Savaş YÖnetiMİ ve YÖnetiMİn merkeziLEŞmesi



Yüklə 1,19 Mb.
səhifə9/20
tarix29.07.2018
ölçüsü1,19 Mb.
#62733
1   ...   5   6   7   8   9   10   11   12   ...   20

Fevzi Paşa başkanlığındaki İcra Vekilleri Heyeti, Muvazenei Maliye Encümeni ile 1921 yılı bütçesi üzerinden yaşanan ihtilaf nedeniyle 16 Mayıs’ta istifasını vermiştir. İstifa gerekçesi, bütçe usulüyle ilgili bir ihtilaf gibi görünmekle birlikte savaş ekonomisinin temelini oluşturan bütçedeki ciddi açıktan İcra Vekilleri Heyeti’nin sorumlu tutulması ve Büyük Millet Meclisi ile İcra Vekilleri Heyeti arasındaki yetki paylamışımı meselesidir.107 İcra Vekilleri Heyeti, 1920 bütçesinde kabul edilen esas dahilinde bütçenin yekûn halinde hazırlanmasını ve kabul edilmesini istemektedir. Muvazenei Maliye Encümeni ise, Teşkilâtı Esasiye Kanunu'nun uygulanmasına temel oluşturacak şekilde, yeni bir teşkilâtın teşkil edilmesine uygun bir bütçe hazırlanması, bunun için Kadro Encümenlerinin çalışmalarını bitirmesinin beklenmesi ve bütçenin fasıl fasıl, madde madde Meclisce murakebesi taraftarıdır. Bütçenin kabul edilen şeklin dışında hazırlanmasını Encümeni Heyeti Vekile'nin sözcüsü haline düşüreceği, işlevsiz bırakacağı gerekçesiyle reddetmektedir. İcra Vekilleri Heyeti, hazırladıkları bütçenin Encümenden geçmesi için Muvazenei Maliye Encümeni’ndeki asıl üyeleri azınlıkta bırakacak bir yol aramış; 21 Şubat’ta bütçenin tetkiki için diğer Encümenlerden ikişer kişinin katılımıyla oluşturacak yeni Encümenin karar almasını istemiştir.108 Ayrıca, 18 Nisan’da Nafıa Bütçesi ve 30 Nisan’da 1337 senesi Muvazenei Maliye Kanunu Lâyihasının görüşmelerinde bütçenin bir kül halinde müzakeresinin kabul edilmesini sağlamıştır. Encümenin yeni şekli, Muvazenei Maliye Encümeni’nin istifasına temel olacak ve hemen akabinde de İcra Vekilleri Heyeti de istifa etmek zorunda kalacaktır.

İcra Vekilleri Heyeti’nin 16 Mayıs’taki istifasının arkasında Büyük Millet Meclisi ve İcra Vekilleri arasındaki gerilimi tırmandıran bir diğer olay ise, 10 Mayıs’ta Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk Grubu’nun kurulması olmuştur. İstifa’nın geldiği gün, önce Erzurum Mebusu Hüseyin Avni Bey tarafından Müdafaai Hukuk Grubu’na ilişkin bir takrir verilmesi de bunun bir göstergesi olmuştur. İstifanın bir diğer nedeni de, Londra Konferansı sırasında İngiltere, Fransa ve İtalya ile gizli anlaşmalar imzalayan Hariciye Vekili Bekir Sami Bey’in 8 Mayıs’taki istifasıdır. 24 Mayıs’taki Belçika temsilcisi Michotte de Welle’in raporu, 25 Mayıs’taki İngiliz Yüksek Komiseri Sir Horace Rumbold’un raporu, 27 Mayıs’taki İngiliz Gizli Haberalma Örgütü İstanbul Şubesi’nin raporu bu gerekçeyi destekler niteliktedir. Raporlar, İcra Vekilleri Heyeti’nin istifasının, Müdafaai Hukuk Grubu’nun dış politikada Bekir Sami Bey’in de içinde olduğu diğer mebuslardan farklı bir tutum içine girmesinden ve İttihat ve Terakki’nin güçlü isimlerinden Bekir Sami Bey’in bu tutum karşısında istifa etmek zorunda kalmasından kaynaklandığını dile getirmektedir.



İcra Vekilleri Heyeti, vekillerin her biri ayrı ayrı oylamayla seçilmek üzere 19 Mayıs’ta tekrar kurulmuş; Riyasetine de yeniden Fevzi Paşa intihap olunmuştur. İcra Vekilleri Heyeti’ne seçilen vekillere bakıldığında bir önceki İcra Vekilleri Heyeti ile arasında bir süreklilik olduğu görülecektir. İstifaya neden olan bütçe tartışmalarının ardından Maliye Vekili Ferit Bey yeniden seçilememiş; onun yerine Hasan Bey intihap olunmuştur. Hariciye Vekâleti’ne 16 Mayıs’ta yapılan intihap ise baki kalmış; Bekir Sami Bey’in yerine seçilen Yusuf Kemal Bey korunmuştur. Bu durum, İcra Vekilleri Heyeti’nin kendini konsolide ettiğinin bir göstergesi olarak yorumlanabilir.

Tablo 8 - III.BMM İcra Vekilleri Heyeti (19 Mayıs 1921-10 Temmuz 1922)

Vekâlet

Vekil

Açıklama

İcra Vekilleri Heyeti Riyaseti

Fevzi Paşa (Kozan) (19 Mayıs 1921)

İcra Vekilleri Heyeti, kendi içlerinden Fevzi Paşa'yı Riyasete seçmişlerdir.

Dahiliye Vekâleti (Emniyeti Umumiye, Posta ve Telgraf)

Âta Bey (Niğde) (21 Nisan 1921-16 Mayıs 1921; 19 Mayıs 1921-30 Haziran 1921)

30 Haziran 1921 tarihinde istifa etmiştir. Meclisin 22 Aralık 1921 tarihli içtimaında, Atâ Bey'in Muvazenei Maliye Encümenince Dahiliye Vekâletindeki Encümeni Müdiranın ilga edilmesi gerekçesiyle istifa ettiği söylenmiştir.

Refet Paşa (İzmit) [asaleten] (30 Haziran 1921-5 Ağustos 1921) [vekaleten] (5 Ağustos 1921-10 Ekim 1921)

Refet Paşa'nın 5 Ağustos 1921 tarihinde Müdafaai Milliye Vekili seçilmesi üzerine, Refet Paşa'dan boşalan Dahiliye Vekâletine yeni bir vekil intihap edilene kadar, Refet Paşa'nın Dahiliye Vekâletine vekaleten bakmasına karar verilmiştir.

Ali Fethi Bey (İstanbul) (10 Ekim 1921)

Eski Dahiliye Nâzırı olan Ali Fethi Bey, 8 Ağustos 1921 tarihinde Ankara'ya gelmiş ve 19 Eylül 1921 tarihinde İstanbul mebusluğuna kabul edilmiştir.

Hariciye Vekâleti

Yusuf Kemal Bey (16 Mayıs 1921)

19 Mayıs 1921 tarihinde yapılan İcra Vekilleri Heyeti seçiminde ayrıca kendisi için intihap gerçekleştirilmemiştir. O dönemde vekiller ayrı ayrı seçildiği ve kendisi için 16 Mayıs 1921 tarihinde seçim yapıldığı için böyle bir uygulamaya gidilmiştir. Yusuf Kemal Bey'in seçimi, İngiltere tarafından Ankara Hükümeti'nin dış politikada uzlaşmaz bir tutum takınacağının kanıtı olarak görülmüştür.

Müdafaai Milliye Vekâleti

Fevzi Paşa (Kozan) (19 Mayıs 1921-5 Ağustos 1921)

 

Refet Paşa (İzmit) (5 Ağustos 1921)

Daha önce 5 Mayıs 1921 tarihinde bu görev kendisine önerildiğinde kabul etmemişti.

Adliye ve Mezahib Vekâleti

Refik Şevket Bey (Saruhan) (19 Mayıs 1921)

 

NafıaVekâleti

Ömer Lûtfi Bey (Amasya) (19 Mayıs 1921-14 Kasım 1921)

14 Kasım 1921 tarihinde istifa etmiştir.

Rauf Bey (Sivas) (17 Kasım 1921)

Malta sürgünlerinden olan Rauf Bey, 11 Kasım 1921 tarihinde Ankara'ya gelmiş; 15 Kasım 1921 tarihinde Meclis'e takdim olunmuştur. 21 Kasım 1921 tarihinde intihap edilirken aldığı oyları ademi itimat addederek istifa eden Rauf Bey, aynı gün yapılan oylamada 163 âzadan 162'sinin oyunu alarak vekilliğe devam etmiştir.

Maliye ve Rüsumat, Defteri Hakani Vekâleti

Hasan Bey (Trabzon) (19 Mayıs 1921)

 

Sıhhiye ve Muavenatı İçtimaiye Vekâleti

Dr.Refik Bey (Bayazıt) (19 Mayıs 1921-20 Aralık 1921)

 

Dr.Rıza Nur Bey (Sinob) (24 Aralık 1921)

Görevi 28 Aralık 1921 tarihinde kabul etmiştir.

MaarifVekâleti

Hamdullah Suphi Bey (Antalya) (19 Mayıs 1921-10 Kasım 1921)

İstizah takriri sonunda kendisine itimat edilmesine rağmen, itimat ve ademi itimat oylarının arasındaki farkın azlığı nedeniyle 10 Kasım 1921 tarihinde istifa etmiştir.

Vehbi Bey (Karesi) (19 Kasım 1921)

 

İktisat Vekâleti (Ticaret, Sanayi, Ziraat, Orman ve Maadin)

Mahmut Celâl Bey (Saruhan) (19 Mayıs 1921)

 

Şer'iye ve Evkaf Vekâleti

Mustafa Fehmi Efendi (Bursa) (19 Mayıs 1921)

 

Erkân-ı Harbiyei Umumiye Riyaseti

İsmet Paşa (Edirne) (3 Mayıs 1920-5 Ağustos 1921)

 

Fevzi Paşa (Kozan) (5 Ağustos 1921)

 

Vekillere olduğu gibi bir bütün olarak İcra Vekilleri Heyeti’ne de ademi itimad gündeme gelmiştir. İlk kez, 31 Ocak’ta Londra Konferansı’na gidecek Sulh Murahhas Heyeti meselesinin yeni bir Encümende tayin edilmesini İcra Vekilleri Heyeti’ne ademi itimat addeden Fevzi Paşa, Heyeti Vekile’ye itimat edilmesini istemiş ve 134 âzanın tümünün oyları ile kendisine beyanı itimat edilmiştir. 13 Nisan’da Erzurum Mebusu Hüseyin Avni Bey, Erzurum'da tevkif edilmiş olan Albayrak Gazetesi sahibi Mithat Bey hakkında İcra Vekilleri Heyeti'ne bir istizah takriri vermiş; ancak, takrir 18 Nisan’da müzakereden oylamaya konmamıştır. 27 Haziran’da Hariciye Vekili Yusuf Kemal Bey’in dış politika ve çeşitli devlet temsilcileri ile yapılan görüşmelere ilişkin beyanatından sonra da İcra Vekilleri Heyeti’ne beyanı itimad edilmiştir. Beyanat, İngiltere ile İnebolu’da yapılan görüşmeler üzerine verilmiştir. Yusuf Kemal Bey’in, Misakı Milli’den vazgeçilemeyeceğine dair sözleri İcra Vekilleri Heyeti’ne beyanı itimad edilmesini sağlamıştır.

İcra Vekilleri Heyeti’nin Görev, Yetki ve Sorumluluklarının Belirlenmesi

İcra Vekilleri Heyeti’nin görev ve yetkilerinin belirlenmesi, Meclis’in ve Saltanat makamının görev ve yetkilerinin sınırlandırılması ile ilişkilidir. Bir başka deyişle, bu konu başlı başına Hükümet şeklinin belirlenmesiyle ilgilidir. 3 Ocak 1921 tarihinde Muş Mebusu Mahmut Said Bey’in İdam Cezalarının Meclisçe Tetkikine dair kanun teklifi ile Meclis gündemine gelen idam cezalarının tetkiki konusu, Saltanat makamı, Büyük Millet Meclisi ve İcra Vekilleri Heyeti’nin görev ve yetkilerinin belirlenmesi ile Hükümet şeklinin tayini konularının ne kadar birbiriyle bağlantılı olduğunu, ne kadar iç içe geçtiğini gösterir.

Cinayet mahkemelerince (her çeşit mahkeme ve divanı harpler tarafından) verilen idam kararları, Mahkemei Temyizce tetkik edildikten sonra iradei seniyyece (Saltanat makamı tarafından) tasdik edilerek infaz edilmektedir. Söz konusu kanun teklifi ile bu uygulamada değişiklik yapılarak, 6 Ocak 1921 tarihinde Mecliste okunan Lâyiha Encümeni mazbatasında da görülebileceği gibi, “Meclisi Âlinin tasdik ve iradesi iradei seniye makamına kaim ve Hiyateni Vataniye kanuniyle Meclis bu hakkını teyit etmiş” addedilerek, daha önceden iradei seniye tarafından tasdik edilen idam kararlarının, bundan böyle “hukuku Padişahiyi haiz bulunan” Meclis tarafından tetkik ve tasdik edilmesi önerilmiştir.109 Meclis görüşmelerinde Meclis’in söz konusu yetkiye zaten haiz olduğu belirtilerek, böyle bir kanunun çıkarılmasına bile gerek olmadan bu yetkiyi kullanabileceği dile getirilmiştir. Kanun teklifi bu boyutuyla, saltanat makamının yetkilerini sınırlama amacı taşımaktadır. İradei seniyyeye karşı iradei milliyenin yetkilerini arttırma anlamına gelmektedir.

Kanun teklifinde Büyük Millet Meclisi’nin icracı makam olarak gösterilmesi ise, İcra Vekilleri Heyeti ile Meclis arasındaki görev ve yetki paylaşımı mücadelesini gün yüzüne çıkarmıştır. 1921 yılına gelinmeden Teşkilâtı Esasiye Kanunu’nun ilk 13 maddesi kabul edilmiş; Büyük Millet Meclisi’nin görev ve yetkilerini düzenleyen maddeler Meclisten geçmişti. Teşkilâtı Esasiye Kanunu, “Hakimiyet bilâ kaydü şart milletindir. İdare usulü halkın mukadderatını bizzat ve bilfiil idare etmesi esasına müstenittir.” (md.1), “İcra kudreti ve teşri salahiyeti milletin yegâne ve hakiki mümessili olan Büyük Millet Meclisinde tecelli ve temerküz eder.” (md.2) ve “Türkiye Devleti Büyük Millet Meclisi tarafından idare olunur ve hükûmeti “Büyük Millet Meclisi Hükûmeti” ünvanını taşır.” diyerek, Türkiye Devleti’nin bilfiil Büyük Millet Meclisi tarafından idare olunacağını göstermiştir. İdare, yasama ve yürütme faaliyetlerinin bütününü kapsamakta, hakimiyetin kaynağı olan milletin tek temsilcisi olan Büyük Millet Meclisi tarafından gerçekleştirilmekte; dolayısıyla kurumsal olarak onda cisimleşmektedir. Ancak, Teşkilâtı Esasiye Kanunu’nun 7.maddesinde “Heyeti Vekilenin vazife ve mesuliyeti kanunu mahsus ile tayin edilir.” denilerek Büyük Millet Meclisi’nin icra salahiyetini nasıl kullanacağına ilişkin esasların başka bir kanuna bırakılması, Büyük Millet Meclisi ile İcra Vekilleri Heyeti arasındaki görev ve yetki paylaşımı sorununu 1921 yılına taşımıştır.

Söz konusu görev ve yetki paylaşımının muğlak bırakılmış olması, kanun teklifinin 6 Ocak 1921 tarihli görüşmelerinde Kanuni Esasi tarafından Padişahın yetkisine, iradei seniyyeye bırakılan görevlerin hangi organ tarafında gerçekleştirileceği sorununu da beraberinde getirmiştir. Sorunu besleyen bir başka nokta ise, kabul edilen Anayasa maddelerinin de bir kez daha altını çizdiği esaslar ile uygulama arasındaki farktır. Teşkilâtı Esasiye Kanunu’nun 7.maddesinde Büyük Millet Meclisi’nin görevleri “Ahkâmı şer’iyenin tenfizi, umum kavaninin vazı, tadili, feshi, ve muahede ve sulh akti ve vatan müdafaası ilânı gibi hukuku esasiye Büyük Millet Meclisine aittir. Kavanin ve nizamat tanziminde muamelatı nasa erfak ve ihtiyacatı zamana evfak ahkamı fıkhiye ve hukukiye ile adap ve muamelat esas ittihaz kılınır” denilerek sıralanmıştır. Ancak, görüşmelerde Meclisin icra görevlerinin Kanunla belirlenmiş olmasına rağmen, Büyük Millet Meclisi’nin, Osmanlı Meşrutiyet Hükümetinin, yani Heyeti Vükelanın teşri kuvvetinden öteye geçemediği, onun vekili konumunda olan Heyeti Vekilenin icra kuvvetini kendinde topladığı ve kendini Meclisin kararına gerek duymadan icraya yetkili makam olarak gördüğü iddia edilmiştir. Daha önce rütbe tevcihinde Padişahın yetkili olmasına rağmen, bugün feriklik rütbesinin İcra Vekilleri Heyeti tarafından verilmesi; savaş ilanı yetkisi Teşkilatı Esasiye Kanunu ile doğrudan Meclise verilmesine rağmen, Brest Litovsk Muahedesinin itilaf devletlerince feshinden sonra Ermenistan’la harbin gündeme gelmesinde Meclisin görüşünün alınmaması ve teşkilât tanziminin doğrudan İcra Vekilleri Heyeti eliyle yapılması buna örnek gösterilmiştir. Yozgad Mebusu Süleyman Sırrı Bey, Büyük Millet Meclisi’nin görev ve yetki tanımının uygulamanın aksine açık olduğunu söylemiş ve Büyük Millet Meclisi Reisi Mustafa Kemal Paşa’nın 24 Nisan 1920 tarihli Meclis konuşmasını referans göstermiştir:

“Meclisi Âliniz murakıp ve müdekkik [inceleme] mahiyetinde bir Meclisi Mebusan değildir. Binaenaleyh yalnız teşri ve tetkik ile vazifedar olarak mesul bir mevkiden mukadderatı milliyeyi nezaret altında bulunduracak değil, bilfiil onunla iştigal edecektir. ... Biz ittifakı cumhura her kuvvetten ziyade salâhiyet bahşeden islamiyet esasatını nazarı dikkate alarak Meclisi Âlinizi kâffei umuru millete doğrudan doğruya vazılüyed tanımak taraftarıyız.

Bu umdei esasiye kabul edildikten sonra daima Meclisi Âlinizin heyeti umumiyesi teferruatı umura kadar fiilen tetkik ve müzakere imkanı bulamayacağından Heyeti muhteremenizden tefrik [ayırmak] ve tevkil [vekil etme] edilecek âzanın Hükümet teşkilatı hazırasına nazaran icabeden taksimi mesai esasına göre memur edilmesi ve her birinin ayrı ayrı ve cümlesinin müştereken heyeti umumiye huzurunda mesul olması temini maksada kâfidir. Bu halde Meclisi Âlinize riyaset edecek zatın Meclisi Âlinizi temsil etmesi itibariyle tevdii umur edilen âzayi muhteremeeden mürekkep heyete de riyaset etmesi ve Meclisi Âliniz namına vazı imzaya ve tasdikı mukkarreerata salâhiyettar olması ve icraya ait mesailde diğer âzayi muhreterem gibi heyeti umumiye nezdinde tamamen mesul olması zaruridir.”110

Büyük Millet Meclisi’nin yetkilerinin sınırlandırılamıyacağı, bu konuşmadaki argümanlarla savunulmuştur. Temel argüman, İcra Vekilleri Heyeti’nin varlık nedeninin Heyeti Umumiyenin (Genel Kurul) icrai faaliyetleri bütün ayrıntılarına kadar tetkik edemeyecek olmasıdır. Bu nedenle, Meclis, yetkisini, Meclis’ten gelen ve onun adına vekaleten bu yetkiyi kullanan vekilleri aracılığıyla, onları icra faaliyetini yürütmeye memur ederek kullanmaktadır. Mustafa Kemal Paşa da, 8 Ocak 1921 tarihinde, İcra Vekilleri Heyeti’ne yöneltilen eleştirileri şu sözlerle göğüslemiştir: “Hususatı muhtelife için birer vekil intihap etmiştir ve bu vekillere Meclisi Âli noktai nazarı aslisini bildirir ve teferruatının icrasını, mesuliyet onun üzerinde olmak üzere kendisine terkeder.”111

Her ne kadar, Mustafa Kemal Paşa’nın Büyük Millet Meclisi’nin görev ve yetkilerinin kısıtlandığına ilişkin eleştirilere verdiği cevap sürecin doğal seyrinde ve eskisi gibi işlediği yönündeyse de, örneğin Meclis Riyasetinin ve İcra Vekilleri Heyeti Riyasetinin statüsü, Teşkilâtı Esasiye Kanunu’nun da kabulüyle, 24 Nisan 1920 tarihinde yaptığı konuşmada ifade ettiği halinden farklı bir hale gelmiştir. Anayasa’nın 9.maddesine dayanarak, İcra Vekilleri Heyeti kendi içinden Büyük Millet Meclisi Reisinden başka bir reis seçecektir. Böylece, Büyük Millet Meclisi Riyaseti ile İcra Vekilleri Heyeti Riyaseti ayrılmış olmaktadır.

İdam Cezalarının Meclisçe Tetkikine dair kanun teklifi daha Mecliste görüşülürken, Bolu Mebusu Yusuf İzzet Paşa, 8 Ocak 1921 tarihinde Büyük Millet Meclisi’nin Salâhiyetine dair bir kanun teklifi vermiştir.112 Erzurum Mebusu Hüseyin Avni Bey ise, 30 Ocak 1921 tarihinde, Teşkilatı Esasiye Kanunun 7. maddesi uyarınca Heyeti Vekilenin vazife ve salâhiyetlerini tesbit etmek üzere yapılmasına karar verilen Kanunu Mahsusa ilişkin tekliflerin incelenmesi için şubelerce seçimi yapılacak bir Encümeni Mahsus kurulmasına dair bir takrir vermiş ve kabul edilmiştir.113 Bu takrir, İcra Vekilleri Heyeti’nin görev ve yetkilerinin tespitini başlatan, bu görev ve yetkilerin Meclis gündeminden düşmemesini sağlayan bir takrir olacaktır.

15 Şubat 1921 tarihinde Karahisarı Şarki Mebusu Mustafa Bey, İcra Vekilleri Heyeti’nin görev ve yetkilerinin belirlenmesinin Saltanat makamıyla olduğu kadar Hilafet makamıyla da ilgili olduğunu gösterir bir kanun teklifi sunmuştur. Mustafa Bey, Teşkilâtı Esasiye Kanunu'nun ilk maddesi olan "egemenlik kayıtsız şartsız milletindir" ifadesinin "hakkı hâkimiyet esas itibariyle milletindir" şeklinde değiştirilmesini önermiştir. Bu değişikliği takiben Kanun'un 7, 8 ve 9. maddeleri ile Heyeti Vekilenin tefriki vezaifini düzenleyen ve düzenleyecek bütün kanunların da Encümeni Mahsusca tadilini ve hep birlikte neticelendirilmelerini teklif etmiştir.

İcra Vekilleri Heyeti’nin görev ve yetkilerinin belirlenmesi yılın başında önemli tartışmalara neden olmakla ve yıl boyunca farklı konuların müzakeresinde gündeme gelmekle birlikte ancak 1921 yılı sonunda 24 Kasım’da Encümeni Mahsusun hazırladığı Heyeti Vekilenin Salâhiyet ve Vazifesine dair kanun teklifi ile Mecliste görüşülmeye başlanmıştır.114 Meclis’in yetkilerinin sınırlandırıldığı gerekçesiyle hazırlanmaya başlanan kanun teklifine getirilen en büyük eleştiri ise, söz konusu teklifin Osmanlı Heyeti Vükelası’nda mevcut olan kabine sistemini yeniden gündeme getirdiği yönünde olacaktır.

Kanun teklifi, Encümeni Mahsus üyeleri Erzurum Mebusu Celâleddin Arif Bey (Reis) (imzada bulunamamıştır), Mersin Mebusu İsmail Safa Bey (Mazbata Muharriri), Mersin Mebusu Salâhaddin Bey, Kütahya Mebusu Ragıb Bey (muhalefet şerhi ile), Erzurum Mebusu Hüseyin Avni Bey, Sivas Mebusu Mehmed Rasim Bey, Çorum Mebusu Fuad Bey (vefat), Konya Mebusu Mehmed Vehbi Efendi, Bursa Mebusu Operatör Emin Bey (muhalefet şerhi ile), Karesi Mebusu Hasan Basri Bey ve Canik Mebusu Ahmed Nafiz Bey’in imzalarıyla Meclise gelmiştir.

Kanun gerekçesi, Heyeti Vekile’nin bağlı ve mensup olduğu Hükümet şeklinin ve vaziyetinin tespit edilerek devlete ait kuvvetlerin paylaştırılması konusunda lehte ve aleyhte çok şiddetli tartışmaların yapıldığını belirterek başlar. Gerekçede, Kanunu Esasi’nin “birinciden yedinci maddeye kadar mezkûr olan hukuku âliyei Hilâfet ve Saltanatın mahfuziyeti” esasının müzakere ve münakaşa edilemeyecek bir ilke olarak kabul edilmesi ile Büyük Millet Meclisi karşısında Heyeti Vekilenin muvakkat (geçici) görev ve yetkilerinin belirlenmesine başlanabildiği ifade edilir. Gerekçenin başlangıç bölümünü oluşturan bu ifadelerin de gösterdiği gibi, kanun teklifi, Meclise, Hükümet şekline dair bir karar verilemeden ve tartışmalara nihayet vermek amacıyla Kanuni Esasi’deki devlet başkanlığına ilişkin saltanat ve hilafet makamı korunarak gelmiştir.

“Meclisi Âlinin tetkikatla iştigaline maddeten imkân görülemediği” hallerde Heyeti Vekile’ye yetki verilmiş ve bu yetkinin Meclis namına Makamı Riyasetin tasdiki ile sınırlandırılması yeterli bulunmuştur. Yani, Büyük Millet Meclisi, yetkilerini büyük ölçüde Meclis Riyaseti vesayetinde Heyeti Vekile’ye devretmiştir. Buna göre, rütbe, nişan ve manasıp tevcih ve itası (md.2), idam hükümleri (md.3) gibi konular Heyeti Vekile’nin kararı veya tetkiki ve Büyük Millet Meclisi namına Reisin tasdikiyle icra ve infaz olunacaktır. Meclis’in doğrudan doğruya kullanacağı yetkiler ise kanunun birinci maddesinde belirtilmiştir. Bu yetkiler arasında, kavanin tefsiri, istikraz ve imtiyaz mukavelelerinin tasdiki, fevkalâde rütbe, nişan ve manasıp tevcihi, affı umumi ilanı, idarei örfiye ilanı gibi konular yer almaktadır. Kanun teklifi Meclise geldiğinde yürürlükte olan Başkumandanlık Kanunu’yla çelişircesine kuvvayi berriye ve bahriyenin kumandasının da doğrudan doğruya Meclis’in görevleri arasında olduğu belirtilmiştir. Ancak, Meclisin doğrudan doğruya kullanacağı yetkilerin bir kısmı fevkalâde koşullarda sınırlandırılabilir niteliktedir. Ahvali fevkalâde kırk sekiz saat zarfında berayi tasdik Meclise arz etmek üzere Hükümet kanunu mahsusuna tevfikan idarei örfiye ilân edebilir (md.4). Hatta Büyük Millet Meclisi Reisinin kırk sekiz saat içinde imza ve iade etmediği Heyeti Vekile kararları Heyeti Vekile tarafından doğrudan doğruya icra edilebilebilecektir (md.5). Madde gerekçesinde, bunun Meclisin “salâhiyeti kâfiye ve mesuliyeti siyasiyeyi tamamen haiz bir Heyeti Vekileye – namına izafeten ve muvakkaten – hakkı vekâleti icra verdiği” için yapılabileceği belirtilmiştir. Bir başka deyişle, Heyeti Vekile verdiği kararlardan Meclise karşı mesul kılınmıştır. Hatta Büyük Millet Meclisi Reisinin huzuru ile ittihaz edilen kararlarından bile, Reisin reyi istişari mahiyette olduğundan, doğrudan doğruya kendisi mesuldür (md.6).

Kanun teklifi ile Heyeti Vekile, Büyük Millet Meclisi ve onun Reisi karşısında güçlendirilmiş; bu kapsamda İcra Vekilleri Heyeti Reisi’nin önemi de arttırılmıştır. Teklifin kabul edilmesi halinde Heyeti Vekile kabine sistemine özgü bir görünüm kazanmaya başlayacaktır. 12. ve 13. madde ile İcra Vekillerinin müşterek mesuliyeti ilkesine yaklaşılmıştır. Vekiller, Hükümetin siyaseti umumiyesinden müştereken ve dairelerine ait umurdan münferiden Büyük Millet Meclisine karşı mesuldürler (md.13). Vekillerden her biri dairesine ait umurdan mezuniyeti tahtında olanları usulüne tevfikan icra ve icrası mezuniyeti dâhilinde olmayanları Heyeti Vekileye arz edecek ve bu konular Heyeti Vekile’de müzakere edilerek icra olunacaktır (md.12). Büyük Milet Meclisi Reisi’nin reyi istişari statüye çekilirken; Heyeti Vekile Reisi’nin yetkileri artırılmıştır. Meclis Reisi ile Heyeti Vekile Reisi görev ve yetkileri itibariyle birbirinden ayrılmıştır. Heyeti Vekile Reisi Meclis tarafından intihap edilecek; daha sonra Heyeti Vekile Reisi olan kişi, “Heyeti Vekilenin intihap ve teşkilinde tecanüs ve tesanüdü temin etmek” maksadıyla diğer vekilleri intihap ederek Meclis’ten itimat reyi talep edecektir (md.10 ve gerekçesi). Teşkilâtı Esasiye Kanunundan farklı olarak İcra Vekilleri Heyeti Reisi, icra vekillerinin kendi aralarından seçtiği kişi olmaktan çıkarılmış ve doğrudan Meclis tarafından seçilir hale getirilmiştir. 1 Mayıs 1920 tarihinde kabul edilen Meclis Reisinin vekâletlere namzet göstermesi usulü terk edilmek istenmiştir.

Kanun teklifinin 24 Kasım 1921 tarihindeki görüşmesinde, Encümen namına konuşan Salâhaddin Bey (Mersin), “bu kanunla icra makamatında doğru şüphesiz ve müdahalesiz bir kudreti icraiye ve ona müterafik ve mütekabil olan bir mesuliyeti sahiha vücuda getirmek encümenimizin umdei esasiyesi idi” demiştir. Salâhaddin Bey’in konuşmasının bütünü, Encümenin kanun teklifini hazırlarken siyasi sorumluluğu tam bir icra organının inşasını gözetirken asıl tartışma konusunun devlet başkanlığı mevzuunda düğümlendiğini göstermektedir. Saltanat ve hilafet makamı, Meclis, Meclis Riyaseti ve Heyeti Vekile Riyaseti bu inşa sürecinin parçalarıdır.

Salâhaddin Bey, “Mahcur olan [iktidarı elinden alınmış olan] hilâfet ve saltanat makamına muhassas bir kuvvet vardır. Meclisi Millî bunların heyeti umumiyesini şahsiyeti mâneviyesinde cemetmiş, binaenaleyh teşri ve icra arasındaki iki kuvvetin noktai tevazünü Meclisi Âlinin şahsiyeti umumiyesinde müntabi ve münceli bulunmuştur.” diyerek aslen saltanat ve hilafet makamına ait olan bir hakkın Büyük Millet Meclisi’ne geçtiğini ve onda cisimleştiğini ifade etmiştir. Ancak, bu hakkın doğrudan doğruya Meclis Riyasetine geçmeyeceğini, Meclis’in elinde bulundurduğu kuvvetlerin Riyasette toplanmayacağını belirtmek için ise, Meclisin “bu hakkından ne kadar miktarını kendi Meclisinin Reisine vermekte bulunduğunu tetkik, bir meselei esasiye teşkil eder” demiştir. Böylelikle, devlet reisi statüsünde olan Meclis Reisinin, saltanat ve hilafet makamının sahip olduğu yetkilerinin doğrudan taşıyıcısı olamayacağını belirtmiş olmaktadır.

Salâhaddin Bey (Mersin) 24 Kasım 1921 tarihli konuşmasında, siyasi mesuliyet bağlamında iki Reisin statülerini ve birbiri karşısında konumlarını ise şu sözlerle açıklamıştır:

“Meclisi Âlinin Reisi, Heyeti İcraiyenin de Reisi tabiîsi bulunması demek, mesul icra âmiri olması demek değildir. Murakıp olması demektir. Yani icraya ait vazaifin mesuliyetini deruhte eden ancak îcra Vekilleri Heyeti Reisi olmak lâzımdır. … siyaseti icraiye mesuliyetinde bulunan zat, doğrudan doğruya Meclise karşı mesul kalmalı, fakat icraatı, Reis vasıtasiyle tahtı murakabede bulunmalıdır. … icra noktai nazarından icraatın bir zatın uhdesinde bulunması ve icrayi deruhte eden heyetin her an murakabe olunabilmesi lâzımdır. Bu iş eğer Meclisi Âlinin Reisi üzerine tahmil olunursa onun mevkiini sarsmak vaziyeti hâsıl olur ki, böyle olması doğru değildir. … [icra vekilleri] ayrı ayrı Meclisi Âlinizden intihabolunmâkta ise de hakikatte, sureti tavsiyeleri itibariyle, kendilerini tavsiye eden makamın da mesuliyeti olmak lâzımdır ve bunun için bu gibi mesuliyetlerden o makamı tamamiyle müberra edebilmek ve mevkiini tamamiyle bitaraf tutabilmek için, icra umurunu tamamiyle deruhte edecek ve size karşı sağlam mesuliyetle ayrılmış bir Reisin karşınıza gelmesi, bütün bu mahazirin ortadan kalkması için yegâne esas görülmüştür. … Yani bugün İcra Vekilleri Reisi olan zat, siyaset ve umuru Devlet ve milletin doğrudan doğruya mesulüdür ve mesulü olmak lâzımdır.”

Salâhaddin Bey, Heyeti Vekile Riyasetinin siyasi mesuliyetinin ancak müşterek mesuliyete haiz bir Heyet ile gerçekleştirilebileceğini de şu sözlerle belirtmiştir: “Devletin tekmil mesaisi bir küldür, bir küllü müçtemidir ve bu küllü müçtemiin heyeti umumiyesini bir maksada göre sevk ve idare etmek lâzımdır. Ve o maksadı ona göre huzuru âlinize arz edip itimat alacak bir heyeti müçtemiai mesuleye ihtiyaç vardır. … Devlet idaresinde Meclisi Âlinize karşı mesul olacak bir Heyeti Vekile Reisi tanımakla ve onun mazbut ve muayyen bir mesai programı ile Heyeti Aliyenize gelmesiyle bu program sizlerce şayanı kabul görülürse reisin ona göre hududu idareyi çalıştırmasiyle kabildir.”

Salâhaddin Bey, Meclis Riyasetinin murakıp statüsüne çekilmesinin, tarafsız konumunun ve Heyeti Vekile’nin riyaseti ile birlikte müşterek siyasi mesuliyete haiz kılınarak Meclis’ten ve Meclis Riyasetinden ayrılmasının meşrutiyetin esası olduğunu dile getirmiştir. İki yönetim şekli olduğunu, birinin kuvvei teşriiye ve kuvvei icraiyeyi tevhid eden mutlakiyet ve istibdad olarak adlandırıldığını, diğerinin ise, kanun teklifinin önerdiği tefrikı kuvayı gözeten meşrutiyet olduğunu söylemiştir. İlkinin zamanın ihtiyaçlarına mahsus bir “fazla merkeziyet”çilik ile gündeme geldiğini ve müşterek sorumluluğunu Meclis Riyasetinin aldığını hatırlatmıştır.

Edirne Mebusu Şeref Bey, Büyük Millet Meclisi teşkili ile demokratik hükümet esasının kabul edilmiş ve Halk Hükümeti’nin tesis edilmiş olduğunu söylemiştir. Halk Hükümetinin halkın hakkının halka verilmesi olduğunu, adem-i merkeziyetle özdeşleştirilemeyeceğini dile getirmiştir. Şimdiye kadar ortada mesul bir teşri ve icrai organ olmadığını iddia etmenin doğru olmadığını belirtmiştir. Dolayısıyla, kanun teklifi ile anayasal bir mevzu olan hakkı hükümdari kim olacak sorusunun gündeme geldiğini belirtmiştir. Hakkı Hükümet’in de hakkı hükümdari sorunuyla aynı sorun olduğunu ifade etmiştir. Hakkı Hükümdariyi ya halk hükümetinin de başı olan Meclis Reisine vereceksiniz; ya da, dışarıdan bir hükümdar tayin edeceksiniz; bütün mesele budur, demiştir. Şeref Bey düşüncelerini şu sözlerle dile getirmiştir:

“Mesul bir kabine istiyorsunuz. Bunun başına Hükümdarı koymadıkça Muvazenei kuvayı meydana getiremezsiniz. … Meclisin Reisi, yalnız Meclisten aldığı Meclisin ona verdiği kuvvet ve kudretle iş görür. Ve siyaseti umumiyede kendisi daima nigehban olur ve gördüğü şeyleri Meclise söyler ve diğerlerine veçhe yani (Direktif) denilen veçheyi tâyin eder. O vakit Meclisin Reisine hakkı hükümdariyi vermiş oluyorsunuz. Verdiğiniz takdirde sizin kararlarınızı kim tasdik edecek? … Meclis Reisine siz bu hakkı vermediğinizde bu ihtilâfı kim halledecek? … Meclis Reisi ile Heyeti Vekile Reisi arasında bir ihtilâf zuhur eyledi. … Burada onu halletmek için üçüncü bir hakim lâzımdır. … Hakkı hükümdariyi tesbit ediniz, bu olur. … Halk idaresi esasına müsteniden kuracaksınız. Bunun haricinde istemeyiz.”

Erzurum Mebusu Hüseyin Avni Bey, 28 Kasım 1921 tarihli görüşmede, “cihan inkılâp geçirirken biz de o inkılâplardan birisine girmek mecburiyetinde”ydik; bu nedenle Teşkilâtı Esasiye Kanununu yaptık ve hakimiyet bilâkaydüşart milletindir, dedik; şimdi de buna uygun şekilde medeni hükümet şekillerinden birini tercih ederek, onun görev ve yetkilerini belirlememiz gerekirdi; buna rağmen, Encümen bu konuda sükut etmeyi tercih etti, diyerek, öncelikle kanunun önemli bir esastan yoksun olarak sunulduğunu dile getirmiştir.115 İcrai görev ve yetkilerle ilgili sorunun, asıl olarak Heyeti Vekile’nin sureti intihabı sorunu olduğunu söylemiştir. İntihabın, icra görev ve yetkisini kullanan organların niteliğini belirleyeceğini eklemiştir. Nasıl ki Encümenler, Meclis’in, mebusların görev paylaşımı esasıyla farklı ihtisas alanlarına ayrılmasıyla belirleniyorsa ve bu nedenle “Meclisin kendisi icra salâhiyetine haiz” kılınıyorsa; İcra Vekilleri, tevkil edildikleri için ancak Meclisin kendi hukukundan vekillerine tevdi ettiği kadar kısmını icraya yetkilidir ve Meclisin daima murakebeye hakkı olduğu için Encümenle istişare içinde olmalıdırlar. İcra Vekillerinin tek tek seçilmesi nedeniyle, onlar Meclise karşı münferiden [tek başlarına] sorumludurlar. Ancak, Hüseyin Avni Bey’e göre, İcra Vekilleri Heyeti’ne Meclis Reisinin namzet göstermesiyle seçimlerin yapılması, kanun lâyihalarının birden fazla vekilin imzasıyla Meclise sunulması nedeniyle İcra Vekilleri Heyeti’nin Meclise dayattığı tesanüd ihtiyacının karşılanmasına yönelik bir kanun teklifi hazırlanmak ve icra vekillerinin sorumluluğunu tarif etmek zorunda kalınmıştır. Hüseyin Avni Bey, kanun teklifine bunun ötesinde bir önem atfedilmemesi gerektiğini, ne kabine sistemine yaklaşıldığını ne de saltanatı korumak arzusunda olunduğunu ifade etmiştir. Bu noktada, saltanat makamı ile hilafet makamını birbirinden ayırarak, âlemi İslâmın ve Türk milletinin olan hilafet makamının kurtarılması gerektiğini; ancak, milletin saltanat istemediğini belirtmiştir.

Aydın Mebusu Dr.Mazhar Bey, Büyük Millet Meclisi icra ve teşri vazifelerini kendinde toplarken, herhangi bir Hükümet şeklini esas almamış; içinden geçtiği koşullardan etkilenmiştir, demiştir. “Hükümet, devlet teşkilâtı, milletlerin kendi refah ve saadetlerini temin etmek için kurulmuş şekiller olduğuna göre, birer nam altında tavsif edilmiş olan Cumhuriyet, Kıraliyet veya Meşrutiyet gibi kelimelerin ifade ettikleri şekillerden değil, onların tarzından müstefidolurlar” diyerek de, son tahlilde uygulama tarzının belirleyici olacağını söylemek istemiştir. Bu noktada, Mazhar Bey’e göre, adı konulmamakla birlikte, Teşkilâtı Esasiye Kanunu’nda kabul edilen esasın Heyeti Vekile’nin de dayanağını oluşturacağını düşünmek gerekirdi. Dolayısıyla, İcra Vekilleri Heyeti Reisi seçiminde, Teşkilâtı Esasiye Kanunu’nun çizdiği şeklin haricine çıkılmasının ve “millet[in] [saltanat ve hilafet makamının görev ve yetkilerini] kendi arzu ettiği şekil dairesinde tâyin ve tesbit edeceği” zamana bırakmışken bunun teyid edilmesinin Encümenin salâhiyetini aştığını göstermiştir. Bir diğer mesele de, Meclis Riyasetinin “fazla kuvvet ve salâhiyet tecemmü ettiğini gösteren ve onları nez’edici” maddelerin konulmasına ihtiyaç duyulmasıdır. Buna ilişkin olarak Dr.Mazhar Bey, Meclis Reisinin Padişah kadar tasdik ve Heyeti Vekile’yi tahdid etme yetkisine sahip kılınabileceğini söylemiştir. Bunu söylerken, Meclis ile Riyasetinin birbirine karşı iki kutup gibi birbirinden ayrılmaması gerektiğini belirtmiştir.

Encümen namına 28 Kasım 1921 tarihinde bir kez daha söz alan Mersin Mebusu Salâhaddin Bey, kanun teklifi ile kabine sistemi getirildiği görüşüne karşı çıkmış; mevcut hukuk ve mevcut Büyük Millet Meclisi çerçevesinde teklifin hazırlandığını savunmuştur. Bunun yanında, Salâhaddin Bey, “Meclisin hukuku ve salâhiyeti mutlaka mevcuttur. Ve makamı hilâfet ve saltanata aidolan hukukun kâffesini birinci madde ile Meclisi Aliye nakletmiştir. … bu memlekette kuvayi âliye denilen şeylerin umumu neden ibaret ise Büyük Millet Meclisine aittir, demişiz ve başka kimseye hariçten bir şey bırakmamışız” diyerek, saltanat ve hilafet makamının görev ve yetkilerinin Meclis Riyaseti ve İcra Vekilleri Heyeti de dahil olmak üzere Meclis dışında kimseyle paylaşılmadığının altını çizmiştir.

Bitlis Mebusu Yusuf Ziya Bey, Meclis’in hakimiyeti Meclis Reisi ile bile paylaşmadığını şu sözlerle ifade etmiştir: “Bu Meclisi Alinin kuvvet ve kudreti ve Meclisi Alinin reisinde değil ki, reis Meclisi Aliyi temsil etmiyor ki, [oyunun istişari olmasını] da iddia edebilsin. Bu Meclisi Ali bizzat hâkimdir. İcrai, teşriî kuvveti bizzat nefsi mânevisinde cemetmiştir. Bunun karşısında varlık iddia etmek yoktur. Varlık iddia edenler, yokluğa münkâlibolur” Meclis’in genel siyasi hedefleri gerçekleştirmek için bir araya geldiğini savunanlara karşı da şu şekilde yanıt vermiştir: “Refiki muhteremim buyuruyorlardı ki, biz yalnız dâvayı asli için buraya gelmişiz, ne teşkilât, ne Tanzimat için buraya gelmemişiz. Bunları yapmak salâhiyetimizin haricidir. … Milletin saadet ve selâmeti, hâlâs ve istiklâlini istihdaf eden kâffei mesail ile alâkadarız. … Her şey bizim işimizdir. Her şeyi biz göreceğiz. Bizim için ne had var ve ne de hudut vardır. Muttasıl milleti düşünmekle muttasıl dâhili, harici bütün mesail ile alâkadarız.”

Kanun teklifine ilişkin günlerce süren tartışmalara son noktayı koyan Mustafa Kemal Paşa’nın 1 Aralık 1921 tarihli konuşması olmuştur.116 Mustafa Kemal Paşa, kanun teklifinin bütünüyle tahrip edilmesi gerektiğini, bunu yapmanın, doğrudan mevcut hukukun savunulması ve tasdik edilmesi anlamına geleceğini söylemiştir. Çünkü ona göre, teklif özellikle üç noktadan Teşkilâtı Esasiye Kanununun mevaddı asliyesini ve ruhunu tahrip eder niteliktedir. Birinci nokta, Teşkilâtı Esasiye Kanununun “hâkimiyet bilâkayduşart milletindir” denilen birinci ve “hukuku esasiye denilen şeylerin kâffesi Türkiye Büyük Millet Meclisine aittir” denilen yedinci maddeleriyle, hâkimiyetin, kayıtsız ve şartsız, hiçbir sınır tanımadan Meclise verildiği ve ancak onun tarafından kullanılabileceği koşullarda, teklifin, birinci maddesinde Meclisin görevlerinin sayılarak sınırlandırılması ve Meclisin “salâhiyet ve kudretinin vüsatı[nın] tahdidedilmiş” olmasıdır. İkinci nokta, “indellüzum Meclisin feshi” meselesinin Teşkilâtı Esasiye Kanununun altıncı maddesinde belirtilen “Büyük Millet Meclisinin heyeti umumiyesi Teşrinisani iptidasında davetsiz toplanır” esasını sınırlaması ve hatta iptal etmesidir. Üçüncü nokta ise, idam hükümlerinin tetkik ve tasdiki de dahil olmak üzere Heyeti Vekile’nin görev ve yetkisi dahilinde olmayan konuların Heyeti Vekileye verilmesi ve Meclis Reisinin tasdik yetkisinin Teşkilâtı Esasiye Kanununun dokuzuncu maddesinde ifade edilen “Meclis namına vaz’ı imza eder. Heyeti Vekile mukarreratını tasdik eder” şeklinden farklı şekilde düzenlenmesidir. Kanun teklifine göre, Reis ister tasdik etsin, isterse etmesin, Heyeti Vekile derhal mukarreratı icra edecektir (md.5). Oysa Teşkilâtı Esasiye Kanunun dokuzuncu maddesinde Reisin salâhiyeti şu şekilde tespit edilmiştir: “Meclis namına vaz’ı imza eder. Heyeti Vekile mukarreratını tasdik eder.” Teklifin kanunlaşmasıyla birlikte, Heyeti Vekile’ye verilen yetkilerle Meclis bile feshedilebilecektir.

Mustafa Kemal Paşa, Meclis Reisinin Heyeti Vekile kararlarını tasdik etmesinin, kararların Meclis görüşüne “tevafuk ve tetabukunu” (uygunluk) tetkik etmek anlamına geldiğini söylemiştir: “Heyeti Vekile mukarreratının âmali hakıkiyesi milliyesini Heyeti Celilenizde temsil ediyor, ona mutabakatını tetkik etmek ve yalnız bunu tetkik ve tasdik etmektir.” Heyeti Vekile’nin hatalarını tek bir kişinin bertaraf edemeyeceğini belirttikten sonra, Meclis Reisinin reyinin istişari addedilmesinin de Meclis tarafından doğrudan intihap edilmiş kişinin şeref ve haysiyetini tenkis, Meclis’in riyasetini tenkis anlamına geleceğini ifade etmiştir. Kanun teklifinin bütünüyle ve bu meselede kendini doğrudan alâkadar gördüğünü söyleyerek, doğrusunun Meclis’in “her noktai nazarda şâmil bir emniyet ve itimada lâyik gördüğü bir adam”ı riyasetine seçmesi olduğunu, Reise karşı beslenecek vesvesenin felaket olacağını söylemiştir. Mustafa Kemal Paşa’nın bu sözleri üzerine Hüseyin Avni Bey (Erzurum), “İmha etmeye kudretimiz olmadığını beyan etmekle beraber itimadımız da vardır” diyecektir.

Mustafa Kemal Paşa, Kanuni Esasi’nin Heyeti Vekile’nin görev ve yetkilerini belirlemekten imtina ettiğini, bugün aynı şeyin mensubu olduğu Meclisçe tekrar edilmesinin doğru olmadığını ifade etmiştir. Encümen, Hükümet şekil ve vaziyetinin tespitinin yapılamadığı gerekçesiyle, bu tarihi hatayı tekrarlamaktadır demiştir. Buna karşı, Mustafa Kemal Paşa, “mevcudiyetimiz muallâk ve müphem midir?” diye sormuş ve şöyle cevap vermiştir:

“Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti mevcuttur, meşrudur ve kanunidir. Bunu milletimiz tanımıştır ve bütün dünya tanımıştır. … Şekli, vaziyeti, mahiyeti meçhul olan bir hükümet karşısına hangi medenî devlet geçer efendiler? Hangi medenî devlet onların sözüne emniyet ve itimat eder efendiler? Halbuki bu vâkıdir, tarihe geçmiştir ve daima baki kalacaktır.… bir hükümetin teşekkül etmesi için âmil olan fiil nedir? … bu fiil, kanun yapmaktan ve kanunu infaz etmekten mürekkep bir fiili muhtelittir, hâkimiyet işte bu fiillerden birincisini kullanarak kanununu yapar, yani; ‘Şekli hükümet böyle olacaktır’ der, yahut: ‘Şöyle olacak’ der. … Hâkimiyetin bu ifadesi kanundur. Ahali işte bu kanuna tevfikan kabul edilen o müessesei hükümeti tedvir edecek zevatı intihap ve tâyin eder. Fiilin ikincisi bir kanun değildir. Fakat kanunun neticei tabiiyesi, vazaifi hükümettir. … Hükümet Heyeti Celilenizdir ve Heyeti Celileniz bütün kuvvetleri bilâkaydüşart bizzat istimal eder. … O halde şekil ve mahiyetimiz vardır ve kanunu hakikiye ve şer’i mübini islâma tamamen mutabıktır. … bizim hükümetimiz demokratik bir hükümet değildir, sosyalist bir hükümet değildir ve hakikaten kitaplarda mevcudolan hükümetlerin, mahiyeti ilmiyesi itibariyle, hiçbirine benzemiyen bir hükümettir. Fakat hâkimiyeti milliyeyi, iradei milliyeyi yegâne tecelli ettiren bir hükümettir, bu mahiyette bir hükümettir. İlmî, içtimai noktasından bizim hükümetimizi ifade etmek lâzım gelirse; «Halk hükümeti» deriz. Teşkilâtı Esasiye Kanunumuzun birinciden dördüncüye kadar olan maddeleri hükümetin ne olduğunu kimin tarafından idare olunduğunu, idare eden heyetin kuvvet ve salâhiyetini tasrih etmiştir. Şekil ve sureti tesbit olunmuştur.”

3 Aralık’ta Heyeti Vekilenin Salâhiyet ve Vazifesine dair Kanun teklifi, Encümeni Mahsusa iade edilmiştir.117 İade gerekçesi olarak, Heyeti Vekilenin salâhiyet ve vazifesini belirlemek için oluşturulan Encümeni Mahsus’un, hazırladığı kanun teklifi ve ona temel oluşturan esbabı mucibesi ile yetkisini aşmış olması gösterilmiştir. Kanun teklifinin, Teşkilatı Esasiye Kanunu'nun ruhunu ve mahiyetini oluşturan "Hakimiyet bilâ kayd-ü şart milletindir" hükmünü çiğneyerek Kanuni Esasiyeyi ve eski idare tarzına benzer bir Kabineyi geri getirecek ve buna mukabil bir Hükümet şekli ihdas edecek mahiyette olduğu dile getirilmiştir. Yoğun tartışmalar neticesinde, Mazbata Muharriri Salâhaddin Beyin takriri üzerine teklifin Encümene iadesine karar verilmiştir. Aynı gün, Ankara Mebusu Gazi Mustafa Kemal Paşa ile arkadaşlarının, Heyeti Vekilenin salâhiyet ve vazifesine dair Encümeni Mahsusa tarafından tanzim edilmiş olan Kanun teklifinin, İcra Vekillerinin sureti intihabı ve Heyeti Vekile Reisinin Meslisce tasdiki noktasında tekrar tetkik edilmek üzere Kanunu Esasi Encümeniyle Encümeni Mahsusa havale edilmesine ilişkin takrirleri de kabul edilmiştir. Böylelikle, teklif reddedilmemiş ve yeniden görüşülmek üzere Encümene iade edilmiştir. Bu durum, bir süre daha Hükümet şeklinin belirlenmesi konusunda sukut edileceğini, konu üzerinde anlaşmaya varılmadığını ve tartışmanın ileri bir tarihe ertelendiğini gösterir. Konunun tarafları birbirlerine tam bir üstünlük sağlayamamışlardır.


Yüklə 1,19 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   5   6   7   8   9   10   11   12   ...   20




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin