Yasalaşamayan İki Tasarı: Mahalli ve Mülki İdarenin Sınırı
1921 yılı içinde çıkarılamayan iki kanun, mahalli ve mülki idarelerin, bir başka deyişle ademi merkeziyetçilik ve merkeziyetçiliğin sınırını belirlemiştir. Bu tasarılardan biri Büyük Millet Meclisi’nin birinci döneminin bitmesi ile kadük hale gelecek İdarei Kura ve Nevahi Kanunu; diğeri de, Müfettişi Umumilik Kanunu’dur.
İdarei Kura ve Nevahi Kanunu Lâyihası
İdarei Kura ve Nevahi Kanunu Lâyihası’nın iki önemli özelliği vardır. Lâyihanın özelliği, idari taksimatın ölçeğini ve yönetim şeklini belirleyecek olmasıdır.
İstanbul’daki ilk belediyecilik deneyinden sonra 1864 yılında bütün ülkeyi içine alacak Vilayet Nizamnamesi çıkarılmıştır.168 Mülki idarenin kuruluşuna da zemin teşkil eden bu düzenleme, il yönetiminin merkez ve yerel yönetimler arasında nasıl bir görev bölüşümü ile sağlanacağını konu almaktadır. Nizamname’nin 4. maddesinde “her kaza köylere bölünecek ve her köyde ise belediye dairesi kurulacaktır” denilerek hem idari taksimat yapılmakta hem de belediyelerin görev çevresi belirlenmektedir. Bu düzenleme ile mülki idareyle birlikte bütün ülkeye yayılan belediye teşkilatı, Cumhuriyet döneminden farklı olarak Fransa örneğine uygun şekilde daha dar ancak daha yaygın bir coğrafya üzerinde örgütlendirilmiştir.169 Belediyenin Fransa’daki komün idaresine benzer şekilde köy coğrafi birimi üzerinde yükselen bir idari yapılanma olması öngörülmüştür. 1867 yılında ise yeni bir Talimatname ile bütün ülke düzeyinde kurulması öngörülen belediyelerin ifa edeceği mahalli hizmetler sayılacaktır.170
İdarei Kura ve Nevahi Kanunu Lâyihası, Vilayet Nizamnamesi ile yapılmaya başlanan düzenlemeleri takip etmiş; o düzenlemelerin idari ölçek ve yönetim şekli kabullerini 1921 yılına taşımıştır. Nahiye idari birimi, esas alınacak idari ölçeği belirlemiştir.171 Bütün idareye esas oluşturacak bu idari birimin bir yerel yönetim birimi olması öngörülmüştür. Dolayısıyla, bu lâyiha öncelikle il esasına göre örgütlenmeyi esas alan düzenlemelerle doğuşu itibariyle çatışma halinde olmuş ve merkezi yönetim ile yerel yönetimler arasındaki görev bölüşümün il üzerinden mi yoksa köy/nahiye üzerinden mi yapılacağını tartışma konusu haline getirmiştir. Esasa ilişkin bu ayrışma, bütün idari kademelenmeyi belirleyecek nitelikte olduğu için çok önemlidir. Denebilir ki, merkeziyetçilik-ademi merkeziyetçilik çatışmasının merkezinde duran bu lâyiha, aynı zamanda ademi merkeziyetçiliğin nasıl olması gerektiğine ilişkin ayrı bir görüşü savunmuş ve il ölçeğini esas alanlara karşı da bir kutup oluşturmuştur.
