Savaş YÖnetiMİ ve YÖnetiMİn merkeziLEŞmesi


Başkumandanlık Kanunu: Başkumandanlık Yetkisinin Meclis Reisine Verilmesi



Yüklə 1,19 Mb.
səhifə10/20
tarix18.08.2018
ölçüsü1,19 Mb.
#72409
1   ...   6   7   8   9   10   11   12   13   ...   20

Başkumandanlık Kanunu: Başkumandanlık Yetkisinin Meclis Reisine Verilmesi

1921 yılında merkezileşmenin en üst aşaması Meclis Reisi Mustafa Kemal Paşa’ya, başkumandanlık yetkisinin verilmesidir. 5 Ağustos 1921 tarihinde kabul edilen 144 sayılı Türkiye Büyük Millet Meclisi Reisi Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine Başkumandanlık Tevcihine dair Kanun, düzenli ordunun savaş gücünün arttırılması için Sakarya Savaşı öncesinde verilen fevkalâde bir askeri komuta yetkisi olduğu kadar, savaş koşullarında iktidarın karar alma gücünü artıracak bir merkezi yönetim oluşumunun da son halkasıdır. Savaş yönetimi, bütün kaynakların sevk ve idaresini gündeme getirdiği ölçüde eşitlenen kuvvetler, bu aşamada askeri karar alma süreciyle de bütünleşmiştir. Savaş yönetimi, siyasal, idari, adli, mali ve askeri karar alma süreçlerini tek elde toplamıştır. Ancak, tek elde toplanan kuvvetler, bu sefer savaşın ilk yıllarında olduğundan farklı olarak Büyük Millet Meclisi’nin elinde değil, tek bir kişide, Meclis Reisinde olacaktır. Büyük Millet Meclisi’nden ayrı bir organ olarak İcra Vekilleri Heyeti’nin varlığının bile tartışıldığı koşullarda bu yetkinin verilmesi dikkat çekicidir. Yetki verilen kişinin bulunduğu makamın Büyük Millet Meclisi’nin açılışından itibaren fiili devlet başkanlığı statüsünü taşıdığı düşünüldüğünde bu karar bir kat daha önem kazanmaktadır.

Başkumandanlık Kanunu’nu doğuran koşullar öncelikle askeridir. 1921 yılının sonuna doğru ordunun durumuna baktığımızda, taarruz yapmak bir yana ayakta kalabilmesi için bile ciddi bir toparlanma içine girmesi gereken bir teşkilâtla karşılaşırız. Bir örnek vermek gerekirse, ordunun belkemiğini oluşturan asker mevcudu her geçen gün azalmaktadır. Önemli bir sorun olan asker kaçakları, Eskişehir-Kütahya savaşları öncesi hat safhaya ulaşmış; 72.000 mevcutlu ordu 28.000’e inmiştir.118 İkmaller, geri hizmeti ve subay istihdamı konusunda sıkıntılar yaşanmaktadır.119 Mustafa Kemal Paşa’ya başkumandanlık yetkisinin verilmesinin ilk defa gündeme geldiği 2 Ağustos’taki gizli Meclis oturumunda Sinop Mebusu Dr.Rıza Nur Bey, cepheden dönen diğer mebus arkadaşlarıyla durumu değerlendirirken ordunun sadece çekirdeğinin mevcut olduğunu dile getirmiştir. Mersin Mebusu Salâhaddin Bey’in yetkinin Meclis Reisine verilmesini önerdiği 4 Ağustos’taki gizli Meclis oturumu da, Garp Cephesi Kumandanı İsmet Paşa’nın, savaşın kazanılması için 20.000 efradın cepheye sevkini talep etmesi üzerine gerçekleştirilmiştir. Salahâddin Bey, "Herhangi zat ise milletin bütün kuvvetini alsın ve bizi muzaffer etsin" diyerek sözleriyle savaşın yakıcılığını hissettirmiştir.

Kanun, ürünü olduğu fevkalâde koşullar gibi fevkalâde bir yönetim usulünü gündeme getirmiştir. Dr.Rıza Nur Bey (Sinop), "fevkalade zamanlarda fevkalade işler ve gayret lazım" dediği 2 Ağustos’taki konuşmasında yetki devrinin bütün güçlerin vatan savunmasına kanalize edilmesi için gerekli olduğunu söylemiştir. Kanun’un kabul edildiği 5 Ağustos’taki gizli oturumda fevkalâde durumlarda fevkalâde salahiyetlerin verilmesi gerektiği ve bu olmadığı takdirde İsmet Paşa'nın hâlihazırda duruma mukayyet olduğu belirtilmiştir.

Fevkalâde koşullardan geçildiği kabul edilmekle birlikte, hem fevkalâdeliğin derecesi hem de bu koşullarda oluşturulacak fevkalâde yönetimin usulü ciddi tartışmalara konu olmuştur. Usul tartışmaları yetkinin hangi organ veya makamda olacağı, bu organ veya makamın sorumluluğu, yetkinin niteliği, derecesi ve kapsamı üzerinde yoğunlaşmıştır. Sinop Mebusu Dr.Rıza Nur Bey ve İcra Vekilleri Heyeti adına söz alan İstanbul Mebusu Ahmet Ferit Bey, yetkinin İcra Vekilleri Heyeti’nde olması gerektiğini savunmuştur.120 Dr.Rıza Nur Bey, 2 Ağustos’taki konuşmasında İcra Vekilleri Heyeti’nin bütünüyle vatan savunmasına kanalize olacak şekilde çalışması gerektiğini dile getirmiş; Erkânı Harbiye Riyasetinin takviyesini önermiştir. Mersin Mebusu Salâhaddin Bey ise, 4 Ağustos’taki gizli oturumda milletin bütün kuvvetini bir araya toplamak üzere bütün kuvvetin Başkumandan Vekili sıfatıyla Meclis Reisine verilmesini önermiştir. Bu öneri ile birlikte yetkinin Meclis Riyasetinde olması fikri belirginlik kazanmaya başlamış; tartışma, yetkiyi elinde bulunduracak makamın sorumluluğu, yetkinin niteliği, derecesi ve kapsamı noktasına kaymıştır. Bu bağlamda, bu yetkinin Meclis’in yetkilerini ne oranda sınırlandıracağı, Kanuni Esasi’ye göre başkumandanlık yetkisini elinde bulunduran makamın yetkisine tecavüz anlamı taşıyıp taşımayacağı, yetkinin ordunun idaresinin ötesine geçip geçmeyeceği de tartışma başlıkları haline gelmiştir. Ahmet Ferit Bey (İstanbul), 4 Ağustos’ta bu durumun ancak Müdafaai Milliye Encümeni’nin, aynı anlama gelecek şekilde Meclis’in murakabesinde kabul edilebilir olduğunu dile getirmiştir. Bu öneri ile yetki verilen makamın Meclis’e karşı sorumlu olması istenmişken, Dr.Rıza Nur Bey (Sinop), 4 Ağustos’ta bu öneri ile yetkinin paylaştırılmak istendiğini ve bunun başarısızlık halinde sorumluluktan kaçmak anlamına geldiğini iddia etmiştir.

Tartışmalara daha yakından bakıldığında, usul tartışmalarının Başkumandanlığın asaleten mi yoksa vekaleten mi yürütüleceği noktasında düğümlendiği görülür. Bu, Meclis’in, yetkilerini sınırlandırmak istememesinin bir göstergesi olduğu kadar saltanat makamının yetkileriyle kesişen bir durumun yaratılmakta olduğunun da habercisidir. Yazın, Meclis’in yetkilerinin sınırlandırılması noktasına ağırlık vermekle beraber, Başkumandanlık yetkisinin de saltanat makamının diğer yetkileri gibi Meclis’te toplanmış olması ve hatta bu durumun kimi mebuslarca geçici bir durum olarak değerlendirilmesi nedeniyle, tartışmanın düğüm noktasının saltanat makamının yetkilerinin başka bir makama, fiili durumda devlet başkanlığını üstlenen Meclis Reisine geçip geçmemesi olduğu anlaşılır. Kanuni Esasi’nin kaldırılmayan hükümlerinin hala yürürlükte olduğu kabul ediliyorsa, zaten başkumandanlık kayıt altına alınmıştır.121 Kanuni Esasi’nin 7.maddesi ile “harb ve sulh ilânı ve kuvvei berriye ve bahriyenin kumandası ve harekatı askeriye” saltanat makamının, yani Padişah’ın yetkileri arasında sayılmıştır. Mustafa Kemal Paşa’nın 5 Ağustos’ta sarfettiği sözler de bu noktanın altını çizmiştir: "Heyeti Celilenizin Başkumandan tayin, edeceği, zata başkumandan vekili deriz. Bu daha ziyade bir taraftan Padişah çıkar. Ben böyle bir vekil tayin etmedim derse, esasen Meclisi Âlinin şahsiyeti maneviyesidir. Azami tesiri talep ettiğiniz için fiilen ve zahiren memnun ediyor, seni kumandan yaptım diye. Bunu böyle mütalaa ediniz. Bendenizi şahsen Başkumandanlık vekaletine tayin etmekten ve bilfiil kumandan tayin etmenizden maksat, reis sıfatiyle bu işlere en az çok temas etmekteyim. Binaenaleyh Başkumandan vekili dediğiniz zaman bunun tesiri azalır. Başkumandan vekili eskiden istimal edilmiş ve daima hoş görülmemiş olan bir unvan ile bu vazifeyi ifa edemem. Vekil sıfatiyle yapamam."122 Dolayısıyla, Mustafa Kemal Paşa’nın bu kanun ile eski Roma Cumhuriyetlerindeki gibi belirli süreliğine “kanuni diktatör” haline geldiği şeklindeki yorumlar,123 Meclis’in yasama yetkisinin sınırlandırılmasına çubuğu bükerken saltanat makamıyla eşit statüde bir devlet başkanlığının yaratılma sürecini göz ardı etmektedir. Bu noktanın göz ardı edildiği, savaş halinde olunan ve tanınma talep edilen devletlerin başkumandanlıklarının bizzat devlet başkanları tarafından üstlenildiğinin göz önünde bulundurulmamasından da anlaşılmaktadır.124 Oysa tartışmaların fay hattının bu noktadan geçtiği, zamandizinsel olarak bakıldığında net bir şekilde görülebilmektedir. Başkumandanlık Kanunu’nun temdidi, İcra Vekilleri Heyeti’nin görev, yetki ve sorumlulukları ve Harb Encümeni Fevkalâdesinin tanzimine ilişkin düzenlemelerle sınırlandırılmak istenen Başkumandanlık yetkileri ve bu düzenlemeler esnasında yapılan müzakereler bu sürecin anlaşılmasını kolaylaştırmaktadır.

5 Ağustos’ta tartışmalara son noktayı, fevkalâde durumlarda fevkalâde salahiyetlerin verilmesi gerektiğini ve bu olmadığı takdirde İsmet Paşa'nın halihazırda duruma mukayyet olduğunu ifade edenbeyanlar koymuştur. Edirne Mebusu Şeref Bey’in fevkalâde yönetim usulüne izahat getirirken sarfettiği sözler, hem yönetim usulünün niteliğine hem de saltanatın varlığı karşısındaki konumuna açıklık getirir niteliktedir: "Tarih tekerrürden ibarettir. Konvansiyon tarihini tetkik edecek olursanız bizim Meclisimizden fazla bir şey değildir. Yani bilfiil bu davayı meydana getirmek için her türlü tedabir yapıyorsunuz. Çünki yapdığınız tedbirler öyle tabii zamanda yapılacak cinsten değildir, fevkalâde zaman için fevkalâde tedbir sevk ediyorsunuz. Şu halde acaba biz bir Napolyon mu yaratıyoruz? Düşündüm ki hayır. Paşanın bütün ruhunu, vicdanını bildiğim için söyledikleri veçhile iradei milliyenin hizmetkârı olmak, bu memleketin Padişahı olmaktan hayırlıdır"125

