamasını söylemiş; şahsına ait bile olsa bazı ödünler vermesini onaylamadıklarını bildirmiş; ona ve Heyete verilen yetkinin Misak-ı Milli sınırlarını aşamayacağını hatırlatmıştır. Bekir Sami Bey’in Fransa ve İtalya ile yaptığı gizli anlaşmalar ile İngiltere’yle esir değişimi konusunda yaptığı gizli anlaşma İcra Vekilleri Heyeti’nin 8 Mayıs 1921 tarihli içtimaında reddedilmiş ve Bekir Sami Bey Hariciye Vekâletinden istifa etmek zorunda kalmıştır.
Büyük Millet Meclisi’nin muhatap bulma stratejisinin bir diğer boyutu da tanınma ve ittifak arayışı olmuştur. Sovyetler Birliği başta olmak üzere Afganistan, Ermenistan, Azerbaycan ve Gürcistan’la dostluk ve kardeşlik anlaşmaları imzalanmış ve bu anlaşmaların akabinde Ankara’da sefaretler tesis edilmiştir. Bu ülkeler arasından özellikle Sovyetler Birliği ile kurulan ilişkiler ayrı bir öneme sahiptir ve Büyük Millet Meclisi Hükümeti’nin stratejisini de tayin edici niteliktedir. Sovyetler Birliği’nde yaşanan 1907 Ekim Devrimi, 20.yüzyıl devrimci dalgasının başlangıç noktasıdır. Sovyetler Birliği, emperyalizme karşı geniş bir cephe oluşturma stratejisinde Türkiye’deki bağımsızlık mücadelesini önemsemiş; Büyük Millet Meclisi ve Reisi de, emperyalizme karşı mücadelesinde Bolşevik Devrimini selamlamıştır. Ancak, Büyük Millet Meclisi Hükümeti, Bolşevizmin Türkiye’ye yayılmaması konusunda sert tedbirler almaktan da geri durmamıştır. Büyük Millet Meclisi Hükümeti’nin politikasının altında, Bolşevizmin bir iktidar alternatifi haline gelmediği koşullarda, bir dış güç olarak Sovyetler Birliği ile ittifaka yanaşılabileceği düşüncesi yatmaktadır. 1921 yılı Ocak ayında Meclis’in içinde, dışında ve cephedeki bütün komünizm alehtarı gruplara karşı girişilen tasfiyelerden sonra, Şubat ayı içinde Sovyetler Birliği ile imzalanacak anlaşmaya hız verilmesi bunun en belirgin göstergesidir.
Büyük Millet Meclisi Hükümeti, bağımsızlık mücadelesini birer kolu Sovyetler Birliği ile İngiltere’de olan bir çift taraflı kaldıraç üzerinde yükseltmiştir. Bu kaldıracın dayanak noktasını oluşturan Büyük Millet Meclisi’nin ise, kuvvetin yönünün doğru tespit edilmesi noktasında, yani bağımsızlık mücadelesinden sapmaması noktasında, iki koldan da bağımsız tutulması gerekmiştir. 15 Ocak’ta yayımlanan Karagöz Dergisi’nde, Türkiye’nin bir kez daha Batı ile Doğu arasında kalmış görüntüsü Hacivat ile Karagöz’ün fırtınalı bir denizin ortasındaki kayıktaki şu sözleriyle anlatılmıştır: “- Yine iki rüzgar arasına düştük Karagöz. Bu çalkantıda batmazsak çok şükür. Hem şarktan esiyor, hem garptan.”, “- Ne yapmalı bilmem ki, bari ikisinden biri alt olsa da biz de akıntıya kapılıp limana girsek.”4 Büyük Millet Meclisi’nde, bu fırtınalı denizden dayanak noktasını bir tarafa daha fazla kaydırarak kurtulma umudu taşıyanlar olmuştur. Sovyetlerin Ankara Elçilik Kâtibi Upmal-Angarski 9 Şubat 1921 tarihinde Sovyet Hükümeti’ne, Ankara’da biri İtilaf Devletleriyle, biri Sovyetlerle anlaşma yanlısı iki ayrı grup olduğunu bildirmiştir.5 Ancak, Kâzım Karabekir’in duruşu 1921 yılı dış politikasının yönelimini asıl yansıtan ve belirleyen unsurdur. Mustafa Suphi’lerin öldürülmesinde aktif rol üstlenen Kâzım Karabekir, Sovyetler Birliği ile ilişkilerin güçlendirilmesini, başka ittifak arayışları karşısında bağımsızlık mücadelesine açıktan destek veren Sovyetler Birliği gibi ülkelerle ilişkilerin derinleştirilmesini önemsemiş ve bu nedenle Londra Konferansı’na bile mesafeli yaklaşmıştır.6
1921 yılı biterken iktidar mücadelesinde Büyük Millet Meclisi’nin elinin kuvvetlendiğini söyleyebiliriz. Bu, iktidar mücadelesi açısından 1921 yılının tam bir dönüm noktası olduğunu da gösterir niteliktedir. 1921 yılı kapanırken Sakarya Meydan Muharebesi’nin 13 Eylül’de zaferle sonuçlanması Büyük Millet Meclisi’nin emperyalist ülkelerle girdiği ve 1921 yılı boyunca savaşlarla belirlenen mücadelesinde yeni bir döneme girildiğini göstermiştir. Bu zafer, hem İtilâf Devletleri’nin ve Yunanistan’ın hem de İstanbul Hükümeti’nin pozisyonunu yeniden belirlemesine neden olmuştur. Gizli Türk Komünist Fırkası, Halk İstirakiyun Fırkası, Yeşilordu Cemiyeti ve Ethem Bey kuvvetlerinin tasfiyesi ile Anadolu’daki önemli iktidar odakları ortadan kaldırılmıştır. 6 Mart’ta başlayan Koçgiri Aşireti İsyanı 17 Haziran’da Merkez Ordusu Kumandanlığınca bastırılmıştır.
Büyük Millet Meclisi’nin diğer iktidar odaklarıyla girdiği mücadele, kendi siyasal ve yönetsel yapısını da etkilemiştir. Bunun bir nedeni, söz konusu iktidar mücadelesinin Büyük Millet Meclisi’ne de yansımasıdır. Kimi zaman söz konusu iktidar odaklarının örgütlü veya fikri temsilcileri Meclis’te bulunduğu, kimi zaman da bu odaklara karşı karar almak durumunda kalındığı için bu durum ortaya çıkmıştır. Saruhan Mebusu Reşit Bey, 8 Ocak’ta Ethem ve Tevfik Beylerle ortak davranarak vatana ihanet ettiği gerekçesiyle ekseriyetle mebusluktan ıskat edilmiştir. 21 Mart’ta Meclis gizli oturumunda Tokad Mebusu Nâzım Bey, Afyon Mebusu Mehmet Şükrü Bey ve Bursa Mebusu Şeyh Servet Bey hakkındaki komünizm suçlamaları görüşülmüş ve Nâzım Bey ve Mehmet Şükrü Bey’in masuniyeti teşriyelerinin ref’ine (dokunulmazlıklarının kaldırılmasına) karar verilmiştir. Koçgiri İsyanı Aşireti’nin bastırılmasından sonra Merkez Ordusu Kumandanı Nureddin Paşa’nın yürüttüğü askeri harekâta dair eleştiriler de Meclis’te gündeme gelmiş ve 1 Ekim’de bölgeye bir Tahkikât Heyeti gönderilmesine karar verilmiştir.
Büyük Millet Meclisi’nin siyasal ve yönetsel yapısını etkileyen bir diğer neden de, bizzat iktidar mücadelesi karşısında Büyük Millet Meclisi’nin güçlü bir iktidar olarak örgütlenmesi ve yönetimin tek elde toplanması sorunu olmuştur. Bu faktör, birinci faktörle iç içe geçen bir özelliğe sahiptir. Bir başka deyişle, iktidar olma mücadelesi Büyük Millet Meclisi içinde bir iç mücadeleyi de su yüzüne çıkarmış; Meclis, grupların kurulmasına ve Mustafa Kemal Paşa’nın başında olduğu Müdafaa-i Hukuk Grubu’nun yönetimi tek elde toplama girişimine sahne olmuştur. Devletin nasıl bir idari mekanizma ile yönetileceği, yönetim tarzının ne olacağı tartışması bu iç mücadelenin Meclis gündemindeki tezahürüdür. Bunun en belirgin örneği, 24 Kasım-3 Aralık tarihleri arasında yaşanan, İcra Vekilleri Heyeti’nin sureti intihabına, görev ve yetkilerinin belirlenmesine ilişkin tartışmalarda karşımıza çıkmaktadır. Yönetimin tek elde toplanması, yani yönetimin merkezileşmesi eğilimi, bir yandan Büyük Millet Meclisi’ni kendi dışındaki odaklara karşı tek iktidar odağı haline getirirken bir yandan da kendi içinde merkezi bir gücün doğmasına neden olmuştur. Meclis içinde merkezi bir otorite olarak güçlenen Meclis Riyaseti ile İcra Vekilleri Heyeti’nin görev, yetki ve sorumluluğunun belirlenmesi bu koşullarda gündeme gelmiştir. Bu aynı zamanda, güçlenen merkezi otoritenin saltanat ve hilafet makamının yerine geçip geçmeyeceği sorunuyla da çakışan bir sorundur.
DOĞU SORUNU: İTİLÂF DEVLETLERİ’NİN TÜRKİYE İLE ile İLİŞKİLERİ
İtilâf Devletleri, Türkiye ile ilişkilerini uzun yıllardır olduğu gibi hala “doğu sorunu” adı altında tanımlamakta ve stratejilerini bu bakış açısıyla belirlemektedirler. İtilâf Devletlerinin, sorunu, doğu sorunu olarak tanımlamalarının en önemli nedeni, Türkiye ile ilgili barış problemini Orta Doğu ve Kafkaslarla yakından ilgili, onun belkemiğini oluşturan bir sorun olarak görmeleridir. Bu nedenle, İtilâf Devletleri için, Büyük Millet Meclisi Hükümetinin egemen olduğu toprakların yanı sıra, İstanbul ve Boğazlar, Batı Trakya, İzmir ve Batı Anadolu, Ermenistan, Gürcistan ve Azerbaycan’ın bulunduğu Kafkaslar, manda yönetimleri altında bulunan Suriye ve Irak toprakları ile Büyük Millet Meclisine bağlılığını devam ettiren Yemen sorunun bir parçası olarak ve birlikte çözülmesi gereken sorun alanlarıdır.
İtilâf Devletlerinin hâkimiyet sağlamaya çalıştığı bu coğrafyada farklı sorun alanları olduğu kadar farklı iktidar odakları da vardır. İstanbul ve Boğazlar, Osmanlı İmparatorluğu’nun sultan ve halifesinin başında olduğu İstanbul Hükümeti’nin elindedir; ancak, bölge ve hükümet resmen işgal altındadır. Anadolu’da iktidarını ilan eden ve Misak-ı Milli sınırlarını benimseyen Büyük Millet Meclisi Hükümeti, İtilâf Devletlerince Londra Konferansına çağrılmakla birlikte resmen tanınmamıştır. Anadolu’da hâkimiyet kurmaya çalışan bir diğer ülke ise, işgalci güç olarak Anadolu’da bulunan ve 1921 yılı içinde Küçük Asya askeri harekâtını genişleten Yunanistan’dır. İstanbul’da bulunan Rum Patrikhanesi ve Karadeniz’de bulunan Pontus Rum Devleti taraftarları Yunanistan’la ortak hareket içindedirler. İzmir ve Batı Anadolu, Yunanistan’ın elindedir. Batı Trakya’nın durumu belirsizdir. Hâkimiyetin Türkiye’de mi kalacağı yoksa Yunanistan’a mı geçeceği tartışma konusudur. Kafkas coğrafyası Rusya’da gerçekleşen Ekim Devrimi’nin yayılmaya başladığı bir coğrafyadır. Ancak, İtilâf Devletleri burada, Bolşevik iktidarlardan arındırılmış bir Kafkas Konfederasyonu kurulmasına taraftardır. Suriye ve Irak manda yönetimleri altındadır. Faysal bin Hüseyin, 23 Ağustos’ta İngiliz mandası altındaki Irak’ta kral olmuştur.
Doğu sorununun çözümünde bölgedeki iktidar odakları kadar sorunu tarif eden ve kendilerini bu sorunun çözümünde yetkili gören devletlerin pozisyonu da önemlidir. Bu pozisyon ülkelerin yönetim ve yöneticilerince tayin edilmekte ve onların görüşünü yansıtmaktadır. İngiltere Başbakanı Lloyd George’tur. Avam Kamarası Başkanı Arthur Neville Chamberlain, Dışişleri Bakanı Lord Curzon, Dışişleri Bakan Yardımcısı Sir Eyre Crowe, Sömürgeler Bakanı Winston Churchill (13 Şubat 1921-16 Ekim 1922), Savaş Bakanı Worthington-Evans; Genelkurmay Başkanı Mareşal Sir Henry Wilson’dur. Fransa’da 16 Ocak’ta Aristide Briand Başkanlığında yeni bir kabine kurulmuştur. Aristide Birand’ın Briand’ın Başbakan olmasıyla birlikte, Fransa İngiliz politikasını takip eden Clemenceau’dan farklı bir dış politika anlayışını benimsemeye başlayacaktır. Türkiye ile yapılacak barışın ivedilik taşıdığını düşünen Briand’ın tutumu Londra Konferansı’na giden yolu açmıştır. İtalya’da, 15 Haziran 1920 tarihinde beşinci kez Hükümet kuran Giovanni Giolitti Hükümeti istifa etmiş; 4 Temmuz’da yeni kabineyi Ivanoe Bonomi kurmuştur. İtalya Dışişleri Bakanı, eski İtalyan Yüksek Komiseri Kont Sforza’dır. Kont Sforza, 17 Şubat’ta Bekir Sami Bey’le yaptığı görüşme sonrasında, Büyük Millet Meclisi Hükümeti’nin Londra Konferansına davet edilmesine aracılık etmiştir. Amerika Birleşik Devletleri Başkanı 4 Mart’a kadar Woodrow Wilson’dur. 4 Mart 1921 tarihinde, yerine, görev süresi 2 Ağustos 1923’e kadar sürecek Warren G. Harding gelmiştir.
Yüksek [Fevkâlade] Komiserlik ve Müttefik Orduları Başkumandanlığı
İstanbul Hükümeti ile ilişkiler İtilâf Devletleri’nin Yüksek Komiserleri aracılığıyla yürütülmektedir.7 İngiliz Yüksek Komiseri Sir Horace Rumbold’un 4 Ocak 1921 tarihli raporunda da görüldüğü gibi yüksek komiserler yabancı misyon temsilcileri statüsündedir. Ülkelerinin Dışişleri Bakanlıklarına bağlıdırlar; doğrudan Dışişleri Bakanları ile yazışmakta ve onlardan direktif almaktadırlar. Ancak, işgal koşulları ve direktiflerin niteliği göz önünde bulundurulduğunda yüksek komiserlerin görev ve yetkilerinin büyükelçilik düzeyiyle sınırlı kaldığını söylemek zordur. 1883-1907 yılları arasında Mısır’da yüksek komiserlik yapan Cromer örneğinde olduğu gibi, yüksek komiserlik örgütlenmesi sömürgeciliğin bir kademesini ve ayağını oluşturur.8 Dahası, İstanbul’daki İngiliz, Fransız ve İtalyan komiserlerinin, Müttefik Ülkeler Yüksek Komiserleri olarak adlandırılmalarından da anlaşılabileceği gibi yüksek komiserlik örgütlenmesi uluslararası işbirliğinin bir parçası olarak tesis edilmiş; yüksek komiserler söz konusu işbirliğinin çıkarlarına uygun olarak işgalin devamı ve yönetiminin sağlanmasından sorumlu kılınmışlardır. Bu üç komiserlik, ülkelerinin kurdukları ittifâkın çıkarlarına uygun şekilde bir komisyon tarzında çalışmakta ve haftalık düzenli toplantılar yapmaktadırlar. Aralarından biri, senior komiser olarak görev almaktadır. 1921 yılı başında daha fazla ortak hareket etmeye önem verdikleri görülen Müttefik Ülkelerin Yüksek Komiserleri arasındaki ilişkiler, Müttefik Ülkelerin Büyük Millet Meclisi Hükümeti ile kurdukları yeni ilişkilerle birlikte değişmeye başlamıştır.