Nevahi Kanunu’nun Kürdistan meselesiyle de ilgili olduğu görülür. Daha kanun lâyihası Meclis’te görüşülmeye başlanmadan önce çıkarılan ve Teşkilâtı Esasiye Kanuna dayanılarak Kürdistan meselesine çözüm olarak sunulan mahalli idarelerin güçlendirilmesini de konu alan, 27 Haziran 1921 tarihli "Kürdistan hakkında Büyük Millet Meclisi Vekiller Heyetinin Elcezire Cephesi Kumandanlığına talimatı" da bunu gösterir.172 Talimatta, Elcezire Cephe Kumandanlığının, Kürdistan siyaseti dahiliyesini tevhid ve idare etmek, ecnebilerle Kürtlerin itilâfına mani olmak, Kürt rüesasına mülki ve askeri makamlarda vazifeler vererek tedricen mahalli idareler tesisi esbabını hazırlamak ve bu suretle milletlerin kendi mukadderatlarını bizzat idare etmeleri hakkı gözetilerek, kalben merbutiyetlerini tesis ederek Türkiye Büyük Millet Meclisi idaresinde yaşamaya talip olduklarını ilan etmelerini sağlamakla görevlendirildiği belirtilmiştir.
Kanun lâyihası Meclis’te ilk kez 24 Eylül’de görüşülmeye başlanmıştır. Görüşmeler başlamadan hemen önce 20 Ağustos’ta Dahiliye Vekâleti Müsteşarı Refet Bey yerine eski Trabzon Valisi Hamid Bey atanmıştır. Görüşmelerin hemen bu idari değişiklikten sonra başlaması, Kanun üzerindeki ilk ihtilâfların Dahiliye Vekâleti Müsteşarlığı ve Dahiliye Encümeni arasındaki görüş ayrılıklarından kaynaklandığı düşünüldüğünde ilginçtir. Dahiliye Encümeni Reisi Haydar Bey (Van), görüş ayrılıklarının aslen Hükümet teklifini hazırlayan eski Dahiliye Vekâleti Müsteşarı Refet Bey’in şahsi görüşlerini teklife yansıtmasından kaynaklandığını söyleyerek, İcra Vekilleri Heyeti’nin Kanun Lâyihası’na karşı konum almıştır.173 Bu noktada zamandizinsel olarak dikkat çekici bir ayrıntı da gözümüze ilişmektedir. İki lâyihanın da görüşüldüğü günlerde, Meclis’te aynı zamanda Koçgiri Aşireti isyanı da müzakere edilmektedir. Denebilir ki, bir yönetim sorunu üzerinden iki ayrı yönetsel çözüm ortaya atılmış ve tartışılmıştır.
Görüş ayrılıklarının ilki toprak üzerindeki idari örgütlenmenin aşağıdan yukarıya mı, yoksa yukarıdan aşağıya mı olması gerektiği noktasında, yani idari kademelenme üzerinde olmuştur. Dahiliye Vekâleti Müsteşarı Hamid Bey, memleket genelinde idare tesis edilmeden; en küçük birimden başlanmasının yanlış olacağını; önce, vilâyet örgütlenmesinin tesis edilmesi gerektiğini söylemiştir. Dahiliye Encümeni Reisi Haydar Bey (Van) ise, Teşkilâtı Esasiye Kanunu’nun nahiyeler ile ilgili bölümünün kanuna dayanak oluşturabilecek ve memleketin bütününde uygulanmasını sağlayacak tutarlılıkta olduğunu ifade etmiştir. İkinci ihtilâf noktası ise, nahiyelerin büyüklüğü ve gelirleriyle ilgilidir. İcra Vekilleri Heyeti, tekliflerinde, her köyün bir nahiye oluşturabileceğini belirtmişken; Encümen, gelirleri ile giderlerini karşılaması ve tüzel kişiliğe tam anlamıyla sahip olabilmesi için nahiyelerin masraflarını karşılayabilecek bir büyüklükte olması gerektiğini ve birkaç köyün bir araya gelmesi ile oluşmasını savunmuştur.
Dahiliye Vekâleti ve Encümeni arasındaki ihtilâf noktaları dışında lâyiha üzerinde başka anlaşmazlıklar da yaşanmıştır. Lâyiha görüşmelerine damgasını vuran bir diğer ihtilâf noktası, kanunun memleketin bütününde ve aynı anda uygulamaya geçmesi ile tedricen uygulanması savunuları arasında olmuştur. Bu ihtilâf kaynağını Vilâyatı Şarkiye’nin yönetimi sorunundan almaktadır. 24 Eylül’deki oturumda, Malatya Mebusu Lütfi Bey, Hükümet kuvvetiyle bile kanunların tatbik edilemediği Vilâyatı Şarkiye'de mahalline terkedilen görev ve yetkilerin hayata geçirilemeyeceğini söyleyerek, bu bölgenin istisna tutularak, kanunun önce birkaç vilâyatta uygulanmasını istemiştir. Antalya Mebusu Halil İbrahim Bey ise, bazı vilâyatların istisna tutulmasındansa, memleketin mıntıkalara ayrılarak mıntıkalar dahilinde düzenleme yapılmasını önermiştir. Bu nokta, İdarei Kura ve Nevahi Kanunu Lâyihası’nın memleket yönetiminin toprak üzerinde örgütlenmesi konusunda, Müfettişi Umumilik Kanun Lâyihası ile tam bir çatışma halinde olduğunu da gösteren noktadır.
Birinci ve ikinci madde tartışmalarından başlayan başka bir ihtilâf noktası ise, nahiyenin kendisine verilen mali, idari ve adli görevleri yerine getirmek için “şahsiyeti maneviyeye haiz” olması gerektiği kabulü ile nahiye kendine ait işleri kendisinin yapar şeklinde ifade edilen hüküm arasında yaşanmıştır.174 Lâyihanın birinci maddesi, 29 Eylül’de "nahiye idari bir cüzitamdır" şeklinde kabul edilmiştir. Encümen Reisi Haydar Bey, değişikliğin, nahiyenin idarenin vâhidi kıyasisi [ölçütü], şahsiyeti mâneviye ve muhtariyete haiz ve muamelâtı hususiyesinde haricin müdahalesinden masun olduğunu ifade etme gücünde olduğunu dile getirmiştir. Buna uygun olarak 1 Ekim’de kabul edilen ikinci madde de, Vilayet Şûraları tarafından karar verilecek nahiye taksimatının Heyeti Vekilece tasdik edilmesini değil Büyük Millet Meclisi’nde neşir ve ilanını öngörecektir. Bu madde, nahiyelerin masraflarını karşılayacak şekilde oluşturulmalarını ve dolayısıyla kendilerine verilen görevi kendi mali kaynaklarından karşılamalarını düzenleyecektir.
Lâyiha görüşmeleri, idari bölümleme ve kademelenmede hangi idari birimin esas alındığının idarenin bütününü etkileyecek güçte olduğunu göstermiştir. Lâyiha özelinde bu nokta, idareye şûraların mı yoksa heyetlerin mi egemen olacağı tartışması ile gündeme gelmiştir. 14 Kasım’daki müzakere, bu nokta üzerine yoğunlaşmıştır. Hazırlanan intihap cetvellerinin sunulacağı mercii düzenleyen 20.maddenin ilk halinde Merkezi Kazanın Meclisi İdaresi gösterilmişken, Karesi Mebusu Vehbi Bey'in itirazıyla Kaymakam vasıtasıyla vilayet şûra veya heyeti idaresine sunulacağı karara bağlanmıştır. Vehbi Bey, yeni İdarei Umumiyei Vilâyat Kanunu çıkmadan, yani meclisi idarelerin mevcut şekliyle yönetimlerine son verilmeden meclisi idarelerin yetkili merci olarak gösterilmesine karşı çıktıklarını söylemiş; meclisi idareler idarei umumiyei devletin şûrasıdır, seçimleri idarei mahalliye meselesidir, idarei umumiye memurlarının idarei mahalliye ile ilgilenmeleri doğru değildir diyerek yetkili mercinin vilâyet şûrası veya encümen olabileceğini ifade etmiştir. Nahiye şûralarının intihabının düzenlendiği diğer maddeler de görüşülürken son itiraz mercii vilâyet şûrası olarak kabul edilmiştir.
İdarei Kura ve Nevahi Kanunu Lâyihası, 1921 yılı içinde son kez 22 Kasım’da gündeme gelmiştir.
Müfettişi Umumilik Kanun Teklifi ve Lâyihası
Umumi müfettişlik, Teşkilâtı Esasiye Kanunu’nun 22 ve 23. maddeleriyle düzenlenmiştir. Teşkilâtı Esasiye Kanunu’na göre, vilâyetlerin iktisadi ve içtimaî münasebetleri itibariyle birleştirilerek umumi müfettişlik kıtalarının vücuda getirilmesi öngörülmüştür. Umumi müfettişlik mıntıkalarının, “asayişin temini, umum devair muamelatının teftişi, mıntıka dahilindeki vilâyetlerin müşterek işlerinde ahengin tanzimi, Devletin umumi vazifeleriyle mahalli idarelere ait vazife ve mukarreratın daimi murakebesi” gerekçeleriyle ihdas edilmeleri hükme bağlanmıştır.
Teşkilâtı Esasiye Kanunu’nun kabul edildiği 20 Ocak’tan 4 Ağustos’a kadar umumi müfettişlikle ilgili maddeleri yürürlüğe koyacak bir kanun lâyihası veya kanun teklifi Meclis’e gelmemiştir. Ne zaman ki, cephe gerisindeki hizmetlerin murakebesi gündeme gelmiş; kanun o tarihte görüşülmeye başlanmıştır. 24 Temmuz’da Meclisi temsilen cepheye 15 kişilik bir heyet gönderilmesine karar verilmiş; Heyet, 28 Temmuz’da cepheden gönderdiği telgrafta Büyük Millet Meclisinin geri mıntıkalarda cephede gösterilene benzer itimadı göstermesi gerektiğini iletmiştir. Cepheden dönen Heyet, 2 Ağustos’ta Meclis’in gizli oturumunda Müdafaai Milliye Vekâleti başta olmak üzere vekâletlerin geri hizmeti gerektiği gibi yerine getiremediğine dair bir rapor sunmuştur. Müfettişi Umumilik Kanunu, Heyet’in raporundan iki gün sonra 4 Ağustos’ta yine Heyet’in verdiği kanun teklifi ile Meclis’in gündemine gelerek tartışılmaya başlanmıştır. Teklifin müzakeresi sırasında da Gazianteb Mebusu Yasin Bey, “Bu tedabir ordunun cenabını ve gerisini muhafaza için yapılmıştır” diyecektir.175 Bazı mebuslar, şayet kanun Teşkilâtı Esasiye Kanunu’nu uygulamak için Meclis’e gelmişse neden mıntıkaların memleketin bütününü kapsayacak şekilde tesis edilmediğini soracaktır.176 4 Ağustos müzakereleri, kanunun Teşkilâtı Esasiye Kanunu’nda belirtildiği haliyle umumi müfettişlik mıntıkalarını kurmak için değil, cephe çevresini ve gerisini muhafaza etmek, asker sevk olunan yerlerde memurini kontrol altında tutmak gibi özel bir gerekçeyle Meclis’e geldiğini göstermektedir. 11 Ağustos’ta üçer kişilik üç heyet ve cephe gerisi için bir heyet teşkil edilerek ordunun teftiş edilmesine dair 107 imzalı takrir karşısında, Mustafa Kemal Paşa’nın “idari teftiş ihtiyacı umumi müfettişlik kanununun çıkması ile karşılanacaktır” şeklindeki açıklaması da bu çıkarımı doğrular niteliktedir.
4 Ağustos’ta kanun teklifinin birinci maddesi kabul edilerek, memleketin maddi ve manevi kaynaklarını eksiksiz bir şekilde vatan müdafasına yöneltmek için ikinci maddede adı geçen mıntıkalara muvakkaten Büyük Millet Meclisince âzası arasından müntehap birer müfettiş gönderilmesine karar verilmiştir. Kabul edildiği haliyle birinci madde, umumi müfettişliği mülki idare teşkilâtının bir parçası olan genel valilik şeklinde değil Meclis’in, yani yasama organının teftiş yetkisini doğrudan kullanacak bir makam şeklinde düzenlemiştir. Bu düzenleme, Meclis’te aynı dönemde talep edilen parlamenter anket sistemiyle de uyumludur.177 Umumi müfettişlik bu haliyle İstiklâl Mahkemesi uygulamasına benzemektedir.
Umumi müfettişlik mıntıkalarının belirlenmesiyle ilgili ikinci madde ise, Meclis’te uzun tartışmalara konu olmuştur. Tartışmaların kaynağını, öncelikle mıntıkaların memleketin bütününde kurulmamış olması belirlemiş; Kütahya Mebusu Besim Atalay Bey, vilâyatı Şarkiya “bir hıdivlik şeklinde mi idare ediliyor” ki orada umumi müfettişlik ihdas edilmiyor diye sormuştur.178 Bu sorunu, tespit edilen mıntıkalarda ortaya çıkması muhtemel yetki sorunu izlemiştir. Saruhan Mebusu Mustafa Necati Bey, umumi müfettişliklerden daha salâhiyattar olan İstiklâl Mahkemeleri ile umumi müfettişliklerin aynı yer ve zamanda görev yapmaları halinde umumi müfettişlerin İstiklâl Mahkemelerinin yardımcısı mahiyetinde kalacağını ve umumi müfettişlik mıntıkalarının ihdas edilmek istendiği bölgede ahzı asker şubelerinin teftiş heyetlerinin de bulunması nedeniyle üçlü bir teftiş mekanizmasının önemli sorunlar yaratabileceğini söylemiştir.179 Kanun teklifi, ikinci maddesi üzerinde görüş birliğine varılamadığı için Encümene iade edilmiştir.
Tablo 9 - Müfettişi Umumilik Kanun Teklifinde Mıntıkalar180
| -
İzmit, Bolu, Zonguldak, Bilecik, Eskişehir
| -
Karahisarı Sahip, Konya, Aksaray, Silifke
|
P) Antalya, Isparta, Burdur, Denizli, Aydın, Menteşe
|
T) Kastamonu, Kângırı, Sinob
|
S) Samsun, Amasya, Tokad, Sivas
| -
Ankara, Çorum, Yozgad
|
Ç) Kayseri, Niğde, Kırşehir
|
Müfettişi Umumilik Kanunu’nun ikinci defa Meclis’e gelişi, ilkinden ayrı olarak bir kanun lâyihasıyla ve Koçgiri Aşireti isyanına yapılan müdahale gerekçesiyle olmuştur. Bu tartışmaların odağında, Dahiliye Vekâletinin, mülki amirleri ve jandarma teşkilâtı ile merkezi idareyi tesis edemediği iddiası yer almıştır. 4 Ekim 1921 tarihli gizli oturumda Dahiliye Vekili Refet Paşa, asayişsizliğe dair verilen dokuz takrire cevaben, "ben dahiliye vekili sıfatiyla memurin idare makinesinin doğru yürüdüğünü iddia edecek değilim" demiştir. Teşkilâtı Esasiye Kanunu'nun Müfettişi Umumilikle ilgili maddesinin uygulanması gerektiğini, müfettişi umumiler olmadan memleketin idare edilemeyeceğini, memleketin merkezde oturan bir Dahiliye Vekili'nin basit emirleriyle idare edilebilecek durumda olmadığını, ayrı ayrı düşünen mutasarrıfların ayrı uygulamalarda bulunduklarını dile getirmiştir. Refet Paşa'nın umumi müfettişliklerin acilen müzakere edilmesi önerisi 4 Ekim’de Heyeti Umumiye'de kabul edildikten sonra, 5 Ekim’de Heyeti Vekile Müfettişi Umumilik Kanun Lâyihasını hazırlamış ve lâyiha Dahiliye Encümeninden geçerek ertesi gün görüşülmek üzere Meclise gelmiştir. Heyeti Vekilenin Meclise sunduğu Müfettişi Umumilik Kanun Lâyihası ile Karesi Mebusu Vehbi Bey'in Mülkiye Müfettişlikleri Teşkili hakkındaki teklifinin heyeti teftişiye ile ilgili olması nedeniyle tevhiden görüşülmesine karar verilmiştir. Ancak, lâyiha ile teklif arasındaki farklar müzakereleri belirleyecektir. Müfettişi Umumilik Kanun Lâyihasının Meclis’e gelmesinden sonra umumi müfettişliği ilk kez Meclis gündemine taşıyan kanun teklifi Encümenden gelmemiş ve Meclis gündemine sunulmamıştır. Kanun teklifi Meclis gündeminde olmamakla birlikte, umumi müfettişlerin teftiş şekline dair benimsediği esas kanun lâyihası karşısında savunulan görüşün dayanağı olacak ve parlamenter anket sistemi müzakerelerde bir öneri olarak Meclis’in önünde duracaktır.
17 Ekim’de Heyeti Vekilenin önerisi ile Teşkilâtı Esasiye Kanunu 22 ve 23. maddelerinde kabul edilen umumi müfettişliklerin esas ve şekil itibariyle birbirine benzemediği iddiası Mecliste iki farklı görüşün doğmasına neden olmuştur. Teklif sahibi Vehbi Bey'in görüşüne yakın olanlar, umumi müfettişliğin Teşkilâtı Esasiye Kanununda kabul edilen diğer teşkilât değişiklikleri ile birlikte anlam kazanacağını ve o değişiklikler yapıldıktan sonra gündeme getirilmesi gerektiğini, o vakte kadar seyyar müfettişliğin veya anket parlamenterin uygulanması gerektiğini söylemektedirler. Meclisin teftiş yetkisini idareye bırakmasının yeni Babıâliler veya bir "paşalar teşkilatı" doğuracağı iddia edilmiştir. Dahiliye Vekâleti Müsteşarı Hamid Bey, Devlet makinasının çalışmasının önündeki engelin iddia edildiği gibi Hükümet veya geniş yetkilere sahip valiler olmadığını söyledikten sonra, memleketin Teşkilâtı Esasiye Kanunu ile küçük aksama bölünmesinin vilayetlerin kendi kendini yönetme kabiliyetini kaybettirdiğini, merkezden yönetimin sağlanabilmesi için memleketi daha yakından görecek bir taksimata ihtiyaç olduğunu belirtmiştir. İdarenin bu şekilde yeniden tanzim edilmesinden sonra umumi müfettişlerin vekâletin gözü kulağı olacağını dile getirmiştir.
20 Ekim’de Müfettişi Umumilik tartışması, teftiş usulü, yetkili organlar, müfettişlerin görev alan ve tanımı üzerinden devam etmiştir. Taraflar Hükümetin muvaffakatiyetsizliği konusunda hemfikir olmakla beraber, çözüm konusunda ayrılmışlardır. Hükümetin yetkilerini arttıracak bir mekanizma olarak müfettişi umumilik ile şûra tarzı yönetimin organı olarak umumi müfettişlik tartışmada iki kutup oluşmasına neden olmuştur. Dahiliye Vekâleti Müsteşarı Hamid Bey, "biz bu Hükümeti ıslaha kadir olduğumuzu her vakit ispat edeceğiz" demiştir. Buna karşılık Lâzistan Mebusu Osman Bey, yeni bir idare şeklinin benimsendiğini ve bu şeklin temsilcisi olan Meclisin teftiş yetkisini de kendi şahsında topladığını söylemiştir. Meclisin Hükümetin icraatlarının murakıbı olması gerektiği söylenirken; bunun karşısında umumi müfettişliğin merkezden yönetimi kuvvetlendirecek bir valii umumilik gibi algılanmaması gerektiği dile getirilmiştir. Erzurum Mebusu Hüseyin Avni Bey ile Bolu Mebusu Tunalı Hilmi Bey, murakabei teftişiyenin bir türü olarak bu yetkinin İstiklâl Mahkemeleri eliyle kullanılabileceğini savunurken; Durak Bey ve arkadaşlarının daha önce verdiği takriri destekleyenler Meclisten müfettişler görevlendirilmesini savunurken İstiklâl Mahkemelerine karşı çıkmışlardır.
Müfettişi Umumilik, Meclis gündemine ilk kez 1921 yılında gelmiş; ancak, teftiş usulü, yetkili organlar, görev alan ve tanımları konusunda görüş birliğine varılamadığı için kanunlaşamamıştır. Meclis, umumi müfettişlik meselesi üzerinden teftiş yetkisinin ancak şûra sisteminin merkezinde durduğu belirtilen Büyük Millet Meclisi eliyle kullanılabileceği ve teftişte mahalli idare örgütlenmesinin Meclisce denetimi esasının benimsenmesi gerektiğini savunanlar ile küçük il esasının benimsenmesinden dolayı ortaya çıkan genel asayiş sorununu aşmada Hükümete daha geniş yetkiler verilmesini ve umumi müfettişliğin genel valilik şeklinde örgütlenmesi gerektiğini savunanlar olarak ikiye bölünmüştür. Ademi merkeziyetçilik-merkeziyetçilik çatışmasının bir tezahürü olarak adlandırılabilecek bu iki görüş karşısında bir fikir birliğine varılamaması sonucunda Müfettişi Umumilik Kanun Lâyihası, 3 Kasım’da Dahiliye Encümeni’ne havale edilmiştir. Müfettişi Umulilik Kanun Lâyihası, Meclis’te merkeziyetçiliğin ve ademi merkeziyetçiliğin bir sınırı olduğunu göstermiştir. Meclis Hükümeti sistemi ve mahalli idare örgütlenmesi merkeziyetçiliğin sınırını belirlemişken, “genel asayiş” sorunu olarak adlandırılan ve Büyük Millet Meclisi’nin hakimiyetini tanımamaya odaklanan iç isyanlar da ademi merkeziyetçiliğin sınırını belirlemiştir.
Ankara ve Başkentlik Sorunu
23 Nisan 1920 tarihinde Büyük Millet Meclisi’nin Ankara’da toplanmasıyla birlikte, Ankara Kurtuluş Savaşı’nın fiili başkenti olmuştu. “Bir yerin başkentliği için en önemli simgelerden biri kamu binalarının, ama onlardan önce, ulusal düzeyde temsil niteliğine sahip meclisin kurulmuş olması” olduğuna göre, Meclis’in Ankara’da toplanmasıyla Ankara’nın başkentliği için ilk unsurun oluşmuş olduğu söylenebilir.181
Ankara’nın Kurtuluş Savaşı’nın fiili başkenti haline gelmesi resmi başkentliğini tartışmasız kılmamıştır. Başkent tartışmaları ilk kez Londra Konferansı’na katılım sorunu kapsamında Büyük Millet Meclisi Reisi Mustafa Kemal Paşa ile Sadrazam Tevfik Paşa arasında gerçekleşen yazışmalarla gün yüzüne çıkmıştır. Mustafa Kemal Paşa, 28 Ocak’ta çektiği bir telgrafta Zat-ı Şahanenin "makamı hilafet ve saltanatın masuniyetini esas olarak kabul etmiş olan Türkiye Büyük Millet Meclisi'ni şekil ve mahiyet ve salahiyeti hazırasıyla" kabul buyurmasını istemiştir. Bunun kabul edilmesini takiben Büyük Millet Meclisi ve Hükümet şimdilik Ankara'da kalmak kaydıyla Zat-ı Şahane'nin Dersaadet'te ikamet edebileceğini, İstanbul'daki kabineye son verilerek Büyük Millet Meclisi'nden bir heyetin orada görevlendirileceğini, saltanat tahsisatının ve İstanbul'daki memurinin masraflarının Meclis'ce sağlanacağını belirtmiştir. Aynı gün, İcra Vekilleri Heyeti, "İstanbul'un bilâkaydüşart istirdadına muvaffakiyet dahi hâsıl olsa onu bir merkezi merasim olarak muhafaza edip milletin asıl merkezi istiklâlini, hakikî merkezi faaliyet ve Hükümetini, fabrika ve müessesatı resmiyesini Anadolu'nun sevkelceyiş noktai nazarından en emin ve mahfuz bir mahalline nakil ve vazetmek" amacıyla bir kararname hazırlamıştır. Kararname, "merkezi hükümet olabilecek mıntakaların bir daire ile tahdit edilmesinin Erkânı Harbiyei Umumiye Riyasetine" tevdini, "1337 senesi kışında payitahtı mutasavvere nakli Hükümet" edilmesi ve "devairi muhtelifei hükümetin şimdiden esaslı olarak vazına teşebbüs edecekleri müessesatı resmiyenin bu merkezde" tesisinin gereğini ortaya koymuştur. İcra Vekilleri Heyeti, Kararnameyi hayata geçirmek için Müdafaai Milliye, İktisat, Nafia, Sıhhıye Vekaletlerinden memurlar ile Beyazıt Mebusu Dr.Refik, Sivas Mebusu Rasim ve Çorum Mebusu İsmet Beylerden oluşan bir komisyonun görev yapmasını istemiştir. Kararname, 31 Ocak’ta Maliye Vekili Ferit Tek Bey’in teklifi ile Meclis gündemine gelmiştir. Teklifin başkentin İstanbul’dan taşınmasını işgalden kurtuluş ile sınırlamaması, yani başkentin temelli olarak İstanbul’dan taşınmasını gündeme getirmesi, teklifin reddedilmesinde en önemli gerekçe olmuştur.182
Sakarya Savaşı’nın arifesinde Kütahya-Eskişehir Savaşları esnasında Meclis’in Kayseri’ye naklinin gündeme alınmasıyla birlikte bir kez daha başkentlik tartışması açılmıştır. İcra Vekilleri Heyeti, 22 Temmuz’da Hükümet’in Ankara’dan Kayseri’ye nakli için gerekli tedbirlerin alınmasını kararlaştırmıştır. Kararın 23 Temmuz’da Meclis’e tebliğ edildiği gizli oturumda, başkentin naklinin sadece stratejik bir karar olmadığı, bir egemenlik sorunu olduğu ve Büyük Millet Meclisi’nin kendi iradesiyle seçtiği başkenti savaşsız düşmana teslim etmenin çok büyük bir yenilgi olacağı mebusların ifadelerinden anlaşılmaktadır. 23 Temmuz’da Ankara’nın savunulmasına karar verilmiştir. Eskişehir yenilgisinin ardından Karar, 30 Temmuz’da bir kez daha Meclis’in gündemine taşınacaktır. 30 Temmuz’daki gizli oturumda Hükümet ve Meclisin mümkün olduğu kadar Ankara'da faaliyetine devamına karar verilmiştir. Ancak, 5 Ağustos’taki gizli oturumda, orduya serbest hareket etme imkanı vermek gerekçesiyle Hükümet merkezinin gerektiğinde Kayseri'ye taşınması hakkındaki İcra Vekilleri Heyeti Kararı kabul edilmiştir. 22 Ağustos’taki gizli oturumda karar bir kez daha teyit edilmiş; ancak, düşman karşısında Büyük Millet Meclisi’ni güç durumda bırakacağı gerekçesiyle bir süre daha kararın tehiri uygun görülmüştür. Başkumandan Mustafa Kemal Paşa, Meclis’te yaşanan bu hararetli tartışmaların hemen akabinde 26 Ağustos’ta Meclis’in Kayseri’ye naklinin elzem hale geldiğini belirtecek; ikinci bir emrin beklenmesi kaydıyla Hükümet ve Meclis’in iki gün içinde nakledilmesini bildirecektir. Ancak, 27 Ağustos akşamı Erkânı Harbiye Reisi Fevzi Paşa’nın Yunan saldırısının durdurulduğunu haber vermesiyle birlikte, Mustafa Kemal Paşa, nakil emrinin durdurulduğunu bildirecektir.
Dostları ilə paylaş: |