ALBAY HÜSEYİN ERGEZEN
SAVUNMA
Sayın başkan, kıymetli üyeler ve sayın savcım. Sizleri saygıyla selamlıyorum.
Kıymetli hava harp okulu personellerini saygıyla selamlıyorum.
2 senedir yaşadığımız bu linç ortamında haklarımızı savunmaya çalışan avukatlarımızı ve
özellikle kemal beyi saygıyla selamlıyorum.
Bize her türlü desteği veren ve arkamızda duran kıymetli ailelerimize ve eşime şükranlarımı
sunuyorum.
Sözlerime başlarken malum kara günde şehit olan 4 kardeşimi rahmetle anıyorum.
Ayrıca gözüm gibi baktığım üerine titrediğim Hava Kuvvetlerini ve Hava Harp Okulu’nu bu
hale getiren darbe girişimi ve ardından gelen tiyatroları lanetliyorum.
Uzun uzadıya geçmiş meslek yaşantımı ve ne kadar çok çalışarak bugünlere geldiğimi
anlatarak sizi sıkmayacağım. Kimseyi ilgilendirdiğini düşünmüyorum. Ayrıca geçmiş
yaşantımı 15 Temmuz günü yaşadığım 6-8 saatin diyeti olarak ortaya koymayı
düşünmüyorum.
HHO öğrenci alay komutanı olarak ağustos 2014’te atandım. 2 yıldır bu görevi
yapmaktaydım. Görevim HHO Komutanının 6-7 direk ana bağlılarından birisi olarak;
Harbiyelilerin genel askerlik ve havacılık eğitimi, disiplini, özlük hakları iaşesi ve ibatesini
bana bağlı olan Filo Komutanları ve diğer birim amirleri marifetiyle sağlamaktır.
Sıralı sicil amirlerim HHO Komutanı Tümg. Fethi Alpay, Hv. Eğt. Komutanı Korg. Hasan
Küçükakyüz, Org. Abidin Ünal’dır.
Benim emrim altında görev yapan Harbiyelilerden 4 ayrı sınıfın bağlı olduğu 4 Filo
Komutanlığı, uçuş ve havacılık faaliyetlerinin yürütüldüğü 5 Filo Komutanlığı, Savaş ve beden
eğitimi kısmı hizmet bölüğü Komutanlığı ve diğer birimlerdir.
Benimle yatay konumda HHO komutanlığına bağlı diğerbirimler ise, habiyelilerin akademik
eğitiminden sorumlu Dekan, Okulun güvenlik, istihkam, bakım ve diğer hizmetlerden
sorumlu destek grup komutanı, uçuşların bakım ve diğer ikmal görevlerinden sorumlu
malzeme komutanı, komutanın karargahının işlerinin yürütülmesinden sorumlu kurmay
başkanı, disiplin subayı, Yalova meydan komutanı ve diğer bağlılar bulunmaktadır.
Dekan olarak da 4 bölümden oluşmaktadır. 1. Okul bölgesi, 2. Destek birlikleri ile malzeme
komutanlığı bağlısı birliklerin ve çuş faaliyetlerinin yürütüldüğü havaalanına bitişik bölge, 3.
1
Olarak lojman bölgesi ve 4. Olarak da yazlık evimiz olarak düşüneceğiniz Yalova meydan
komutanlığıdır.
Bunu uzun uzadıya anlatmamın sebebi, iddianamede sıkça bu tabirlerin geçmesi, sizlerin
bizim
askerlik
konularına
uzak
olmanız
sebebiyle
bazen
basit
bir
konunun
anlaşılamamasından dolayı esas konunun bilerek/bilmeyerek perdelenmesine mani olmaktır.
Örnek olarak Ankara’da devam eden ve bu dava ile birleşen davamda mahkeme heyeti 1 gün
boyunca tanıklara Harbiyelilerin ayaklarındaki ayakkabıyı sordu. En önemsiz konuydu.
Komuta yapısını anlatmamdaki esas gayelerden birisi de karşınızda duran traji komik 5
benzemez diye tabir edebileceğim, buram buram her tarafından kumpas süzülen sahneyi size
anlatmak.
Örnek olarak ben buradayım ancak benim personelimden burada ne için olduğunu dahi
bilmeyen 4 personelim var. Bu duygu ve düşünceleri diğer davalardaki personelim de
paylaşıyordur. Personelimden bir tanesinin 1. Sicil amiri başka bir davada, kendisi burada ne
için olduğunu dahi bilmiyor.
Şuradaki şahıs (İşaret ederek) burada ancak gördüğüm kadarı ile üzerindeki 3 sicil amiri de
burada yok. Başka davada
… Şuradaki bir arkadaşım aynı işi yapmış, üzerindeki 7. amirden
hiçbirisi burada yok, 15 Temmuz günü de 7 amiri burada HHO Komutanı iken de aynı görevi
yapmış şaşkın vaziyette bakıyor.
44 örneğin hemen hepsi aynı, az önce saydığım ana ast bağlılardan ben buradayım, benim de
amirim yok.
Kısaca; 5 benzemez. Nasrettin Hocanın bir tanesi birgün eşeğe ters binip gidiyormuş.
Görenler; ‘’Ey Nasrettin Hoca bindiğin dalı kesiyorsun.’’ Demişler. O da; ‘’Ya tutarsa’’ demiş.
Sayın başkan, bu dava trajik
…Bir fıkrada 3 fıkranın birleştirildiği gibi elde ne kaldıysa bir
araya getirilmiş, kimsenin bir şeyden haberi olmadığı bir dava.
Onun içindir ki 16-17 ayda iddianame hazırlanamadı veya öyle olması istendi. Uzun uğraşlar
sonucunda sayın soruşturma savcımız son çareyi; yine erlerin birbirini yalanlayan
ifadelerinde bulmuştur.
Burada karşınızda HHO Komutanı’na ana ast bağlılardan biri olarak bu güzide insanların
arasında en fazla sorumlu olabilecek birisiyim. Ancak benim dahi, yapıldığı iddia edilen darbe
toplantıları ve hazırlıkları ile irtibatlandırılmamı sağlayamadılar. Erlerin birbirini tekzip eden
ifadeleri ile bir yere varılamayınca tahkikat heyeti kurulmuş ve yapılmak istenen onlara
yaptırılmıştır. Bu iddianamede idari tahkikat heyetinin düşmanca tutumu ve birbirini tekzip
eden yalanlarından başka bir şey yoktur. İddianameyi kendi bölümüm haricinde de sonuna
kadar okumuş biri olarak söylüyorum. Bu erlere yalan yanlış ifadeleri verdiren kişiler, idari
tahkikat tiyatrosunu oynatanlarla aynı kişilerdir. Ve buradan iddia ve ilan ediyorum ki
2
bunların yönetenleri de HHO’nu ve şahsımı bu hain darbe tiyatrosuna çekmeye çalışanlar
aynı kişilerdir. Zamanı geldiğinde, hukuk karşısında hesap vereceklerdir.
İddianameyi incelediğimde 3 ana direkte yükseltilmiş olduğunu görüyorum. Ancak
aralarında hiçbir bağlantı kurulamadığı için nasıl çöktüğünü, birazdan gözler önüne
sereceğim.
Sayın savcılık, ilk olarak FETÖ’nün nasıl bu hale geldiğini, 17/25, Balyoz, Ergenekon ve diğer
kumpasları anlatmış. Beni niye ilgilendirsin ki demek isterdim ancak diyemiyorum. Çünkü
geçmişte ilgilendirdiği gibi bugün de ilgilendiriyor ve maalesef zararı yine bize dokunuyor.
Oysa ben şahsım olarak ve okulum da kurum olarak üzerimize düşen görevi en hassas bir
şekilde yerine getirdik. Ve benim okulumla ilgili, öyle abartarak bahsedildiği gibi kayda değer
bir FETÖ vakası çıkmadı.
İddianamede ikinci olarak, HHO, tarihçesi ve başarıları anlatılmış. Yani karşınızda duran bu
insanların başarıları
…
Üçüncü olarak da soruşturma savcısının iddianameyi emanet ettiği tahkikat heyetinin
raporu
…
Bozuk bir saat bile günde iki defa doğruyu gösterirmiş. İmdi bu iddianamenin tek doğru yeri
olan, en can alıcı yeri olan, yapılan kumpası açık seçik belirten, soruşturma savcısının azara
iddianameye tahkikat raporundan kopyaladığı kısmı okuyacağım. İfademin sonunda da
kumpasın kesin delilini sunacağım.
İddianamenin uzun bir kısmında HHO tarihçesinden bahsetmiş. Teşekkür ederim sayın
savcıma; okulumla hasret gidermiş oldum. En sonunda da şöyle bitirmiş; (İddianame Sayfa
218 Sonuç Kısmı)
Sayın başkan, bahsedilen Doçent, Yard. Doçent, doktoralı gibiler burada. Akademik ve askeri
eğitimi ile kuruluşundan günümüze gelişimini sürekli arttıran insanların bir kısmı burada,
karşınızda. Diğer kısmı da atıldı. Bana ulaşan bilgiye göre 14 Temmuz günü görev yapan
kadronun tamamı uzaklaştırıldı. Türkiye’deki 18 bin askeri öğrenci ile beraber bizim de 1200
harbiyelimiz kapının önüne konuldu.
Oysa iddianamede geçen yükselişi, Tübitak Projelerini, ERASMUS, Uluslararası makaleleri bu
insanlar ve kapının önüne konulan Harbiyeliler başarmıştı. Gencecik çocuklar, Türkiye’nin en
önemli sorunlarını çözecek en büyük projelerinde çalışıyorlardı.
Biz öğrencilerimizi gönderemediğimizden dolayı, projesini 1 saat havaalanında görüşmek için
buraya, Harbiyelinin ayağına gelen saygıdeğer milyoner işadamları hatırlıyorum. TÜSİAD
üyeleri saygın insanlar, Harbiyelilerimizle onların projelerini görüşüyorlar ve bilgi alıyorlardı.
Türkiye’nin güvenliği ile ilgili teknik projelerde hiçbir maddi çıkar gözetmeden çalışan
3
personel veya Harbiyelilerin bir kısmı karşınızda bir kısmı ağırlaştırılmış Müebbet Hapis
Cezalarıyla cezalandırıldı, bir kısmı da dışarıdalar ama atıldılar. Şu anda, en yüksek
makamındaki devlet büyüğümüzün, çok yakın bir akrabası tarafından şahsım aranarak,
‘’Üzerinde Harbiyelilerle beraber çalıştıkları projelerle ilgili olarak’’ Harbiyelilere daha fazla
izin vermemiz istenilmişti.
Sayın başkan, dahası da var. Hem de çok fazla. Anlat anlat bitmez. HHO personellerinin, hain
darbe girişimine bulaştırılmaya çalışılmasının sebebinin ve başlangıç noktasının burası
olduğuna inandığım için bir ilave yapacağım.
15 Temmuz’dan 7-8 ay kadar önceydi. Terör Örgütleri DEAŞ ve PKK’ya karşı başlatılan hava
harekatlarının üzerinden 15-16 ay geçmişti. Dönemin Hvkk Org. Abidin Ünal emekli
generalleri bilgilendirmek ve Hava Kuvvetleri’nin geldiği seviyeyi anlatmak için HHO’un
seçmişti. Brifing salonunda emekli generallerle birlikte HHO’nun bu güzide personelleri ve
Harbiyeliler vardı. Hvkk, harekatlarda elde edilen başarıları göğsünü gererek rakamlarla
anlattı. Hatta bu başarıyı, dünyanın en gelişmiş Hava Kuvvetlerinin dahi yakalayamayacağını
belirtmiştir. Ve misafirlerine, arkasında bulunan ve şu an hain damgası yiyen bu insanları ve
Harbiyelileri göstererek; gelinen bu noktanın sebebi ve başlangıcı bu insanlardır, diyerek
teşekkür etmiştir. Brifingin bir kısmına katılan basın mensupları, bahsettiğim bu
konuşmalara şahit olmuşlardır.
İlki 2015 yılında icra edilen ve 15 Temmuz’dan 2 ay öncesinde de ikincisi icra edilen
Uluslararası Faaliyeti ziyaret eden Hvkk Org. Abidin Ünal, kendisinin de komutanlık yaptığı
HHO’nun geldiği seviyeyi gördüğünde şaşkınlığını, basın mensuplarının da huzurunda ve
herkesin önünde şu cümlelerle ifade etmiştir;
‘’Bugün bu Hava Harp Okulu’nun uluslararası bir marka olduğunu görüyorum.’’
Sayın Başkan; şu gerçeği herkes bilir ki, TSK ayaktaysa Türkiye Cumhuriyeti de dimdik
ayaktadır. İddianamede belirtildiği gibi, TSK’nın en önemli vurucu gücü de Hava
Kuvvetleri’dir. Hava Kuvvetleri’ni de 14Temmuz’daki seviyesine getiren bu kurum ve bu
insanlardır.
Onun için diyorum, bu iddianamenin kırılma noktası burasıdır diye. Onun için önce Türkiye’ye
bir halüsinasyon gösterildi. Hain darbe girişimine katılan insanlar da örnek gösterilip 1’e 1000
katılarak insanlar korku tünellerinden geçirildi. Darbecilerin, teröristlerin, paralelcilerin
mekanı denilerek tüm toplum ve devletimizin buna inandırılması sağlandı. Ve kendilerini
vatanına adamış 1200 Harbiyeli ve komutanları, hocaları, şoförüne varıncaya kadar kapının
önüne konuldu. Şimdi de olmayan delillerle, bu yalan götürülmeye çalışılıyor ama nafile.
Bizlerden ne Paralelci, ne Fetöcü, ne ocu ne bucu ne Darbeci ne de Vatan haini çıkar
…
Aslında kurulacak kumpasın işaretleri varmış ancak bizler anlayamamışız. En yakınlardaki ve
tepelerdeki insanlardan bazıları, birçok geliştirmeye ve iyileştirmeye karşı ‘’Siz de artık fazla
4
oluyorsunuz’’ diyorlardı. Bunları, bizler genelde birçok grubun yeniliğe diretmesi olarak
değerlendiriyorduk.
Vizyonunu devletin en yukarısından alan, devletinin başındaki yöneticisinin, TSK’nın ve
kuvvetinin başındaki komutanının hedefini kendi hedefi olarak belirleyen, ait olduğu kurumu
dünyada saygın bir yere ulaştırmak için çabalayan bir aile olarak var gücü ile çabalıyorduk.
TSK ve Hava Kuvvetleri olarak eksiklerimizi biliyor, düzeltmek için var gücümüzle
çalışıyorduk. HHO olarak bizler de üzerimize düşen sorumluluğun farkındaydık. Hedeflerimiz
çok yüksekti. Sayın savcımızın iddianamede ifade ettiği son yıllardaki gelişmeler, yapılanların
binde biri bile değildir. Hayallerimizin ise yanına bile yaklaşamıyor. Tüm engellemelere
rağmen, HHO önce TSK içinde model oldu. Deniz Harp Okulu, birkaç yıl önce gelerek Hava
Harp Okulu’nun olduğu gibi fotokopisini, röntgenini çekerek, kendi sistemlerini bizlere göre
yeniden revize etmişlerdir. Kara Harp Okulu için de benzer bir durum söz konusudur. Bizzat
Genel Kurmay Başkanı, ait olduğu kurumun temeli sayılan Kara Harp Okulu’ndaki yapısal
sorunları çözme adına 2015-2016 yılları arasında bir çalışma başlatmıştır. Kuvvetlerin
Kurmay Başkanları ile ve okul komutanları ile günlerce bizleri çalıştırdılar, raporlar brifingler
hazırlattılar ve bizleri incelemeye geldiler. Neyi nasıl yaptığımızın, bu subay profilini nasıl
çıkarttığımızın onlar da röntgenini çektiler. Bir taraftan hayranlıklarını gizleyemeyenlerin,
diğer taraftan açık aramaya çalıştıklarını çok iyi biliyorduk. Ancak, devletine bu kadar
düşman olabileceklerini, az önce de belirttiğim üzere anlayamadık.
1.
Hava Harp Okulu artık bir dünya markasıydı ve buna yerli-yabancı herkes şahitti.
Devletinin güvenlikş sorunları ile daha öğrencilik sıralarında ilgilenen Harbiyeli kitlesini tüm
dünya 2015 ve 2016 yıllarında icra edilen 2 tane Uluslararası Harbiyeli Eğitimi Konferansı ile
gördü. Tamamen Harabiyeli öğrencilerimizin planlaması ve koordinasyonu ile konferansa
yerli ve yabancı CEO’lar, Orgeneraller katıldılar, konferans verdiler. Yani benim Harbiyelimi;
Bir CEO bir General kaale alıp onlarla sohbet etmeyi bile kendilerine şeref saydığını ifade
ederek ayrıldılar. NATO üyesi olmayan bir ülkeye ait konferansçı bunu dünya barışı için bir
kazanım olarak görürken; NATO üyesi ülkelerden gelen üst düzey subaylar, Türkiye’nin
NATO’daki mevcut, gelişen ve gelecekteki konumun adına bizlere hayranlıkla bakıyorlardı.