İngiliz Yüksek Komiseri, 9 Ekim 1920 tarihinde atanarak 17 Kasım 1920’de İstanbul’a gelen ve göreve başlayan Sir Horace Rumbold’dur. 23 Mayıs 1921 tarihinde son kez Padişah Vahdettin tarafından kabul edilen Rumbold, bu tarihte tatile çıkacağını söylemiş ve görevi vekâleten yürütmek üzere Mr.Frank Rattigan’a bırakmıştır. 31 Temmuz’da İstanbul’a dönen Rumbold’un, ilk resmi yazışması 2 Ağustos 1921 tarihlidir. Görevde olmadığı süre boyunca vekâleten görevi üstlenen Mr.Frank Rattigan’ın ise, ilk yazışmasının tarihi 29 Mayıs 1921’dir. Fransız Yüksek Komiseri General Pellé, 10 Şubat’ta İstanbul’a gelmiştir. Eski Yüksek Komiser M. Defrance, yeni atandığı Madrid Sefaretine gitmek üzere 12 Şubat 1921 tarihinde İstanbul’dan ayrılmıştır. General Pellé, senior Müttefik Ülkeler Yüksek Komiseri olarak görevini sürdürmektedir. İtalyan Yüksek Komiseri, 19 Ağustos 1920 tarihinde atanan Marquis Garroni’dir. İtalyan diplomatik servisinin bir üyesi değildir. Eski Cenova Senatörüdür ve Signor Giolitti tarafından özel olarak atanmıştır.9 Amerikan Yüksek Komiseri, 12 Ağustos 1919’da atanan Amiral Mark Lambert Bristol’dür. Yunanistan da İstanbul’a bir yüksek komiser atamıştır. Yunan Yüksek Komiseri Kanellopulos’tur. 9 Şubat’ta Yüksek Komiserliğe Votsis atanmıştır. Belçika (Michotte de Welle), İsveç (Wallenberg), Danimarka (Wandel), İspanya (Servert y Vest), Yugoslavya, Çekoslovakya, Polonya ve Romanya’nın da İstanbul’da birer temsilcisi bulunmaktadır. Japonya’ın İstanbul’a atadığı ilk elçi Oşida 18 Nisan’da İstanbul’a gelmiş ve İngiltere, bu atamayı İstanbul Hükümeti ile Japonya arasında gizli bir ittifak yapıldığı yönünde bir kuşkuyla karşılamıştır.
Yüksek komiserlerin yanında işgal yönetiminin bir parçası olarak İtilâf Devletlerinin ordu kumandanları bulunmaktadır. İngiliz Kuvvetleri Başkumandanı General Harington, 18 Haziran’daki Paris Görüşmelerinde Müttefik Orduları Başkumandanlığına getirilmiştir. Bu atama, İtilâf Devletlerinin kendi arasındaki mücadeleyi ve İngiltere’nin işgal yönetimini merkezileştirmeye çalıştığını da göstermektedir. Çünkü, atama, 31 Mayıs’ta Londra’da yapılan gizli Kabine Toplantısının hemen akabinde gerçekleştirilmiştir. İstanbul’un boşaltılması gündemiyle toplanan Kabine Toplantısında General Harington, Savunma Bakanı ve Genelkurmay Başkanı ile paylaştığı görüş doğrultusunda İstanbul’da Müttefiklerin İngiliz Kumandanlığı altında toplanamadıklarını ve bu nedenle Müttefik Kuvvetlerin İstanbul’da Mustafa Kemal Paşa’ya karşı koyabilecek güçte olmadıklarını dile getirmiştir. Dışişleri Bakanı Lord Curzon, yönetimin tek elde toplanamamasının yarattığı zaaflar nedeniyle İstanbul’dan çekilmek zorunda kalınmasının İngiltere için bir felâket olacağını söylemiştir.
İngiliz Başkumandanı General Harington, İngiltere Savaş Bakanlığına bağlıdır ve doğrudan Savaş Bakanı ile yazışmaktadır. 1921 yılı içinde General Harington ile Savaş Bakanlığı’nın yaptığı yazışmalar, yıl içinde Yüksek Komiserlik-Başkumandanlık ile Dışişleri Bakanlığı-Savaş Bakanlığı arasında Türkiye’yle yapılacak barışa dair görüş ayrılıklarının ortaya çıktığını göstermektedir. Görüş ayrılıkları Ankara Hükümeti ile kurulacak ilişki ve İngiltere’nin Türk-Yunan Savaşındaki tutumu konusunda yoğunlaşmaktadır. Ayrılık, General Harington’ın İkinci İnönü Zaferinden sonra 13 Haziran’da Mustafa Kemal Paşa ile İnebolu’da yapmak istediği görüşme isteği üzerine baş gösterir. General Harington, Temmuz ayı boyunca yaptığı yazışmalarda, Ankara Hükümeti ile doğrudan ilişkiye geçilmesi konusunda İngiliz Hükümetini ikna etmeye çalışmıştır. Sakarya Savaşı’nın Büyük Millet Meclisi Hükümetince kazanılması sonrasında bu görüş ayrılıkları belirgin şekilde su yüzüne çıkmıştır. 19 Temmuz’da Dışişleri Bakanı Lord Curzon, yüksek komiserliğe çektiği telgrafta General Harington’ın Türk-Yunan Savaşında İstanbul’un tarafsızlığı konusunda yüksek komiserlikten farklı düşündüğünü, kendisinin Savaş Bakanlığı tarafından desteklendiğini belirtmiş ve bu konuda bir görüş birliğine varılmasını istemiştir.
Yunanistan
1921 yılının ilk günlerinde gazeteler “Yunanistan’da iç durum[un] karışık” olduğunu yazmaktaydılar. Yunanistan’da Kral Aleksandr’ın ölümünden sonra Elefteros Venizelos Hükümeti düşmüştü; yeni Kral ve Hükümet’in belirlenme sorunuyla karşı karşıya olan Yunanistan’da gözler yeni kurulacak olan Hükümet’in Küçük Asya Harekâtını devam ettirme kararında olup olmadığına çevrilmişti. 4 Ocak’ta Kral Konstantin yeni Temsilciler Meclisi'nin açış konuşmasında hükümdarlığını resmen ilan etmiş ve Temsilciler Meclisi'ni Ulusal Meclis olarak adlandırmıştır. Kral Konstantin, ayrıca, "Küçük Asya"daki harekâtı devam ettirme arzusunda olduğunu vurgulamıştır. Böylelikle, bu taht değişikliği ile başlayan süreç, Venizelosçu subayların yarattığı huzursuzluğu ve İtilâf Devletleri nezdindeki şüpheleri giderme yönünde bir adım olmuştur. İngiltere Başbakanı Lloyd George, Yunanistan Başbakanı Nikolaos Kalogeropoulos ile 18 Şubat’ta yaptığı görüşmede İngiltere ile Yunanistan arasındaki dostluğun devam ettirileceğine dair söz vermiştir. Londra Konferansı sırasında Savaş Bakanı ve Başbakan Vekili olan Çoğunluk Partisi Lideri Gunaris’in, 28 Şubat’taki "Anadolu'daki reaksiyon yok edilmiştir. Ordu çelik gibidir." şeklindeki beyanatı da yeni dönemde Yunanistan’ın işgal stratejisini devam ettireceğini göstermiştir.
Dimitri Gunaris, 8 Nisan’da Birinci İnönü Zaferi’nin ardından Kalogeropoulos’un yerine yeni Hükümeti kurmuştur. Harekâta devam edeceğini bildiren Kral Konstantin’in tahta çıkmasından sonra Londra Konferansı sırasında Papulas’a harekât emri veren Gunaris’in Başbakan olmasıyla yeni dönemin genel hatları ortaya çıkmış; 1921 yılı boyunca Hükümette kalacak ve Küçük Asya Harekâtını devam ettirecek ekip belli olmuştur.
Dostları ilə paylaş: |