5 Ağustos’taki gizli oturumda kanun, 183 kişinin katılımıyla gerçekleştirilen oylamada 169 kabul oyuna karşı 13 muhalif oyla kabul edilmiştir. Aleni celsede, kanun teklifi Sinop Mebusu Dr.Rıza Nur Bey ve sekiz arkadaşının imzası ile gündeme gelmiş, oturum başkanı Dr.Adnan Bey'in tartışmasız görüşmesiz oylaması sonucu 184 kabul oyuyla kabul edilmiştir. Kabul edilen kanun, ordunun maddi ve mânevi kuvvetini âzami surette arttırmak, sevk ve idaresini sağlamlaştırmak için Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin buna ilişkin şahsiyeti maneviyesinde bulundurduğu Başkumandanlık vazife ve salâhiyetini Meclis namına fiilen istimal edilmek üzere kendi Reisi Mustafa Kemal Paşa'ya vermesine ilişkin bir düzenleme olarak Meclis’ten geçmiştir. Bu sıfat ve salâhiyet üç ay müddetle sınırlı olacak; Meclis lüzum gördüğü takdirde bu sürenin bitmesini beklemeden dahi bu sıfat ve salâhiyeti ref'edebilecektir.



Başkumandanın İdare Yetki ve Usulü

Başkumandanın yetkisi altındaki idari işlemler Başkumandanın emri ile gerçekleştirilmektedir. 7 Ağustos ve …’da yayımlanan Tekâlifi Milliye yükümlülükleri, Başkumandanın yetkisi dahilinde getirildiği için bu yükümlülüklere emir denmiş; yükümlülükler Tekâlifi Milliye Emirleri olarak geçmiştir.

Yasama ve yürütme faaliyetleri kadar yargı faaliyetleri de Başkumandanın yetkisi dahilindedir. Bu nedenle, 8 Eylül’de Yozgad İstiklâl Mahkemesi Başkumandanlık emriyle kurulabilmiştir.

Başkumandana verilen yetki Meclisin murakebesi altındadır. 8 Ağustos’taki Meclis görüşmelerinde, Müdafaai Milliye Encümeninin, Başkumandanlığın icraatlarını bir heyeti teftişiye gibi Meclis Kararıyla murakebe ettiği ifade edilmiştir. Encümen, Başkumandanlığın icraatlarından Meclis'i haberdar etme görevini Hüsrev Bey'e vermiştir. Buna istinaden, 8 Ağustos’ta Hüsrev Bey, Başkumandanlığın icraatı hakkında gizli oturumda Meclis’e bilgi vermiştir.

Başkumandanın ayrı bir teşkilâtı, yani ayrı bir Başkumandanlık Teşkilâtı yoktur. 13 Eylül’de Başkumandanlık Kalemi lağvedilmiş; 8 Ağustos’ta Başkumandanlık Kalemi’ne atanan Kâzım Paşa’nın görevi de bu vesileyle son bulmuştur. 18 Eylül’de Meclise sunulan telgrafla 13 Eylül 1921 tarihinde "Başkumandanlık muamelâtının daha basit bir şekilde cereyan" etmesi için Başkumandanlık Kaleminin ilga edildiği bildirilmiştir. Başkumandan, Müdafaai Milliye Vekâleti ve Erkânı Harbiyei Umumiye Riyaseti ile bizzat temasta bulunarak çalışacaktır. Başkumandanca gerekli görüldüğü takdirde diğer vekâletlerden de Başkumandan nezdinde çalışmak üzere memurlar görevlendirilebilecektir.

Başkumandan Mustafa Kemal Paşa, fevkalâde koşullarda idarenin en iyi şekilde gerçekleştirilmesi için Hükümet teşkilâtının kurulmasını önemsediğini dile getirmiştir. 8 Ağustos’ta konuyla ilgili söz alan Mustafa Kemal Paşa, ülke genelindeki örgütlülüğün arttırılması için verilen takrirlere dair değerlendirmede bulunmuştur. Hakiki Müdafaai Hukuk Cemiyetleri kurulması, yani cemiyetlerin yaygınlaştırıp güçlendirilmesi önerisine karşı Hükümet teşkilâtının kurulması gerektiğini söylemiştir. Mustafa Kemal Paşa’nın bu sözleri, başkumandana verilen olağanüstü yetkilerin Meclis’ten ayrı değil, onun içinden çıkan ve ülke geneline yayılan güçlü bir Hükümet teşkilâtı kurulması yönünde sarf edilmek istendiğini gösterir.