Masanın bir ucunda Harbiyeli, masanın bir ucunda öğretmen, diğer ucunda emekli bir
general dünyanın güvenliği adına düşüncelerini beyan ediyorlardı. Aralarındaki sohbette
sadece askerlikten değil, sanattan, felsefeden, kültürden ve hayata dair konular geçiyor,
birbirlerinin telefonlarını alıp veriyorlardı.
Şunu açıkça ifade etmeliyim ki, şu anda görevinde olan veya emekli olan bazı generallerimiz
tüm bu güzelliklere o an itibariyle ortak olurken; bazıları da uzaktan izlemeyi yada gidip
öğrenci koğuşlarını gezmeyi tercih ediyorlardı. Tabi bunun sebebi eziklik yada hasetlikmiş.
Hasetlik olduğunu yine çok geç anladık.
Size bir sahneyi tarif edeyim;
BM’yi temsilen bir konferans salonu düşünün. 5 Kıta’dan 50-60 ülkenin temsil edildiği, 25-30
ülkenin har okulu öğrencilerinin ve bizim öğrencilerimizin çeşitli ülke temsilciliğini yaptıkları
ve dünyanın bir bölgesinde senaryo gereği oluşan krizi tartıştıkları, başkanlığını da Türk Harp
Okulu öğrencisinin yaptığı bir ortam. Dostça salona giriliyor, senaryo gereği sorunu yabancı
5
dilde, en derin ayrıntısına kadar tartışıp çözüme kavuşturuyorlar veya ülke menfaatlerini
savunuyorlar. En sonunda da dostça ayrılıyorlar. Arkadaşlarım bana böyle bir planlarının
olduğunu söylediklerinde inanamamıştım. Ancak bu olay yaşanırken salona girdiğimde,
ağlamamak için kendimi zor tutmuştum. Hayallerimiz çok büyüktü
…12 Mayıs 2016
Tarihindeki o sahneyi devlet büyüklerimiz eğer görseydi, Harbiyeli öğrencilerimi kapı önüne
koyduran hiçbir safsataya inanmazlardı.
2.
Teknokent çalışmalarına başlamıştık. Tüm engellemelere ve zorluklara rağmen proje
yürümeye başlamıştı. Yerli ve Milli kavramlarını hepimiz çok duyduk. Neden yerli ve Milli
olamadığımızın sebebini hepimiz biliriz. Kimi zaman engellemeler, kimi zaman bezginlik
… Bu
ihtiyaçları ve sorunları herkes bilir ama iş icraata gelince, o yürek herkeste bulunmaz. İşte o
yürek, Hava Harp Okulu’nda atıyordu. Aslında bir süredir dağınık olmakla birlikte bazı
çalışmalar vardı. Devletimizin milyonlarca dolar vererek dışarıdan almaya çalıştığı projeler,
Hava Harp Okulu’nda üretime başlamıştı.
Şu anda ülkemizin semalarını koruyan çok önemli bazı projelerde çalışan Harbiyeli öğrencilerim ve
personelimiz vardı.
Yıllar önce, çok önemli ve tarihe mal olmuş bir büyüğümüzün torunu olan bir profesör bizleri tanıdı,
potansiyelimizi gördü ve bizlere hitaben şu ifadeleri kullandı;
‘’İhtiyaç belli, ihtiyaç makamı tanımlayacak olan sizlersiniz. Bilim de burada (Üniversiteyi işaret
ederek), sermaye de burada (Temsili olarak İstinye arkı işaret ederek). Sizlere düşen bunları
bir araya getirmek
…’’ diyerek bir fikri tutuşturmuştu. Bu fikir, birdenbire büyüyen bir ağaç
gibi, dal budak salıp tüm Hava Kuvvetleri’ni sardı. Kökleri Hava Harp Okulu’ndaydı ama
gövdesi bütün vatan sathını kaplıyordu. Proje başlamıştı, AHL hemen yanında yani dünya ile
eş zamanlı olarak Türk topraklarında havacılık faaliyetinin başladığı yerde geliştirilecek,
havacılık müzesinin yanında, Yeşilköy’de, alanı ile alakalı Teknokent’e devlet büyüklerimiz
dahil herkes heyecanlandılar. Şu an devam ediyor mudur, bilemiyorum. İnşallah diyelim
…
Hayallerimiz çok zengindi, çok ilerideydi ama boş hayaller değildi. Ete, kemiğe bürünmeyene, zaten
hayal bile demiyorduk
…
3.
Bina ve teçhizat anlamında imkansızlıklarımız hat safhadaydı. Devletimizin imkanları
tabii ki kısıtlı olabilir ama bazılarının özellikle kıstıklarına da şahit olduk. Kendini vatanına
adamış insanlar yine de bir çözüm buluyordu. Çözümü bulmuştuk. Hava Harp Okulu Vakfı’nı
kurmaya karar verdik. Devlet bütçesinden tek kuruş almadan, hatta ilerleyen zamanlarda
Hava Kuvvetleri’nin bütçesine katkısının olacağını düşündüğümüz vakfın kuruluş senedi imza
aşamasına gelmişti. İlk kuruluşta gerekli 56-60 Bin Türk Lirası sermaye için neredeyse
insanlar sıraya gireceklerdi. Dünyada marka olmaya başlayan Hava Harp Okulu, maddi
değerinin çok ötesinde kökleri 1911’e dayanan tarihsel manevi değeri ile halkımız okulumuza
iltifat ediyordu. Şu an devam ediyor mudur, bilemiyorum. İnşallah diyelim
…
2016 yılı, Mart-Nisan aylarında, bir haftasonu Hava Kuvvetleri Komutanımıza projelerimizi ve kendi
verdiği emirlerin son durumunu anlattık. Hemen öncesinde de, bir üst komutanımız olan
6
Hava Eğitim Komutanı’na projelerimizi anlattık. Bu projeyi ve yeni Hava Harp Okulu bina
projesini anlattığımızda, bizlere hitaben; ‘’Sizleri burada tutarlarsa yaparsınız’’ cümlesini
alaycı ve istihzalı bir tavırla ifade etmişti. Bu ifadeler bizleri o zaman için çok ürkütmüştü.
Ama bugüne baktığımızda, aslında daha fazla şeyler ifade ettiğini değerlendiriyorum.
Nitekim neredeyse dökülmekte olan binalarımızın yenileme projeleri 10 yıldır bütçede
kaynağı hazır olduğu halde bir türlü gerçekleşemiyordu. Okulumuza ait 800.000 m2 arazi, bir
gecede cetvelle çizilip devlet menfaati denilerek Atatürk Havalimanı’na dahil ediliyordu.
Korkunç rakamlarla betona yatırımlar yapılıyordu. Malumunuz olduğu üzere, oralar 1 yıl
sonra terk ediliyor. Kullanım ömrü 40-50 yıl olan o yatırımlar herhalde 4 yıl için
yapılmamıştır.
Bu yaşadığım şokun üzerinden bir gün geçmişti ki daha vahim bir ifade geldi. Dönemin Hava
Kuvvetleri Komutanımıza projelerimizi ve verdiği emirleri anlattığımızda, hedeflerimizden
bahsettiğimizde; ‘’Tabii burada kalırsanız’’ şeklinde bir ifade kullanmıştır. Aslında anlamı
açktı ama bu kadar açık olacağını o an için anlamamıştım.
Benzer bir durum, paydaşımız Işıklar Lisesi için de geçerli olmuştur. Askeri Lise mantığının çöktüğü
bir ortamdı.
İlk başta söylediğim, iddianamenin yükselmeye çalıştığı 3 ana direk birbirlerini tekzip ederek en
baştan çökmüştür.
Burada huzurunuzda bulunan ve en fazla sorumlu olabilecek kişi olarak;
1.
Yapıldığı iddia edilen (Benim de doğruluğundan kesinlikle şüphem olan) hiçbir darbe
toplantısında bulunmadım. Cılız olarak söylenen bazı ‘’Toplantı’’ iddiaları ile ilgili hiçbir içerik
yoktur. Oysa ben, iddia edilen bu toplantılardan daha fazla toplantılar yaptım. Hepsi kendi
personelimle/Komutanımla, hergün/her hafta yaptığım rutin toplantılardır.
2.
İddia edilen Whatsapp grubunda da yokum. Merak ediyorum, acaba beni neden
dahil etmemişler? Ben, emrinde 1300-1400 personeli olan, 3 helikopter, 24 uçak, binlerce
silahı olan (Ancak mermisi olmayan) birisiyim. Yapıldığı iddia edilen toplantılardaki kararlarla
alakalı bir ilgim olsa, herhalde beni dahil ederlerdi. Eğer bu Whatsapp iddiası ve mesajları
doğruysa acaba benim görmemi istememiş olabilirler mi?
3.
Kendime ait ve personellerimi dahil ettiğim bir haberleşme grubum, iddia veya
söylenti olarak bile yoktur.
4.
İddiaya göre hain darbe girişiminin ve ‘’Diğer hainliklerin’’ başladığı iddia edilen
zaman 20.00-20.30 sularıdır. Benim muadilim olabilecek bütün askerlere ulaşılıyor ancak
İstanbul’da bir tek bana mı ulaşılamıyor? Yalova’daki ve birçok dosyalardaki tüm ifadelerde
geçiyor. Saat 22.15’de Harbiyelilere yat yoklaması yapılıyor. Darbeden haberim olsa ve bu
planlamanın içinde olsam bir vesile ile onları hazır tutar, onlara bir konuşma yapardım.
Bunların önceki yılki Yalova Kampı’nda örnekleri vardır. Gece gündüz planlı/plansız
yürüyüşlere çıkılır, alarmlar verilir. Bunlar, normalde bizim eğitimimizin birer parçasıdır.
7
Ancak, bir darbe yapılıyor ve benim de bu darbenin içinde olduğum iddia ediliyor ama
personellerim yatıyor!
5.
Ne tesadüf ki darbe planlaması içinde olduğu iddia edilen hiçbir şahısla telefon vb
diğer hiçbir iletişim aracıyla hiçbir iletişimim yok. Tanısaydım ve irtibatım olsaydı garip
olmazdı. Çünkü onlar da asker, yolumuz bir yerlerde kesişmiş olabilir. Fakat ne tesadüf ki
hiçbiri ile ne yakın zamanda ne geçmişte irtibatım var, tanımıyorum bile.
6.
1300-1400 personelimden benim ‘’Darbe’’ lafını etiğimi ima eden bir kişi dahi yoktur.
Aslında benim isimi anan hiçbir tanığın bile bu yönde herhangi bir ifadesi yoktur.
7.
En önemli delillerimden bir tanesi de; hakkımdaki en ufak şüpheyi atlamayan,
ailemden ve diğer personellerimden daha çok gördüğüm, günümün 16-18 saati beraber
geçen, onlara karşı hiçbir gizlimin olmadığı, telefonumun dahi sürekli ellerinde olduğu,
odama sürekli girip çıkan 2 erimin hakkımda bulabildikleri/bulmaya zorladıkları şüpheli
eylemler sadece bu kadar mı? Yok mu daha net bir darbe hazırlığına ilişkin tanıklık? Onların
anlattığı 2-3 hadise, benim gündelik hayatımın çok az bir kısmıdır. Oysa ben size bunlardan
yüzlerce, binlerce anlatabilirim.
‘’Bu grubun içinde en sorumlu insan olarak’’ tabirini kullanarak kendimi hedef tahtasının tam
ortasına koyduğumun farındayım. Açıkçası bundan dolayı herhangi bir korkum ve endişem
yok. Ancak şahsınızın ve ekibinizin iyi niyetinize güvenerek, hiç olmazsa, bari bu salonda bazı
gerçeklerin görülmesini istediğim için her şeyi açık yüreklilikle anlatıyorum.
Aynı cümleyi tekrar ederek söylüyorum ki, ‘’Karşınızdaki en sorumlu insan olarak’’ az önce arz
ettiğim 7 maddenin bir tanesi bile benim ve uğruna canımı vereceğim HHO’nun kıymetli
personelinin bu hainliğe çekilmeye uğraşmanın bir delilik olduğunu söylemeye gerek bile
yoktur. Savunmamın ilerleyen aşamalarında, sizlere başka deliller de sunacağım.
Bu hain darbe girişiminin hazırlık ve planlamalarının 1 yıl önceden başladığı söylenmektedir. Gerek
bizim için, gerekse de darbe davalarının aydınlatılmasında çok önemli olduğunu
düşündüğüm 15 Temmuz’dan 1 yıl öncesinde yaşadığımız anormallikleri anlatmak istiyorum.
BURAYA 2 FOTOKOPİ EVRAK YAZILACAK
Bundan sonraki bölümde 11-15 Temmuz arası faaliyetlerimizi ve 15-16 Temmuz gününü
anlatacağım.
Bahsettiğim dönemler, görev olarak en yoğun olduğum dönemlerdir. İfademin başında da
belirttiğim gibi bizim evimizin yazlık bölümü gibi düşünebileceğimiz Yalova’daki
faaliyetlerimiz artışa geçer, orada daha fazla bulunmaya başlarım. İstanbul’da normal eğitim
faaliyetleri devam ederken, bu dönemde bir de öğrenci alım faaliyetleri başlar. Ben ve
personelimin bir kısmı bu faaliyeette görev alırız. Alay komutanlığına ait imkanlar da
kullanılır. Alım faaliyetlerinin bir kısmı İstanbul’da icra edilirken öğrenci seçme uçuşları da
Yalova’da yapılır. Uçuşu yaptıran 5. Filo bana bağlıdır. Aynı zamanda Yalova’da planör
8
uçuşları ile Harbiyelilerin uçuşları da devam ediyor olur. O hafta, bir de Harbiyelilerin kamp
intikal hazırlıklarının yoğunlaştığı ve intikalin yapıldığı haftadır.
Yani Mayıs ayından başlayarak Temmuz sonuna kadar artan bir şekilde Yalova’ya günübirlik
hatta 1-2 saatliğine gidip gelmem gerekir. Bu durum bir önceki yılda da böyleydi. Daha
önceki alay komutanlarının döneminde de benzer şekildedir. Sayın heyet isterse, bunların
kayıtlarını Hava Kuvvetleri Komutanlığı’ndan isteyebilir.
Kamp intikali kapsamında Taksim Meydanı ve Bakırköy’de (Daha önce Bakırköy yerine
Kabataş’ta yapılırdı) tören yapılacaktı. Okul komutanının bize, ona da Hava Kuvvetleri
Komutanı’nın verdiği emir Taksim’de tüm alayın törene katılması şeklindeydi. Ancak biz, aşırı
sayıda tehdit olduğu için sayıyı azalttık ve ilgili arkadaşlarımız (Birisi burada) Beyoğlu Emniyet
Müdürlüğü ile görüştüler. Onlar da tehdit olduğunu doğruladılar. Ancak ‘’Sizi ne pahasına
olursa olsun koruruz’’ azaltılmış personelle törenimizi yaptırdılar.
Ancak daha önce de arz ettiğim gibi Yalova Valisi bizzat şahsımı arayarak geleneksel olarak
yaptığımız 100 metrelik Yalova’nın merkezindeki yürüyüşü ‘’güvenliğinizi sağlayamıyoruz’’
şeklinde bir ifade kullanarak reddetti. Bu konuda, toplantıya katılarak olaya şahit olan Yalova
Meydan Komutanı Albay Metin Yıldırım dinlenebilir. Hatta Yalova Valisi’nin kendisinin de
hatırlayacağına eminim.
Biz Yalova’ya bu şartlar ve tartışmalar altında ayın 13’ünde intikal ettik.
Belki aklımıza şöyle bir soru gelebilir. İnsan yazlık evine, bu şekilde her defasında törenle,
binbir zahmet ve gürültü ile mi gider? Aslında tam olarak öyle değil. Bizler sene içerisinde de
20’li 30’lu gruplarla bazen karayolu ile son zamanlarda da feribotla neredeyse her hafta
gideriz. O zamanlarda Harbiyeliler çadırda değil, binalarda kalırlar. Bir hafta uçtuktan sonra
tekrar dönerler. Bunun farkı, törenle ve kalabalık olarak hedef gösteren şekilde gidilmesidir.
Buradaki amaç; Hava Harp Okulu’nun reklamı ve motivasyonudur.
Bayramdan önce başlayan Hava Harp Okulu alım faaliyetleri o hafta içerisinde de devam
ediyordu. Alımlarda ben de HHO Komutanı, Dekan, İKDSM Başkanı ile birlikte bulunurdum.
Kamp intikali ile beraber İstanbul’da 14 Temmuz günü dahil, kurul faaliyetlerine katıldım.
Akşama doğru da saat 16.00-17.00 gibi tekrar Yalova’ya geçtim.
Ayrıca HHO alımları için gelen adayların yeme içme işleri ve spor testleri bana bağlı
birimlerde yapıldığı için onların kontrolünü de takibini de yapmak zorunda kalırım. Bu arada
Yalova’daki işler de başlayıp devam ettiği için sürekli gidip gelirim.
Ayın 14’ünde de bu kapsamda alım faaliyetleri ve yılsonu öğrencilerin kurul faaliyetleri için
İstanbul’a geldim. 14’ünde gündüz ve gece darbe toplantılarına katıldığım ifade edilmişse de
bunların gerçekle uzaktan yakından ilgisi yoktur. Komutanın misafirleri ile darbe toplantısı
yaptığım, sonra komutanın bizimle toplantı yaptığı ve benim de gece orada yapılan
toplantıya iştirak ettiğimi iddia edenler var. Ben ayın 14’ünde sadece kurul faaliyetleri ile ilgili
kişileri gördüm. Örnek olarak bizim Destek Grup Komutanı ile toplantı yaptığımız iddia
9
ediliyor. Ben onun görmedim bile. Kaldı ki, görsem ve bir toplantı yapsak bunda bir gariplik
de olmazdı ki. Ben, sırası gelmişken sizlere bir haftalık normal ve bunun dışında gelişen
toplantılarımızı arz etmek istiyorum. Bahsedilen insanlar, benim gün içerisinde eşimden çok
gördüğüm insanlardır. Bu arada Osman Kara isminde birisi, benim İstanbul’da yapıldığı iddia
edilen ve birçok kişinin katıldığı söylenen toplantıda olduğumu iddia etmiştir. Bunun
yanında, iddianameye göre erler o saatlerde Yalova’da darbe toplantısı yaptığımı iddia
etmişler. Benim aynı anda iki yerde birde bulunma özelliğim yoktur. Yine iddianamede bir
şahıs benim çok güçlü olduğumu beyan etmiştir. Acaba bahsedilen güçlerden birisi de bu
mudur, açıkçası bilemedim.
Şimdi ben normal olarak bir haftalık katıldığım toplantıları sizlere arz edeyim. Pazartesi sabah
06.30’da kendi birim amirlerimin tamamı ile toplantıya başlarım. 07.30 gibi biter. Bu
bittiğinde 07.30-08.00 saatleri arası komutanla toplantıya gireriz. Bu toplantıya da komutana
direk bağlılar girer. Çarşamba günleri saat 07.30’da Filo Komutanları ile 1 saatlik rutin
toplantım vardır. Bunun ardından yine komutanla 08.30’da toplantıya girerim ve burada ana
bağlılarda bir kısmı vardır. Perşembe günleri saat 09.00’da kendi personellerimden birim
amirleri ve daha altta bulunan kol komutanlarının da katıldığı toplantım olur. Cuma günleri
saat 08.00’de Ana birlik ve Tabur seviyesinde birlik komutanlarının da katıldığı haftalık
koordinasyon toplantım vardır. Bunun dışında ayda 1 kez Yer emniyet toplantısı, Uçak kaza
kırım önleme toplantısı, Kuş-uçak çarpışmasının önleme toplantısı, HU-En Döner sermaye
toplantısı yapılır. Ayrıca öğrencilerin her sınavından sonra EÖYK toplatışına katılırım. Bunun
dışında, programlı ve programsız bir üst komutanın ziyareti hem öncesinde hem kendisiyle
toplantı yapılmasının gerekli kılar.
Çözüme kavuşturmaya çalıştığımız bir konuyu 3-5 kişi, kimi ilgilendiriyorsa, toplantı yaparak
çözmeye çalışırız. Ortalamaya bakmak isterseniz benim günlük 3 tane toplantım vardır.
Bunların yeri bazen komutan odası, bazen karargah brifing salonu, bazen benim odam, bazen
herhangi bir filo komutanı odası olabilir.
TSK 75/1 Karargah Hizmetleri Yönergesine göre, gizlilik dereceleri, Tasnif Dışı, Hizmete Özel,
Gizli ve Çok Gizli olarak sınıflandırılır. Bunların arasında Gizli ve Çok Gizli konu ve dökümanlar
ile kişiye özel konu ve dökümanlar yoğunluktadır. Bazen bir Harbiyelinin disiplin durumu,
ders durumu, şahsi bir problemi veya yaygın bir disiplinsizliği görüşürüz. Harbiyelilerin
tamamını ilgilendiren, üzerinde karar verilmemiş izin, gazino kullanımı, haftasonu içerde
kalma ve ceza gibi konuların her biri, bir toplantı konusudur. Ve bunların neredeyse tamamı,
erlerin duymasını istemediğimiz konulardır.
Benim yanımda veya filo komutanlığının yanında, alay katında çalışan erler, bizim
Harbiyeliler için haber kaynağıdır. Erler öğrendikleri çok küçük bir bilgiyi, doğru/yanlış,
eksik/fazla önemliymiş gibi daha doğrusu biraz da kendilerini önemsetme/önemli gösterme,
saygı görme adına Harbiyelilere söylerler. Bu da bizim için büyük bir sıkıntıya sebep olacağı
için onların yaptığı işler esnasında böyle bir konu varsa susulur yada zaman kaybetmemek
adına kendisine yardımcı olunarak bir an önce toplantıya devam etme isteği olur.
10
Yani 14 ve 15’inde erin elinden tepsi alma olayı, bizim için sıradan bir vakadır. Toplantı
denilen şey, toplantı mı değil mi tam olarak hatırlamıyorum ancak toplantı olarak nitelesek
dahi adiyeten bir vakadır.
Ayın 14’ünde benim ve arkadaşlarımın en önemli konusu yerleşme ve bir sonraki gün
yapılacak olan Hvkk ziyaretidir. Dolayısıyla toplantı yapmamız da normaldir. Burada geçen
komutanın ziyaret programı az önce de arz ettiğim ve gizli olarak nitelendirdiğim nadir
konulardan bir tanesi olur.
Ayın 14’ünde ben ve arkadaşlarım kimi zaman oturarak, kimi zaman da ayaküstü komutana
verilecek brifing, gezi programı, yerleşme, nöbetler ve spordan kalan Harbiyelilerin
durumlarını görüştüm.
Geçen yılki gibi ve o sene kamp sonuna kadar aynen olacağı gibi gece 01.00’de yatana kadar
arkadaşlarla görüştüm, bilgisayardan ilgili evraklara baktım. Yani benim ve personelim için
darbe toplantısı yapıldı denilen saatte ben bilgisayar başında Öğrenci alay Komutanlığı’na
gelen evraklara gerekli işlemleri yapıyordum. Yani buradan şunu mu anlamalıyız; Benim
odamın önündeki çardakta, benim personelim ben olmadan ve sadece bir kısım personelle
darbe toplantısı mı yaptı?
15 Temmuz günü Hava Kuvvetleri Komutanı geleceği için biraz erken kalkmış olabilirim.
Normalde 6.15 ‘ te sabah sporu başlıyor. Öğrencilerle beraber sabah sporuna çıkıyorum.
Öğrenciler normla sabah sporunu yaptılar. Bende bir taraftan spora katıldım, bir taraftan da
hazırlıkları kontrol ettim. Öğrencilerinin kahvaltılarının ardından brifinge girerek öğrencilerin
brifinglerini izledim. Takiben 5. Filo’ya giderek uçuş faaliyetlerine ,ardından planör uçuş hattı
,ÖSU’ daki hazırlıklara baktım. Kısacası Hava Kuvvetleri Komutanı için belirlenen programı
gözden geçirdim.
Saat 9’ dan itibaren Hava Kuvvetleri Komutanı pistin üzerinde yaklaşık 700 öğrenci ile
karşılama ve tören için beklemeye başladık. Hava Kuvvetleri Komutanı ile birlikte Hava
Eğitim Komutanı Hasan KÜÇÜKAKYÜZ ,Teknik Okullar Komutanı CURAL General ,Eğitim
Doktrini Başkanı Akçınar General ve Hava Harp Okulu Komutanı Fethi ALPAY Generali pistin
üzerinde resmi törenle karşıladık. Harbiyelilere daha kampın başında eziyet etmeye
başlamıştık.
Yazın yaşanan bir olayı, pistin 50 derece sıcağının üzerindeki 700 tane öğrencinin dramını
kışın ortasında anlatabilmek benim için çok kolay olamyacak. Komutanların gelişlerinde
genellikle aksamalar olur. Biz hiçbir zaman aksama olacakmış gibi değil, planlı hatta ihtiyatlı
şekilde hareket etmek zorunda kalırız. Dolayısıyla öğrencileri belki de 1-1.5 saati, kimi zaman
ayakta, güneşte bekletmek zorunda kaldık.
Hava Kuvvetleri Komutanı’nın çok memnun kaldığını söyleyemem. Neden olduğunu
anlamadığım şekilde kızdı. Öğrencileri neden bugün bu kadar yorduğumuzu sordu. Ben bu
11
duruma biraz şaşırdım. Kendisi aslında öğrencilerin daha fazla disipline edilmesinden taraf
olan bir insandır. 1.5 ay önce final sınavları öncesi defileye katılan ve görev alan öğrenciler
bugünden daha fazla yorulmamışlardı. Orada sorun olmamıştı ancak burada sorun oldu.
Defileden kısa bir süre öncede yine emekli generallerin gelişi vesilesiyle olduğunu sandığım
bir hafta sonu, çocukların terör tehdidinden arta kalan nedir dışarı çıkabilecekleri bir hafta
sonu, sadece görüntü oluşturmak için içerde (Hava Kuvvetleri Komutanı emriyle),
bırakmıştık, hatta geç saatler kadar. Bu hiç rahatsız etmemişti, hatta erken çıkan 2-3
Harbiyeliyi görünce rahatsızlığını beyan etmişti ve bize kızmıştı. Dolayısıyla çocukları niye bu
kadar bugün yordunuz tavrı benim için şaşırtıcı oldu. O gün için detayını tam hatırlamadığım
programımızı gecikmeli olarak uyguladık.
Öğlen yemeğinde yemekhane de öğrencilere hitap etmek çok uygun değildir ancak,
öğrencilere itaatin öneminden, amirlere itaatten bahsetti. Arkadaşlarını yarı yolda
bırakmamaktan, adanmışlıktan bahsetti. Benim için bu gün yaşadığım ikinci gariplikte buydu.
Yemek salonunda Harbiyelilere konuşması ve itaatten bahsetmesi.
Biz zamansız yapılan bu ziyaretten en az zaiyat alabilmek için tüm personel ve harbiyeliler
canla başla koşturduk. Az önce sıcakta ayakta 1-1.5 saat bekledi dediğim harbiyeliler bir
taraftan askeri eğitime koşturdu, bir taraftan faaliyetlerinin gösterilerine koşturdu,bir
taraftan engelli parkuru derken tüm personel ve harbiyelilerin yorgunluktan canı çıkmıştı.
Oturmamış bir düzen içinde ne olduğu belli olmayan bir programla biz Hava Kuvvetleri
Komutanı’na
her
şeyin en iyisini göstermeye, kamp sonunda veya ortasında
gösterebileceğimiz seviyeyi kampın 2.günü hatta 1.günü göstermeye çalışmamız tüm
personel ve harbiyelilere tam bir eziyet oldu.
Bir önceki gün akşam, harbiyelilerin kampın daha ilk gününde kamptan nefret ettiklerini
duydum ve bu beni çok etkiledi. Üzüldüm. Kamp bizim harbiyelilere vereceğimiz eğitim adına
en önemli hatta tek fırsatımız. Bir yıl boyunca dersten kafayı kaldıramayan harbiyelilerle biz
gece gündüz beraber olarak sene içinde yapamadığımız sporu, askeri eğitimi, dayanıklılık
eğitimini, mesleki havacılık eğitimini, kampta yapabiliyoruz. Akşamları küçük-büyük
konferans-ders veya mesleki tecrübe paylaşımı diyebileceğimiz sohbet ortamı düzenlenir.
Ancak bunlardan bir şartta verim elde edebiliriz. O da harbiyelilerin faaliyetlere isteyerek
katılmasıdır. Kampın daha ilk gününden biz beklentileri bozduk.
Yemekten sonra 5.Filo’ya giderek havuz açılışı yaptık. Takiben planör uçuşları ve aday
öğrencilerin kaldıkları yerleri inceledik. Bu ziyaretten kimsenin bir şey anladığını
düşünmüyorum. Takiben saat aa neden geldi o zaman ve öncesinde anlamış değilim. Şu an
için bazı şeyleri kjafamda oturtabilsem de o di. Heralde 2m x 2m bir havuzun açılışı için
değildir. ÖSU faaliyetleri için erken olur, sivillerin uçuşuna yeni başlıyoruz.
Harbiyelilerin seviyesini görmek için yine anlamsız. 1-2 hafta sonra gelse harbiyelilerle çeşitli
etkinliklerimiz (yürüyüş, hayatı idame, köyde köylülerle sohbet vs, uçuş) olurdu. Bunların
hiçbiri olmadı. Ayrılırken Fethi General ile görüşmek istedim ancak öyle bnir fırsatımız
olmadı. Helikoptere binerken çok kısa olarak güvenlik anlamında dikkatli olmamızı, güvenlik
12
faaliyetlerini gözden geçirmemizi söyledi. Ne yapabiliriz ki? İmkanlar kısıtlı. Büyük terör
eylemi beklendiğini ifade etti. Benim kendisi ile konuşacağım konular vardı. Ancak apar topar
Yalova’dan ayrıldılar. Konuşacağım konular konuşamamış oldum. Kendine işlerimi bitirince
İstanbul’a gelerek arabamı alacağımı söyledim ancak üzerinde duramadık, ayrılmış oldular.
Komutanlar ayrıldıktan sonra alay komutanlığı bölümüne geçtim. Mümkün olduğunca
komutan ziyareti esnasında koşturan görev alan personel ve harbiyelilere teşekkür ettim. Bu
noktadan sonra artık kimsenin Alay Komutanı’na çıkacak hali kalmamıştı. Personelden
özellikle bu yönde talepler geldi. Birim amirlerimin de bu yönde tavsiyeleri olunca Alay
Koşusu’nu iptal ettim dedim. Bunu derken Hava Kuvvetleri Komutanı’nın harbiyelileri çok
yorduğumuzu söylemiş olması da etkili oldu. Ben iptal der demez SBE’ciler itiraz ettiler;
“Hafif spor yaptırırız, ilk günden gevşetmeyelim” dediler. Beni ikna ettiler ancak bu sırada
iptal haberi çok hızlı yayıldı, yine de SBE’ciler harbiyelileri toplayarak spor yaptırdılar.
Öğrendiğime göre o gün harbiyeliler benim bilgim ve tahminimin de ötesinde yorulmuşlar.
Bir taraftan bununla uğraşırken diğer taraftan Filo Komutanları ve bazı personelimle terör
tehtidi ve alınabilecek ilave tedbirleri konuştum. Kimseyi çok fazla tedirgin etmeden
kendimizce eldeki imkanları daha iyi nasıl kullanabilirizi konuştuk.
Daha önceki yıllarda Yalova tel örgülerine yakın olarak harbiyelilerin 4 noktada tuttukları
eğitim maksatlı nöbeti öğrencilerin yattığı yere yaklaştırmıştık. Güvenlik personelinin eksik
tahsis edilmesinden ve artan terör olaylarından dolayı kendi kendimize aldığımız bir tedbir
olduğunu daha önce de ifade etmiştim. Bu sene geçen seneye göre güvenlik elemanını daha
da azaltmışlardı, belki de ilave hiç planlamadılar. Bu şartlarda tamamen can güvenliğine
odaklı, eğitimi bir kenara bırakarak tedbirleri tekrar değerlendirdik. Nöbet yerlerini daha da
yaklaştırmayı planladık.
Nöbetçilere manevra mermisinin yanında gerçek mermi de vermeyi düşündük ancak bu çok
büyük bir mesuliyet olacaktı. Çünkü Yalova Kampı’nda bizden başka dış birliklerden gelen
personel de vardı. Onlar zaman zaman olmamaları gereken yerlere gidebiliyorlardı. Böyle bir
durumda tek nöbetçinin korkarak ateş etmesi durumda ciddi bir risk oluşturacaktı.
Nöbetçileri her noktada 2şerli yaparak bu riski azaltmayı düşündük. Bazı noktalara ilave
nöbetçi koymayı planladık ancak bunu ne kadar sürdürebileceğimiz konusunda endişem
vardı. Büyük bir hevesle geldiğimiz kamp daha ilk günden Komutan ziyareti, terör tehtidi
derken murdar oldu.
Süratle bu konuları konuşup inceledikten sonra İstanbul’a geçmek için Filo’ya gittim. Kendi
T-41 uçağımızla Yalova’dan kalkarak İstanbul’a indim. Amacım Fethi Paşa’yı da görmekti
ancak geldiğimde kendisinin ayrıldığını söylediler. Karargaha bizzat Komutan’ı görmeye gidip
gitmediğimi net hatırlamıyorum. Bir tanığın ifadesinde, benim Karargah’a geldiğimi ve
Komutan’ı sorduğumu söylüyor.Yani ben Hava Harp Okulu Komutanı’nı en son Yalova’dan
Hava Kuvvetleri Komutan’ı ile beraber uğurlarken görmüş oldum. Bu konu üzerinde
hakkımdaki bir iddia sebebiyle durdum. Daha sonra bahsedeceğim.
13
Ben Yalova’dan kalkış ve İstanbul’a iniş saatlerini tam olarak hatırlamıyorum iddianamedeki
zamanlara göre çoğunlukla olayları hatırlamaya çalışıyorum ancak iddianamedeki olaylar ve
zamanlar çelişkili.
Uçaktan indikten sonra okula girişte güvenlik tedbirlerinin arttırıldığını gördüm nizamiyeden
Turuncu Alarm durumunu tabeladan farkettim. Aynı zamanda girişteki görevli de terör
tehtidi beklendiğini, önlemlerin arttırıldığını söyledi.
Okula geldikten sonra makama geldim ve Okul Komutanı’na ulaşmaya çalıştım. Az önce ifade
ettiğim gibi onun ayrıldığını öğrendim. Normalde tekrar dönmeyi planlıyordum ancak
uçuşların kesildiği, havadaki trafiklerin tamamının indirildiği haberi geldi. Bu şartlarda uçakla
dönmem mümkün değildi. Cumartesi Yalova’ya kendim arabayı alarak gitmeye karar verdim.
Uçuşların kesildiği bilgisini Yalova’daki uçuş kulesinden veya filodan aldım. Benim Yalova’ya
dönüş uçuşumla ilgili gerekli girdileri yapmaları için aramıştım.
Bu arada küçük bir ayrıntı olarak bana sivil-askeri tüm uçuşların kesildiği bilgisi verilmişti.
Ancak bir süre sonra AHL yakınlarında olduğumuz için kalkan ve inen uçakların hem sesini
duydum hem de uçuşun devam ettiğini gördüm. Meslek hayatım boyunca bu şekilde
uçuşların kesilerek tüm uçukların yere indirilmesiyle ilk kez karşılaştım.
Telefonla Yalovada’ki planör ve T-41 uçuşları ile ilgili bilgi aldım. Dekan’ın yanına gittim.
Artan güvenlik tedbirlerini sordum. Birkaç gün sonra yapılacak kurulda görüşülecek konular
ve ders durumundan kalma potasında olan öğrencilerin durumunu görüştük. Çeşitli defalar
arz ettiğim gibi benim en zor ve yoğun olduğum bu dönemdeki konulardan birisi de EÖYK’da
görüşülen konulardır. Bunlar öğrencilerin durumundan, eğitim ile ilgili gelecek seneki
projelerle, ders içeriğine kadar uzanır. Dekanla ancak ayaküstü bu konuları görüşebildik.
Dekanla çok kısa görüştükten sonra eve gittim. Okul üzerinde uçan helikopterleri duydum.
Okul üzerinde uçan helikopterler ya bize geliyordur. Ya da bizden kalkıp gidiyordur. Bizim
askeri terminaldeki nöbetçiyi arayarak sormak istedim. Çünkü askeri hava trafiğinin
yasaklandığını söylemişlerdi. Normalde bizimle ilgisi yok cevabını beklerken Genel Kurmay
Başkanı’nı alacak helikopter/helikopterler geldi diye ifade etti. Böyle bir durumda bizim
haberimiz olurdu. Okul Komutan’ı veya vekili karşılamaya giderdi. Kimsenin haberi yoktu.
Tekrar okul bölgesine çıktım.
Günlerdir artarak söylenen ve 15 Temmuz Günü zirve yapan terör tehtidi beni rahatsız etti.
Okulda 4. sınıflardan İKDSM faaliyetlerinde olanlar ve aday öğrenciler vardı. 4. sınıfların kol
komutanını arayarak durumlarına bakmasını, ilgilenmesini istedim. Bu sıralarda okulu
gezerek bir anormallik olup olmadığına baktım.
Hangi sırayla olduğunu hatırlamıyorum ancak Boğaz Köprüsü’nün terör tehtidiyle tutulduğu,
Ankara üzerinde alçak uçuş yapıldığı bilgisi geldi. Bunlarla eş zamanlı olarak da çağırma
planının uygulanacağı HHO ve personele büyük bir tehdit olduğunu Ahmet Gümüş söyledi.
Komutanla konuştuğunu öğrendim. Ben çağırma planından bizim tüm personel ve
harbiyelileri anladım. Çünkü böyle bir tehdite karşı hedef olan da hedefe karşı savunma
yapacak da Öğrenci Alay Komutanlığı personeli ve harbiyelilerdir. Komutan’a ulaşmak
14
istediğimde ulaşamadım. Çağırma planı her sene denetlemelerde uygulanır ve gerekli
düzenlemeler yapılır. Bu konuda tüm personel eğitimli ve hazırlıklıdır.
Yalova’daki filo komutanlarını birkaç kez arayarak önce terör tehditine karşı uyardım ve daha
sonra toparlanmalarını istedim. Harbiyelileri İstanbul’a getirmelerini söyledim. Nasıl gelelim
diye sordular ben de Yalova Meydan Komutan’ı Metin Yıldırım Albay ile konuşmasını
söyledim. Ben kendim de bizim çocuklara yardım etmesini söyledim ancak çok kısa
konuşabildim. Çünkü her yerden birisi bir şey sormaya, iletmeye başladı. Metin Albay araba
ayarladı ancak güvenlik ekibi ayarlayamam dedi. Helikopter sesleri daha da arttı. VIP terminal
bölümünü aradığımda orada görevli -zannedersem asker olabilir- kendisinin de ne olduğunu
anlamadığını uçuş ekibinin güvenlik vs bir şeyler dediğini söyledi. VIP bölümündeki
nöbetçilerden tatmin edici cevaplar alamayınca oranın sorumlusu olan Muhammed
Başçavuş’u aradım. Ancak cevap vermedi. Cevap verseydi onun hemen VIP’ye gitmesini ve
bilgi vermesini isteyecektim. Meydanda çok yoğun helikopter trafiği var ama hiçbirinden de
haberimiz kontrolümüz yoktu. Ben de Filo Komutanı’nı arayarak ilgilenmesini istedim. Bir
gariplik de askeri uçuşların kesildiği bir ortamda bu kadar uçuşun yapılıyor olmasıydı.
Makamda bir taraftan ne olduğunu anlamaya çalışırken Hava Kuvvetleri Komutanlığı
karargahından aradığını söyleyen bir Albay güvenlik ve hazırlık konulu bir mesaj gelip
gelmediğini sordu. Beni Yalova’dan aramışlar. Oradaki personel de İstanbul’da olduğumu
söylemiş. Ben de bilgim olmadığını ifdade ettim. “Mesajı soruştur, beni şu numaradan ara,
size önemli bir görev vereceğiz Hv. Kuvvetleri Komutan’ı emriyle” dedi. Kapattı. Öncesinde
“Görevinizden haberiniz var mı?” demiş olabilir. Haber merkezinden emri sorduğumda
benzer ifadeleri söyleyerek bir emrin geldiğini söyledi. Ben de Hava Kuvvetleri’ndeki verdiği
numarayı aradım. Bir er çıktı ve beni arayan Albay’ın orada olmadığını söyledi. Ancak arka
plandan silah seslerini de duydum. Ne olduğunu sorduğumda Gen.Kur. tarafında çok büyük
çatışmalar olduğunu yukarda sürekli helikopter ve uçakların uçtuğunu bomba attığını
söyledi.
Tahminen 5-10 dk sonra tekrar arayarak çok acil olarak TRT Ulus binası ve Gayrettepe
Digitürk binasının güvenliğini, emniyetini alacaksınız dedi. Ben de bunu Hava Harp Okul’u
komutanına söylememiz gerekir dediğimde Hava Kuvvetleri Komutan’ı emri hatta Genel
Kurmay’dan emrin geldiği Hava Harp Okulu Komutanı’na ulaşamadıklarını ifade etti. Yazılı bir
emir olmadan böyle bir görevi alamayacağını söylediğimde emrin bize ulaşmak üzere
olduğunu, gecikemem gerektiğini söyledi. Terör tehditi olduğunu yapmamız gerekenin
sadece emniyeti almak olduğunu ifade etti. Ben de hemen tekrar Komutan’a ulaşmaya
çalıştım ancak ulaşamadım. İlk başta tereddüt etmiş olsam da gerek benim bulunduğum
ortamdaki gerek İstanbul ve gerek Ankara’dan duyduğum haberler ve sesler o ana kadar
meslek hayatımda karşılaşmadığım bir durumdu. Aslında sadece benim için değil 15
Temmuz gecesi saat 22’den sonra T.C. tarihinde tüm vatandaşlar için örneği olmayan ve
olmamasını temenni ettiğim saatlerdir.
15
Bir havacı olarak en belirgin özelliğimiz ayırt edici yeteneğimiz, bizi diğer kuvvetlerden de her
yönüyle ayıran iki özelliğimiz vardır. Sürat ve elastikiyet. Bu konu dökümanlarda da geçer.
Tüm personel hangi sınıftan olursa olsun bu mentalite ile yetişir öyle de olmak zorundadır.
Hesaplamalar diğer kuvvetlerde gün ve saat ile yapılırken bir havacının zaman hesabı
saniyeler en fazla dakikalarla yapılır. Hasımla muharebede bir saniye önce davrananın
kazanacağı bir felsefe hakimdir. Kalkış için tüm hazırlıklar yapılmış ancak motor çalışmıyor
bir vaziyette pist başında beklersiniz. Kalk emri verilir ancak ne görev yapacağınızı dahi
bilmeden kalkarsınız. Size telefonla kalk emrini veren “Koordinatları ve görevi havada
vereceğini” söylemiştir. Siz de kalkışı takiben verdiği istikamete dönerek 1000 km süratle
giderken yorum yapmadan, ölümü dahi düşünmeye fırsat bulamadan veriği koordinatı ve
görevi alırsınız. Kendinize veya yakınlarınıza ait en ufak bir düşünce aklınızdan geçmez. Buna
ilave olarak arayan kişi doğru mu aradı yanlış mı aradı dahi düşünecek ne yetkiniz ne
durumunuz vardır.
Bu arada okulda veya yakında olduğunu tahmin ettiğim personele hazırlık yapmasını
söyledim. Ali Binbaşı’yı arayarak okula gelmesini söyledim. Aslında ilk önce genel olarak
okula dönük tedbir almaya başlamıştık. Gelen telefonla iki yönlü olmuş oldu.
İlk olarak TRT binasına orada bulunan Ateşoğlu Yüzbaşı ile Ali Binbaşı’yı görevlendirecektim
ancak bizzat kendimin gitmemin daha uygun olacağını düşünerek Ali’yi Digitürk’e gitmesini
söylerek görevlendirdim. Ben de Ateşoğlu Yüzbaşı’yı alarak gitmeye karar verdim. Yolların
kapatılmış olduğu haberi gelince helikopter ile gitmeye karar verdim. Kalkışta önce pilota
Kadıköy’e diye söyledim. Bana verilen göreve devam etmeye karar verdim. Günler boyu
yaşadığımız ve son saatlerde artan anormallikler ve en son Hava Harp Okulu Komutanı, Hava
Eğitim Komutanı, Hava Kuvvetleri Komutanını’nın tutuklanmış olması bizi verilen emirleri
eksiksiz yapmaya sevk etti. Kalkışı takiben veya hemen öncesinde nereye gideceğimizi cep
telefonundan, internetten ve yanımdaki arkadaşlardan sordum. Gece karanlığında inişimiz
çok kolay olmadı. TRT Ulus binasına giderken köprünün askeri araçlarla kapalı olduğunu
kendim görmüş oldum. Şu ana kadar gördüklerim ve yaşadığım her şey benim görev
motivasyonumu arttırmaktan başka bir şey yapmadı. Hiçbir konuda şüphe duymadım.
17 Ağustos depremi esnasında HHO yine Yalova kampındaydı. Kampın yanındaki sitelerde
yüzlerce insanı HHO öğrencileri yıkıntıların altından kurtardı yada cansız bedenine ulaştı.
Sadece Harp Okulu değil tüm Hava Kuvvetleri personeli standart harekat usulleri dediğimiz
esasların dışında ancak kanuna uygun şekilde canını hiçe sayarak uğraş verdi. Emir yoktu.
Sayın Başkan; bir profesör tanıdığım meşhur birisi(ismini vermeyeceğim) bizi, askerleri
havacıları tanımlarken şöyle demişti; “Kendi varlığını milletin varlığına adamış insanlar”. Bir
askerin hayatı fedakarlık ile geçer. Zaman zaman kuralların standart harekat usullerinin
dışına çıkar. Normalde tercih edilmez ancak bazen aklınıza dahi gelmez; zaman o kadar
kısıtlıdır, bazen de tüm amirleriniz de bilir, bilerek sizi standart harekat usullerinin dışına
çıkartır. Fakat bu hep ülke, Hv. Kuv. Kom.’lığının menfaatinedir. Normalde bir pilotun
maksimum uçup görev yapacağı saatler sınırlandırılmıştır. Ayda 60 saat, 3 ayda 150 saat,
16
yılda da 500 sattin üzerinde uçamazsınız. 500 saatin üzerinde 1 saat uçmak durumunda sizi
muayeneye göndermek zorundadır. Ancak Filo Komutanını’nın ricasıyla Hv. Kuv.’nin
menfaatini gözeterek 1 ayda 100 saat, 1 yılda 600 saat uçtuğumu hatırlıyorum. Yönergelerin
hepsi bir kenara bırakıldı. Mecburen. Yapmak zorundaydık. Onur duyarak yaptım. Geçmişe
baktığımda pişmanlık duymuyorum. Hiçbir zaman amirlerim veya Hava Kuvvetleri beni
aldatmadı. En üst seviyede kumpasa sokulup aldatılacağımızı hiçbir zaman düşünmedim.
Aslında 15 Temmuz için de en üst amirlerim tarafından bir planın içine süreklendiğimizi
düşünmek istemiyorum. Mutlaka geçerli bir açıklamaları olacaktır diye ümit ediyorum.
Bugünü de sabırla bekliyorum.
Geçmiş zamandan örnek verdiğim gibi yakın zamandan da örnekler verebilirim. Yine
Yalova’da 15 Temmuz’dan 14 ay önce bir uçağımız meydanın yakınlarına düştü. Tam bir yıl
önce de bir planörümüz kırım geçirdi. Uçuş kulesinde olaya şahit olan uçuş kontrol amiri
dediğimiz görevli pilot arkadaşımız kendimize ait helikoptere kalk emri verdi. Benden önce
Filo Komutan’ı ve benim haberim olmadan helikopter kaldırıldı. Kaza zedelere dakikalar
içinde ulaşıldı ve kurtarıldı. Hastaneye yetiştirildi.
Normalde HHO’nun arama kurtarma yeteneği ve sorumluluğu varken İstanbul merkezli 50
Nm mesafede bu sorumluluğu Hv. KK’lığı yapılan protokolle KKK’lığına bağlı Samandıra
Helikopter Birliği’ne devretti. Yani elimizde yetenek kısıtlı da olsa kaldı. Anca sorumluluğu
karacılara devretmiş olduk.
Olayı soruşturan Hv.KK’lığı inceleme heyeti önce bizi helikopteri kaldırarak yanlış yapmakla
itham etti. Ancak onlara anlattıkça doğruluğumuzu kabul ettiler. Samandıra’dan helikopter
gelene kadar geçen zamanda kazazedeler ya yanarak ya da kan kaybından ölebilirlerdi.
Bir havacı olarak dakikalar hatta saniyeler içinde karar verir ve uygularsınız. Bunu vatanınız
için yaparsınız. Her ne kadar verirseniz yanlış da yapmış olsanız kusurlu olursunuz. Hain,
terörist olmazsınız. Bedelini ya görevinizden uzaklaştırılarak, ya sicilinizdeki düzenlemelerle
yada uçuştan uzaklaştırılarak ödersiniz. Eğer bile bile yanlış yaptıysanız pişmanlık
duyabilirsiniz. Ancak sonucu bilerek yaptığınız bir hareket değil, yani şartların sizi sürüklediği
ortamda en doğru olduğuna inandığınız bir hareketi seçerek kusur işlediyseniz pişman da
olmazsınız. Keşke yapmasaydım demeyiz. Bu havacılığın gereğidir.
Bir diğer örnek Rus uçağının düşürülmesi olayı; Bizleri yıllardır meşgul eden olay tahmin
ediyorum sadece bir iki dakika içinde(en fazla) gerçekleşmiştir. Elbette ki öncesi vardır.
Devletin yetkili makamları tarafından anganjman kuralları belirlenmiş ve pilota söylenmiştir.
Pilotun karşısına çıkan uçağı vurmak için saniyeleri vardır. Harekat merkezine telsizle sorar,
onayı alınca butona basar. Telsizle soracak zaman bile olmayabilir. O durumda daha önce
verilen talimat neyse ona göre davranır. O tarihlerdeki basındaki söylemlerimizi hatırlarsak
en üst seviyede “Kimse Türkiye’nin gücünü ve sabrını test etmesin.” şeklinde resmi
açıklamalar yapıldı. Daha sonra her ne kadar açıklamalarımız yönü değişse de o pilot ve ona
17
emir veren mevcut 1-2 dk’lık şartlar içinde, kendisine verilen emirler ve aldığı eğitim gereği
en doğrusunu yaptı. Duyduğum kadarı ile halen görevine devam ediyor.
Sayın Başkan tekrar ediyorum. 26 yıldır yaptığım neyse onu yaptım, itaat ettim, güvendim,
vatanım için canımı tehlikeye attım, gözümü kırpmadım. Her gün onlarca emir alıp emir
verdim. Aylarca yüzlerce yapar, yılda binlerce yapar. Meslek hayatımın 26. Yılında 25999.
aldığım emrin T.C. tarihinin en karanlık hain emri olduğunu bilemedim. Bu emri kimin
verdiğini hatırlamıyorum. Tanıdığım biri olsaydı hatırımda mutlaka kalırdı. Ama şuna eminim
ki bana gelen/gelecek o emirden benim en üst seviyedeki 3. Sicil amirimin haberi vardı.
Olayın üzerinde 2 yıla yakın zaman geçti. O an için zaten tereddüt etmedim, şu anda buna
eminim.
Helikopterle inişi takiben tüm arkadaşlarla helikopterleri terkettik. Kerime Yüzbaşı’ya okula
dönmesini söylemiştim. Binanın etrafında asker kıyafetli kişiler gördüm, önce hangi
kuvvetten olduklarını anlamadım. Daha sonra yanıma bir Binbaşı yaklaştı. Böyle bir şey
beklemiyordum. Güvenliğini sağlamamız istenen yerin güvenliği zaten sağlanmıştı. Binbaşıya
ne için geldiklerini sorunca; güvenliği sağlamak için KK tarafından gönderildiklerini, dış
emniyetin alındığını söyledi. Bizi neden gönderdiklerini anlayamadım. Binanın etrafı
karanlıktı, içerisi de karanlıktı. Karartma uyguladıklarını da ifade etmişti. Binaya girdikten
sonra ben sadece 2 güvenlik personeli ve 2 sivil çalışan olduğunu zannettiğim erkek şahıs
gördüm. Onun haricindekilerin tamamı askerdi. Karacı arkadaşın güvenliği sağladık demesi
bizi rahatlattı ancak eksik kalan bazı yerlere ve arka tarafa biz de yerleştik. Helikopterden
iner inmez önce onların nöbet tuttukları yere baktım. Bizim personelin organizesinden sonra
bir odaya geçtim. Telefonumun şarjı bitmişti, bizden önce şalterlerin indirildiğini
öğrenmiştim. Karartmaya devam ederken elektrikleri açtırarak odada telefonu şarj ettim ve
odada görüşmeler yaptım. Ben gittiğim binanın TRT binası olduğunu biliyorum ancak orada
yayın yapılıp yapılmadığını dahi bilmiyorum. Bunu şu an dahi bilmiyorum. Gittiğimde de
yayın var mıydı yok muydu bilmiyorum. Yayın olsaydı herhalde idare eden kamera karşısında
olan biri olurdu. Ben açıkçası binada kamera bile görmedim. Ordaki görevlilerden herhangi
bir şey istemedim.
Bu gürültü ve bağırışmaların olduğu ortamda helikopter sesi geldi ve arka tarafa bir
helikopterin ışıksız olarak yanaştığı bilgisi geldi. Normalde bizim helikopterin indiği yer alt
tarafta bir yerdi. Bu helikopterin ne olduğunu anlayamadım ve direkt terörle bağlantılı bir
olay geldi. Hemen o tarafa doğru gittim. Helikopter neredeyse inmek üzereyken uyarı atışı
anlamında 1-2 el ateş ettim. Pilotun karanlıkta bu atışı görerek inmeyeceğini hesapladım.
Ancak o anda helikopterin içinden beyaz bir şeyler sallanınca ateşi keserek dikkatlice
kendimizi emniyete alarak bekledim.
Helikopterden sima olarak tanıdığım ancak ismini o anda hatırlamadığım Hamdi Albay indi.
Yanıma geldi ve aynı emrin ona da amiri tarafından verildiğini, ona da emrin Gen. Kur.’dan
geldiğini
Digitürk’ün
emniyetini
almak
için
görevlendirildiklerini
söyledi.
Kendisi
Genelkurmay’dan gelen yazılı emri gördüğünü söyledi. Helikopterden Ali Binbaşı da indi.
Beraber 1-2 dakika görüştük ve ben bizimle beraber olan 3-5 arkadaşımı onların yanına
verdim. Anladığım kadarıyla bina ben gitmeden önce boşaltılmış. Yalova’dan yola çıkan
18
arkadaşlarla görüşmelerim oldu ancak önce hangisiyle görüşmüş olduğumu hatırlamıyorum.
Bu noktada köprünün tutulmuş halini görmem ve birçok noktada trafiğin kesilmiş olması
sebebiyle geri dönmelerini söyledim. Bundan sonra zamanın akışı çok farklı oldu. Gazi
Binbaşı ve Ferhat Binbaşı ile görüştüm. Hangi sırayla olduğunu hatırlamıyorum. Gazi Binbaşı
ile görüştüğümde üzerine atış yapıldığını sığınacak yer aradıklarını geri dönmeye
çalıştıklarını söyledi. Ferhat Binbaşı ile görüştüğümde geri dönmeye çalıştıklarını otobandan
çıktıklarını ancak üzerlerine yağmur gibi atış yapıldığını ifade etti. Emre Tğm’in vurulduğunu
söyledi. Kısacası daha helikopterlerden indikten kısa bir süre sonra benim için kabus
başlamış oldu.
Gazi Binbaşı köprüye yaklaşınca trafiğin sıkıştığını üzerlerine kim olduğunu anlayamadıkları
bir grubun saldırdığını, linç etmek istediklerini, şoför ve 1 harbiyelinin yaralandığını söyledi.
Bundan hemen önce Gazi’ye dönmelerini söylediğimde otobüsün yandığını kendilerini dışarı
zor attıklarını üzerlerine ateş edildiğini söyledi. Ben de onlara mümkün olduğunca halktan
uzak kalmalarını söyledim.
Her iki gruba da sorduğumda sivil kıyafetli, ellerinde uzun namlulu silahlarla, tabancalarla
ateş eden şahısları anlayamadıkları, ilk etapta terör saldırı olarak değerlendirdiklerini ifade
ettiler. Etrafta polisten bahsetmediler. Ben kendi arkadaşlarımın derdiyle uğraşmaktan
TRT’deki durumla çok ilgilenemedim. Bir iki defa oradaki arkadaş gelerek bir iki şey söyledi.
Ben de ona araç olup olmadığını sordum. Aracın bir yere gittiğini söyledi. Araç olsaydı
köprüye arkadaşlarımızı almaya gidecektim. Gidemedim. Helikopteri tekrar çağırmayı gözüm
kesmedi, çünkü helikopter çok zor indi ve ortalık tam bir kaostu. Uçak sesleri de vardı. Bu
şartlarda kapana sıkışmış gibi kaldım.
Oraya ulaştıktan belki bir saat sonra dışarıdan bağırışmalar gelince bakmak için çıktım.
Kapının önünde sivil kıyafetli değişik insanlar vardı ve pek tekin insanlara benzemiyorlardı.
Taşkınlık yapıp küfredip bağırıyorlardı. Aralarında sarhoşların da olduğunu tahmin ediyorum.
Bu çıktığımda veya bir diğerinde tehdit ediyorlardı ve ortalıkta polis vs yoktu. Bir tanesi az
önce köprüdeydim. Bir askerin boğazını kestim şimdi sıra sizde dedi. Bu beni çok etkiledi.
Dışarıdaki sivil insanlardan bir tanesi de “Bir tane Uzman Çavuş’un kafasına vura vura” nasıl
linç ettiğini bağırarak anlatıyor, size de aynısını yapacağız diyordu.
İlk dışarı çıkıp taşkınlık yapan küfreden insanları görünce askerleri biraz emniyetli mesafeye
çekmesini tavsiye ettim. Askerlerin bazıları küfürlerden çok etkilenmişti. İstenmeyen bir
durumla karşılaşmamak için aramızda fikir alışverişinde bulunduk. Mümkün olduğunca
emniyet için az görünmemizi kararlaştırdık. Ben de ne dışarıya kimsenin çıkmasını ne de
içeriye kimseyi almamalarını söyledim.
Erler küfürlerden çok etkileniyorlardı. Orada bulunan herkes inanılmaz küfür ve tehditleri
maruz kaldı. Erleri ve diğer arkadaşları sakın gaza gelmeyin ateş etmeyin, provakatörler var
19
diye sakinleştirmeye çalıştım. Ben görmedim ancak oradaki karacılar aralarında tabancalı ve
uzun namlulu silahlı olanlar olduğunu söylediler.
Ben TRT’de olduğum süre içerisinde içeride küçük bir odada oturup telefonla görüştüm.
Bazen dışarı çıkarak harbiyelilerle görüşerek onlara destek olmaya çalıştım. Dışarıda
kalabalığın oluşturduğu ortam pek tekin değildi.
Orada askerlerin veya benim ateş ettiğim söyleniyor ancak dışarıda bulunan ve taşkınlık
yapıp bağıran kalabalık bir şey yapmayacağımızdan o kadar eminler ki kapıyı kıracak kadar
sallıyorlardı. Yapmadıkları taşkınlık kalmadı. Sonuçta bir tanesinin burnunun kanamaması
orada bulunan askerlerin aklı selim hareket etmesindendir. Orada bulunduğum süre
içerisinde güvenlik görevlilerinden bana binayı dahi tanıtmalarını istemedim. TRT’de
bulunduğum ilk 1-2 saat içerisinde kendi etrafımda gördüklerim, yoldaki arkadaşların üzerine
ateş edilmesi ve onların kanaatleri beklenen büyük çaplı terör olayını çağrıştırdı ve hep
teröre odaklandım. Adeta başka bir şey düşünemez oldum.
TRT’de bulunduğum ilk andan itibaren aklım hep değişik yerlerde bulunan personelimde
oldu. Onları aradım veya amirlerine sordum. Yalova’dan başka personel çıkmaması için
oradan ulaştığım personele söyledim. Kütahya’daki harbiyelilerin emniyette olduklarını
bulundukları yerde bir olay olmadığını, İzmir Gaziemir ve Çiğli’deki harbiyelilerin emniyetli
olduklarını öğrendim. Onlara bir şeye karışmamalarını, gelişmelerden haberdar etmelerini
söyledim. Ankara’da KHO’da bulunan arkadaşımı arayınca bana sıkıntılarından bahsetti.
İlerleyen zamanda TRT’de bulunan Ateşoğlu Yüzbaşı’nın ifadelerini, dışarıdaki halkın küfür
ve bağırışmalar arasındaki bazı ifadeleri bende şüpheye meydan verdi. Ancak kendimi hiçbir
zaman böyle bir eylemin parçası olarak görmediğim için yine de TSK için kalkışma yapan
birileri olduğunu ve bizim onlara karşı önlem almış olabileceğimizi bile düşünmedim. Bu
noktada 1-2 telefon görüşmesinden sonra gerçekleri anlamaya başladım. Belli bir noktadan
sonra öyle bir ortamda en yakın olduğunuz arkadaşınıza dahi güvenemiyorsunuz.
Binanın ön tarafındaki halkın kalabalığı ve taşkınlığı her dakika artmıştı. Oradan çıkıp gitme
gibi bir şansımız yoktu. Arka taraf da karanlıktı ve nereye çıktığını bilmiyordum. Her ne olursa
olsun kalan 2 harbiyeliyi sağ salim oradan uzaklaştırmaya karar verdik. Onları sivil kıyafetle
arka taraftan gönderdik.
Onların silahlarını biz aldık. Ön tarafta polisler de vardı ancak polis oldukları da kesin değildi
ve diğer kılık ve kıyafetlerinden pek tekin görünmeyen kalabalığa göre sayıları oldukça azdı.
Orada bulunan Yüksel Binbaşı amirinin Merkez Komutanlığı ekibi göndermesi için
çalışacağını söyledi. Ben de Ahmet Gümüş Albay’a merkez komutanlığına ulaşmasını, bizi
buradan çıkarmasını söyledim. O da ulaşmaya çalıştığını söyledi. Ancak zaman geçmesine
rağmen merkez komutanlığından gelen olmadı, gelebileceğine olan ümidim de kalmadı.
Kapıdaki kalabalık neredeyse kapıyı kıracak duruma geldi. Herhangi bir linç girişiminde
oradakiler polis olsa dahi engel olamazlardı. İçeriye girip üzerimize saldırmaları durumunda
tatsız hadiseler olabilirdi. Bu şartlarda orayı terketmek en doğru karar olacaktı. Arka taraftan
20
en son ben olmak üzere (önce harbiyeliler, Ateşoğlu ve Altındal) terkettim. Diğerlerinin nasıl
gittiğini bilmiyorum. Ancak ben önce köprüye gitmek istedim. Bir taksiye bindim ancak oraya
kimse gitmek istemedi. Bunu tam olarak başaramadım. Gidemeyeceğimi anlayınca bir
faydasını olmayacağını görünce okula dönmeye karar verdim. Ferhat ve yakınındakilerden
edindiğim, duyduklarım korkunç şeylerdi. Acımadan ateş ettikleri, bazı ateş edenleri
gördüklerini ancak bazı atışların uzak mesafeden geldiği, yaralı harbiyeliye ateş edildiği ve
hastaneye yaralıların götürülmesine müsade etmedikleri ancak teröristin bir askere karşı
böyle karşılık verebileceği, hiçbir şekilde ateşi kesmedikleri, arkadaşlarımın sivilleri
korumuaya çalıştıklarını, hastaneye giden harbiyelinin linç edilmek istendiğini belirtti.
Etraflarında onları linç etmek isteyen kişiler varken ben onlara nasıl “gidin sizi linç etmek
isteyenlere teslim olun” diyebilirim. Ben merkez komutanlığından gelenlere teslim olun ya da
polisin sizi koruyabileceğinden emin olun dedim.
Taksiyle Yeşilyurt’a geldim. Gelmem de çok kolay olmadı. Yollar kapalı olduğu için veya
endişe ettiklerinden dolayı taksiler Yeşilyurt’a gelmek istemiyorlardı. 1-2 taksi değiştirerek
en sonunda 10-11 gibi HHO’na ulaştım. Ancak girişte çok sayıda polis görünce girmek
istemedim. Bir miktar Yeşilyurt’ta yürüdüm. Telefonun şarjı da bitmişti. Ancak 1-2 görüşme
yapabildim. En son Gümüş Albay ile görüştüğümde Komutan’ın okula MAK’çılar tarafından
getirilidiğini ve götürüldüğünü söylemişti. Ondan sonra ona bir daha ulaşamadım.
Komutan’a da ulaşamadım. 13-14 gibi eve geçtim telefonla görüşmeler yaptım. Kırılanı
döküleni toparlamaya olayları anlamaya çalıştım. Benim hakkımda daha gecenin ilk
saatlerinde 600 kişiyle TRT’yi bastığım haberi TV’lerde çıkmış. Belki de çıkış saati ben oraya
daha gitmeden önce ve kısa bir süre sonra. Bunlardan benim daha sonra haberim oldu.
Oyuna getirildiğimizi net olarak anladım. Komutan’a ulaşamayınca Hv. Eğt. K.’na ulaşmaya
çalıştım. Zaten ona da ulaşamazmışım. Yalovaya gitmek istedim. Ancak hakkımda çıkan türlü
haberlerden etkilendim ve iskelenin polis tarafından tutulduğu, askerleri tutukladıkları
bilgisini öğrendim. Bu şartlarda en doğru olanı eve geçerek telefonla personele ulaşmaya
çalışmak olacaktı.
Sayın Başkan iddianamede hakkımda geçen bazı tespit ve iddialara cevap vereceğim.
Tespit1: En önemli gibi gösterilmeye çalışılan ancak mesnetsiz olduğunu savcının da kabul
ettiği Albay Ahmet Özçetin olayına ben de öncelik vereceğim. Bu olaya ismimin nasıl karıştığını
bir türlü çözemedim. Bahsi geçen şahsın o şahıs olup olmadığı belli değil. Şahsın okul komutanı
ile görüşmek istediğini ifade ederek okula girmek istediği iddia ediliyor. Kamera kaydı ne o şahsın
ne de benim yok. Giriş kartını o şahsı içeri alırken kullanmadım diyelim, dışarı çıkarken de mi
kullanmadım? Şahısla telefon irtibatım yok. Gecenin 2-3ü ben uyuyorum. Sabah mesai
başlangıcım 5.30. Benim o saatte ne işim olabilir dışarıda ve beni gören de yok. Bu raporu tutan
nöbetçi amiri beni görmemiş. Aslında nöbetçi amiri şahsın kimliğini gördüğüne de emin değil. En
doğrusunu yapmış, almamış. Ancak iddiaya göre girmiş. Tanıkların ifade ettiği gibi kesinlikle kim
olursa olsun alınmaması gerekyordu. Olayın dışındayım, yorumum şudur; HHO misafirhanesi
21
diğer hava kuvvetleri ve TSK mensuplarının kullanımına açık değildir fakat personel bu
misafirhaneyi bilir ve özellikle yurtdışı çıkışg irişlerde ve ya uçakla İstanbula geç geldiğinde
misafirhaneyi kullanmak ister, ısrar eder ve bunun için en kolay bahanesi ‘Komutanla
görüşeceğim’ der. Benim bu iddiaya diyebileceğim bir şey yok. Asslında iddianın taarafı bile
olmadığımı düşünüyorum. Bahsedilen şahsın geldiği iddia edilen kapı misafirhane girişine 5 mt
mesafededir. Bir diğer önemli konu; olayı yaşayan ancak ben arabada kaldım hiç birşey
görmedim diyen Mehmet ERTEKİN(syf. 323, ifade 33)’in arabasının beklediği yerde beni ve ya
geleni görmemesi imkansızdır. Demek ki görecek bir şey yok ve ya başka konular var. Benim o
şahsa ‘Ben sizin komutanınızım’ deme şansım yok. Böyle bir durumda o da bana ‘Siz benim
komutanım değilsiniz’ der. Buna ancak bir sivil inanır. İçeriye almış olabilirler ve nöbetçii amiri
kızınca en kolay yola sapmışlar.
Tespit 2: Taşköprü Bel. Başkanının alınan ifadesiyle ilgili olarak; aslında vicdan sahibi birisi
biraz detaylı okursa bu safsatayı iddianameye koymazdı. Şu an verdiği ifadeyi hatırlamıyorum
ancak neredeyse verdiği ifadenin tamamını onaylıyorum.
‘Neredeyse’ diyorum çünkü
iddianamede bu konu tutarlı değil. Bir yerde 2 otobüsü, bir yerde 4-5 otobüsü diyor. Bir yerde
saat 2.45 bir yerde saat 3, bir yerde saat 4 olarak söylüyor.
Nedret Bey kıymetli bir insandır. Sadece o değil, Büyükşehir Bel. Başkanı Vefa Bey de dahil
olmak üzere tüm belediye başkanları ve Yalova’nın yönetenleri bizlere yardımcı olmaktadır.
Nedret Bey’in ifadesinde ‘Her yıl olduğu gibi’ ifadesi doğrudur. 2015 senesinde de araç
konsuunda bize yardımcı olmuştur. 2014 senesinde benden önceki Alay komutanı bu tür araç
ihtiyaçlarını Bakırköye Belediyesindne karşılamışlar. Bakırköy’den Yalova’ya çok ekonomik
olmayan bu araç ikmalini b en iptal ederek Yalova’dan sağlamaya çalıştım. Hava Kuvvetlerinin
bize sağladığı araç personel güvenlik görevlisi 2014’e göre 2015’te daha da azaldı. 2016’da daha
da azalttı. Dolayısıyla biz ihtiyaçlarımız için daha fazla belediye desteği duyduk. Sadece sayı olarak
değil nitelik ve konfor olarak da bizim otobüslerimiz uygun değildi. 2015 yılı bUrsa gezisi
esnasında bizim otobüs (en iyi otobüslerimizden biirisi) Uludağ’dan inerken frenleri aşırı
ısındığından yanma tehlikesi geçirdi. Biz de ondan sonra Bursa’ya belediyeden temin ettiğimiz
araçları göndermeye başladık.
Nedret
Bey
ifadesinde
kendisi
diyor; ’10 Temmuzda iskelede bizi protokolde
karşıladıklarında, bizden bir isteğiniz var mı diye sormasının üzerine, başkan bizi yine önceki
yıllarda olduğu gibi otobüs lazım olacak. Saat 4’te 4-5 otobüs’ dediğim iddia edilmiş. Firmanın
ifadesinde zaten 2 otobüs gönderildiği yazılmıştır. Ben istekte bulunmak için gitmemişim, sağ
olsun kendisi bana geçen seneki gibi ihtiyacımızı sormuş; ben de iki otobüsü bugün de olsa yine
aynı saatte olmak üzere (kendisine 4-4.30 demiş olabilirim) isterdim. Saat 4’te Yalova
nizamyiyede olan bir aracın içeri giriş işlemlerini yapması, pistin etrafını dolaşarak öğrencilerin
buluştuğu mekana ulaşması en az 30 dakikadır. Öğrencilerin eşyalarıyla birlikte yer almaları 15
dakika sürse, tekrar aynı yoldan dönseler nizamiyeden çıkışları saat 5.30’u bulur. 1.5-2 saat yol
gitseler, saat 7-7.30’da en erken Uludağ’da olurlar. Ben Harbiyelielrin bağlı oldukları filoların
planlarını detaylarını bilmem, sadece onlara kısa kaldıkları yerlerde tanıdıklarım vasıtasıyla
yardımcı olurum ve genel planlamayı bilirim. Haftasonları hiçbir kahvaltı mekanı 70-80 kişiyi
22
toplu olarak ucuz fiyata (öğrenci fiyatına) prime time diyebileceğimiz 9’dan sonra kabul
etmediğini kendi tecrübelerimden biliyorum. Dolayısıyla yola erken çıkarsınız, yolda çocuklar
uyurlar, gittikleri yerde ucuza ve iyi bir yerde kahvaltılarını yaparlar. 8.30-9’da gezilerine
başlarlar. Kampın hava eğitim komutanı Hasan KÜÇÜKAKYÜZ tarafından onaylı programında bu
geziler vardır. Sadece Bursa değil Yalova, İzmit, Çanakkale, Afyon benim hatırlayabildiğim geziler.
Ben bunları genel tecrübeme ve iddianamede geçen ifadelere göre anlattım. Ancak en önemli
hususu söyleyeyim; darbe planı yapıyoruz ve kala kala Taşköprü Beledyesinin sağlayacağı 2 tane
otobüse mi kaldık? Onu da protokolde karşılama esnasında belediye başkanının sorduğu esnada
mı istedim? Bu otobüsleri darbenin erken saate alınmasıyla neden daha erkene çekerek
istemedim? Bunlar komik ithamlar.
Benzer şekilde, Vefa Salman beyefendiden de bir sonraki hafta için istediğimi hatırlıyorum.
Hain darbe girişimi bir hafta sonra bu defa Vefa Beyin ifadesini konuşuyor olacaktık. BU nasıl
komedi bir darbe girişimi? Emrimde 24 uçak, 2 helikopter var ama personel taşıyamıyorum.
İddianamede tespit diye ya da direkt ifade olarak konulan erlerin ifadeler ile ilgili
aydınlatmak istiyorum. Eğer geçen yıl kampa katılmış askerler ile bu olayın içnide kalsaydık, bu
ifadeleri zorla verdirilirken en azından biraz sıkılır utanırlardı. Kampı ve kamp yaşantısını hiç
bilmeyen, mekanları tanımayan, Alay Komutanının makanını dahi bilmeyen, kampta Harbiyeli,
personel, Alay Kom. Nerede ise 24 saat beraber aynı ortamda, aynı faaliyet için bilmeyen/1-2
günde öğrenemeyecek erlerin gündelik yaşam gözlemleri iddianamelere ballandırılarak kondu.
Ağırlaştırılmış müebbet gerekçesi oldu. Hatta benim 3 personelim sırf bu garip ifadeden dolayı,
başka hiç bir delil olmadan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası aldı. Şunu net olarak
hatırlıyorum ki, yalova’da bulunduğum 2 gün içerisnde, bu askerleri yanlışlıkla araçla piste
girerler diye yalnız olarak bir yere dahi göndermedim. Kamp bitene kadar belki ancak bazı şeyleri
öğreneceklerdi. Zamanı geldikçe görerek öğrenecekleri şeyler var.
Tespit 4: İstanbulda Alay komutanlığı makamo dası özel bir yerde. Biraz korunmuş ve izole
edilmiş, kontrollü girişin olduğu bir yerdedir. Yalovada darbe toplantısı yapıldı denilen mekan
Harbiyeli, subay, astsubay, er, sivil memur herkesin gördüğü, konuşulanların duyulduğu, herkesin
girip çıktığı bir mekandır. Darbe planlarını herkesin önünde mi yapmışız? Bir önceki sene kamp
faaliyetlerini görseydi (ifade veren her kim olursa olsun) Alay Komutanının sabah 4-5’te kalktığını,
sürekli Harbiyeli ve personelle gece 1-2’ye dek beraber olduğunu, istanbuldaki düzenden farklı
olarak harbiyeliden Alay kOmutanına kadar tüm insanların birbirlerini şort, pijamalı, duş alırken,
yemek yerken, diş fırçalarken, uçarken, eğitim yaparken, hatta gece horultularında beraber
olduklarına şahit olacaktı. Dolayısıyla 2-3 personelin bir araya gelişinin darbe toplantısı demeyi
bırakın, toplantı demeye bile utanacaktır. Darbe toplantısı olduğu iddia edilen birlikteliklerin
kimisinde ben yokum, kimisinde filo komutanlarının yarısı yok. Bir başka ifadede bir tane kol
komutanı var. Yani iddia doğru ise olmaması gereken kişi (Yüzbaşı Kazancı) var ancak diğer 7 kol
komutanı yok.
23
Tespit 5: İfadenin birinde de Orgeneral Abidin Ünal ile toplantı yaptığımız iddia ediliyor.
Savcılarımız gücü yetiyorsa ona da sorsalardı. ‘Paşam bu plansız denetleme, ziyaret neyin nesi?
Ne toplantısı yaptınız? Yalova’da darbe yapacakları haberini aldığın için mi yoksa darbeye
yönlendirmek için mi gittiniz?’ diye sorsalardı.
Ben açıkça bu ifadedeki her iddiaya cevap veririm ancak bu 3 gün sürebilir. İsterseniz satır
satır dahi gidebilirim.
Tespit 6: İddianamede 15 temmuz günü planlı olmayanuçuş yaptığım ifade edilmiş. Ben
bunu kaleme alan savcıya sorsam ‘Planlı uçuş plansız uçuş nedir’ diye cevap verebilir mi? Plansız
bir uçuşa ne kule kalkış müsaadesi verir, ne de uygun uçuş planını Atatürk havalimanına
yazdırmasaydık beni İstanbula indirirlerdi. Bunlar teknik konular, her pilotun ancak iyi niyetli
ifade veren pilotun çok iyi bileceği konular. Benim uçuşum planlı olmasa mesai bitiminden ikis
aat sonra saat 18.45’te (iddianameye göre söylüyorum) benim uçağımı kim karşılayacaktı? Kaldı
ki iddianamede ifade veren astsubay Muhammed KÜÇÜKKILINÇ benim planlı uçuşum için hazırlık
yaptıklarını söylüyor. Kısacası plansız bir uçuş olsa ben Yalovadan kalkış yapamam. İstanbula
inemem, uçağım da karşılanmaz. Ayrıca ben uçuş planlama isteğini genelde filo komutanından
isterim, o bilir.
(Tespit 7-8 TRT-Ulus ile ilgili doğrular var. Ancak bizim orada kimsenin ne canına ne malına en
ufak bir zarar gelmedi. Orayı yönettiğim söyleniyor, cevap vereyim mi?)
İddianame sayfa 300’de Teşhis 1 ve 2’de iki güvenlik görevlisinin verdiği ifade kelime kelime
aynı, birisinin yazdırdığı çok açık. ‘Vatandaş ve polislere hedef gözeterek atış yaptığım’ iddia
ediliyor. Ancak nedense kimse en ufak yara almamış. Bu ifade kesinlikle yalan. Doayısıyla bu
kişilerin verdiği ifadelerin tamamı geçersizdir.
Teşhis 4: diye S-300,301,302’ye tek tek cevap vereyim mi? Kendi personelim ile yapıldığı
iddia edilen toplantıların katılımcıları çok yanlış ve olmayan toplantılar. 14’ünde komutanla
yapıldığu söylenen toplantıda o gün hiç görmediğim (Yusuf ÖZDEMİR) kişiler var. Aykut DEMİR’e
emir vermişim, belki de bir aydır görmediğim birisi. ATEŞOĞLU-303, Oğuzhan-304, Ali-306, Şamil
KARTAL-307, Kerime-309, Tuncay-311, Cahit CANOĞLU-311, Erhan AKA-312. Erhan AKA’nın
ifadesi en doğru. İfadelerde o kadar saçmalıklar var ki ne yapayım?
Bir çok ifadede bizzat görgüye dayalı değil, duyuma dayalı, kulaktan kulağa ulaşan ifadeler.
Bazılarının ilk kaynağı da basın olduğu ifade ediliyor. S-317’de Ertuğrul KAYNAR sanık olarak
ifadesinde ‘benim gözaltına alındığımı’ basından duymuş. 16 Temuuz günü ben kendisini arayıp
konuşunca şaşırmış. Benim örgüt ile bağlantılı olduğumu, vahim ve iğrenç olayların içinde
olduğunu duyduğunu söylüyor.
İfade 18: Faruk ŞİMŞEK, ifade veriyor ancak bizzat bilgim ve görgüm yok diyor.
İfade 19: Yusuf ÖZDEMİR benim arayıp çağırdığımı söylüyor ancak kendisi zaten okuldaydı
ve görebildiğim kadarıyla 15 Temuuz ana nizamiye kayıtlarında o saatlerde okula girişi yok.
24
İfade 14: Hasan KAYA, Bilal SEYMEN
İfade17, İfade16 Ertuğrul KAYNAR, İfade11 Furkan YILDIRIM, İfade15 Murat YERGİN,
İfade20 Hüseyin ÖZDEMİR’in ifadesinin tamamı, İfade24 Faruk ÖZDEMİR’in ifadesinin tamamı,
İfade25 Alican OCAK’ın ifadesinin benimle ilgili kısmı başkalarının ifadelerine/erlerin ifadesine ve
basına dayanıyor.
SONUÇ
1. Sonuç olarak iddianame benim silahlı terör örgütü üyeliğime bir tane delil veremeden bu
suçtan cezamı istemektedir.
Sadece son 2 senede 1500-2000’e yakın insana komuta ettim. Bunların bir kısmı atıldı, bir
kısmı göreve devam ediyor. Geçmişte komuta ettiğim binlerce insan, bana komutanlık
yapmış binlerce insan var. Bunların bir kısmı göreve devam ediyor, bir kısmı
Balyoz-Ergenekon-Casusluk davalarından mağdur olanlar ancak hakkımda malum suç
örgütüne üye olabileceğimi ifade eden bir tek insan yok. Hava Kuvvetleri Komutanlığında
tanınan bilinen birisiyim. Yüzlerce öğrenci yetiştrdim. Benim meslek hayatım bu ve buna
benzer paralel-dikey örgütlerle mücadele ile geçti. Son iki yıl görev yaptığım Hava Harp
Okulunda alım faalyetlerinde ben ve personelime görevler verildi. Görevli arkadaşlarımın
ifadesi alınsa bu konudaki hassasiyetimi ve kararlılığımı çok iyi ifade ederler. Ben ve
arkadaşlarım yüzlerce adayı iltisakı olduğu şüphesiyle eledik. Ben bu şekilde eleyerek daha
sonra bağlantısının çıkarak ayrılmasıyla kendisi ve ailesinin madden manen daha da zor
durumda kalacağı yönünde telkinlerle personelimi bu konuda cesaretlendirdim. Geldiğimiz
nokta bunun ispatıdır. TSK’dan ve Hava Kuvvetlerinden malum terör örgütüne üye olmakla
şüpheli yüzlerce insan atılmış ve/ve ya dava açılmıştır. Ben Harbiyelilerin davalarını takip
etmeye çalışıyorum. Harbiyelilerim doğru düzxgün bir delil bulunamadı. Ben bundan dolayı
müsterihim. Son 2 yıl görev süremde Harbiyelilerime defalarca kez hitap ettim, bunların bir
kısmı kayda alındı. Bu kayıtları isteyebiliriz. Sorgudığınızx ve ya bu kayıtları incelediğiniz
takdirde görüp duyacağınız ssadece ‘vatan sevgisi, askerlik ve havacılık tutkusu, arkadaşlık,
çıkar gözetmeme, kendini vatanına adama’ kavramları olacaktır. Belki de soruşturma savcısı
bunları duydu gördü ve biliyor. Ondan dolayı tek kelimelik örgüt üyeliği delili ortaya
koyamadı.
2. TBMM ve TC Hükümetini ortadan kaldırmaya ve ya görevini yapmaya engelleye hangi
eylemimle sebep oldum? Aynı şekilde anayasal düzxeni hangi eylemimle ortadan kaldırmaya
teşebbüs ettim? Başka bir birliğin iddia edilen havaalanı işgalinden bensorumlu tutuluyorum
ve cezalandırılmam isteniyor. Bir tek TRT Ulus binasına gidişim ile ilgili olarak emirle gittiğimi,
güvenlik almaktan başka bir iş yapmadığım tüm deliller söylüyor.
TRT Ulus binasından kimseyi tehdit etmedim, silah doğrultmadım, orada olduğum sürece
yayın hizmeti yapılıp yapılmadığını bilmediğim gibi ne yayın kesme ne de yayın yapma gibi bir
girişimim olmadı. Eğer herhangi bir terör irtibatım, bağım olsaydı yayın yapma gibi bir
25
teşebbüsüm olurdu. Bu konuda üzerime atılı bir iddia dahi yok. Bir tek bu konu dahi benim
bu hainliğe bulaştırılmaya çalışıldığımın kanıtıdır. Adımın geçtiği ifadeleri veren şahısların
‘Bu kişinin FETÖ ile ilişkisi yoktur’ dediğini adım gibi biliyorum. Günlük 16-18 saat mesai
yaşantıma şahit olan ve en ufak ayrıntıyı kaçırmayan erlerin hakkımda ‘Atatürkçü,
vatansever, asker ve disiplinli’ dediklerine eminim ancak ifadeye sokmamışlar.Bu konuda
hodrimeydan diyorum. 28 yıllık askerlik hayatımda binlerce komuta ettiğim ve ya bana
komuta eden yüzlerce askerden istediğinizi getirin diyecekleri tek şey; Atatürkçü, disiplinli,
asker, çalışkan, irtica düşmanı olacaktır. İfadelerimden siyasete girdiğim anlaşılmasın.
Hayatım boyunca bir asker olarak siyaset ile işim olmadı ancak bahse konu örgütün nasıl
buralara geldiği ortada. Milletimizin takdirindedir. Beni de ancak bir fert olarak bir kişilik
ilgilendirir. Ancak TSK’nın içindeki durum için en başından en sonuna ilgilendirir ve fikrimi
beyan ederim. Yıllarımı verdiğim Hava Kuvvetleri ve son olarak görev yaptığım Hava Harp
Okulunun geldiği durum benim için acıların en büyüğünesebep olmaktadır. Bahse konu
örgütün kuvvet komutanlığı bünyesindeki faaliyetleri inkar edilemez mutlaka vardır ancak
olduğundan kat kat büyütülüp korkutularak, varsa da bundan en fazla sorumlu olacak kişiler
(Kuvvet Komutanı, Eğitim Komutanı, Kurmay Başkanı), bunu bilmesi gerekenler ‘Evet bunlar
FETÖ’cü diyerek alçakça bir duruş sergilemişlerdir. Eğer bu kadar FETÖ’cü varsa bunun
sorumlusu 2-3 yıllık subay astsubay öğrenci midir? Yoksa 40 yıldır bu kurumun her
kademesinde görev yapan ve bundan övünen birisi midir?
3. Vatani duygu ve hislerim, devlete ve kanunlara bağlılığım herkes tarafından malumdur. Bu
kapsamda 15 temmuz ve öncesinde böyle bir teklif gelse ne tepki vereceğimi herkes bildiği
için ne darbeyle ilgili bir teklif geldi ne de yapıldığı iddia edilen toplantılarına çağırıldım.
15-16 temmuz günü TRT binasında iken kimse benden bir talepte bulunmadı ve ya bence
cesaret bulamadı. Bu konuda da tek bir iddia dahi yok. Daha sonradan basından öğrendiğim
kadarıyla TRT Ankara 2-3 gibi darbecilerin elinden alınmış. BU şartlarda darbecilerin
yapttırmak istedikleri yayınları bana yaptırmaya çalışmaları gerekmez miydi?
4. Sözde atama listesini ben 15 temmuzdan haftalar sonra öğrendim, ismimin orada
olduğunu aylar sonra duydum. Ancak şu an dahi ben öyle bi belge görmedim. İddia edilen
atama listesinde benim göreve devam edeceğim yazıyormu. 2015 ağustos benim generalliğe
terfi için ilk defa sıraya girdiğim sıradır ancak terfi etmedim, büyüklerimizin takdiridir. Bir yıl
alay komutanlığından ayrılmak için erken demiş olabilirler. Ancak bu görevde 2. Yılımı
tamamladıktan sonra göreve devam denilerek alay kadrosunda tutulmam benim için tenzili
rütbenini düşünüldüğünün en büyük kanıtıdır. Ayrıcabuna ilave olarak TRT İstanbul
müdürlüğü rolü biçilmiş, TRT genel müdürlüğü değil, alındım açıkçası. Bu tezgahçılar beni
TRT Ulus binasına bekçi olarak düşünmüşler. Normal şartlarda HHO Alay komutanlığı
ataması en üst seviyede, Hava Kuvvetleri komutanının bizzat ilgilendiği önemli bri görev
olarak bilinir ve oraya atananlar görev sonu terfi ederler. Hatırlayabildiğim kadarıyla son 25
senede bu göreve gelip de terfi edemeyen Alay komutanı yoktur. Bunun anlamı şudur; darbe
başarılı olsaydı ben albay rütbesinde tutularak terfi ettirilmeyecektim.
26
Bir diğer önemli konu da şu an cezaevinde kaldığım koğus bölgesi ‘Basın sitesi’ olarak
geçiyor. Suçlu olup olmadıklarını terör örgütüne üye olup olmadıklarını bilemem ancak
darbecilerin gerçekten TRT istanbul müdürü ihtiyaçları olsa benim gibi bu konuda ne eğitimi
ne de tecrübesi olan doğru düzgün tv bile izleyemeyen birisini mi bulurlardı, yoksa terör
örgütüne mensup olduğu iddia edilen onlarca medyacı profesyonel birini mi belirlerlerdi?
Ben oraya daha ulaşmadan benim ismimin TRT’yi 600 kişiyle bastığı haberlerinin sosyal
medyada yayınlanması bana ve arkadaşlarıma kurulan kumpasın ispatıdır. 15 temmuzda
bana ve HHO’ya kurulan tuzak yeterli görülmeyerek ileriki günlerde genişletildi çünkü
istedikleri kadar içine çekemediklerinden rahatsız oldular. Darbeye niyetli olarak 1300’e
yakın personelim 6 farklı yerde dahil olurdu. Her biri gerçek asker olan, kendisini vatanına
adamış; milletine şefkati, merhameti ve sevgisi herşeyin üzerinde olan, her türlü ateşli
ateşsiz silahı usta seviyede kullanabilen personelim darbede yer alırsa elbette ki bugünkü
sonuç çok vahim olurdu. Bu anlatacağım konuyu en sona bıraktım ki oynanan oyunun belgeli
ispatıdır. Konu Ankara’da açılan paraşüt adı altında, ‘Darbeye Harbiyeli götürüldü’ davası;
HHO komutanlığında son 5-10 yıldır paraşüt eğitimi yapılmıyordu. Hava Kuv. Komutanı Org.
Abidin ÜNAL’ın yazılı emri(ilki Eylül 2015’te kendisi tarafından imzalanan, 2015-2016 EÖ yılı
direktifi, daha sonra kurmay başkanı imzalı ancak bizzat Hava Kuv. Komutanının gördüğü
emirler) yıl içinde verdiği sayısız sözlü emirler,en son bir Cumartesi günü (O gün Ayasofya’da
terör saldırısı vardı) kendisine verdiğimiz brifingle şekli ve zamanı, usülleri konusunda, son
direktifleri konusunda paraşüt atlayışlarına başlamadirektifleri aldık. Bu kapsamda Hava Kuv.
Komutanlığı Kurmay Başkanı imzalı ancak her kelimesine Hava Kuv. Komutanının vakıf
olduğu emirle işlemler başladı. Atlayış Kara Kuvvetleri Komutanlığına bağlı birlikler
tarafından Gölbaşı’nda yaptırılacak; hava kuv. Komutanlığının uçakları kullanılacak, hava.
Kuv. Komutanlığı birliklerinde uygun yer olmadığından dolayı Harbiyeliler KHO’da kalacaktı.
Bu şekilde planlama ile Harbiyelilerimizi 11 Temmuzda Ankara’ya uçakla gönderdik. 5 gün
boyunca KHO’da yatıp gündüz de Etimesgut’ta Karacıların atma-atlatma birliğinde eğitim
alıyorlardı. 15 temmuz akşamı darbenin ürkütücü yüzü ile olayların en yoğun yaşandığı,
korkunun en fazla hissedildiği yerde, KHO’da karşılaşıyorlar. KHO bu arada kendi içinde bir
çok olayın yaşandığı, komutanının tutuklandığı ve iddianamenin tabiriyle ‘darbenin toplanma
ve dağıtım merkezi’ gibi kullanıldığı bir yer olmanın yanı sıra helikopterlerin atış yaptığı,
genelkurmay binası ve uçakların bomba attığı TBMM’ye 1-2 km mesafededir. Üzerlerinde
geçen uçak, helikopter ve bombalar neticesinde tavandaki lambaların ve duvardaki
perdelerin düştüğü, camların patladığı rapor edilmiştir. Bunlar yaşanırken odaya girmeye
korkan çocukların koridorlarda yerde endişeli gözlerle çekilmiş, yayınlanmış fotoğrafları
vardır. Bu arada bir karacı tarafından bizim harbiyelilere silah verilmesi teklif edilir.
Harbiyelilerin başındaki Yzb. Kenan BAŞTUĞ tarafından reddedilir. Yaptığım ilk görüşmede
Yzb. Kenan’a kesinlikle olaylardan uzak kalmaları emrini verdim. Bu olayların olduğu bir
ortamda başlarındaki komutanın da olayı reddetmesi üzerine oradan ayrılarak emniyetli bir
havacı birliğe geçmelerinin en doğru olacağı üzerinde hemfikir olunmuştur. Bu birlik Hava
Kuv. Komutanlığı olamaz çünkü Gen.Kur’un dibinde ve olayların göbeğindedir.Bu şartlarda
en yakın birlik Etimesgut’tur. Etimesgut’a geçmek için yapabilecekleri tek şey okul nöbetçi
amirine giderek araç istemeleridir. Harbiyeliler otobüs beklerken iki helikopter gelir ve
Harbiyeliler Etimesgut’a götürmek ister. Harbiyeliler ve Yzb. Kenan önce tereddüt ederler
ancak Etimesgut’a gideceklerine emin olunca 3 parti halinde 92 kişi geçer. Kalan 51 kişi
27
helikopter pilotlarının nakili bilinmeyen bir sebeple iptal etmesiyle taşınamaz ve KHO’da
kalır. Harbiyelilerin kıyafetleri dağınık ve rastgeledir. Kimisinde tulum, kimisinde eğitim
kıyafeti, ayağında postal olmasıgerekirken çoğunda spor ayakkabı vardır. Çünkü postallarını
paraşüt eğitim yerinde bırakmışlardır. Silah ve mühimmatları, teçhizatları zaten yoktur.
Etimesgut en baştan beri darbe karşıtı durmuş ve bu konuda gerekli önlemleri allmış bir
üstür. Helikopterler indiğinde çocukları üç dört güvenlik görevlisi karşılar, üzerlerini ararlar,
herhangi bir silahı bırakın çakıya dahi rastlamazlar. Kıyafetler zaten toplama bir şekilde
Petagonya ordusu gibidir. Görevliler kime sorsa aynı cevap alınır; ‘KHO güvenli değildi,
güvenlik için kendi evimize geldik.’ Derler.
İlk şok atlatıldıktan sonra mevzu tam olarak anlaşılmıştır. Ancak kumpas çalıştırılır, 16
temmuz günü üs personelinden birisi (Muhtemel talimatla) BİMER’e başvurur. ‘Etimesgut’a
bir grup asker getirildi, görevleri başarısız darbeyi canlandırmak için’ diye şikayette bulunur
ve süreç işlemeye başlar. Bu arada Hava kuv. Komutanı tarafından üs personeli aranarak
(Pazar günü) ‘onlar benim misafirlerim, yedirin içirin yatırın’ diye ifade eder. Ancak yedirilip
içirilip yatırılsa da çocuklara düşman muamelesi yapılır. Kendi evleri bildikleri bir havacı
birliğinde gözaltında tutulurlar. Başlarında nöbetçi bekletilir. Kantine dahi gözetim altında
gönderilir. Evci olarak çıkartılan bir kaç kişide evinden getirtilir. Yalova’ya döneceklerini
düşünürken ısrarla üste bekletilirler. Bekleme emrinin nereden geldiği belli değildir çünkü bu
arada BİMER süreci işlemektedir. 2-3 gün sonra Yeni Şafak gazetesinde manşetten bir haber
yapılır; ‘Beştepe’yi basmak için Etimesgut’ta asker/Harbiyeli bekletiliyor.’ Şeklinde. Talimat
verilmiştir ve savcı gelip 2-3 harbiyeliyi sorgular. Bununla yetinerek ‘toplayın götürün bunları’
diyerek çocukları ve başında Kenan Yzb’yı gözaltına aldırır. Yzb. Kenan’ın savcılık sorgusunda
aynen şu suçlama yapıldığı kayıtlarda vardır; ‘Paraşüt eğitimi adı altında Harbiyelileri darbe
maksatlı olarak Ankara iline getirmek.’ Bir de ; ’15 Temmuzda neden Etimesgut’ta
beklediniz?’ diye sorgulanır. Bu masum insanlar 6-7 gün ne oldığunu bilmeden bekletilip
savcu tarafından sorgulanırken, sulh ceza tarafından tutuklanırken, 6-7 ay içeride tutulurken
bu emri esas veren kiişi olaya müdahil olarak ‘bu emri ben verdim, bunların bir suçu yok.’
Diyemez. Dememiş demiyorum. Diyemiyor korkuyor.
Bu arada ne kadar zorlasalar da en ufak bir suç unsuruna rastlanmaz. Benim hiç
birşeyden haberim yokken SEGBİS aracılığıyla aynı suçlama ile ‘Harbiyelileri paraşüt eğitimi
adı altında Ankara’ya göndermek’ suçlaması ile sorgulandım. Devam eden darbe
soruşturmasından dolayı zaten tutuklu olduğumu söylememe, paraşüt olayınıın geçmişini
anlatmama rağmen, bu süreçte hiç bir imza ve dahlimin olmamasını anlatmama rağmen
paraşüt davasından da tutuklanıp davaya dahil edildim. Bu işi tezgahlayanlar çok ucuz bir
başarı sağlamış oldular. Bu olay kamuoyunda infiale sebep olunca Harbiyeli yakınları Abidin
Ünal’ın yakasından tutup silkeleyince Harbiyeliler tahliye edildi ve bir sene önce dava süreci
başladı. İddianameyi KHO’da yaşanan hadiseler ile doldurmuşlar. Yetmemiş toplamda 4-5
bini bulan evrakta suç unsuru aranmış, ancak iddianemeye konabilen bir kaç Harbiyelinin
evinde bulunan ve üzerinde geçersizdir yazan, düğünde atılan ve anneannesinin hatıra olarak
aldığı bir dolarlar, çiçek işi yapan annesinin hesabına gelen şüpheli 3-5 kuruş paradan öteye
28
gidemedi. Şahsıma ait olarak da benim, abimin, oğlunun, çalıştığı işyerinin sahibinin
ortağının, kızkardeşinin eşiyle ilişkilendirilmem KHK ile ihraç edilen bir devre arkadaşımla
münasebetimin olduğu gibi komik iddiaların ötesine gidemedi. Şu ana kadar alınan sanık
ifadeleri, tanık ifadeleri, tahkikat sonuç raporları; hepsi iddianın tam aksine Harbiyelilerin
darbeden
uzaklaştığını
ispatlıyor.
Ben burada birilerinin oyununu bozduğumuzu
düşünüyorum. Beni ve arkadaşlarımı bu şekilde cezalandırma yoluna gittiler.
Şu ana kadar 4 duruşma, Ankara 14. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından yapıldı. Her
duruşmada haykırarak ‘Bana ve arkadaşlarıma istinat ettiğiniz ve suç teşkil eden eylemimiz
nedir?’ diye sordum. Cevap alamadım. En son duruşmada ‘Suçumu söylemeden beni
yargılayan adalet sistemi yeirn dibine geçmeye mahkumdur.’ Diye söylememe rağmen
hiçkimse kafasını kaldırıp tek kelime edemedi. Dava sona geldi. Sanıklarla ilgili tek bir delil
yok. Dava duvara tosladı ve ‘hangi halının altına süpürsek de bu rezaletten kurtulsak’ derken
yapılan hukuksuzluk akla geldi. Benim aynı suçtan 2 yerde yargılanıyor olmam benim
dosyamın ayrılarak bu davayla birleştirilmesini mahkemenize de sordular. Siz bu konuda
muvafakat verdiniz, ben de kesinlikle lehime olan/olacak bu birleşme için itiraz ettim.
Dosyamın ayrılmasını ancak yargılanmaya Ankara’da devam etmek istediğimi, bu konuda
kim suçlu ise cezaasını çekmesini istedim. Ancak kabul edilmedi. Ankara paraşüt davası
mahkemenize 4-5 bin evrak ile birlikte geldi. Ankara ağır cezada yaptığım suç duyurusunu
buradan tekrarlıyorum. Eğer ortada bir suç varsa bu paraşüt emrini veren, çocukları
Etimesgut’ta bekleten, bekletirken en güvendikleri kuruma olan güvenlerini sarsan, bu
tezgahın yöneticisi ve BİMER’e başvuran, talimatı veren gazete ve talimatla insanların el
koyan savcı, savcılar, hakimler hakkında suç duyurusunda bulunuyorum.
Sayın başkan, ‘Paraşüt eğitimine diye darbe için gönderdiler’ suçlaması ve davası ile
ilgili olarak, ben ve masum 143 arkadaşım tutuklu kaldık, yargılandık. Ancak bunun sözlü ve
yazılı emirlerini veren şahsın neden ifadesi dahi alınmaz? Bu kadar hukuksuzluk nasıl göz
göre göre sürdürülür?
Sayın başkan, TSK olarak, hain darbe girişimi öncesi çok iyi bir noktaya gelmiştik.
Hava Kuvvetleri olarak resme daha fazla hakimim. Hava Kuvvetleri Komutanlığı gücünün
zirvesine çıkmıştı. Dünyanın en saygın hava güçlerinden birisiydi. Dünyada bir tek ABD’nin
yapabildiği gerçek ve ya gerçeğe yakın benzetilmiş şartlarda hava muharebe eğitimlerini
hem kendisi yapıyor hem de bu eğitimleri dost ve müttefik ülke personeline veriyordu. Terör
örgütüne karşı bir yıl önce başlatılan hava harekatları ile bu gücünü tüm başarı grafiklerini
aşarak gösterdi.
HHO olarak da iddianamede belirtildiği gibi ilklerin yaşandığı uluslararası saygınlık ve
hüviyet kazanılan bir dönem yakalanmıştı. Maalesef bir gecede yerle bir edildi. Dünya
çapında havacılık eğitimi veriyor iken bir anda Pakistan’dan F16 pilotu dilenir vaziyete
düştük. Onu da vermediler, verdirmediler. Hava sahamızı koruyamaz olduk, daha düne kadar
karasularını 6 nm’den 12 nm’ye çıkartması halinde bunu savaş sebebi sayacağımız komşu
ülkemiz, 18 adamızı işgal etti, ona dahi ses çıkartamıyoruz. Bizim genelkurmay başkanımız
ssvaş uçağımız ile uçtu; gidebildiği ve poz verebildiği yer Çanakkale boğazı idi. Oysa
29
komşumuz Yunanistan bizim ve ya tartışmalı bölgelerde neredeyse babaannelerini uçuracak
hale geldiler ve biz tepki veremez olduk.
HHO’ya giren bir Harbiyelinin pilot olarak hizmet verir hale gelmesi için 8 yıl emek
verirsiniz. Dünyanın en pahalı eğitimini verirsiniz. Bir pilota vereceğiniz 30 dakikalık hava
muharebe eğitimi için bazen 3-4 uçak havaya kaldırırsınız. Yüzlerce insan görevlendirirsiniz.
Bir tek bu 30 dakika için neredeyse 300-500 bin tl masraf yaparsınız. Yetiştirdiğiniz bir pilotun
belki maddi olarak karşılığını hesaplayabilirsiniz. 5-10 milyon tl diyebilirsiniz ancak ihtiyacınız
olduğunda 1 milyar dahi verseniz bulamazsınız, günümüzde olduğu gibi.
İşte bunu çok iyi bilen hainler, bir milletin 15-20 yılını biçtiler/biçtirdiler. En acı olanı
da bunu kendi başındaki komutanlarının elleriyle yaptılar. Bir tane doğruya bin tane yalan
eklenerek insanları ve devlet büyüklerini inandırdılar. Ve kendi öz evlatlarına terörist damgası
vurdular. Kapının önüne koydular. Hadi buna devlet büyüklerini inandırdılar diyelim, benim
başımdaki komutanları böyle bir kıyıma nasıl ortak ettiler? Kapının önüne koyulan, hapislere
tıkılan bu insanlara her yıl sicil verilmedi mi? Beraber omuz omuza çalışılıp savaşılmadı mı?
Bu insanlar TSK’ya girerken MİT raporu düzenlenmedi mi? 40 yıl bir kurumun her
kademesinde ve köşesinde çalışacaksınız, personel alıp eğiteceksiniz, siciller madalyalar
takdirler verdikten sonra bir gecede birileri sizi sıkıştırınca ‘Bunların %70’i terörist’
diyeceksiniz.
Bunu
Jandarma
Genel
Komutanı
böyle
söyledi.
Malum
gecede
düğündeymiş.(Nedense o gece tüm komutanlar göbek atıyor.) GenKur’dan silah seslelri
geldiği haberi gelince evine üzerini değiştirmeye gitmiş ama evine giderken ‘Şu GenKur’un
önünden geçeyim neler oluyor bakayım’ dememiş. Biz de inandık, millet nasılsa inanıyor.
Ancak askerlik yapmış bir er dahil bilir ki, komutanların heryerde, evinde makamında
arabasında resmi kıyafeti olur.
Bir diğeri İstanbulda o gece yollarda dolaşmış.(Deniz KK)
Bir diğerini GenKur Başkanı görevlendiriyor; ‘Git bak bakalım şu darbe yapacağı
söylenen birliğe ve pilota.’ Diyor. Kuvvet Komutanı gidip darbe yapacak denen pilottan yeni
gelen helikopterin brifingini alıyor ancak o şahsa ‘sen O.K. diye bir şahsa böyle bir şey dedin
mi?’ demiyor.
En vahimi de maalesef bizimki. Saat 19’da uçuşlar kesiliyor. Havadaki uçaklar
indiriliyor ancak GenKur Başkanına ulaşılıp da neden kestiniz demiyor. Ben meslek hayatım
boyunca tüm askeri uçuşların iptal edilip havadaki uçakların indirildiği bir zaman
hatırlamıyorum. Bunun her meslekte bir karşılığı vardır; açık kalp ameliyatı yapan bir doktora
başhekimin ‘hadi ameliyatı bırak’ demesi ve o doktorun da başhekime sormaması gibi bir
şey. İstanbul Barosu başkanının ‘bugün hiçbir avukat savunma yapmayacak’ demesi üzerine
bir tane avukatın nedenini sormaması gibi bir şey ve ya adalet bakanının 37. Ağır ceza
hakimine haber göndererek ‘tüm sanıkları tahliye etsin’ direktifini harfiyen uygulayıp tek
kelime sormaması gibi bir şey. Aynı saat ve dakikalarda karargahın başındaki kişi
hareketlenmelerden bahsediyor ancak o göbek atmaya devam ediyor.
30
Bunun anlamı şudur; en baştaki komutanlarımız tarafından bu işe bulaştırılmak için
uğraşıldık.
Bugün ben ve bir çok arkadaşım meslek hayatımız boyunca hep yaptığımızı yaptık;
itaat ettik. En üst seviyede komutanlarımızın ihaneti veya ihmali veya tehdit edilerek olaylara
göz yumması neticesinde bu hadiseler yaşanmıştır.
İstanbul Emniyeti tarafından 600 polisle IŞİD operasyonu yapılacağı bildirildi. O
teröristlere ne oldu acaba? Yoksa terörist diye kast edilen bizim vatanına kendini adamış
insanlar mıydı?
Sayın başkan sonuç olarak, terör örgütü üyeliği ile ilgili tek cümlelik iddiayı kaale bile
almıyorum. Gereğinden fazla cevap verdim. Diğer darbe suçlamaları ile ilgili olarak bu kadar
garipliklerin, hainliklerin hiçbir askeri öğretiye sığmayacak amatörlüklerin bir tarafı değilim. O
gece ne yaptıysam vatanımı, milletimi, hava kuvvetlerini ve Harbiyelilerimi koruma
duygusuyla yaptım. Aynı şartlar bir daha olsa ben veya benim yerimde olan kim olsa iki eksik
iki fazla ile aynı şeyleri yapardı. Kendi kendime ‘darbeci olsaydım ne yapardım/ne yapmam
gerekirdi? Oysa ben ne yapmışım?’ şeklinde tamamlıyorum.
Darbeci olsaydım, yapmam gerekenler ve yapabileceklerim;
1)
2
ve
66.
Tugay
komutanları
veya
onların
muadillerim
olan
komutan
yardımcıları/kurmay başkanları ile ve 47.Alaylara ve 1. Ordu kurmay başkanlığı ve
İstanbuldaki diğer birliklerin benim seviyemdeki komutanları ile yüz yüze görüşme, telefon
trafiği, whatsapp grubu kurma, iletişim aracı tespit etmem gerekir.
2)
13 Temmuzda öğrencileri ve personeli kampa götürmemem gerekir. Ya da hepsini
götürmemeliydim. Ya da bir kısmını erken getirmeliydim.
3)
15 temmuza kadar süre zarfında personele ve harbiyelilere silah atış eğitimi ve silah
bakım emri vermem gerekirdi. Bu yönde bir emir, eğitim ve bakım yok.
4)
Her Harbiyelinin silahı var ancak mermi mühimmat yok. Çok daha önceden
mühimmat temin etmem gerekir.
eN azından 15 temmuz günü mühimmat çekmem
gerekirdi.
5)
Kendime Yalova veya Kocaeli/Bursa’da görev isterdim. Değilse;
a. Darbe gece 3’te yapılacaksa Harbiyelileri daha erken yatırırdım.
b. Darbe saati erkene çekildi, bu durumda çoktan hazır olmalarıgerekirdi. Hatta görev
yeri neresiyse orada olmalıydılar. Bizim Harbiyelilere o gün saat 22.10’da yat emri verriyorlar.
6)
14’ünde akşam yapıldığı iddia edilen toplantıya katılmalıydım. Plana vakıf olup destek
isteyip destek almalıydım. Emir komuta zinciri kurmalıydım. Kimden emir alacağım?
7)
Emrimde bulunan 24 uçağı ulaştırma/irtibat/yakın hava desteği maksatlı kullanımına
dönük plan yapmalıydım. O gece whatsapp konuşmalarında ‘havacılar devreye girsin’
deniliyor.
31
8)
Darbeci olsam Ankara’daki Harbiyelileri Hava Kuv. Karargahına ya da Akıncı’ya
gönderirdim. Ya dabaşka bir görev verirdim. Oysa bizim Harbiyeliler Ankara’da darbeye tek
bulaşmayan yere gidiyor.
9)
Etimesgut’a giden Harbiyelilerin KHO’dan çıkışta silah aldırtarak Etimesgut
havaalanını ele geçirmelerini isterdim. Oysa ben onlara ‘sizin silahla işiniz yok’ diyorum.
10)
İzmir ve Kütahya’daki Harbiyelileri darbe maksatlı kullanırdım. Oradaki eylemlerde
kullanırdım.
11)
Darbeci olsam TRT Ulus’a ben bizzat gitmezdim. Gittiysem gittiğime değecek bir
şeyler yapardım.(Odama bakardım, yayın yaptırırdım. Oysa ben küçük bir odada bekledim. Binayı
bile gezip bakmadım. BU cihaz nasıl çalışır demedim.)
12)
Kampta akşam veya daha önce marşlar çaldırırdım. (İzmir marşı, Harbiye marşı, 10.
Yıl marşı, HHO Marşı)
13)
Cuma sabah spor yaptırmazdım. Akşam hafif spor değil hiç spor yaptırmazdım.
(Benim elimde.) O gün askeri eğitim yaptırmazdım. O gün Harbiyeliler normal bir kamp gününden
fazla yoruldular.
14)
Planörde uçuş yapan Harbiyelilere uçuş yaptırmazdım.
15)
Hava Kuvvetlerinin çeşitli birliklerden gelen pilotları gece T-41 kullanmak için hazır
tutardım. Yalova’dan çıkmalarına müsaade etmezdim.
16)
Uçuşun kesik olmasına bakmadan birliğin başına dönerdim. Onlara bilgilendirme
brifingi verirdim.
17)
O akşam için kumanya hazırlatırdım.
18)
Hesabımdan para çekmedim, dolar almadım.
19)
Whataspp görüşmelerinde ‘havacılar devreye girmeli’ diyor. Uçaklarım var, kimse
bana bir şey söylemiyor/söyleyemiyor.
20)
Ön hazırlık maksadıyla TRT’de keşif yapardım. Yerini bilmiyorum.
21)
Darbeci olup suçlu olduğuma inansaydım kaçardım. Yeşil pasaportum var,
aranmıyordum. Uçağa binebilirdim.
HUKUKSUZLUKLAR
Sayın Başkan;
Bu darbe girişiminin vatanımıza, milletimze yapılmış olduğunda şüphe yoktur. Ancak bu
hainlikle atbaşı gidecek ve 2. Sırada diyebileceğimiz hainlik ise gerçek faillerin kaçırılması,
olayların karartılması, sulandırılarak masum insanların dahil edilmesi ama en tepede sorumluların
ifadesinin dahi alınmasıdır. Yani o karanlık gecenin aydınlanmayan köşeleri daha da karartılmaya
çalışılmış ve bu gayret devam etmektedir. Ben veya bir çok arkadaşımın bu süreçte yaşadıkları,
gördükleri muamele karartma gayretlerinin bir parçası olmuştur. Kendi tabirimle, ‘adalet
32
hukukun ayağına dolanmıştır’. Adaletin en temel kavramları diyebileceğimiz ‘masumiyet
karinesi’, ‘gözaltına alma’, ‘tutuklu hakları’, ‘avukat desteği’, ‘yaşama hakkı’ kavramları yok
sayılmıştır. İnsanlıktan nasibini almamışgüya devlet görevlilerinin bizzat yaptıkları veya bu tür
insanlara göz yumulması hukukun tecellisinin önündeki en büyük engel olmuştur. Suçlu olma
ihtimali çok yüksek olan kişiler dahi, bu süreçte yaşadıkları sebebiyle verdiği ifadeleri
reddetmekte, olayın karanlık yönleri aydınlatılamamaktadır.
Adeta eldeki tanıklar yeterli
görülmüştür. Tarafıma yapılan adaletsizlikler, linç girişimi, bırakın ömrünü vatanına adamış
birine yapılmasını düşmana yapılmayan türdendir. Şimdi de yaşadığım hukuksuzlukları
sıralayacağım;
1)
Olayın hemen akabinde, kaçma şansım olduğu halde kaçmak aklıma dahi gelmedi. 17
Temmuz akşam saatlerinde savcı tarafından ‘tanıklığına başvurulacak’ denilerek nizamiyeye
çağırıldım. O anda dahi kaçabilirdim. Bakırköy adalet sarayına götürüldüm.3 gün boyunca savcı
görmedim. Orada gördüğüm kötü muamelenin dışında hukuki bir işlemgörmedim. Yani ne
emniyet ifadem var ne savcılık ifadem var. 3. Gününsonunda hakim karşısına çıktım, sulh ceza
hakimi de bana ne soracağını bilmiyordu. Hazırlanan iddianamede sulh ceza hakimi soru ve
cevabından bugün eser bile yok. Tutuklanmama karar verdi. Barodan getirilen avukatlar yanımıza
yaklaştırılmadı. Onlar da zaten tercih etmediler, korktular. Aynı gün ve saatte,yan tarafta 200
hakim savcı avukat hakim karşısına çıkıyordu. Muhtemel etkilendiler.
Gerek gözaltı süresince ve gerekse cezaevi ilk günlerimde yaşadıklarım/gördüklerim adalet
sistemi adına tarihe kara bir leke olarak geçmiştir. Devlet terbiyesi allmış birisi olarak şu
aşamada bazı sorumsuzların devlet adına diye iddia ederek tarafıma yaptıklarını ortaya saçıp
dökmeye utanıyorum. Dolayısıyla insanlığa karşı suç olarak tanımlanacak bu eylemleri gizlemeyi,
hakkım baki kalmak üzere hesabını hukuk üzere sormak üzere ileri bir tarihe erteliyorum.
2)
Tutukluluğumuzun ilk bir kaç ayında, avukatla görüştürülmedik. Her odaya (3 kişiye)
haftada bir saat avukat görüşü verildi. Eğer her şey normal giderse avukatla 5-10 dakika görüşme
anlamına geliyordu. Bir kişinin götürülmesi/aranması, diğerinin getirilmesi, görevlilerin ilave ceza
kesmeleri en fazla 5-10 dakikaya müsaade etti. O da en temel, yaşamsal konulara bile
yetmiyordu. Daha sonra haftalık bir saate çıkarıldığı iddia ediliyor ancak hiç 1 saat görüşemedim.
Görevlilerin keyfi ve cezalandırıcı davranışları buna müsaade etmedi. Avukat görüşü ile ilgili
olarak saat değişikkliği dilekçesi verdim. Onları en çok rahatlatacak gün olan haftasonuna razı
olmamıza rağmen dilekçeye cevap dahi verilmedi.
3)
Tutukluluğumuzun ne başında, ne ortasında şu ana dek en ufak bri bilgilendirme
yapılmadı. Haklarımız ve sorumluluklarımız bilgilendirilmedi. Kara düzen içerisinde önüne gelen
ceza kesti. Cezaevi yönetimine yazdığım ısrarlı dilekçelerin bir tanesi cevap veren bir memur ‘siz
darbecisiniz sizin bir hakkınız yok’ diye cevap verdi. Yani hakkımızda aslında 16 temmuz günü
hüküm verildi. Herkes cezalandırıcı oldu. Linç başlamıştı.
4)
İfadem dahi alınmadan görevime son verildi. Bunu bana tebliğ dahi usulüne uygun
yapamadılar. Hemen ifade edeyim ki, görevime son verildiği tebliğ edilemeyen bu kararı
tanımıoyrum. Bir asker olarak 3 ekim 1988 günü yaptığım yeminime sadığım. Üniformamın
üzerimde olduğuna inanıyorum.
33
5)
Lojmanlardan ayrılmak için kanuni haklarımız dahi kullandırılmadı. Bizler hapislerde
lince uğrarken, eşlerimiz yakınlarımıza zulmedildi.
6)
Yıllardır kendi birikimimiz olan yardımlaşma derneği ve OYAK gibi kurumlardaki
paralarımız verdirilmeyerek adeta ailelerimiz açlığa mahkum edildi. İlk başta zor bulduğumuz
yüklü miktar avukat masrafının kalan kısmını alamayacağını düşünen avukatım terk etti. Bazı
avukatlar tarafından da zulme ortak olundu çünkü onlara da bu linç empoze edildi. Kala kala 3-5
cesur, vicdanlı avukt kaldı zannedersem bizleri savunacak. Kanuni hakkım olan emeklilik işlemi
yapılmayarak hukuksuzluklar devam ettirilmektedir.
7)
Tutuklu kaldığım süre içerisinde 11 ay sonra ilk ifadem alındı. BU süre zarfında hiçbir
somut delil olmadan basmakalıp ifadeler ile tutukluluğumun devamına karar verildi. Suç isnadı
bile doğru düzgün yapılmadan önce tutuklandım, sonra üretilen suçlar arkamdan yavaş yavaş
geldi. Nasıl olsa elimizde mantığı?
8)
Aynı suçtan bir çok kişinin yargılaması bitti. Hatta benim personelimin, amirimin
yargılaması bitti. Benim yargılamam yeni başlıyor. Bundan sonra benim söyleyeceğim herhangi
bir şeyin değeri var mı?
34
Dostları ilə paylaş: |