Saygin okurlar



Yüklə 437,4 Kb.
səhifə8/9
tarix01.11.2017
ölçüsü437,4 Kb.
#25123
1   2   3   4   5   6   7   8   9

 

Ertesi gün İmparatorluk hanedanına mensup prenslerden dördü resmî olarak ziyaret edildikten sonra Yokohama’ya dönülmüş ve program gereğince, gemi subay ve erlerinden uygun bir miktarıyla Tokyo’ya gelinerek Prens Komatsu’nun komutası altında ki Hassa Alayı askerlerinden dört piyade alayı, iki süvari bölüğü, üç batarya topçu ve bir istihkam bölüğünün geçit töreni izlenmiştir. Geçit töreninde görülen düzenden dolayı ilgililer kutlanmış ve tören komutanına ayrıca teşekkür edilmiştir. Bundan sonra yine İmparatorun emriyle Bahriye Bakanlığı tarafından düzenlenen ve Binbaşı rütbe sindeki bir prens ile rütbeleri Koramiral ile Tuğamiral arasında değişen dokuz Amiral ve Japon savaş gemileri komutanlarının davetli oldukları bir öğle yemeğine katılınmıştır. Aynı gün akşam yemeği de Prens Komatsu’nun davetlisi olarak yenmiştir.

 

 



 

Bunu izleyen günlerde yabancı elçiliklerden ve burada bulunan yabancı devletlere mensup gemilerin Amirallerinden birçok davetler alınmış olup, gördüğümüz ilgi şanımızın üstündedir...


Bilgilerinize arz.

 

20 Haziran 1890


Ertuğrul Firkateyni Komutanı
Osman Emin.”

 

 



 

 

 



Osman Paşa'nın Ağabeyi Mehmed Raşid Bey'e Mektubu

 

Osman Paşa, Ağabeyi Mehmed Raşid Bey’e yazdığı özel mektuplarda da Tokyo günlerini şöyle anlatır.


Birinci mektup:

 

 



 

“Çok şerefli karındaşımın yüksek huzuruna


Vefalı karındaşım, yüce efendim hazretleri.
... Yokohama’da geçen bir hafta süresince Prensler, Dışişleri ve Bahriye Bakanları, İngiliz ve Fransız Amiralleri tarafından verilen ziyafetler; eğitim ve kürek yarışmaları hazırlıklarıyla gece ve gündüz uğraştığımdan, az kaldı şu birkaç satırlık mektubumu bile yetiştiremiyordum.

 

... Gelecek hafta hareket için telyazıyla izin isteyeceğim. Eğer olumlu cevap alırsam Eylül sonuna kadar Japonya’nın diğer dört iskelesinde zaman geçirerek ekim ayının başlangıcında Nagasaki’den vatana doğru yola çıkabileceğimizi umuyor ve bu harekete Allah’ın yardımlarını istirham ediyorum efendim.



 

... Daha önceki bir mektubuma, İngilizce olarak yazdığınız karşılıkta belirttiğiniz düşünceleriniz ve konu hakkındaki öğütleriniz olduğu gibi yerine getirilecektir. Bu hafta boyunca Amerikan elçisiyle Savunma Bakanlarına, Prenslerin ve diğer kontların konutlarında verilen ziyafetlere davetli değildik. Umarım bunun anlamı, bizim için ziyafetlerin son bulduğudur. Çünkü bıkıldı, usanıldı... Ben aslında abur cubur yiyecek kadar sağlam mideli bir adam olmadığımdan, ziyafetler hiç hoşuma gitmiyordu...

 

...Mabeyin teşrifatçılarından bir mihmandarım var. Her nereye gitsem ardım sıra geldiğini gördükçe ‘Aman efendim! zahmet etmeyiniz!..’ gibi sözlerime ‘Yok efendim ! İmparatorun emirleridir. Vazifemdir...’ gibi sözlerinden ve her yere Saray arabalarıyla gönderilişimden artık gerçekten usandım. Başkente gittiğimizde kaldığımız misafir hane Saray gibi bir yerdi. Seksen hizmetçi, arabacı, bilmem neci !.. Bunlara ne verilecek, ne yapılacak, bilemiyorum. Pek sıkılıyorum vesselam...”


Yokohama, 15 Haziran 1890.”

 

 



 

Osman Paşa'nın Ağabeyi Mehmed Raşid Bey'e Mektubu 2

 

“Çok sevgili ve şeref sahibi karındaşımın yüksek huzuruna


Sevgili karındaşım, gerçeği tanıyan hakikatli efendim hazretleri.
Yokohama adresime gönderdiğiniz 7 Mayıs tarihli mektuplarınızı geçen hafta Tokyo’da bulunduğum sırada, gazetelerle birlikte aldım. Sonsuz teşekkürlerimi lütfen kabul buyurunuz kardeşim.

 

... Resmî işlemlere dair Bahriye Bakanlığı’na sunduğum iki ayrıntılı raporun tarafınızdan da görülmüş olduğunu düşünerek, yinelenmeleriyle mektubumu doldurmak istemiyorum. Ama daha başka ne bulacağımı bilemiyorum. Yine de kişisel haberlerim sayfalar doldurabilecek gibi görünüyor.



 

Kader rüzgârlarının bizlere getirdiklerine bakmayarak, askerlik görevimi iyi bir sonuca ulaştırmak için harcadığım çabalarımı boşa çıkarmayan ulu Allah, inşallah dönüşü de başarılı kılar. O zaman gezimiz boyunca ne kalıplara girdiğini ve halini kimselere belli etmeyen ve bugün bir yıla yakın seferimiz sırasında çekilen bunca mihnet ve zorluğun hiçbirisine of !.. demeyen karındaşınızın, ne derecelerde üzülüp, süzüldüğünü anlarsınız.

 

 

 



Allah’a bin kere şükürler ediyorum ki, bugün gezimizin son noktasında bulunuyoruz. İnşallah yakın zamanda karındaşlık kucağınıza atıldığım zaman, bana yeni den hayat verecek olan dakikayı İstanbul’da kutsamak nasip olur.

 

Şu kelimeleri, anlatmak istediğim bazı düşüncelere ve olaylara bir başlangıç san mayınız. Amacım olayları yazmak ise de; nereden tutturacağımı bilemediğim için baştankara gidiyorum. Nitekim Hongkong’dan sonraki seyrimize ilişkin bir şey yazmadığım şimdi aklıma geldi. Öyleyse oradan başlayayım...”


...
... Yokohama’ya varışımızın üçüncü günü trenle bir saatlik uzaklıkta olan başkent Tokyo’ya gittim... Saray teşrifatçılarından İngilizce bilen bir mihmandar tayin ettiler. Bize de Saray gibi bir yer gösterdiler .

 

Bu Sarayda arabalar, uşaklar, kıyamet kadar hizmetçiler... Odadan dışarı çıktığımda kime rastlarsam geleneklerine uygun olarak hemen namazda rükûa varır gibi bellerini büküp içlerine çekiyorlar...



 

İmparatorluk Sarayında, İmparator ve İmparatoriçeyi görüşüm ve nişan takdim edişim; ziyaretlerim, gazetelerde elbette yayımlanmıştır. Onun için sözünü etmekten kaçınıyorum.

 

İngiliz ve Fransız Amiralleri beni gemilerine davet ettiler. Yarın akşam yine İngiliz Amiralinin yemeğine davetliyim. Fakat buradaki İngiliz milleti ve özellikle de gazetecilerin kıskanç bakışlarına hedef oluyoruz.”



 

 

 



Derleyen ve düzenleyen: Naci Kaptan

 

yeniden elden gecirme 29.12.2008



 

 

 



Naci Kaptan'a teşekkürlerimizle

 

Denizce



 

26.10.2007

 

 

 



 

 

 



 

Ertuğrul Fırkateyni - Bölüm 9

 

Derleyen: Naci Kaptan



 

 

 



 

 


20 Teşrinisanı 1305

 


İsmetli, Hakikatli Efendim,

 

Vücudumuz derece-i afiyette olarak cümlenin sıhhatini Cenab-ı Bâri'den temenni ederek daima zikr-i cemileleri ile vakit geçirmekte ve hayırlı mülakat arzusuyla duaya devam, afiyetlerini bin canla zikretmekteyim. Vakide, telgrafla muhabere etmek mümkünse de her kelimesi bir bucuk lira olduğundan bizim için biraz müşkülce oluyor. Zira aldığımız para esvaba idare etmiyor. Eğer, dört beş ayda çamaşırlara ne oldu? deniyorsa, burada akan terden, yok yok o da değil insanın vücudundan akan yağlı çeşmeden çürümek bir şey değil...



 

İstanbul, alelhusus evimiz, o da değil, yani hatırıma gelen aklıma geldikçe hemen kanatlanıp uçacağım geliyor. Amma ona da kanat tahammül edemez. Zira, mil 1700 oldu. Allahtan inayet...

 

Lakırdı uzadı. Selâma gelelim. Aman hanımcığım, okur gibi yap da, büyüklere ve küçüklere ve cümleye ayrıca ayrıca selâm selâm selâm vesselam...



 

Süvari-yi Ertuğrul


ALİ

 

 



 

 

 



 

 

 



 

 

 



Tokyo'dan Hareket

 

Kolera salgınını talihin büyük yardımı ve önceden alınan tedbirlerle 13 ölü ve 37 hasta gibi oldukça küçük bir zayiatla atlatan Ertuğrul dönüş hazırlıklarına başlamıştı. Dönüş tarihi için daha önceleri Bahriye Bakanlığı 11 haziranda saraya arzda bulunmuş, 14 Haziran 1890 günü de padişah iradesi çıkmış ve aynı gün telyazı ile Ertuğrul’a talimat verilmişti. Verilen talimat özetle şu hususlara dikkati çekiyordu:



 

 

 



– Lüzumsuz kuşku uyandırmamak için dönüş yolunda hiçbir limanda bir aydan fazla kalınmaması;

 

– Ekim ayı başlarına kadar Uzakdoğu sularında beklendikten sonra, uygun rüzgârlardan istifade ederek, bu suretle de kömür tasarruf edilerek bir an önce İstanbul’a varılması;



 

– Dönüş masrafı olarak 5.000 lira gönderilecek ise de, ondan başka para istenmemesi.

 

 

 



Osman Paşa başlangıçta hareket tarihi olarak 4 Eylül gününü kararlaştırmıştı. Ancak karantina mahalli olan Nagoya, Yokohama’ya yedi mil mesafede olduğundan seyir için gerekli ikmali güçlükle yapılabiliyordu. Hatta bu güçlükler yüzünden fırkateynin kömür ikmali elli ton kadar noksan yapılabilmişti. İlk uğranılacak liman Kobe olarak seçildiği ve bu limanın 350 mil mesafede bulunduğu hesaplandığından, noksan kömür ikmali bir sorun yaratmayacaktı. Ancak bu noksanlığa rağmen gıda, su vb... gibi diğer seyir ikmalleri ancak 12 Eylül 1890 günü tamamlanabilmişti.

 

 



 

15 Eylül 1890 pazartesi günü Yokohama’dan hareket edileceğini telyazıyla Bahriye Bakanlığı’na bildiren Osman Paşa, 13 ve 14 Eylül günleri Japon imparatoru, imparatoriçesi, prensleri, askerî ve mülki erkãnı, amiralleri ve Tokyo’daki çeşitli ülke büyükelçileri gibi zevata veda ziyaretleri yaptı. Bu ziyaretler esnasında Japon asilzadeleri, kendisine bazı hediyeler takdim ettiler ki; bunların içinde en değerlilerinden biri, üzeri altın ve çok ince süslerle işlenmiş bir “samuray kılıcı” idi. Bu kılıcın kabzasında ufak bir göz ve bu gözde de mavi kırmızı ve sarı olmak üzere üç renk boya vardı.

 

Samuraylar bir savaşa hazırlanırlarken bu tip boyalarla, düşmanları üzerinde korku yaratacak şekilde yüzlerini boyamakta imişler. Bu nedenle en iyi samuray; yalnız güzel kılıç kullanan, iyi savaşan bir şövalye değil, aynı zamanda yüzünü en korkunç şekilde boyamaya muvaffak olan ve karşı taraf üzerinde psikolojik bir etki yapabilen, iyi bir makyajcı olan samuraydı.



 

 

 



Ertuğrul Fırkateyni 15 Eylül 1890 pazartesi günü sabahı erken saatlerde Nagoya’dan demir alarak Yokohama’ya intikal etti. Yokohama sahillerinde büyük bir kalabalık toplanmıştı. Japon gemileri ve limanda bulunan yabancı savaş gemileri Ertuğrul’u uğurlamaya hazırlanmışlardı. Fırkateyn saat 11 sıralarında da Yokohama’dan demir aldı. Gemi alay sancaklarıyla donatılmıştı. Subaylar büyük üniformalarını giyerek güverteye dizilmişler, mürettebat direklerde ve armada üzerinde çimarıva mevkilerini almıştı. Bando, geminin kıç güvertesinde marşlar çalıyordu. Limanda zarif salınımlar yaparak bir daire çizdi ve hemen hemen bütün gemilerin yanından geçti. Yabancı savaş gemilerinin her birini ayrı ayrı top atışlarıyla selamladı. Kabasorta donanımlı bir Japon savaş gemisi, Ertuğrul’a limanın dışında da bir saatlik bir mesafeye kadar refakat etti. Son veda merasimi de bu gemiyle yapıldı.

 

 



 

Kader Seyri

 

 

 



Artık Ertuğrul dönüş rotasındaydı. Hava gayet güzeldi. Kuzeyden hafif bir rüzgâr esiyordu. Mürettebat sevinç ve neşe içindeydi. Bundan sonra geçecek her saat kendilerini vatana biraz daha yaklaştıracaktı. İstanbul’dan, aile ocağından, sevdiklerinden, yakınlarından ayrılalı 15 ay gibi çok uzun bir zaman geçmişti. Bu zaman süresi içinde mürettebattan birçoğunun çocukları olmuş, anneleri yavrularının yürüdüğünü, baba diye kendilerini çağırdıklarını yazıyorlardı. Komutan Osman Paşa’nın kendisi de bu seyir süresinde çocuk sahibi olan talihlilerdendi. Gemi Singapur’dayken bir oğlu dünyaya gelmişti. Benzer şekilde yüzlerce hassas ve duygulu insanın bulunduğu Ertuğrul dalgalar üzerinde seker gibi gidiyordu.

 

 



 

Geminin baş kasarasına yelkenlerin gölgesine oturmuş istirahatçı vardiya personeli yüksek sesle vatan özlemini dile getiren bir gemici marşını söylüyorlardı:

 

 

 



Yol ver serdümen yol ver
Gece gündüz seyredelim
Bu havaya rabbim yol ver
Vatanımıza dönelim.

 

 



 

Bu uzun seferde yaşadıkları bin bir güçlük ve zorluk Ertuğrul’un yiğit denizcilerini yıldırmamışsa, da gemi materyal olarak kifayetinden büyük ölçüde kaybetmiş ve pek çok yerinden de çürümüştü. Osman Paşa, gemisinin bu durumunu daha Singapur’dayken çok iyi değerlendirmiş ve bunu Bahriye Bakanlığı’na bildirmişti. Bakanlık da paşanın görüşlerine katılmış fakat bu defa seyrin devamı için ısrar sırası, Süveyş’tekinin aksine, bakanlıktan saraya intikal etmişti. Bu manasız ve şuursuz inatta ısrar da Ertuğrul’un feci sonunu hazırlamıştı.

 

 

 



Kaza

 

Ertuğrul’la ilgili olarak bugüne gelmiş en değerli kaynak, Ertuğrul’un bütün seyri boyunca, ondan haberleri Osmanlı basınına ve kamuoyuna duyuran Ceride-i Havadis dergisinin de yazı kurulunda bulunan Binbaşı Süleyman Nutki Bey’in 1911 yılında yazdığı Musavver Ertuğrul Faciası - Vesaiki Resmiye ve Hususiyeye Müstenittir isimli eseridir. Eski harflerle yazılmış bu kitapta, Ertuğrul’un son anları, sadeleştirilmiş şekliyle bakın nasıl derlenmiş ve anlatılmış:



 

 

 



“... Fırkateynin üzücü durumu ve uzun seyrine ait olarak komutan, merhum Osman Paşa’nın bana yazdığı ve bu facianın hazin bir yadigârı ve uzun bir kardeşliğin kıymetli bir hatırası olan bir mektup, derdimi tazelemek ister gibi geminin batmasından ve onun ölümünden bir ay sonra elime geçti.

 

 



 

Özel heyetin, Japonya’da üstlendikleri özel görevleri yerine getirmelerinin ardından, Ertuğrul’un Yokohama’dan, çok uzaktaki anavatanına doğru ve özlem yüklü birçok kalbi taşıyarak, kalkış tarihi olan 15 Eylül 1890 pazartesi günü öğleden itibaren, kazanın meydana geldiği perşembe günü öğleden sonra dokuza kadar geçen 87 saat, bu eski teknenin denizdeki can çekişme süresidir. Bu 87 saatin nasıl geçtiği pek çok yönleriyle bilinmemekle beraber, o feci toplu ölümden kurtulabilenlerin arasında bulunan gemi imamı Ali Efendi’nin ve kurtulanlardan bazılarının ifadelerinden yaptığımız derlemeye göre; bu fedakâr ve talihsiz subay ve mürettebatın trajik durumunu, kanlı bir hatıra olarak buraya aktarıyoruz:

 

 

 



... Yokohama’da birkaç gün için subaylar ve mürettebat gezmek için kente çıkarılmıştı. Herkesin sağlığı ve neşesi yerindeydi. Ancak hediyelerin takdim töreninden sonra gemide kolera hastalığı baş göstermiş, tıbbî önlemlerin alınması ve temizlik için Nagoya korunma yerine gidilip on yedi gün karantina altında kalınmıştı...

 

Hastalık savuşturulduktan sonra da Eylül’ün on beşinci günü öğle saatlerinde buradan İstanbul’a hareket edildi. Hava gayet güzeldi. Salı günü öğleüstü ters bir rüzgâr esmeye başlamış ve akşama doğru da şiddetlenmişti.



 

 

 



Önce yan yelkenler açılarak, fırtınanın yarattığı büyük dalgalar üzerinde, geminin yalpaları, baş ve kıç vurmaları mümkün olduğu kadar önlenebilmişse de, gece, rüzgâr tam pruvadan esmeye başladığından, artık yelkenlerin kullanılmasına imkân kalmamış, sarılmaları zorunlu hale gelmişti.

 

Yelkenler sarıldığı sırada, gemi baştan gelen denizlerle şiddetle dövülmeye başlamıştı. Biçare Ertuğrul bu kudurmuş denizde sanki inleyerek, sürünerek yoluna devama uğraşıyordu. Bir felaketin yaklaştığı ve bu teknenin bu derece büyük dalgalara dayanamayacağı anlaşılıyordu. Tam bu sırada geminin mizana direğinin dibinde vardiya nöbetinde bulunan bir teğmenin, rüzgârın uğultusuna karışan korkunç feryadı duyuldu.



 

– Mizana direği çöküyor!

 

 

 



Osman Paşa, gemi süvarisi, süvari muavini ve seyir subayı köprü üstündeydiler. Fırtınaya karşı gereken tedbirleri alabilmek için durumu tetkik ediyorlardı. Ama bu feryat hepsine soğuk terler döktürdü.

 

Mizana direğinin dibine geldiler. Evet, gerçekten de mizana direği oturduğu zıvanayı parçalamış bir kadem kadar aşağıya çökmüştü. Şimdi Ertuğrul yalpa ettikçe 40 metre yüksekliğinde ve bir metre çapındaki bu koca direk, üzerindeki serenler ve yelkenlerle birlikte sağa sola çarpıyor, teknede korkunç bir sarsıntı yapıyor ve sadmelere neden oluyordu. Direğin aşağıya çökmesi, onu yandan tutan bütün çarmıhları, ventoları ve bağlantıları gevşetmişti. Gemi inşaiye subayı ve ustalar, boşalan gergi halatlarını ve iplerini germeye, direğin güverteden geçtiği deliğin etrafına da çuvallar sıkıştırılarak oynamasını önlemeye çalışıyorlardı. Bu önlemle, direğin sakatlığı baki kalmakla birlikte tehlikesi kısmen de olsa bertaraf edilmiş oluyordu.



 

 

 



Fırtına şiddetini artırmakta devam ediyor, felaketli haberler ve raporlar ard arda geliyordu. Baştan gelen dalgalar güverte tahtalarını baş bodoslamadan ayırmıştı... Kazan dairesindeki kömürlüklerden de su geliyordu...

 

Bunun anlamı, geminin borda kaplamalarında da çatlamalar ve kırılmalar olmasıydı. Birbiri sıra ve kısa aralıklarla ortaya çıkan bu arızalar, en yılmaz denizcilerin bile selamet ümitlerini söndürmeye yeterliydi.



 

 

 



Bu ne yapacağı bilinmeyen ve çıldırmış okyanusun içinde ve gecenin koyu karanlığında, teknenin hemen hemen dağılma noktasına geldiğini bildikleri halde büyük bir disiplin ve intizam içinde, morallerini zerre kadar bozmadan görevlerini yapmaya çalışan Ertuğrul’un yiğit denizcileri, yalnız kendi vatandaşları için değil, hangi millete mensup olurlarsa olsunlar tüm dünya denizcileri için bir iftihar kaynağı ve örnek olmuşlardır.

 

 



 

Rüzgârın şiddetinden ve dalgaların hücumundan her an sönen, kırılan geminin, kalafat, burgucu ve marangoz sanatkârları ellerinde fenerler öteye beriye koşuyorlar, arızaları gidermeye çalışıyorlar, subaylar erlerle birlikte yelkenleri düzeltmeye, çarmıhları germeye uğraşıyordu. Bir kısım mürettebat da en büyük tehlikeyi teşkil eden ve kömürlüklerden giren oldukça fazla miktardaki suyu, tulumbaların kapasitesi yetişmediği için bakraçlar ve gerdellerle boşaltmaya uğraşıyorlardı.

 

 

 



Derleyen ve düzenleyen: Naci Kaptan

 

 



 

Naci Kaptan'a teşekkürlerimizle

 

Denizce


 

02.11.2007

 

Ertuğrul Fırkateyni - Bölüm 10



 

Derleyen: Naci Kaptan

 

 

 



 

 


Ertugrul Firkateyni , inleyerek , kivranarak canli bir yaratik gibi guclu firtinaya dayanmaya calisiyordu .
Deniz bir cehennem yerine donmus , delicesine esen ruzgar ve kaba dalgalar , firkateyne acimasizca yukleniyordu.
Rüzgârın şiddetinden ve dalgaların hücumundan her an sönen, kırılan geminin, kalafat, burgucu ve marangoz sanatkârları
ellerinde fenerler öteye beriye koşuyorlar, arızaları gidermeye çalışıyorlar, subaylar erlerle birlikte yelkenleri düzeltmeye, çarmıhları germeye uğraşıyordu. Bir kısım mürettebat da en büyük tehlikeyi teşkil eden ve kömürlüklerden giren oldukça fazla miktardaki suyu, tulumbaların kapasitesi yetişmediği için bakraçlar ve gerdellerle boşaltmaya uğraşıyorlardı.

 

***



 

Gemide bunlar olurken Istanbul'da , kafesli cumbanin yanindaki sedire otırmus,solgun yuzlu genc bir kadin ,


yuregine vuran ve nedenini bilemedigi bir aci ile ,Ertugrul'un suvarisi olan esinden gelmis mektuplari , gozlerinden damlayan yaslarla okuyordu ;

 

 



 

10 Kanunuevvel 1305

 

Lehülhamd mektubunuzun tarihine değin vücudumuz derece-i afiyette olup ruz ve şeb daima zikr-i cemile ve dua-yı hayriye ve devam-ı afiyetleriyle demgüzar ve her taraftan bir haber alamadığımızdan mahzun isem de Cenab-ı Bâri'nin vahdaniyetine sığınarak yaşamaktayım. Bakalım Mevlâ ne ihsan eder. Eğer daha ilerde içecek su varsa 8000 mili yürütüp buraya getiren Mevlâ 3000 mil daha yürütür. Eğer buradan avdet olunursa o da kısmet... Velâkin bir garip haldeyiz. Vakide, her mektupta yazıyorsam da afedersiniz, böyle kânunusanide ve kânunuevvelde bu kadar sıcak... Acayip... Neyse, hamdolsun vücudumuz afiyette ve hem de İstanbula geldiğimiz zaman takaza bile edeceksiniz. "İşte ben demedim mi ne kadar semizlemiş" diye. İnşaallah sizleri de cümleten memulümden ziyade sıhhatte bulacağım. Cenab-ı Bâri'nin inayetiyle ümitvârım.



 

Çok göreceğim geldi. Adeta her taraflar şeffaf imiş de arka tarafta sizleri göremiyorum gibi geliyor. Malûm selâmlarımız pek çoktur. Buraya kadar mektubu okuduktan sonra aşağısı varmış gibi değil, mutlak var olarak baştan başlayıp yani Paşa pederden başlayıp ev halkı tamam olduktan sonra, (O, bizim hakikatli komşuların biri bile mektup göndermedi. Zararı yok, hatta bakkal Bodos bile,..) Hulâsa uzun etmeyelim. Eller, etekler ve gözler öperek selâm, selâm, selâm, selâm, selâm, selâm, selâm, ve alâbâbihâ bittamam.

 

Süvari-yi Ertuğrul


ALİ

 

Sahi unuttum. Daha sakala hiç makas vurulmadı.


İnşallah İstanbul'a kadar da vurulmayacak.

 

 



 

25 Kanunuevvel 1305

 

13 Teşrinisani 1305 tarihl ve resmî olarak, izzetli, diye tahrir olunan mektub-ı dilnüvazilerinden cümlenin afiyet haberlerine derecesiz memnun oldum ve Cenab-ı Bâri'ye çok şükürler eyledim. Elhümdülillah bizler dahi bu tarafta afiyet üzereyiz. Velâkin bu resmi yazmayı bırak da eski muhabbetlerden dem vurarak, tatlıca tatlıca yaz. Zira bu taraflarda Arapların yani milyonlarca Müslümanın verdikleri ziyafetlerde yemiş olduğumuz gûna biberlerin acısı bir tarafa, bu sefer memuriyet acısı bir tarafa, hararet dahi bir taraftan sıkıştırdığı zaman sizlerin tatlı şerbetinizden başka çare bulamıyorum.



 

Japonya'da çok durulacak mı diye sual olunmuş. Bizler ise Japonya'nın dörtte üç yolu olan Singapur'a muvasalat ettik. Şimdiki halde havaların şiddetini burada geçiriyoruz. Ama hava deyip de sakın öyle kış mış anlaşılmasın. Bol bol yağmur... Bildiğimiz sicim gibi değil. Adeta kalın halat gibi. Bizler ise din iman bir mintan... Yine sıcak yolunda. Sinek yok. Velhasıl çok çok dualara muhtacız. Daimi surette Singapur'a mektup göndermenizi rica ederim, efendim. Baki afiyet.

 

Saadetli valide hanımefendinin mahsus eteklerinden öperim. Şefkatli valide hanımın ellerinden öper ve biraderim Ahmet Efendi'ye, Raik Bey'e selâm ederim. Neyire hanımın ve Rauf beyin ve Mevhibe hanımın gözlerinden öperim. Dairemiz halkının cümlesine alamerâtibihim ayrıca ayrıca sual-i hatır edip aynı duayı niyaz ederim efendim.



 

Bu mektupları saklamalı da görüldükçe benim hatırıma gelip nasıl yazıldığını söylerim.


Zira şimdi söylemeye kalksam kâğıt falan almaz.

 

Süvari-yi Ertuğrul


ALİ

 

 



 

 

 



 

 

 



 

Oşima adası kayalıkları

 

Bu meşum gecede, artık kendi kendine dalgaların sevkine tabi olarak meçhul ve merhametsiz uçurumlara doğru yuvarlanıp giden bu gacırtılı seyyar tabut içinde her kesin son dakikanın yaklaştığını hissettiği, şaşkın bir hal aldığı görülüyordu. Bazıları dişleri kısılmış donmuş duruyor, bazıları sinir krizleri geçiriyor, bazıları da son anda bir şeyler yapabilmek ümidiyle oraya buraya koşuşuyordu. Makine dairesinin kaportasından aşağıya sarkarak “Fayrap !.. Fayrap !..” diye bağıranlar bile oluyordu.



 

 

 



Her yerde, her çalışan bölüğün başında bulunan komutanın, personeline bu suyun yenilmesinin şart olduğunu anlattığı ve onları inançla ve coşkuyla teşyi ettiği görülüyordu Hareketin üçüncü ve dördüncü günleri böyle müthiş bir durum içinde geçti. Her an geminin dağılıp suya gömülmesi mümkündü. Mürettebat bir lokma ekmeğe, bir bardak suya hasret durmadan dinlenmeden gemiye giren suyu boşaltmaya çalışıyordu. Bu müthiş durum karşısında emin ve yakın bir limana sığınmaktan başka seçenek görünmüyordu.

 

 



 

Sığınılabilecek iki liman vardı. Birisi arkada bıraktıkları Yokohama, diğeri de ileride ve uğramayı planladıkları Kobe idi. Her ikisine olan mesafe de hemen hemen aynıydı. Tercih edilen liman Kobe oldu ve bu liman rotasında ilerlemeye devam kararı verildi. Bulunulan mevkiin biraz ilerisindeki Oşima fenerinin bulunduğu burun dönüldüğü takdirde Ertuğrul’un fırtınanın dehşetinden kurtulması ve Kobe’ye gitmesi mümkün olabilecekti.


Yüklə 437,4 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin