İç Düzen Arayışı
İç düzen arayışı yılın öne çıkan özelliklerinden birisidir. Özellikle savaş ihtimalinin son bulmasıyla iç güvenliğin sağlanması ve yeni düzene karşı çıkanların tasfiyesi gündeme gelecek ve bu konudaki çalışmalar hızlanacaktır. Bu çerçevede iki temel olay dikkat çekmektedir. Bunlardan ilki özellikle İstanbul basınına yönelen ve İstanbul’da ortaya çıkan muhalefetin bastırılmasında kullanılacak olan İstanbul İstiklal Mahkemesidir. Yargılama süreci sonunda İstanbul basınından bazı kişilere beş yıllık hapis cezası verilecektir. Bir diğer olay ise şekavet ve sıkıyönetim ilanlarıdır. Lozan sonrasında Osmanlı’dan kalan seferberlik sona erecektir. Ancak özellikle Ege Bölgesi’ndeki çeteler ve Doğu’daki eşkıyalıkla mücadele etmek gerekecektir. Bu nedenle Ege’de sıkıyönetim ilan edilecektir. Ayrıca eşkıyalığı sona erdirmek üzere bir Şekavet Kanunu çıkarılacaktır.
-
1923 yılında iki tane İstiklal Mahkemesi kurulacaktır. İstiklal Mahkemelerinin kuruluşu 1920 yılına kadar uzanmaktadır.126 Kurulduğu dönemde firari askerler hakkında karar alacak gibi düzenlenmişse de cephe gerisini de düzene sokma amacı olduğu açıktır. Başlarda İstanbul hükümeti veya işgal devletlerinin yanında yer alanların yargılanması da söz konusuyken, sonrasında hükümet aleyhtarı ya da irticai etkinliklerde bulunanları yargılama amacıyla da çalışmıştır. Mahkeme üyeleri ve mahkemenin yetki bölgesi Meclis tarafından belirlenmektedir. Fransız Devrimi’nde kurulan mahkemelere benzetilmekteyse de, üyeleri ve görev bölgesini belirleme yetkisinin Mecliste olması nedeniyle özgün bir yapıdır.127
1923 yılı içerisinde kurulan ilk mahkeme Elcezire olacaktır. 20 Ocak günlü içtimada Meclise gelen iki İcra Vekilleri Heyeti tezkeresi bunu öngörmektedir. Buna göre (09.01.1923 tarihli İcra Vekilleri Heyeti toplantısında) “merkezi Diyarbekir'de bulunmak ve sahayı Elcezire Cephesi mıntakası olmak ve sırf askeri firarileri muamelâtına mütaallik olmak üzere bir İstiklâl Mahkemesi gönderilmesi” ve “…Elcezire Cephesi mıntakâsının ihtiva ettiği Diyarbekir, Bitlis, Elâziz vilayetleriyle Malatya, Urfa, Mardin, Siverek, Erganimadeni, Gene, Muş, Siird livalarına münhasır bulunmasının muvafık…” görüldüğü yönünde bir karar alınmış olup Meclisin konuyu neticelendirmesi talep edilmektedir.128 Meclisteki tartışma daha konu gündeme alınmadan başlamıştır. Malatya mebusu Lütfi Bey’in konuya dönük muhalefeti dikkat çekmektedir. Lütfi Bey, konunun gündeme alınıp alınmayacağının oylanmasında dahi itiraz etmekte ve “Hayır, hayır katiyen ret, dâhilen İstiklâl Mahkemesinin teşkiline lüzum yoktur, hırpalanmadık orası kaldı… dahili kapitülasyonlara gerek yok.” diyerek itirazlarını sürdürmektedir. İtirazlarına rağmen İcra Vekilleri Heyeti Reisi Rauf Bey’in konu hakkında bilgi vermesi istenmiş, bunun için de gizli celse toplanmıştır.129 Gizli celsede mevzunun misakı milli ve yöredeki askerlerle ilgili olduğu anlaşılmıştır. Rauf Bey’in açıklamalarına göre Musul meselesi Lozan’da gündeme gelmektedir. Gerekirse Musul’a askeri bir tedbir almak gerekecektir ama yöredeki askerlerden firarlar söz konusu olmaktadır. Askeri kanun uygulansa dahi sorunun halli söz konusu olamamış, yöredeki komutan Cevad Paşa da bu nedenle İstiklal Mahkemesi kurulmasını sık sık talep eder duruma gelmiştir.
Genel durum anlatılınca İcra Vekilleri Heyeti’nin iki takririnin hemen görüşülmeye başlanmasına karar verilmiştir. Görüşmelerden anlaşılan bir konu yöreye gönderilen askeri teçhizatın kaçak askerlerle azalmasıdır. bir başka sıkıntı da çok sayıda silahın yöredeki aşiretlerin eline geçmesi ve bunun da yörenin güvenliği için tehlike oluşturmasıdır.Görüşmelerde yöre halkının asla bir ayaklanmaya gitmeyeceği, askerlerin hıyanetten değil cahillikten firar ettikleri ifade edilmiştir. Özellikle yöredeki ağalar bu askerlerin silahlarına el koyup yanlarına aldıklarından dolayı askerlerin de kaçmaya cesaret ettikleri, kimi ağaların mevcudu 2000’e yaklaşan silahlı kuvveti olduğu dile getirilmiştir. Bu ağalar ve ellerindeki silahlara el konulmadan askerlerin firarının önüne geçilemeyeceği savunulmuştur.
Uzun tartışmalar sonunda konu sadece firari askerler için bir istiklal mahkemesi kurulup kurulamayacağında kilitlenmiştir. Nihayetinde Müdafaai Milliye Vekili Kazım Paşa’nın önerisiyle konunun hükümetçe tekrar görüşülmesine karar verilecektir.
22 Ocak günlü içtimada konu tekrar gündeme gelmiş ve başta İcra Vekilleri Heyeti tarafından verilen takrirler neredeyse aynen kabul edilmiştir. Bu yolla merkezi Diyarbakır’da bulunmak üzere, Diyarbakır, Bitlis ve Elaziz vilayetleri ile Malatya, Urfa, Mardin, Siverek, Erganimadeni, Genc, Mut, Siirt livalarını içermek üzere bir İstiklal Mahkemesi kurulmuştur.130 Elcezire İstiklal Mahkemesi’ne üye seçimi 25 Ocak’ta yapılacak ve Karesi mebusu Hacim Bey reisliğe, Antalya mebusu Halil İbrahim Bey müddeiumumiliğe[savcılığa]; Erzurum mebusu Hoca Nusret Efendi ve Niğde mebusu Hakkı Paşa mahkeme üyeliğine seçileceklerdir. İki gün sonra Nusret Efendi sağlık sebepleri nedeniyle bu görevden istifa edecek, yerine Antalya mebusu Halil İbrahim Bey seçilecektir. Sonrasında da üyeliklerden istifalar ve yeni seçilen üyeler olacak, nihayetinde Mahkeme Heyeti 7 Mart 1923 günü Urfa’ya iki gün sonra da Diyarbakır’a ulaşacaktır.
Mahkeme 9 Mart-11 Mayıs 1923 döneminde toplam 90 davayı sonuçlandıracak, çeşitli suçlardan 37 kişiye ceza verecektir. Firar suçundan 1 kişinin, rüşvet suçundan ise 21 kişinin ceza alması ilginç görünmektedir. Aslında mahkeme görevini tamamlayamamıştır. 10 Mayıs günü mahkemenin savcısı Halil İbrahim Bey sağlık sebeplerinden dolayı istifa edince Meclisten yeni savcı gönderilmesi talep edilmiş ise de Meclis seçim nedeniyle toplanamadığından yetkili kimse kalmamıştır. Kapanması durumundafirar sayısının artacağı bilinse de mahkeme çalışamamıştır.131
Bir diğer İstiklal mahkemesi de İstanbul’da kurulacaktır. Yıl sonunda “Ağa Han olayı” nedeniyle kurulacak olan mahkeme, Cumhuriyetin ilanıyla iyice artan İstanbul muhalefetiyle132 hükümet arasındaki gerilime bir şekilde “son verecektir.”
Hakimiyeti Milliye gazetesinden dahi İstanbul basınıyla hükümet arasındaki gerilimi takip etmek mümkündür. Özellikle Cumhuriyet’in ilanından sonra iki “grup” arasındaki gerilimin arttığı anlaşılmaktadır. Hakimiyeti Milliye’de İstanbul basınına doğrudan yazılan cevabi yazılar ya da İstanbul’da dile getirilenlerin Ankara’da tepkiyle karşılanması dikkat çekicidir.
Kasım ayı başlarından itibaren İstanbul basınındaki hareketlilik aynı zamanda Rauf Bey gibi isimlerin de eleştirilmesini gündeme getirmiştir. Rauf Bey Cumhuriyet’in ilanında acele davranıldığını düşünenler arasında yer alır ve bir çeşit muhalefetin ortasında kalmıştır. İstanbul basınından Tanin ve Sebilürreşat gibi gazeteler muhalefetin odağı haline gelmiş görünüyorlardı. Genel olarak İttihatçı veya Hilafetçiler ile Ankara hükümeti veya Hakimiyeti Milliyeciler arasında bir gerilim bulunmaktadır.
İstanbul’da bir İstiklal Mahkemesinin kurulmasını getiren olay ise Ağa Han vakası olarak bilinen olaydır. Hilafetin kaldırılacağı yönünde haberlerin çıkmasıyla beraber sadece İstanbul basını değil, bazı dini cemaatlerden de tepkiler gelmeye başlamıştır. Ağa Han da bunlardan birisidir. Ağa Han özellikle Hindistan’da etkili İsmailî olarak anılan bir Şii tarikatının başında bulunmakta olup Birinci Dünya Savaşı’nda İngiltere’nin yanında yer almış, hatta Halife’nin cihat çağrısını reddetmiş, İngilizlere karşı gelinmemesi yönünde fetvada bulunmuştur. 1923 Aralığında İsmet Paşa’ya halifeliğin kaldırılmaması yönünde bir talep mektubu göndermiştir. Söz konusu mektubun İsmet Paşa’ya ulaşmadan önce İstanbul basınında (Tanin, İkdam ve Tevhid-i Efkar) çıkması gerginliğe neden olmuştur.133 Konu, TBMM’de bizzat İsmet Paşa tarafından gündeme getirilecektir.134
İsmet Paşa, konunun halifelik ve saltanatla ilgili bir propaganda olduğunu bildirecek ve bahsi geçen kişilerin İngiltere’ye yakın isimler olduğundan bahisle işin içinde İngiltere’nin parmağı olduğunu ima edecektir: “Ağa Han ve Emir Âli Londra'da İngiliz Hükümetinin ve İngiliz sarayı kralisinin en yakın adamları ve sadık İngiliz tebaasıdır. Bunların İngiliz Hükümeti programı haricinde bir vaziyet almaları mutasavver [düşünülmüş] ve mesbuk [olmuş] değildir…”: İsmet Paşa, uzun konuşmasında şunları söylemiştir:
…Alemşümul propaganda yapıldıktan sonra hilâfete Türkiye üzerinde vazifei idariye, vazifei siyasiye, vazifei dünyeviye vermek esasını müdafaa ediyor. Kelime ve cümleler arasında bir çok kapalı usuller kullanılmış olabilir. Fakat heyeti umumiyesiyle izhar ettikleri mana budur. Halifeye bir vaziyeti idariye vermezseniz İslâmiyet inhilâl eder, Âlemi islâm bundan müteezzi ve muztarip olur tarzında aleyhimizde propaganda yapılıyor… Hususi mektup göndermek bir şey müdafaa etmek ise benim okumaklığım, benim görmekliğim lâzımdır ve bana gönderilen mektup benim malımdır. Niçin neşrolunuyor? Gönderen adamlar noktai nazarından söylüyorum. Binaenaleyh gönderen adamlar bu mektupları bana göndersinler ve Hükümete göndersinler, mütalaa alsınlar maksadiyle değil aynı zamanda emri vaki olarak dahilde ve hariçte intişar etmiş, maksat budur… İki gazete ile, ecnebi gazeteleriyle aynı zamanda bana gelen bir mektup ve henüz Reisicumhura gönderilen bir mektup vasıl olmadan evvel gazetelerin eline başka ne vasıta ile geçebilir? Ya kendileri göndermişlerdir. O halde fikir sormak tarzında samimî bir şeyleri yoktur. Mahza propaganda için yapmışlardır.
Konunun bir çeşit propaganda olduğunu ve işin içinde İngilizlerin olduğundan hareketle bu gibi durumların herkese gösterilecek şekilde bastırılmasının gerektiğini, böylece tekrar propaganda yapmaya niyet edilemeyeceğini bildiren İsmet Paşa, konunun İstanbul’da bir İstiklal Mahkemesi kurularak incelenmesini önerecektir. “Hiyaneti vataniye için Meclisi Âliden hususiyle fevkalâde bir tedbir olmak üzere kanunun verdiği salâhiyete binaen İstanbul'a bir İstiklâl Mahkemesinin' gönderilmesi ve bu İstiklâl Mahkemesinin meseleye vaz'ıyed ederek seri' bir surette takibat yapmasını, mevzuubahis olan hiyaneti vataniye cürmü ve bu cürmün dahilde ve hariçte ihtilâtı ve tertibatı hakkında memleketi tenvir etmesini teklif ve arz” edilerek İstiklal Mahkemesi kurulması sağlanacaktır.
Tartışmalardan sonra İsmet Paşa tarafından önerilen İstanbul’da bir İstiklal Mahkemesi kurulması hakkındaki takrir kabul edilmiş ve oylamaya geçilmiştir. 5 Aralık’ta gazetelerde yayınlanan mektuplar için 8 Aralık’ta İstiklal Mahkemesi kurulmasına karar verilmesi konuya verilen önemi göstermektedir. Sonrasında aleni celseye geçilmiş ve İstiklal Mahkemesi üyelikleri için seçim yapılmıştır. Cebelibereket mebusu İhsan Bey 102 oyla Başkanlığa, Saruhan mebusu Vâsıf Bey 105 oyla savcılığa, Refik Bey (Konya), Âsaf Bey (Hakkâri), Cevdet Bey (Kütahya) reyle üyeliğe seçilmişlerdir. Hemen aynı gün çalışmaya başlayan mahkeme üyeleri Mecliste mektubu incelemişler ve İstanbul’da bazı kişilerin yakalanmasını emretmişlerdir.135 Tutuklamalar hemen ertesi gün yapılacak, Hüseyin Cahid, Ahmed Cevdet, Velid, Hayri Muhiddin, Ömer İzzeddin Beyler vatana ihanet ve devletin dış ve iç güvenliğini bozmak suçuyla isnat edileceklerdir.136
Mahkeme kurulmuş olmasına rağmen, Mahkeme’nin görevleri daha sonra belirlenecektir. 10.12.1923 günü görevlerin belirlenmesi için bir “müşterek encümen” kurulması kararlaştırılacaktır. Encümenin görüşü 13.12.1923 günlü içtimada görüşülerek İstanbul İstiklal Mahkemesi’nin görevleri belirlenecektir.137
Encümenden gelen görüş, İstanbul İstiklal Mahkemesi’nin, 249 sayılı “İstiklal Mehakimi Kanunu”nun m. 3/(B) fıkrasıyla yetkilendirilmesini öngörmektedir. Fıkra kısaca İstanbul basınındaki zanlıların Hıyaneti Vataniye kapsamında yargılanmasını öngörmektedir. Konu bu maddeyle sınırlanınca ilgili kişilerin casusluk (m. 3/D) ya da iç ve dış güvenlik (m.3/C) gibi suçlamalarla yargılanması mümkün olmamaktadır. Meclisteki tartışma da bu noktada kilitlenecektir.
Gizli celsede kimi mebuslardan İstiklal Mahkemeleri’nin kararlarının kesin olmasından kaynaklı olarak “hürriyeti şahsiyeyi” ve hukukun olağan işleyişini sınırladığı eleştirileri gelmiştir. Bu nedenle İstiklal Mahkemeleri yerine olağan mahkemelerin ve hâkimlerin konuya bakması gerektiği savunulmuştur. Hüseyin Rauf Bey, konunun İstiklal Mahkemesi ile hallinin diğer mahkemeleri yetersiz görmekten mi kaynaklandığını sorarak müşterek encümen mazbatasında verilen yetkilerle sınırlı kalınması gerektiğini söyleyecektir. Hüseyin Rauf Bey, söz konusu mazbatanın “vicdanı duyguların hiçbir kayda tabi olmadan, siyaset gözetilmeden” konuşulan gizli celselerde görüşülmesini uygun bulmadığını ifade ederek müşterek encümen mazbatasının kabulünü önerecektir:
Ağa Han ile Emir Mehmet Ali'nin mektubunun neşrini casusluğa teşmil etmek, emniyeti dahiliye ve hariciyeye teşmil etmek ve hepsini bu mahkemeye vermek zıt teşkil eder… aynı hükümette bulunan Adliye Vekilinin çıkıp buraya, arkadaşların dediği gibi, Divanı Harplerimiz lâyık değildir, mahakimimiz lâyık değildir, Adliye memurlarımız şayanı itimat değildir diyor mu?... Cumhuriyetimiz aleyhinde olan ve hâkimiyeti milletten alıp ahara vermek şeklinde bir harekete karşı teşkil edilmiş bulunan İstiklâl mahkemesinin salâhiyet ve vazifesi tamamen müşterek encümenin teklif ettiği mevadda münhasır olmalıdır… Deruhte eden arkadaşlara muvaffakiyet ve her umurda isabet temenni etmekle beraber, Meclisi Âlinizden de maksadı temin edecek olan müşterek encümen mazbatasının kabulünü istirham ederim.
Rauf Bey’in uzunca beyanatı ve sonrasındaki çabaları işe yaramayacaktır. Özellikle Konya’da kurulan İstiklal Mahkemeleri tartışmalarında, Rauf Bey’in Konya’daki isyan hakkında sözleri ve tartışmalardaki harareti gündeme gelecek, bugün ise daha sakin düşünülmesini önermesi konusuna şüpheyle yaklaşıldığı ifade edilecektir.
Tartışmalardan sonra müşterek encümen mazbatasına ilave olarak diğer fıkraların da eklenmesi talep edilecek, hangi fıkraların ekleneceği konusunda da tartışmalar devam edecektir. Söz konusu olayın hem dahili ve harici güvenliği ilgilendirdiği hem de casuslukla alakalı olduğu ifade edilecektir. Müzakereler sonucunda Antalya mebusu Rasih Efendi’nin ilgili fıkraları birbirinden ayırmanın bir anlamı olmadığı ve tüm fıkralarda İstanbul İstiklal Mahkemesi’nin yetkili olması gerektiği yönündeki teklifi Heyeti Umumiye kararı olarak kabul edilecektir.138 Böylece 52 numaralı Heyeti Umumiye kararı ile İstanbul İstiklal Mahkemesi’nin, yalnızca 2. Maddenin B fıkrasındaki suçları değil, bu maddede yer alan tüm suçları yargılama konusunda yetkili kılınması sağlanacaktır.139
Zaten çalışmaya başlamış olan İstanbul İstiklal Mahkemesi, 5 Şubat 1924’e kadar çalışmaya devam edecek ve 17 kişiyi vatana ihanetten yargılayacaktır. Nihayetinde herhangi bir idam kararı çıkmasa da İstanbul basınından muhalif isimlere beşer yıl hapis cezasına karar verecektir. Bu yolla da İstanbul basınında etkili olan ve Cumhuriyet’in ilanından hemen sonra daha da kuvvetli bir muhalefet yürüten isimlere daha başta müdahale edilecek ve bir çeşit tasfiye yapılmış olacaktır.
Dostları ilə paylaş: |