Yasalaşamayan İki KanunTasarı: Mahalli ve Mülki İdarenin Sınırı
1921 yılı içinde çıkarılamayan iki kanun, mahalli ve mülki idarelerin, bir başka deyişle ademi merkeziyetçilik ve merkeziyetçiliğin sınırını belirlemiştir. Bu kanunlardan tasarılardan biri Büyük Millet Meclisi’nin birinci döneminin bitmesi ile kadük hale gelecek İdarei Kura ve Nevahi Kanunu; diğeri de, Müfettişi Umumilik Kanunu’dur.
İdarei Kura ve Nevahi Kanunu Lâyihası
Benim makalede nahiye-komün-belediye ve vilâyat ölçeğindense beledi örgütlenmede komünün temel alınması tartışmasını yapmak lazım-belediyelerle bağlantılı – Nuray Keskin’e atıfla
Belediye konusundan nahiye tasarısına geçiş arasında bağlantı kurmak gerek. Bak: aşağıdaki ilk iki paragraf.
İstanbul’daki bu ilk belediyecilik deneyinden sonra 1864 yılında bütün ülkeyi içine alacak Vilayet Nizamnamesi çıkarılmıştır. Mülki idarenin kuruluşuna da zemin teşkil eden bu düzenleme, il yönetiminin merkez ve yerel yönetimler arasında nasıl bir görev bölüşümü ile yapılacağını konu almaktadır. Nizamname’nin 4. maddesinde “her kaza köylere bölünecek ve her köyde ise belediye dairesi kurulacaktır” denilerek hem idari taksimat yapılmakta hem de belediyelerin görev çevresi belirlenmektedir. Bu düzenleme ile mülki idare ile yle birlikte bütün ülkeye yayılan belediye teşkilatı, Cumhuriyet döneminden farklı olarak Fransa örneğine uygun şekilde daha dar ancak daha yaygın bir coğrafya üzerinde örgütlendirilmiştir (Keskin, 2008).dipnota Belediyenin Fransa’daki komün idaresine benzer şekilde köy coğrafi birimi üzerinde yükselen bir idari yapılanma olması öngörülmüştür. 1867 yılında ise yeni bir Talimatname ile bütün ülke düzeyinde kurulması öngörülen belediyelerin ifa edeceği mahalli hizmetler sayılacaktır (Aytaç, 1996).dipnota.
Kanun lâyihası Meclis’te ilk kez 24 Eylül’de görüşülmeye başlanmıştır. Görüşmeler başlamadan hemen önce 20 Ağustos’ta Dahiliye Vekâleti Müsteşarı Refet Bey yerine eski Trabzon Valisi Hamid Bey atanmıştır. Görüşmelerin hemen bu idari değişiklikten sonra başlaması, Kanun üzerindeki ilk ihtilâfların Dahiliye Vekâleti Müsteşarlığı ve Dahiliye Encümeni arasındaki görüş ayrılıklarından kaynaklandığı düşünüldüğünde ilginçtir. Dahiliye Encümeni Reisi Haydar Bey (Van), görüş ayrılıklarının aslen Hükümet teklifini hazırlayan eski Dahiliye Vekâleti Müsteşarı Refet Bey’in şahsi görüşlerini teklife yansıtmasından kaynaklandığını söyleyerek, İcra Vekilleri Heyeti’nin Kanun Lâyihası’na karşı konum almıştır.125
Görüş ayrılıklarının ilki toprak üzerindeki idari örgütlenmenin aşağıdan yukarıya mı, yoksa yukarıdan aşağıya mı olması gerektiği noktasında olmuştur. Dahiliye Vekâleti Müsteşarı Hamid Bey, memleket genelinde idare tesis edilmeden; en küçük birimden başlanmasının yanlış olacağını; önce, vilâyet örgütlenmesinin tesis edilmesi gerektiğini söylemiştir. Dahiliye Encümeni Reisi Haydar Bey (Van) ise, Teşkilâtı Esasiye Kanunu’nun nahiyeler ile ilgili bölümünün kanuna dayanak oluşturabilecek ve memleketin bütününde uygulanmasını sağlayacak tutarlılıkta olduğunu ifade etmiştir. İkinci ihtilâf noktası ise, nahiyelerin büyüklüğü ve gelirleriyle ilgilidir. İcra Vekilleri Heyeti, tekliflerinde, her köyün bir nahiye oluşturabileceğini belirtmişken; Encümen, gelirleri ile giderlerini karşılaması ve tüzel kişiliğe tam anlamıyla sahip olabilmesi için nahiyelerin masraflarını karşılayabilecek bir büyüklükte olması gerektiğini ve birkaç köyün bir araya gelmesi ile oluşmasını savunmuştur.
Nevahi Kanunu tasarısının önemine-içeriğine ilişkin birkaç cümle eklense iyi olur.
Müfettişi Umumilik Kanun Teklifi ve Lâyihası
Umumi müfettişlik, Teşkilâtı Esasiye Kanunu’nun 22 ve 23. maddeleriyle düzenlenmiştir. Teşkilâtı Esasiye Kanunu’na göre, vilâyetlerin iktisadi ve içtimaî münasebetleri itibariyle birleştirilerek umumi müfettişlik kıtalarının vücuda getirilmesi öngörülmüştür. Umumi müfettişlik mıntıkalarının, “asayişin temini, umum devair muamelatının teftişi, mıntıka dahilindeki vilâyetlerin müşterek işlerinde ahengin tanzimi, Devletin umumi vazifeleriyle mahalli idarelere ait vazife ve mukarreratın daimi murakebesi” gerekçeleriyle ihdas edilmeleri hükme bağlanmıştır.
Teşkilâtı Esasiye Kanunu’nun kabul edildiği 20 Ocak’tan 4 Ağustos’a kadar umumi müfettişlikle ilgili maddeleri yürürlüğe koyacak bir kanun lâyihası veya kanun teklifi Meclis’e gelmemiştir. Ne zaman ki, cephe gerisindeki hizmetlerin murakebesi gündeme gelmiş; kanun o tarihte görüşülmeye başlanmıştır. 24 Temmuz’da Meclisi temsilen cepheye 15 kişilik bir heyet gönderilmesine karar verilmiş; Heyet, 28 Temmuz’da cepheden gönderdiği telgrafta Büyük Millet Meclisinin geri mıntıkalarda cephede gösterilene benzer itimadı göstermesi gerektiğini iletmiştir. Cepheden dönen Heyet, 2 Ağustos’ta Meclis’in gizli oturumunda Müdafaai Milliye Vekâleti başta olmak üzere vekâletlerin geri hizmeti gerektiği gibi yerine getiremediğine dair bir rapor sunmuştur. Müfettişi Umumilik Kanunu, Heyet’in raporundan iki gün sonra 4 Ağustos’ta yine Heyet’in verdiği kanun teklifi ile Meclis’in gündemine gelerek tartışılmaya başlanmıştır. Teklifin müzakeresi sırasında da Gazianteb Mebusu Yasin Bey, “Bu tedabir ordunun cenabını ve gerisini muhafaza için yapılmıştır.” diyecektir.126 Bazı mebuslar, şayet kanun Teşkilâtı Esasiye Kanunu’nu uygulamak için Meclis’e gelmişse neden mıntıkaların memleketin bütününü kapsayacak şekilde tesis edilmediğini soracaktır.127 4 Ağustos müzakereleri, kanunun Teşkilâtı Esasiye Kanunu’nda belirtildiği haliyle umumi müfettişlik mıntıkalarını kurmak için değil, cephe çevresini ve gerisini muhafaza etmek, asker sevk olunan yerlerde memurini kontrol altında tutmak gibi özel bir gerekçeyle Meclis’e geldiğini göstermektedir. 11 Ağustos’ta üçer kişilik üç heyet ve cephe gerisi için bir heyet teşkil edilerek ordunun teftiş edilmesine dair 107 imzalı takrir karşısında, Mustafa Kemal Paşa’nın “idari teftiş ihtiyacı umumi müfettişlik kanununun çıkması ile karşılanacaktır” şeklindeki açıklaması da bu çıkarımı doğrular niteliktedir.
4 Ağustos’ta kanun teklifinin birinci maddesi kabul edilerek, memleketin maddi ve manevi kaynaklarını eksiksiz bir şekilde vatan müdafasına yöneltmek için ikinci maddede adı geçen mıntıkalara muvakkaten Büyük Millet Meclisince âzası arasından müntehap birer müfettiş gönderilmesine karar verilmiştir. Kabul edildiği haliyle birinci madde, umumi müfettişliği mülki idare teşkilâtının bir parçası olan genel valilik şeklinde değil Meclis’in, yani yasama organının teftiş yetkisini doğrudan kullanacak bir makam şeklinde düzenlemiştir. Bu düzenleme, Meclis’te aynı dönemde talep edilen parlamenter anket sistemiyle de uyumludur.128 Umumi müfettişlik bu haliyle İstiklâl Mahkemesi uygulamasına benzemektedir.
Umumi müfettişlik mıntıkalarının belirlenmesiyle ilgili ikinci madde ise, Meclis’te uzun tartışmalara konu olmuştur. Tartışmaların kaynağını, öncelikle mıntıkaların memleketin bütününde kurulmamış olması belirlemiş; Kütahya Mebusu Besim Atalay Bey, vilâyatı Şarkiya “bir hıdivlik şeklinde mi idare ediliyor” ki orada umumi müfettişlik ihdas edilmiyor diye sormuştur.129 Bu sorunu, tespit edilen mıntıkalarda ortaya çıkması muhtemel yetki sorunu izlemiştir. Saruhan Mebusu Mustafa Necati Bey, umumi müfettişliklerden daha salâhiyattar olan İstiklâl Mahkemeleri ile umumi müfettişliklerin aynı yer ve zamanda görev yapmaları halinde umumi müfettişlerin İstiklâl Mahkemelerinin yardımcısı mahiyetinde kalacağını ve umumi müfettişlik mıntıkalarının ihdas edilmek istendiği bölgede ahzı asker şubelerinin teftiş heyetlerinin de bulunması nedeniyle üçlü bir teftiş mekanizmasının önemli sorunlar yaratabileceğini söylemiştir.130 Kanun teklifi, ikinci maddesi üzerinde görüş birliğine varılamadığı için Encümene iade edilmiştir.
Müfettişi Umumilik Kanun Teklifinde Mıntıkalar131
| -
İzmit, Bolu, Zonguldak, Bilecik, Eskişehir
| -
Karahisarı Sahip, Konya, Aksaray, Silifke
|
P) Antalya, Isparta, Burdur, Denizli, Aydın, Menteşe
|
T) Kastamonu, Kângırı, Sinob
|
S) Samsun, Amasya, Tokad, Sivas
| -
Ankara, Çorum, Yozgad
|
Ç) Kayseri, Niğde, Kırşehir
|
Tablodaki büyük harfler ne anlama geliyor?
Müfettişi Umumilik Kanunu’nun ikinci defa Meclis’e gelişi, ilkinden ayrı olarak bir kanun lâyihasıyla ve Koçgiri Aşireti isyanına yapılan müdahale gerekçesiyle olmuştur. Bu tartışmaların odağında, Dahiliye Vekâletinin, mülki amirleri ve jandarma teşkilâtı ile merkezi idareyi tesis edemediği iddiası yer almıştır. 4 Ekim 1921 tarihli gizli oturumda Dahiliye Vekili Refet Paşa, asayişsizliğe dair verilen dokuz takrire cevaben, "ben dahiliye vekili sıfatiyla memurin idare makinesinin doğru yürüdüğünü iddia edecek değilim" demiştir. Teşkilâtı Esasiye Kanunu'nun Müfettişi Umumilikle ilgili maddesinin uygulanması gerektiğini, müfettişi umumiler olmadan memleketin idare edilemeyeceğini, memleketin merkezde oturan bir Dahiliye Vekili'nin basit emirleriyle idare edilebilecek durumda olmadığını, ayrı ayrı düşünen mutasarrıfların ayrı uygulamalarda bulunduklarını dile getirmiştir. Refet Paşa'nın umumi müfettişliklerin acilen müzakere edilmesi önerisi 4 Ekim’de Heyeti Umumiye'de kabul edildikten sonra, 5 Ekim’de Heyeti Vekile Müfettişi Umumilik Kanun Lâyihasını hazırlamış ve lâyiha Dahiliye Encümeninden geçerek ertesi gün görüşülmek üzere Meclise gelmiştir. Heyeti Vekilenin Meclise sunduğu Müfettişi Umumilik Kanun Lâyihası ile Karesi Mebusu Vehbi Bey'in Mülkiye Müfettişlikleri Teşkili hakkındaki teklifinin heyeti teftişiye ile ilgili olması nedeniyle tevhiden görüşülmesine karar verilmiştir. Ancak, lâyiha ile teklif arasındaki farklar müzakereleri belirleyecektir. Müfettişi Umumilik Kanun Lâyihasının Meclis’e gelmesinden sonra umumi müfettişliği ilk kez Meclis gündemine taşıyan kanun teklifi Encümenden gelmemiş ve Meclis gündemine sunulmamıştır. Kanun teklifi Meclis gündeminde olmamakla birlikte, umumi müfettişlerin teftiş şekline dair benimsediği esas kanun lâyihası karşısında savunulan görüşün dayanağı olacak ve parlamenter anket sistemi müzakerelerde bir öneri olarak Meclis’in önünde duracaktır.
17 Ekim’de Heyeti Vekilenin önerisi ile Teşkilâtı Esasiye Kanunu 22 ve 23. maddelerinde kabul edilen umumi müfettişliklerin esas ve şekil itibariyle birbirine benzemediği iddiası Mecliste iki farklı görüşün doğmasına neden olmuştur. Teklif sahibi Vehbi Bey'in görüşüne yakın olanlar, umumi müfettişliğin Teşkilâtı Esasiye Kanununda kabul edilen diğer teşkilât değişiklikleri ile birlikte anlam kazanacağını ve o değişiklikler yapıldıktan sonra gündeme getirilmesi gerektiğini, o vakte kadar seyyar müfettişliğin veya anket parlamenterin uygulanması gerektiğini söylemektedirler. Meclisin teftiş yetkisini idareye bırakmasının yeni Babıaliler veya bir "paşalar teşkilatı" doğuracağı iddia edilmiştir. Dahiliye Vekâleti Müsteşarı Hamid Bey, Devlet makinasının çalışmasının önündeki engelin iddia edildiği gibi Hükümet veya geniş yetkilere sahip valiler olmadığını söyledikten sonra, memleketin Teşkilâtı Esasiye Kanunu ile küçük aksama bölünmesinin vilayetlerin kendi kendini yönetme kabiliyetini kaybettirdiğini, merkezden yönetimin sağlanabilmesi için memleketi daha yakından görecek bir taksimata ihtiyaç olduğunu belirtmiştir. İdarenin bu şekilde yeniden tanzim edilmesinden sonra umumi müfettişlerin vekâletin gözü kulağı olacağını dile getirmiştir.
20 Ekim’de Müfettişi Umumilik tartışması, teftiş usulü, yetkili organlar, müfettişlerin görev alan ve tanımı üzerinden devam etmiştir. Taraflar Hükümetin muvaffakatiyetsizliği konusunda hem fikir olmakla beraber, çözüm konusunda ayrılmışlardır. Hükümetin yetkilerini arttıracak bir mekanizma olarak müfettişi umumilik ile şûra tarzı yönetimin organı olarak umumi müfettişlik tartışmada iki kutup oluşmasına neden olmuştur. Dahiliye Vekâleti Müsteşarı Hamid Bey, "biz bu Hükümeti ıslaha kadir olduğumuzu her vakit ispat edeceğiz" demiştir. Buna karşılık Lâzistan Mebusu Osman Bey, yeni bir idare şeklinin benimsendiğini ve bu şeklin temsilcisi olan Meclisin teftiş yetkisini de kendi şahsında topladığını söylemiştir. Meclisin Hükümetin icraatlarının murakıbı olması gerektiği söylenirken; bunun karşısında umumi müfettişliğin merkezden yönetimi kuvvetlendirecek bir valii umumilik gibi algılanmaması gerektiği dile getirilmiştir. Erzurum Mebusu Hüseyin Avni Bey ile Bolu Mebusu Tunalı Hilmi Bey, murakabei teftişiyenin bir türü olarak bu yetkinin İstiklâl Mahkemeleri eliyle kullanılabileceğini savunurken; Durak Bey ve arkadaşlarının daha önce verdiği takriri destekleyenler Meclisten müfettişler görevlendirilmesini savunurken İstiklâl Mahkemelerine karşı çıkmışlardır.
Müfettişi Umumilik, Meclis gündemine ilk kez 1921 yılında gelmiş; ancak, teftiş usulü, yetkili organlar, görev alan ve tanımları konusunda görüş birliğine varılamadığı için kanunlaşamamıştır. Meclis, umumi müfettişlik meselesi üzerinden teftiş yetkisinin ancak şûra sisteminin merkezinde durduğu belirtilen Büyük Millet Meclisi eliyle kullanılabileceği ve teftişte mahalli idare örgütlenmesinin Meclisce denetimi esasının benimsenmesi gerektiğini savunanlar ile küçük il esasının benimsenmesinden dolayı ortaya çıkan genel asayiş sorununu aşmada Hükümete daha geniş yetkiler verilmesini ve umumi müfettişliğin genel valilik şeklinde örgütlenmesi gerektiğini savunanlar olarak ikiye bölünmüştür. Ademi merkeziyetçilik-merkeziyetçilik çatışmasının bir tezahürü olarak adlandırılabilecek bu iki görüş karşısında bir fikir birliğine varılamaması sonucunda Müfettişi Umumilik Kanun Lâyihası, 3 Kasım’da Dahiliye Encümeni’ne havale edilmiştir. Müfettişi Umulilik Kanun Lâyihası, Meclis’te merkeziyetçiliğin ve ademi merkeziyetçiliğin bir sınırı olduğunu göstermiştir. Meclis Hükümeti sistemi ve mahalli idare örgütlenmesi merkeziyetçiliğin sınırını belirlemişken, “genel asayiş” sorunu olarak adlandırılan ve Büyük Millet Meclisi’nin hakimiyetini tanımamaya odaklanan iç isyanlar da ademi merkeziyetçiliğin sınırını belirlemiştir.
Ankara ve Başkentlik Sorunu
23 Nisan 1920 tarihinde Büyük Millet Meclisi’nin Ankara’da toplanmasıyla birlikte, Ankara Kurtuluş Savaşı’nın fiili başkenti olmuştu. “Bir yerin başkentliği için en önemli simgelerden biri kamu binalarının, ama onlardan önce, ulusal düzeyde temsil niteliğine sahip meclisin kurulmuş olması” olduğuna göre, Meclis’in Ankara’da toplanmasıyla Ankara’nın başkentliği için ilk unsurun oluşmuş olduğu söylenebilir.132
Ankara’nın Kurtuluş Savaşı’nın fiili başkenti haline gelmesi resmi başkentliğini tartışmasız kılmamıştır. Başkent tartışmaları ilk kez Londra Konferansı’na katılım sorunu kapsamında Büyük Millet Meclisi Reisi Mustafa Kemal Paşa ile Sadrazam Tevfik Paşa arasında gerçekleşen yazışmalarla gün yüzüne çıkmıştır. Mustafa Kemal Paşa, 28 Ocak’ta çektiği bir telgrafta Zat-ı Şahanenin "makamı hilafet ve saltanatın masuniyetini esas olarak kabul etmiş olan Türkiye Büyük Millet Meclisi'ni şekil ve mahiyet ve salahiyeti hazırasıyla" kabul buyurmasını istemiştir. Bunun kabul edilmesini takiben Büyük Millet Meclisi ve Hükümet şimdilik Ankara'da kalmak kaydıyla Zat-ı Şahane'nin Dersaadet'te ikamet edebileceğini, İstanbul'daki kabineye son verilerek Büyük Millet Meclisi'nden bir heyetin orada görevlendirileceğini, saltanat tahsisatının ve İstanbul'daki memurinin masraflarının Meclis'ce sağlanacağını belirtmiştir. Aynı gün, İcra Vekilleri Heyeti, "İstanbul'un bilâkaydüşart istirdadına muvaffakiyet dahi hâsıl olsa onu bir merkezi merasim olarak muhafaza edip milletin asıl merkezi istiklâlini, hakikî merkezi faaliyet ve Hükümetini, fabrika ve müessesatı resmiyesini Anadolu'nun sevkelceyiş noktai nazarından en emin ve mahfuz bir mahalline nakil ve vazetmek" amacıyla bir kararname hazırlamıştır. Kararname, "merkezi hükümet olabilecek mıntakaların bir daire ile tahdit edilmesinin Erkânı Harbiyei Umumiye Riyasetine" tevdini, "1337 senesi kışında payitahtı mutasavvere nakli Hükümet" edilmesi ve "devairi muhtelifei hükümetin şimdiden esaslı olarak vazına teşebbüs edecekleri müessesatı resmiyenin bu merkezde" tesisinin gereğini ortaya koymuştur. İcra Vekilleri Heyeti, Kararnameyi hayata geçirmek için Müdafaai Milliye, İktisat, Nafia, Sıhhıye Vekaletlerinden memurlar ile Beyazıt Mebusu Dr.Refik, Sivas Mebusu Rasim ve Çorum Mebusu İsmet Beylerden oluşan bir komisyonun görev yapmasını istemiştir. Kararname, 31 Ocak’ta Maliye Vekili Ferit Tek Bey’in teklifi ile Meclis gündemine gelmiştir. Teklifin başkentin İstanbul’dan taşınmasını işgalden kurtuluş ile sınırlamaması, yani başkentin temelli olarak İstanbul’dan taşınmasını gündeme getirmesi, teklifin reddedilmesinde en önemli gerekçe olmuştur.133
Sakarya Savaşı’nın arifesinde Kütahya-Eskişehir Savaşları esnasında Meclis’in Kayseri’ye naklinin gündeme alınmasıyla birlikte bir kez daha başkentlik tartışması açılmıştır. İcra Vekilleri Heyeti, 22 Temmuz’da Hükümet’in Ankara’dan Kayseri’ye nakli için gerekli tedbirlerin alınmasını kararlaştırmıştır. Kararın 23 Temmuz’da Meclis’e tebliğ edildiği gizli oturumda, başkentin naklinin sadece stratejik bir karar olmadığı, bir egemenlik sorunu olduğu ve Büyük Millet Meclisi’nin kendi iradesiyle seçtiği başkenti savaşsız düşmana teslim etmenin çok büyük bir yenilgi olacağı mebusların ifadelerinden anlaşılmaktadır. 23 Temmuz’da Ankara’nın savunulmasına karar verilmiştir. Eskişehir yenilgisinin ardından Karar, 30 Temmuz’da bir kez daha Meclis’in gündemine taşınacaktır. 30 Temmuz’daki gizli oturumda Hükümet ve Meclisin mümkün olduğu kadar Ankara'da faaliyetine devamına karar verilmiştir. Ancak, 5 Ağustos’taki gizli oturumda, orduya serbest hareket etme imkanı vermek gerekçesiyle Hükümet merkezinin gerektiğinde Kayseri'ye taşınması hakkındaki İcra Vekilleri Heyeti Kararı kabul edilmiştir. 22 Ağustos’taki gizli oturumda karar bir kez daha teyit edilmiş; ancak, düşman karşısında Büyük Millet Meclisi’ni güç durumda bırakacağı gerekçesiyle bir süre daha kararın tehiri uygun görülmüştür. Başkumandan Mustafa Kemal Paşa, Meclis’te yaşanan bu hararetli tartışmaların hemen akabinde 26 Ağustos’ta Meclis’in Kayseri’ye naklinin elzem hale geldiğini belirtecek; ikinci bir emrin beklenmesi kaydıyla Hükümet ve Meclis’in iki gün içinde nakledilmesini bildirecektir. Ancak, 27 Ağustos akşamı Erkânı Harbiye Reisi Fevzi Paşa’nın Yunan saldırısının durdurulduğunu haber vermesiyle birlikte, Mustafa Kemal Paşa, nakil emrinin durdurulduğunu bildirecektir.
Personel Politikası
Yeni bir devletin kurulması aynı zamanda yeni devletin istihdam edeceği idari, askeri, adli ve akademik personelin durumuyla da ilgili bir konudur.134 Büyük Millet Meclisi’nin Ankara’da açılmasıyla birlikte yönetimin Ankara’dan sağlanabilmesi için bizzat Ankara Hükümeti’nin istihdam ettiği personele ihtiyaç duyulmuştur. Ancak, mevcut personelin Osmanlı İmparatorluğunun idari merkezi İstanbul’da olması nedeniyle önemli sorunlar yaşanmıştır. İstanbul Hükümeti karşısında iktidarını ilan eden Ankara Hükümeti, 1921 yılı içinde yeni devlet kendi memurunu yaratabilecek mi sorusuyla karşı karşıya kalmıştır.
Ankara Hükümeti, idari, askeri, adli ve akademik personel ihtiyacını mevcut kadrolardan, yani İstanbul Hükümeti’nin istihdam etmekte olduğu kadrolardan karşılamaya çalışmıştır. Bu durum, kadroların sınırlı olduğu bir dönemde İstanbul Hükümeti ile Ankara Hükümeti arasındaki mücadelenin personel istihdamı üzerinden de canlılığını korumasına yol açarken, Ankara Hükümeti’nin İstanbul Hükümeti’nden bağımsızlaşmasını engelleyen bir sorun olarak görülmesine de neden olmuştur. İstanbul Hükümeti, Ankara Hükümeti’ni zayıflatmak için personel maaşlarını sürekli yüksek tutmuştur. Bu politika, İstanbul Hükümeti’ni de zor durumda bırakan ve 1922 yılı içinde mali sorunlar yaşamasına yol açacak bir politika olmakla beraber Ankara Hükümeti’nin İstanbul’dan gelen personelin maaşını baskılayamamasına yol açmıştır.135 Dahası Ankara Hükümeti, İstanbul Hükümeti’nin istihdam ettiği personeli yanına çekmek için 28 Ocak’ta İstanbul Hükümeti’ne son verilmesi halinde İstanbul’daki memurların maaşlarının Büyük Millet Meclisi’nce karşılanacağını söylemek zorunda kalmıştır.
10 Ocak’ta Canik Mebusu Nafiz Bey, İstanbul'dan Ankara'ya gelen zabitan ve memurine harcırah verilmesi, zabitan ve memurinden mütekait (emekli) olanların Ankara'ya gelip durumlarını belgeyenlere eytam ve eramil maaşatı bağlanması ve İstanbul'dan gelen memurine mütedahil (ödenmemiş) maaşlarının ita edilmesi hakkında Maliye Vekâleti’ne istizah takriri verilmiştir. Nafiz Bey, İstanbul'daki zabitan ve memurinin İstanbul'dan maaş alamayacaklarını anladıkları vakit Anadolu'ya geçerek maaş almak istediklerini belirtmiştir. Maliye Vekili Ferit Bey, zabitana ve kimi ihtisas başlıklarında memurine büyük ihtiyaç duyulduğu, Osmanlı Devleti'nin vârisi olma nedeniyle mütekadine maaşlarının verilmesi gerektiği yönünde açıklamada bulunmuştur. İstanbul memurlarının istihdamı konusunda ciddi değişiklikler yapılmak istendiği takdirde, Harcırah Kanunu, Tekaüt ve İstifa Kanunu'nda değişiklik talebinde bulunulmasını gerektiğini dile getirmiştir.136 Mustafa Kemal Paşa da zabitan ihtiyacının büyük olduğunu ve bu nedenle her zabitin kıymetli olduğunu söylemiştir.
Harcırah Kararnamesi’nin 10.maddesinin tefsiri hakkında Büyük Millet Meclisi Riyaseti Tezkeresi 11 Nisan’da Meclis’e geldiğinde, İstanbul ve işgal altında kalmış diğer mahallerden kendi arzusuyla gelip de açıktan bir memuriyete atananlar ile İcra Vekilleri Heyeti'nin talebiyle gelerek bir memuriyete atananlara ve ailelerine hangi usule göre harcırah verileceği müzakere edilmiştir. Harcırah Kararnamesi’nin 10.maddesinde İstanbul ve sair mahallerde bulunan kişilere, tayin emirlerinin tebliğ edildiği mahalden memuriyet yapacakları mevkiye kadar kendilerine ve ailelerine harcırah ita edileceği belirtilmekteydi. Ancak, İstanbul'dan kendi rızasıyla gelenlere ve ailelerine harcırah verilmediği yönündeki iddialar tartışma yaratmıştır.
1921 yılı içinde Ankara Hükümeti’nin personel politikasını belirlemeye yönelik alınan en önemli karar, 4 Ocak 1921 tarihli 87 sayılı Vekâletler Kadrolarının Tesbiti hakkındaki Heyeti Umumiye Kararı olmuştur. Karesi Mebusu Vehbi Bey’in, "Gelecek sene bütçesi tetkikatına esas olmak için her vekaletin merkez ve mülhakat kadrosu kanun tarzında tesbit edilmek üzere Meclisi Millice ikisi mütehassıs ve üçü gayri mütehassıs beş azadan mürekkep ve vekaletler müsteşarları da dahil olan birer encümenin hemen teşkilini ve işe başlamalarını teklif" ettiği takriri Heyeti Umumiye Kararı’nın içeriğini belirlemiştir. Bu Karar ile vekâlet kadroları, bir başka deyişle, vekâlet örgütlenmesi bir yandan bütçenin bağımlı değişkeni haline getirilmiş; diğer bir yandan ise, yıl sonunda bütçe kanununu çıkarma yönündeki çabalara kurban edilmeyerek ilmi esaslara dayandırılmaya çalışılmıştır. Usul yönünden çok önemli bir karar olmasına rağmen, söz konusu Heyeti Umumiye Kararı planlandığı gibi on beş gün içinde hayata geçirilemeyecek; 15 Şubat’ta Kadro Encümenleri’nin tetkikâtını bir an önce bitirerek, bütçe ile birleştirilmek üzere Muvazenei Maliye Encümeni’ne göndermesi istenecektir. Ancak, 28 Şubat’ta Avans Kanunu çıkarıldığında henüz bütün Kadro Encümenleri’nin kadro tetkikatları Muvazenei Maliye Encümeni’ne ulaşamamış olacaktır.137 Kadro Encümenleri’nin çalışmaları yer yer önemli kadro kararlarının alınmasına neden olacak; ancak, Kadro Encümenleri’nin çalışmaları tek bir elde birleştirilip bütçeye yansıtılamadığı için bütünlüklü bir kadro belirleme çalışması yapılamamış olacaktır.
Müdafaai Milliye Vekâleti Kadro Encümeni’nin teklifi üzerine 10 Şubat’ta çıkarılan 94 sayılı Kanun ile seyyar jandarma müfrezeleri ilga edilmiştir. 28 Nisan’da kabul edilen Ordu Maaşatıyla Cephe Zamlarının Sureti Tesviyesini Mübeyyin Kanun da, Müdafaai Milliye Vekâleti Kadro Encümeni’nin tetkikatına göre tanzim edilmiş; Kanunla, Müdafaai Milliye Vekâleti teşkilâtı, makam maaşı, rütbeler ve cephe zammı ile ilgili düzenlemeler yapılmıştır.
Bu kararı bir sonraki yılın bütçesine bağlayan bir karar alınıyordu?
1921 yılı içinde bölgesel farklılıklar gözetilerek ayrı maaş rejimi uygulamasına devam edilmiştir. 22 Mart’ta, 761 sayılı İcra Vekilleri Heyeti Kararı ile Zonguldak sancağında merkez ve maden memurları gibi Ziraat Bankası memurlarına iki misli maaş verilmesine karar verilmiştir. Ancak, Ziraat Bankası’na tanınan kurumsal istisnaya 29 Ocak 1921 tarihli ve 93 sayılı Heyeti Umumiye Kararı ile son verilmiştir. Senede dört maaş altın olarak alan Ziraat Bankası memurlarının bütçe ile kararı katiyete iktiran edinceye kadar bütün maaşlarını evrakı nakdiye ile almalarına ve tediyesi lüzumunun İktisat Vekâletine bildirilmesine karar verilmiştir.
Dostları ilə paylaş: |