Başkumandanlık karargâhı, Başkumandanlığın idari merkezi niteliğindedir. Karargâh 13 Eylül’de Polatlı’ya taşınmıştır.

Memleketin Yönetimi: Devletin Toprak Üzerinde Örgütlenmesi

1921 yılına girildiğinde, devletin toprak üzerindeki örgütlülüğünü 1908 Devrimi ile başlayan II. Meşrutiyet döneminin en önemli idari reformu olarak da adlandırılan 1913 tarihli İdarei Umumiyei Vilâyat Kanunu Muvakkati belirlemekteydi.126 Kanun, “İdarei Umumiyei Vilâyat” ve “İdarei Hususiyei Vilâyat” olmak üzere iki bölümden oluşmakta ve vilâyetin hem mülki-genel hem de mahalli idaresini düzenlemekteydi. Vilâyetlere dair bir düzenleme olmakla birlikte idari taksimatın ve idari birimlerin idare usulünün bütününü belirleyecek hükümleri içermesi nedeniyle devletin toprak üzerindeki örgütlülüğünün bütününü etkileyen bir yasa olarak yürürlükteydi. Bu düzenleme, Kanuni Esasi’yle birlikte devletin toprak üzerindeki örgütlülüğünün Anayasası niteliğindeydi.



İdari Bölümleme Esasında Değişim

1921 yılı, Teşkilâtı Esasiye Kanunu’nun 20 Ocak 1921 tarihinde kabul edilmesiyle, devletin toprak üzerindeki örgütlülüğünün değiştiği yıl olmuştur. 1913 tarihinde kabul edilen İdarei Vilâyat Kanunu’ndan beri korunan dört kademeli (vilayet-liva-kaza-nahiye) yönetsel bölümleme, Anayasa’nın 10.maddesinde belirtildiği şekliyle vilayet-kaza-nahiye’den oluşan üç kademeli idari taksimat haline getirilmiştir.127 Bu değişiklik, şekilsel gibi görünmekle birlikte önemli bir niteliksel dönüşümü ifade etmekte; devletin toprak üzerinde örgütlenmesini il esasına dayandırarak toprak üzerinde örgütlenmenin felsefesini değiştirmektedir.

Değişikliğin niteliğini anlamak için milli mücadele döneminden başlayarak yapılan düzenlemelere daha ayrıntılı bakmak gerekir.128 1920 yılında Büyük Millet Meclisi açıldığında bugünkü ulusal sınırlar içinde 15 vilayet, 53 liva (17 müstakil liva ve 36 mülhak liva), 302 kaza ve 679 nahiye bulunmaktaydı.129 Milli mücadelenin başladığı dönemden itibaren mülhak (bağlı) livalar müstakil yapılarak ve yeni müstakil livalar kurularak, Osmanlı vilayet sisteminin benimsediği ölçekte küçülmeye gidilmiş, mülhak livaların azaltılmasıyla vilayetlere bağlı sistem ortadan kaldırılmaya çalışılmış130 ve liva ölçeği benimsenmeye başlanmıştır.131 Bu nedenle, 1921 Anayasası’nda yapılan değişiklik ne sadece dört kademeyi üç kademeye indirmek ne de livaların kaldırılması veya livaların vilayet adını alması olarak yorumlanabilir. Büyük Millet Meclisi’nin yaptığı düzenlemelerle ortaya çıkan bir politikanın anayasal statüye kavuşmasını sağlayan Teşkilâtı Esasiye Kanunu, Osmanlı eyalet / vilayet sistemini ortadan kaldırmış; vilayet adını korumakla birlikte liva ölçeğini esas alan bir örgütlenmeyi benimsemiştir.132 Teşkilâtı Esasiye Kanunu’nun kabul edilmesiyle mevcut 15 vilayet ve 1920 yılında yapılan düzenlemelerle sayısı 56’ya çıkan livaların statüsü eşitlenmiş; 7 Temmuz’da 133 sayılı Anavatana İltihak Eden Arazide İcra Edilecek Teşkilâtı Mülkiyeye dair Kanunla Ardahan, Kars ve Artvin müstakil livalarının kurulması ile 74 livalı bir yapıya geçilmiştir. Ölçekteki küçülme ve vilayet / il esasına geçiş, “Fransa modelinin kavramlarıyla province sisteminin terki ve departement sisteminin kurulması” olarak tanımlanabilecek bir “merkezileşme sürecini” başlatmıştır.133

10 Mart’ta Müstakil Mutasarrıfların Sureti Tayinleri hakkında Kararname çıkarılmıştır. Müstakil mutasarrıfların valiler gibi İcra Vekilleri Heyetince tayin edilmesine karar verilmiş; böylelikle, müstakil mutasarrıflara vali yetkisi verilmiş; valilerin İdarei Umumiyei Vilâyat Kanununda gösterilen bütün yetkilerini mutasarrıfların kullanabilecekleri belirtilmiştir. Böylelikle, müstakil livaların vilayet statüsünde örgütlenmesine ilişkin bir düzenleme yapılmıştır.

1921 yılının bütün olarak iktidar mücadelesiyle belirlendiği düşünüldüğünde, bu düzenleme de iktidar mücadelesinin fay hatlarından birini oluşturmuş ve bu kırılgan fay hattında mücadelenin seyri doğrultusunda uygulama adımları atılabilmiştir. Dar ölçekli vilayet sisteminin anayasal bir ilke haline gelmesine rağmen; bir, bu ilkenin bütünüyle uygulamaya geçtiğini söylemek zordur; iki, bu ilke anayasanın mahalli idarelere tanıdığı geniş yetkilerle çatışan bir doğaya sahiptir. Teşkilâtı Esasiye Kanununun fiilen uygulanmasını sağlayan genelge Dahiliye Vekâletince ancak 1923 yılında yayımlanabilecek ve uygulamanın kesinleşmesi Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 8 Mart 1924 tarihli 82 sayılı Kararı ile sağlanabilecektir.134 1921 yılı, tam da bu nedenle, yönetsel birimlerin adlarında dahi değişikliğe gidilmediği, çoklu adlandırmanın yaygın olduğu ve tekil düzenlemelere devam edildiği bir yıl olmuştur. Teşkilâtı Esasiye Kanununun Osmanlı vilayet/eyalet sistemini kaldıran ilkesi ile vilayet şûraları aracılığıyla vilayetlere geniş yerel yetkiler tanıyan hükmü, hem iktidarın kimde olacağının kesinleşmediğinin bir göstergesi olmuş hem de yıl boyu iktidar mücadelesinin bütün canlılığı ile sürmesinin zeminini oluşturmuştur. Yerel güçlerin bir kısmıyla ittifak kurmak ve bir kısmını da bastırmak isteyen Büyük Millet Meclisi Hükümeti, Teşkilâtı Esasiye Kanunu ile yerel yönetimlere geniş yetkiler tanırken bir yandan söz konusu yerel güçleri tanımış; bir yandan da onları denetimi altına almaya çalışmıştır. Büyük Millet Meclisi Hükümeti’nin yerel güçlerle ittifak arayışı, idari bağlılıkların değiştirilmesi örneklerinden yola çıkılarak anlaşılabilir.

İdari Bağlılıkların Değiştirilmesi

28 Nisan’da Palu kazasının livaya tahviline dair kanun lâyihası reddedilmiştir. Ergani ve Genç sancaklarının lâğvıyla merkezi Palu kasabası olmak ve Palu, Ergani, Osmaniye, Nazimiye, Mazgirt ve Çapakçur kazalarından mürekkep bulunmak üzere bir Palu livası teşkili hakkında Heyeti Vekileden gelen kanun lâyihası Dahiliye Encümenince reddedilmiştir. Dahiliye Encümeni, red gerekçesinde, Dersim livası dahilindeki asayiş sorununun Palu livası oluşturularak çözülemeyeceğini ve Ergani ile Genç sancaklarının kaldırılması ile halkı Hükümete ısındırmak gereken bir zamanda ters adım atılacağını belirtmiştir. Dahiliye Encümeni mazbatasında burada bulunan 12 aşirete dikkat çekilmiştir. Ancak, zamanında müstakil liva yapılarak bağlılığı sağlanmaya çalışılan Genç livasının da içinde bulunduğu bölgede şiddetli bir Koçgiri Aşireti İsyanı yaşanmaktadır. Görüşmelerde söz alan Ergâni Mebusu Emin Bey de, üstü kapalı bu konuya değinircesine, konunun Ergani ve Genç sancaklarının lağvedilmesiyle ilgili olmadığını, nüfusu Türk olan kasabaların Palu altında toplanmasıyla Dersim’den ayrılmasının sağlanacağını ve bu nedenle kanunu desteklediğini söylemiştir. Dahiliye Encümeninin güvenlik önlemlerinin askeri düzenlemelerle güçlendirilmesi görüşü doğrultusunda, Palu kasabasının livaya tahvil edilmesine ilişkin kanun lâyihası oyçokluğu ile kabul edilmiştir.

20 Haziran’da 128 sayılı Hekimhan Kazası Namıyla Bir Kaza Teşkili hakkında Kanun kabul edilmiştir. Kanun gerekçesinde Sivas-Malatya yolunun Kangal ve Malatya kasabaları arasında yakın bir kaza merkezi olmaması nedeniyle, bölgenin kuvvetli hükümet merkezlerinden mahrum olduğu ve eşkiyalığın önlenemediği belirtilmiştir. Hekimhan nahiyesinin kazaya tahvili, Atnalı ve Kütük gibi aşiretlerin hâkimiyeti altında bulunan ve Osmanlı döneminden beri devlet otoritesinin kurulamadığı bölgede inzibatın sağlanması için istenmiştir.135 Kanun görüşmelerinde, inzibati gerekçelerle benzer değişiklikler yapılmasının, Teşkilâtı Esasiye Kanununun uygulanmasını engellediği ve Kanunun ruhuna aykırı olduğu bazı mebuslar tarafından savunulmuştur.

7 Temmuz’da 133 sayılı Anavatana İltihak Eden Arazide İcra Edilecek Teşkilâtı Mülkiyeye dair Kanun kabul edilmiştir. Anavatana iltihak eden mahallerde Artvin, Ardahan, Kars livalarının teşkil edilmesine ve Iğdır ile Kulb kazalarının Bayezid sancağına bağlanmasına karar verilmiştir. Artvin 3, Kars 3 ve Ardahan 4 kazaya ayrılmıştır. Bu teşkilâtın en önemli özelliği, bölgenin anavatana yeni katılması nedeniyle özel bir hassasiyet gösterilerek mahalli geleneklere dokunulmamasına karar verilmiş olmasıdır. Bu nedenle, nevahi ve kura taksimatına ilişkin düzenleme ilerde çıkarılacak bir kanuna bırakılmış olmasına rağmen, nahiyelerdeki mahalli idareler eski şekliyle korunmuş; elviyei selâsede Teşkilâtı Esasiye Kanununa tevfikan nevahi teşkilatı icra edilinceye kadar nevahi müdüranının eskisi gibi ahali tarafından intihap olunmasına karar verilmiştir.

8 Eylül’de Niğde sancağına bağlı Yahyalı nahiyesinin Kayseri’ye bağlı Develi kazasına ilhak etmesine dair kanun teklifi reddedilmiştir. 8 Eylül’de, ayrıca, Konya vilâyetinde, Ilgın kazasına bağlı Argıdhan nahiyesinin lağvedilerek Çekil namıyla bir nahiye teşkil edilmesine dair kanun lâyihası da reddedilmiştir.136 Kanun lâyihası, Ilgın kazasında başgösteren isyan esnasında nahiye müdürünün Çekil’de öldürülmesi nedeniyle, Çekil’in nahiye yapılarak Ilgın kazasının inzibati açıdan güçlendirilmesi gerekçesiyle hazırlanmıştır. Kanun lâyihasının görüşmelerinde, kazada düzenin sağlanması için Argıdhan ve Çekil’in ikisinin birden nahiye olarak yönetilmesi gerektiği söylenmiş; kanun lâyihası Teşkilâtı Esasiye Kanunu’nun kabulüyle nahiye teşkilâtının şeklen değiştiği ve yeni bir düzenleme için Nevahi Kanunu’nun kabulünün beklenmesi gerekçesiyle reddedilmiştir.

27 Ekim’de Adana ve Mersin’in idari statülerinde değişiklik yapılmasına dair İcra Vekilleri Heyeti Kararı alınmıştır. Bu Kararla, daha önce kaza haline getirilen Adana ve Mersin, Fransa ile imzalanan İtilâfname’den sonra önem kazanmaları nedeniyle sancak haline getirilmeleri gündeme gelmiştir.

İdari bağlılıkların değiştirilmesinde görüldüğü gibi asayiş önemli bir gerekçe olmuştur. Asayiş olarak belirtilen gerekçenin altında, bir, ulus-devletleşme sorunu, yani Kürt illerinin kendilerini temsil ettiğine inanarak Büyük Millet Meclisi hâkimiyetini benimseme sorunu; iki, büyük toprak sahipleri ile esnaf ve eşraf olarak belirtilebilecek ticaret burjuvazisinin çıkarlarının korunması sorunu yatmaktadır.137 Büyük Millet Meclisi’nin hâkimiyetini Kürt illerine benimsetmekte zorluk çektiği ve bu sorunu ciddiye aldığı, Büyük Millet Meclisi Reisi Mustafa Kemal Paşa’nın imzasını taşıyan ve Elcezire Cephesi Kumandanlığına verilen 27 Haziran 1921 tarihli "Kürdistan hakkında Büyük Millet Meclisi Vekiller Heyetinin Elcezire Cephesi Kumandanlığına talimatı"ndan da anlaşılabilir.138 Mülki idarenin önemi talimatta özellikle altı çizilen başlıklardan biri olmuştur.

İdari bağlılıklarda değişikliğe gidilirken idari birimlerin mali kaynakları göz önünde bulundurulmuştur. Hususi (özel) bütçe ile yürütülmesi gereken idari faaliyetler nedeniyle, idari birimlerin bir üst idari kademeye tahvil ettirilmesinde birimlerin mevcut kaynaklarıyla tahsisatı gerçekleştirebilmeleri esas alınmıştır. Ancak, kimi durumlarda düzenleme yapıldıktan sonra adem-i tahsisatın yapılamadığı görülmüştür. Ankara livasının, müstakil olduktan sonra kaybettiği eyalet gelirleri nedeniyle Darülmuallimin ve Darülmuallimat maaşlarını hususi bütçeden karşılayamaması ve 6 Ocak’ta maaşların Muvazenei Umumiye’den ödenmesinin teklif edilmesi gibi. Müstakil livalara vilayet statüsünde örgütlenmenin bir parçası olarak 1920 yılında alınan karara göre Maarif Müdürleri atanmıştı. 4 Nisan’da Bitlis, Genç ve Muş livaları özelinde verilen istizah takririnde görüldüğü üzere, bu uygulama da, yani mektep olmadığı halde maarif müdürü atanması da söz konusu livalara mali yük getirdiği için eleştirilmiştir.

1921 yılı içinde idari bağlılıkla ilgili alınan diğer kararlar, İcra Vekilleri Heyeti Kararı şeklinde alınmıştır ve şu şekildedir:

17 Ocak’ta 528 sayılı İcra Vekilleri Heyeti Kararı ile Rumkale ilçesi Urfa sancağına bağlanmış; 24 Mart’ta ise ilçe tekrar Antep sancağına bağlanmıştır.

13 Şubat’ta 663 sayılı İcra Vekilleri Heyeti Kararı ile Amasya sancağına bağlı Ilısu ile Yozgat sancağına bağlı Kadışehriilçe merkezi olmuştur.

23 Şubat’ta 693 sayılı İcra Vekilleri Heyeti Kararı ile Çankırı’nın Çerkeş ve Koçhisar livalarına bağlı nahiye ve köyler tespit edilmiştir.

22 Mayıs’ta 874 sayılı İcra Vekilleri Heyeti Kararı ile Çankırı'nın Karacaviran bucağının, Ilgaz ilçesine bağlanmasına dair Karar iptal edilmiştir.

7 Ekim’de 1113 sayılı İcra Vekilleri Heyeti Kararı ile Ardahan livasına bağlı Çıldır kazası kurulmuştur.



Yüklə 1,19 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   6   7   8   9   10   11   12   13   ...   20




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin